Kayıt Ol

20 ağustos

Çevrimdışı

  • *
  • 3
  • Rom: 0
  • ölümsüz günahkar
    • Profili Görüntüle
20 ağustos
« : 04 Ekim 2017, 09:26:09 »
Pazar mesailerini severim. Sakin ve sessiz geçer, işine odaklanırsın. Öğle yemeği sonrası türk kahvesi yaptım, tabiki her zamanki gibi orta şekerli. Aklıma düştü ansızın. Türk kahvesini o sevdirdi bana. İçime bir sıkıntı düştü,karanlığa büründüm. Odaklanamıyorum hiçbir şeye. Masamda onun okuduğu kitap duruyor hani her sayfasına dokunduğu kitap. İçine notlarını aldığı, hayal kurduğu kitap. Her ne kadar polisiye cinayet romanlarını sevsede her zaman katili bende önce bulurdu. Belki kitabın arasında saç teli kalmıştır. Denk gelmedim ama umut yoksa ne kalır geriye hayattan. Ben yine karanlığa düştüğüm anlara döneyim. İçim acıyor sanki. Ne yapmalı ne yapmalı ne yapmalı diye düşünürken havanın hafifi yağmurlu olduğunu gördüm. Oysa sabah hava gayet güzeldi. Kafamı çıkartsam yağmura geçer mi? Bilmiyorum. Hadi bir dene bakalım diyip kendimi cesaretlendirdim. Hafifçe kapıyı açıp ellerimi iki yana kaldırıp yüzümü gökyüzüne kaldırdım. Olmuyor geçmiyormuş. Sadece sakinleşiyorsun ve az da olsa ıslanıyorsun. Neyse ki mesai zar zor olsada bitti. İşte en zor kısım şimdi başladı. Eve gitsen aklına gelecek olan o olacak. Gitmesen kime nereye gideceksin. İki arada bir derede kalmak kadar kötü bir şey var mı? Belirsizlikler her zaman yorar, yıpratır beni. Son karar Kadıköy diyorum ve emektar çantamla yola çıkıyorum. Nereye gidilir Kadıköy'de onunla gittiğimiz mekanlara mı? Yoksa izi olmayan yepyeni bir yere mi? Yeni bir yer mantığıma yatıyor. Zaten bir cafeye mekana alışkanlığınız varsa sen canın istediği için gitmezsin oraya. Orası seni çeker. Yeni yerlere ise daha farklıdır. Canın istediği için gidersin mekana bağlı değilsindir. Tabi her iki durumda da artı ve eksi yönleri yok değil o konuda ayrı. Bahariye caddesinden yukarı çıkıyorum. Her yer insan. Fütursuzca insan. Kimi makyajlı kimi salaş kimi bakımsız. Ama hepsi bir amaç uğruna bir yere gidiyor ya da geri dönüyor. Mutlular ya da mutsuzlar. Karar değiştirip sahile doğru inmeye karar veriyorum. Yine kalabalık ama bu kez önümde dikkatimi çeken aksak bir adam var. Hani yaşlı değil ama gençte değil. Muhtemelen evine dönmeye çalışıyor çünkü yüzünde bütün günün yorgunluğu var. Geniş alnında bir kaç damla ter var. Birkaçı akıp gidiyor yüzünün sol tarafından. Düşünsenize dünyadaki herkesin bir kusuru var ve o kusurlar herkeste farklı. Kiminin az önümdeki adamın gibi gayet belirgenken kiminin görünmeyecek seviyede. Birini dünyanıza aldığınızda kusurlarını bulup o kusurları severseniz o şekilde kabul ederseniz mutluluk yakın mıdır? Belkide yakındır. Sonuçta hiç kimse mükemmel değildir mükemmel olamazda değil mi? Sonunda aksak adamı geçip köşeden bozma küçük bir restorana giriyorum. Neden girdime dair bir fikrim yok. Belki bir çorba içerim. Belki bir çay bilmiyorum, bilemiyorum. Kare masalar beyaz masa örtüsü eski tip sandalyeler eski bir radyo ve ağır bir yemek kokusu. Zamana meydan okuyan bir bulaşıkçı. Mercimek çorbası geldiğinde üç kaşıkta bitiriyorum. Sevimsiz ama yorgun kasiyere hesabı ödedikten sonra çıkıyorum. Beni çağıran geceye adım adım gidiyorum.