Kayıt Ol

Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 13 - Tamamlandı.

Çevrimdışı Lucilla Clarté

  • ****
  • 935
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 7
« Yanıtla #30 : 19 Ağustos 2008, 01:39:46 »
Amston, Siyonların elinden kurtarsın Lahon'u! :P Daimi okurunuz olarak, bu bölümün yeterince uzun ve de güzel olduğunu belirtmek istiyorum. Cidden ellerine sağlık, hadi devam. :P

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 7
« Yanıtla #31 : 21 Ağustos 2008, 19:27:02 »
Teşekkürler, son yaklaşıyor efendim. :P


Bölüm 8: Leen Gerçeği

Maystrile ve Amston, sise arkalarını verip dakikalarca koşmuşlardı. İlk yerleşim yerini gördüklerinde dahi koşmayı bırakmadılar. Köy meydanına yaklaşırken, insanlar onlara vahşi bir hayvanmış gibi bakıyordu. Maystrile tökezlerken, Amston artık durmaları gerektiğini belirtti. Sis ile aralarına hatırı sayılır bir mesafe koymuşlardı.

Sis hakkında bilinen tek şey, Ruhlar Salonu’ndan geliyor olmasıydı. Yakalanıldığında nasıl bir etki yarattığını kimse bilmiyor, kimse deneme cesaretini gösteremiyordu. Yerleşim bakımından sayılı köy bulunduran Leen Adası, aslında çok büyüktü. Kör Dilenci olmadan Ruhlar Salonu’nu bulmak imkansızdı ve Lahon olmadan bu imkansızlık kat be kat artıyordu..

Lahon’u aramalıydılar ama nerede? Düzenli aralıklarla gördükleri Siyon flamaları, Amston’un aklına kötü fikirler getiriyordu. Köy halkıysa yabancılara karşı o kadar nefret doluydu ki, alabildikleri tek bilgi tüm adanın Siyon askerleri tarafından kuşatılmış olmasıydı.

Kör Dilenci’nin evini –daha doğrusu barakasını- bulmak sandıkları kadar zor olmadı. Zira köyün en dışındaydı ve köy halkı en az yabancılar kadar nefret ediyordu dilenciden.

Amston çekingen adımlarla barakaya yaklaşırken, yapının üflesen yıkılacak tavrına sıkıntıyla baktı. Leen’e pek yağmur yağmasa dahi, kış rüzgarı barakaya girmekte hiç zorlanmazdı. Kapıyı çalması için Maystrile’ye işaret etti.

Kendilerine saatlerce gelen bir süre sonucu kapı, inlercesine açıldı. Amston gördüğü sahne karşısında ağzı açık bir şekilde bakarken, Maystrile ufak bir hayret nidası kaçırdı ağzından. Kör Dilenci tahmin ettikleri gibi yaşlı, çürümeye yüz tutmuş bir cadı değildi. Simsiyah saçları, uzun boylu, kırklarının sonunda, güzel yüzlü bir kadındı. Mor bir tunik ve uzun bir etek giymişti. Ve belki de bu eşsiz güzelliği bozan tek şey, göz yuvalarının boş olmasıydı.

Köy standartlarına göre, oldukçada şıktı. “Ne istiyorsunuz?” diye sorduğunda gerçek dünyaya dönen Amston, “İçeri buyur edilmeyi ummuştum,” dedi.

“Ah evet, içerisi. Buyurun lütfen, dağınıklık için kusura bakmayın. Biraz fazla meşgulümde bu günlerde…” dalgın bir sesle arkasını döndü ve oturabilecekleri bir yığın gösterdi.

İçerisi çatlak pencereden giren loş ışıkla aydınlanmaya çalışıyordu. Köşede yıllardır kullanılmadığı belli olan bir şömine, havada ağır bir rutubet ve oraya buraya savrulmuş her çeşit eşyayla Kör Dilenci’nin barakası son derece sefil bir vaziyetteydi.

Kadın onları rahat ettirip, soğuk ve acı bir su ikram ettikten sonra karşılarına geçti ve net bir sesle “Dinliyorum,” dedi. Dilenci şaşırtıcı bir şekilde, sanki kör olan kendisi değilmiş gibi rahattı.

“Biz…aslında birkaç sebepten ötürü buradayız. Önceliğimiz nedir, inanın bilmiyoruz. İlk olarak buraya üç kişi olarak gelmiştik. Bir arkadaşımızı sahilde kaybettik. Ve o gerçekten çok önemliydi, buna inanın,” dedi Amston. Lahon’dan bahsederken kulakları uğuldamaya başladı. Şimdi olmaması gereken bir yerlerdeydi. Belki de tamamen olmaması gereken bir yerdeydi, ölmüştü beklide.

Kör Dilenci hiç şaşırmışa benzemiyordu. “Ah evet, sanırım o bayan sizin arkadaşınızdı. Yazık, Siyonlular onu yaka paça götürürken görmüştüm. Neredeyse bir haftadır bir Siyon fırtınasıdır gidiyor. Benim haneme dahi zorla girmeye kalktılar, ancak ben onları def etmesini bildim.”

Görmüştü… Tanrı aşkına neydi bu kadın? Düşüncelerinden sıyrılırken “Peki tam olarak nerede bu Siyonlular’ın kamp yeri? Ve kaç kişiler?” diye sordu.

“Ah onlar… Gemilerce geldiler, yüzlercesi, yüzlercesi var. Sizin benimle olduğumu duyunca pek hoş karşılamayacaklar. Kamp kurdukları yere gelince, hiç tekin olmayan bir yere oldukça yakın bir yeri tercih ettiler. Kesinlikle oraya gitmenizi önermiyorum, arkadaşınızı unutun ve evinize dönün.”

“Lahon’u almadan hiçbir yere dönmüyoruz! Onu da kurtarıp Günce’yi durduracağız!” sesi olması gerekenden fazla çıkan Amston, başka birisi duyarsa hiç hoş olmayacağı kanısına varıp sesini fısıltıya çevirdi. “Kamp nerede?”

“Lahon, Lahon, Lahon. Bu ismi bir yerlerden hatırlıyorum. Çıkaramadım ama şimdi… Kamp Ganual dağının hemen eteklerinde. Ve Ruhlar Salonu’da dağın zirvesinde bulunuyor. Sanırım yardımım olmadan, kapıyı açamayacaksınız.”

Kör dilenci bunları söylerken ayağa kalktı ve odada volta atmaya başladı, “Size Lahon’u kurtarmak adına yardım edebilirim ve sonra sizi Ganual’ın zirvesinde beklerim. Ah ne kadar harika bir plan kurdum ben öyle.”

Kör Dilenci gülümseyerek onları süzerken, Maystrile ve Amston hızlı gelişen olaylar karşısında şok olmakla meşguldü. En sonunda “Bize neden yardım etmek isteyesiniz ki?” diye sordu Maystrile.

Kör Dilenci gözlerini devirerek, “Çünkü Siyon’u burada istemiyorum ve çünkü günce’nin –ve sahiplerinin- bize hakim olmasını istemiyorum, ve çünkü sakin yaşantımı seviyorum,” dedi.

**

Hava kararana kadar oturup, yaşadıklarını anlattılar. Kör Dilenci de bazı yerleri es geçse de, kendi yaşamından kesitler sunmayı ihmal etmedi. Kadın bu adada, kör bir şekilde doğmuştu. Onu yetiştirenleri hiç tanımamış ve ayakları üzerinde durabildiği anda, terk edilmişti.

Her ne kadar köylüler onun cadı olduğunu düşünse de, en ufak bir hastalıklarında anında kapısında biter, yardım etmesi için yalvarırdı. Ve o, hiçbir zaman yardım eli uzatmadan yollamazdı onları. Ama gene de cadıydı işte.

Kendisine neden dilenci denildiğini sorduğunda, henüz çok küçükken ayakta kalabilmek için “yaşam” dilendiğini söyleyip geçiştirmişti. Ve kadının “görü” adlı bir yeteneği vardı ki, bu onu çok değerli kılıyordu. Ruhlar Salonu’nun yeri, ona bu görü sayesinde açıklanmış ve o bu bilgiyi daha önce sadece bir kez kullanmıştı.

Ve ikinci kez kullanma zamanı yaklaşıyordu. “Vakit geldi,” dedi. Ve küçük bir keseyi, Maystrile’ye doğru uzattı. “Sende yetenek var kızım, kampa girerken bunu kullanın. Sadece ikinize ışık verecek ve diğer herkesi kör edecek. Ve süreniz çok kısıtlı olacak.

Lahon’u kurtardıktan sonra ilerleyebileceğiniz tek bir patika olacak, onu takip edin. Zirveye kadar durmadan koşun. Eğer bir sorunla karşılaşmadan bana ulaşabilirseniz, Ruhlar Salonu’nun kapısını açar ve sizi kaderinizle yalnız bırakırım,” dedi ve ikinci bir keseye uzandı.

Siyah bir sıvıyla dolu küçük bir şişe çıkararak, Amston’a uzattı. “Bunu da Lahon’a ver. Günceyi onun yok etmesi gerekiyor. Nasıl kullanacağını, eğer ulaşabilirsek zirvede anlatacağım. Hadi gidin artık.”

Amston, sonun çok yaklaştığını ve bu sonun birçok şeyin başlangıcını etkileyeceğini biliyordu.

Devam edecek...

Çevrimdışı Nirnaeth

  • ***
  • 848
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 8
« Yanıtla #32 : 26 Ağustos 2008, 12:46:35 »
Mükemmel olmuş! Sürükleyici, hoş, merak uyandırıcı... Devamını bekliyorum en kısa süre içinde.  ;D

Çevrimdışı Lucilla Clarté

  • ****
  • 935
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 8
« Yanıtla #33 : 26 Ağustos 2008, 13:08:25 »
Bu hikayeyi seviyorum ben yau, hiç bitmeseydi keşke =/ Bu arada son cümle de tam oturmuş yani. :P Mutlu bi son bekliyorum, yüzümü kara çıkarma Onurcum lütfen. :P

* Lahon rulz. 8)

Çevrimdışı

  • gulyabani
  • **
  • 115
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 8
« Yanıtla #34 : 01 Eylül 2008, 11:03:54 »
Darly yeni bölüm yaz artık ya çıldırtacaksın beni :D
^^ Happy New Year..! ^^


Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 8
« Yanıtla #35 : 01 Eylül 2008, 12:00:34 »
Darly yeni bölüm yaz artık ya çıldırtacaksın beni :D
Tatile gitti o, belkide sen bu yazıyı gönderirken kumsalda uzanmış portakal suyunu yudumluyordur.. :P (Ahh canım çekti bak. Tabii oruç oruç portakal suyu yudumlamakta bi ayrı, neyse denizlede idare ederiz sorun değil. :D)
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 8
« Yanıtla #36 : 01 Eylül 2008, 16:03:37 »
Dedikodumu yapmayın be! :P Mis gibi tatilimi de yaptım, ohh.. Deşarj oldum geldim, çok harika planlar var aklımda. Lahon ve onun evreni için, emin olun hikaye burada bitmeyecek! :D

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 8
« Yanıtla #37 : 03 Eylül 2008, 15:31:02 »
Bölüm 9: Ganual’in Zirvesi’nde

Amston, Lahon ile geçirdiği uzun yılların sonucunda karanlıkta fark edilmeden istediği yere varma gibi bir özellik kazanmıştı. Ve bu özelliği hiçbir zaman, ona bu yetiye sahip olmasını sağlayan kişiyi kurtarırken kullanacağını hayal etmemişti.

Maystrile hala dilencinin ona verdiği keseyi inceliyor, açtığı takdirde nasıl bir büyüye başlayacağını anlamaya çalışıyordu. Kör Dilenci’nin kendisindeki yeteneği görebilmesi de, geçmişindeki bazı olayları açığa çıkarıyor gibiydi.

Amston birkaç adım arkasından gelen kadının varlığını hissederken şaşırtıcı bir haz duydu. Bunu dışa vermeden aynı sessiz tempoda ilerlediler. Amston’un anlamadığı şey, bu kadar büyük bir dağı nasıl olup da adaya ayak bastıkları andan itibaren fark edememiş olmalarıydı. Çünkü şimdi dağ –ve hemen altındaki kamp ışıkları- önlerinde uzanırken, en az Kör Dilenci kadar kör olduklarını düşünmeye başladı.

Yada belki Ganual’i görebilmek için, salona ulaşabilmenin bir yolunu bilmek gerekiyordu. Bu soruyu da kendi başına cevap veremeyeceği sorular arasına koydu ve ilk kamp ateşine adımlar kala Maystrile’yi durdurdu.

Nöbetçiler olmalıydı.

Peki kampı kime karşı koruyacaktı nöbetçiler? Aptal köylülere mi? Gene de tedbir elden bırakılmaması gereken bir kozdu ve Amston yıllardır bu koz sayesinde hayattaydı.

Maystrile’ye dönüp ne yapacaklarını sorarcasına baktı ve kadının dudaklarının sessiz bir şekilde oynadığını görünce anladığını işaret edip beklemeye başladı. Hiçbir zaman tam anlamıyla büyücü olmadığını bilse de, Maystrile özellikle gemide kullandığı ufak ama çok yararlı bir büyüyü deniyordu şimdi.

Işıksız gecelerde okyanus tam anlamıyla zifiriydi ve karanlığı okuma büyüsü onu hiçbir zaman yanıltmamıştı. Aynı şu an yanıltmadığı gibi. Yüzüne yerleşen ışıltılı gülümseme, Amston’un aval aval bakışlarıyla karşılaşınca daha da arttı.

“Bütün kamp uyuyor ve sadece iki çadırın önünde nöbetçi bırakmışlar,” dedi, minnettar bir ses tonuyla. Şimdi gülümsemesi Amston’a da bulaşmıştı, bu çok iyiydi…

Maystrile elinden bırakmadığı kesesine uzanıp usulca çözdü ipini. İp rüzgarsız havada süzülerek yere düşerken, büyünün doğasını anlamıştı bile. Amstona dönüp “Sakın elimi bırakma!” dedi.

**

Lahon hala ellerin boynunu sıktığını ve ölmek üzere olduğunu düşünüyordu. Gözlerini açtığında rast gele çadırın bir köşesine atılmış ve çok çeşitli yerlerinden bağlandığını gördü. Ve boğazında bir el yoktu. Anlaşılan onu öldürerek salona giden biletlerini yırtmak istememişlerdi. Ama Lahon emindi ki tekrar denediklerinde bu bilete kesinlikle acımayacaklardı.

Çadır dışarıdan gelen ve sönmeye yüz tutmuş kamp ateşlerinin ışığıyla aydınlanıyordu. Kızarmış ve muhtemelen birkaç hafta –eğer yaşarsa- sızlayacak olan boynunu hareket ettirdi. Ve dikkati çadır bezinin arka tarafına konuşlanmış altı nöbetçiye kaydı. Hepsi de iri cüsseliydi ve bellerinden sarkan uzun kılıçları kullanmaya aşina oldukları belliydi.

Lahon buradan bir çıkabilse, kılıcına bir kavuşabilse hepsini sıraya dizeceğinden emindi. Ancak şimdi avantaj onların ellerindeydi.

Yapacak daha iyi bir işi olmadığından dolayı nöbetçilerin konuşmalarına kulak misafiri olmaya karar verdi.

“Dostum bu gerçekten etkileyici bir kılıç,” dedi beze en yakın olanı.

“Hey versene şunu, bakın elime ne kadar yakıştı!”

“Hadi ama kız gibi tutma şunu.”

“Kesin şamatayı!” diye bağırdı, Lahon’un gölgesini seçemediği bir asker. Ve şamata komut üzerine durdu. Geçen uzun dakikalar boyunca da kimse ağzını açmadı.

**

Lahon tekrar uyuyabildiğine inanamayarak açtı bu kez gözlerini. Yada gözlerini açma sebebi rüyasını fetheden acı dolu çığlıklardı.

Rüyasını?

Bir çığlık daha koptu çadırının önünden ve nöbetçilerin gölgelerini göremediğini fark etti. Oysaki yere düşen bedenlerin sesi çok net çalınıyordu kulaklarına. Dakikalar boyunca yere düşen bedenler, atılan acı dolu çığlıklar ve tehlikenin nereden geldiğine dair sorularla muhatap olan Lahon sıranın kendisine gelme ihtimalini tartıyordu.

Anlaşılan çadırının önünde hiç nöbetçi kalmamıştı. Lahon burayı getirildiğinden beri kırk dokuz farklı asker saymıştı. Bir o kadarda sayamadıklarını düşünürse, yüksek bir sayıydı bu. Ve sanıyordu ki o yüksek sayıdan pek azı kalmıştı. Ara ara uzaklardan gelen çığlıklar duysa da Lahon doğrularak bu saldırıyı kendi menfaatine nasıl çevirebileceğini düşünmeye çalıştı.

Ve yaklaşan ayak sesleri, bakışlarının çadırın girişine yönelmesine neden oldu. Bez parçalanırcasına açıldı ve karşısında gördüğü siluet, günler önce balık ve ceset kokan o depoda gördüğü siluetle aynıydı.

Gerçeğin farkına varabilmesi için, Maystrile’nin de hemen arkasından çadıra girmesi gerekti. Amston koşarak Lahon’un iplerini çözerken, Maystrile dakikalar önce dalgası geçilen kılıcı uzatıyordu ona.

Kurtuluşun verdiği tarifsiz rahatlama ve dostlarını görmenin sevinciyle hızlıca ayağa kalkan Lahon, sırayla iki dostuna da sarıldı.

Amston acele etmelerini belirten bir bakış atarken, Maystrile çadır bezini tekrar kaldırmıştı bile…

**

Kör Dilenci’nin onlara anlattığı patika üzerinde koşar adım ilerlerken, Lahon’a o yokken yaşadıklarını anlattılar. Ve Amston küçük şişeyi kadına uzattığında, Lahon bu yükün kendi omuzlarına binmesinden hoşlanmamış olduğunu belli ederekten kabul etti.

Ganual’in Zirvesi sandıklarından da yüksekteydi, sanki dağ onlara oyun oynuyor gibi zirve sürekli aynı mesafedeydi. Sonunda kayda değer bir rakıma çıktıklarına inandıklarında biraz durup dinlendiler.

Tekrar yürümeye başladıklarından birkaç dakika sonra ise zirve karşılarındaydı (Amston daha kilometrelerce yolları olduğundan emindi oysa). Kör Dilenci sırıtarak onları karşıladı.

“Yardımım olmasa ne yapardı siz gençler?” dedi masum bir sesle. Ve o an anladı Amston, kör ettikleri askerlerin birçoğunun neden daha silahlarını kullanmaya yeltenmeden yere yığıldıklarını.

Zirveye ulaşılmıştı, peki ya Ruhlar Salonu neredeydi?


Devam edecek...

Çevrimdışı Nirnaeth

  • ***
  • 848
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 9
« Yanıtla #38 : 04 Eylül 2008, 14:17:19 »
Dilenciye hayran kaldım şu anda. Lahon'un kurtarılışı kolay oldu ama ya, ben daha zor olur diye bekliyordum. :P Neyse, sonuçta hoş hikaye, devamını bekliyoruz Darly Opus, fazla bekletme.. :P

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 9
« Yanıtla #39 : 04 Eylül 2008, 18:29:04 »
Dilenciye hayran kaldım şu anda. Lahon'un kurtarılışı kolay oldu ama ya, ben daha zor olur diye bekliyordum. :P Neyse, sonuçta hoş hikaye, devamını bekliyoruz Darly Opus, fazla bekletme.. :P

Yorumun için teşekkür ederim. Dilenci kesinlikle hikayemin flash karakterlerinden birisi olacak. :P Kolay oldu gibi, eh evet haklısın orada bir şey diyemem. Beğenmene sevindim, teşekkür ederim. :)

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 10
« Yanıtla #40 : 20 Eylül 2008, 17:36:57 »
Bölüm 10: Kan Ziyafeti

Günce’nin şişkin ciltleri kabına sığmazmışçasına titriyordu. Vakit tam olarak gelmişti. Duyularıyla Vallentin’e dokundu, gerekli büyüye başlaması için komut verdi. İfadesiz gözleriyle kendisini yapacağı işe konsantre etmeye çalışan Vallentin, bir grup insanın salona haddinden fazla yakın olduğunu hissedince rahatsız oldu.

İşini halledip hemen davetsiz misafirlerle ilgilenmeyi düşünürken, okuduğu küçük büyü dudaklarından salonun rüzgarına karıştı. Çevresinde dolaşan, ona dokunan ve onun yıllar önce kaybettiği insancıl acılarla ona haykıran ruhları aklından çıkardı-son kez. 

Yabancılar yaklaşıyordu.

Şimdi daha önemli bir kısma geçecekti. Salonun sonu belli olmayan sınırları içerisine hapis olmuş bütün ruhları kullanacağı ve en ufak bir hatada hepsini heba edeceği bir kısma. Büyülü sözcükler ağzından çıkarken sanki imgeler boşlukta dans ediyor ve sabırsız bir şekilde günceye kavuşmaya çalışıyordu. İmgeler artık direk günceye değil, birkaç ruhun görülmeyen varlığına da dokunarak giriyordu günceye. Özleri kuruyan ruhların sayısı artarken Vallentin’in dudaklarından düşen sözcükler hızlandı.

Ve ardından bağırmaya başladı. Yüzlerce ruhun bir olmuş çığlığı, normal bir insanı delirme eşiğinden rahatça atlatabilirken Vallentin kendisini büyüsüne o kadar kaptırmıştı ki; duyduğu tek ses kendisininkiydi.

Salon sanki daralmaya başlamıştı. Bunun farkına vardığında, her daim sonsuzla çizili olduğunu sandığı sınırların aslında salona katılmış ruhların sayısıyla genişlediğini anladı. Ve bunu umursamadı.

Yüzler, binleri kovalamıştı. Ve binler yüz binleri… Vallentin büyüsünün son kısmına gelirken sesi çatallaşmaya başladı. Aldırmadı ve daha çok yükseltti sesini.

Yüz binler, milyonlardı. Milyonlarsa yüz milyonlar... Salonun sınırı gözle görülebilecek bir raddeye geldiğinde Vallentin’in parmakları güncenin parlamakta olan kabına uzandı. Rünlere baskı yapmayacak şekilde dokundu. Parlaklık artmıştı. Ve salon daha da küçüldü.

Sonunda günceyi tamamen kavradı ve taşmış güç parmaklarını karıncalandırdı. Vallentin son sözcüğü de söyledi. Titreyen kollarından kalbine doğru belirli aralıklarla şoklar gelmeye başladı. Her şokta atmayan kalbi ısındı, her şokta işitmeyen duyuları gelişti. Tam zamanıydı.

Kan güncesini açtı. İçinden çıkan çığlıklar, yoktan var olan fırtına ve bir anda cehennem sıcağına dönen salon, Vallentin’i dizlerinin üzerine düşürdü. Ve ardından kahkaha sesleri duyuldu. Derinden gelen, çok derinden gelen…

Sanki, cehennemin dibinden gelen…

**
Dağın zirvesi bitki örtüsünden yoksun olduğu kadar, yaşamdan da yoksunmuş gibi bir izlenim veriyordu.

Lahon ilk defa gördüğü Kör Dilenciye dikkatli gözlerle baktı. Bakışlarını fark eden kadın, başıyla kısa bir selam verdikten sonra “Kapıyı yaratmanın vakti gelmedi mi?” diyerekten Maystrile’e anlamlı anlamlı bakmaya başladı.

Kastedilenin ne olduğunu anlamayan Maystrile, boş bakışlarla cevap verdi. Kör Dilenci bilindik tebessümünü yüzüne yerleştirdikten sonra mırıldanmaya başladı. Daha ağzını açtığı andan itibaren çorak zemine ince, gri bir örtü indi. İpeksi örtü yavaş yavaş kalınlaşmaya başladı ve Amston’un bunun onları karşılayan sis olduğunu anlaması için çeyrek dakika geçmesi gerekti. Maystrile’in de bunu fark ettiğini biliyordu.

Ruhlar Salonu’ndan geldiği söylenen sisi Kör Dilenci mi yaratıyordu?

Sis şimdi dizlerinin hizasındaydı ve yol arkadaşları birbirlerini kaybetmemek adına Kör Dilenci’ye sokuldular. Kadının sakin ve kısık ses tonu huzur verse de, büyünün doğası Lahon’un tüylerini ürpertti. Bu kadında bilmedikleri çok fazla şey vardı.

**

Küçük kız çok çelimsizdi. Derisi kemiğine yapışmış, gözleri soğuk kış gecesini görememek üzere açılmıştı. Islak toprak üzerine boylu boyuna uzanmış, buraya nasıl geldiğini, daha önce nerede olduğu ve daha doğrusu “ne” olduğunu merak ederken birisinin yanına yaklaştığını hissetti.

Yaklaşan kişinin aurası içini ısıtıyordu. Bir anda yaşamsal ihtiyaçlarının giderildiğini hissetti Kollarından sürüklenerek daha kuru bir mevkiye çekildi. Ve sonra içini ısıtan aura sahibi kişi geldiği kadar hızlı bir şekilde yok oldu. Ve küçük kız, bu sahneyi defalarca yaşadığını biliyordu…


Ve kız gene sürünüyordu. Ancak bu kez, “küçük” sıfatından mahrumdu. Aynı soruları yıllardır sorduğunun farkında değildi. O tam olarak “ne”ydi?

İçini ısıtan aura gene yaklaştı kıza, ihtiyaçlarını karşıladı. Nispeten daha sıcak bir yere sürükledi. Aura sahibi ardından yok olmadı. Bunca yıldır besleyip, büyütmüş olduğu kişiden meyvesini alma zamanı gelmişti çünkü.

Kişi kıza usulca yaklaştı ve dudaklarını genç kızın şakağına dayadı. Sonrası ise tam bir muammaydı. Kişi genç kızın içine akmaya başladı. Bir bütün olana kadar işlem devam etti.

Ve genç kız artık üşümüyordu…

**

Vallentin kahkahaları duyduğundan beri içine devasa bir korku tohumu düştüğünü fark etti. Yıllardır tatmadığı bu insancıl his ile bir şeylerin değiştiğini anladı. Cehennem sıcağı tenini yakarken, gözleri güncenin hala ışıldayan sayfalarına kaydı.

Artık salon doğal yapısına dönmüştü. Dört duvar üstüne üstüne geliyorken ısı derisinin içine işliyordu. Acı, umutsuzluk, korku… Yıllar yılı tatmadığı bunca his, Vallentin için çok fazlaydı. Gözleri kararırken, salon günceden gelen ışıkla daha da aydınlandı.

Şeytan’ın bulanık görüntüsü güncenin üzerinde oluşmaya başladı. Bir halüsinasyondan farksızdı ilk başlarda. Netleştikçe ısı düştü, ışık azaldı. İrin dolu yüzü, bağışıklığı olduğu halde alevlerden kararmış derisi ve normal bir insanın üç katı olan yapısıyla Şeytan adına yakışır bir görüntü sergiliyordu. Kanatları zarları dahil olmak üzere kapkaraydı ve huşu içerisinde sallanıyordu.

Pençeli ayakları zemine bastığında, bayılmış Vallentin’e aşağılayan gözlerle baktı. Bu bakış o kadar ölüm doluydu ki, güncenin hizmetkarı uyanık olsa yeniden bayılmakta kesinlikle güçlük çekmezdi.

Şeytan güncesine doğru yöneldi. Artık normal bir kitaptan farkı yoktu, ama kötülüğün yaratığı onu minnetle okşadı. Güncenin içinde hapsolmuş milyonlarca ruhun tatlı enerjisini hissetti parmaklarında. Kan ziyafeti şimdilik bitmişti. Ve sıra kendisini rahatsız etmeye gelen insanoğullarındaydı. Ve ardından tüm dünyada…

Devam edecek...

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 11
« Yanıtla #41 : 24 Eylül 2008, 16:20:03 »
Bölüm 11: Kayıp Tanrının Dönüşü

Kör Dilenci’nin sisler üzerindeki etkin kontrolüyle şaşkına dönen yol arkadaşları kendini toparlarken Maystrile öne çıktı. “Ne yapmamız gerekiyor?” dedi huzursuzca. Kör Dilenci o görmeyen gözleriyle memnun bir bakış fırlattı. “Sisler üzerinden paralel bir geçiş kapısı oluşturmayı planlıyorum. İçeri girdiğimizde büyük ihtimalle önce muhafızı geçmemiz gerekecek. Ve eğer “o” geri döndüyse çok daha büyük bir sorunumuz var demektir.

Ben onunla ilgilenirken siz de –Amston ve Maystrile’i işaret ediyordu- efendilerinin kırbaçlarıyla çıldırmış ruhlarla ilgileneceksiniz.” Sonra beklenilen gibi Lahon’a döndü. Sıranın kendisine geldiğini fark eden genç kiralık katil, belki de hayatına mal olabilecek görevini duymadan önce yutkundu.

“Ve sen kızım…Lahon, burada en önemli görev sana düşüyor. Çünkü tek hatan, her şeyi boşa çıkaracaktır. Sana verdiğim sıvı bir Gölge Bozan’dır. Ne olursa olsun onu güncenin içine boşaltman gerekiyor. Etkisini çok kısa bir süre içerisinde gösterecek ve güncenin bir kopyasını çıkaracaktır. Bu kopya her ne kadar güncenin gölgesinden oluşmuş olsa bile, ancak onu yok edersen güncenin özünü yenmiş olursun. Ve ancak o zaman “onu” geldiği yere göndermiş oluruz,” dedi. Sıkıntılıydı ama umutsuz değil.

Lahon yapması gerekenleri bir bir aklından geçirdi. Günceyi bul, sıvıyı boşalt, gölgeye kılıcı sapla! O kadar zor gelmiyordu kulağa. Önce Amston’a, sonra da Maystrile’e baktı ve gülümsedi. Zor olacaktı.

“Kapıyı açmak için daha bekleyecek miyiz, yoksa bir çilingir mi çağırmalıyım?” dedi kendinden emin olduğunu belli eden bir ses tonuyla. Amston’un dudakları gülmek üzere olduğunu belirtircesine kıvrıldı. Maystrile ise gözlerini devirdi ama o da gülümsüyordu.

Kör Dilenci’yse gergin havanın dağılmasına sevinmiş gibiydi. Gerçi “çilingir” den kastı anlamamıştı ama, elbet bir gün sorar öğrenirdi.
Az sonra Maystrile ve dilenci el ele tutuşmuşlardı. Kısaca Maystrile’e ne yapması gerektiğini anlatan dilenci, şimdi derin bir konsantre içerisindeydi. Ve başladılar… El hareketleri birbirlerinin tersi yönünde, hızlı hızlı dans ederken kısık seste bir büyü okuyorlardı. Lahon farklı bir yer ve zamanda olsa bunu komik bulabileceğini düşündü. Sonra bu fikri aklından çıkartarak kılıcına ve iç cebine sıkıca yerleştirdiği iksire göz attı. Hazırdı.

Sisler üzerine sanki suya resim yaparmışçasına dokunan iki büyü ustası, onu şekilden şekile soktu. Sonunda tam önlerinde sis iyice metalik bir griye döndü ve katılaştı. Dakikalar geçtikçe kıvama gelen puding gibi sisi karıştırmak zorlaşıyordu. En sonunda önlerinde iki buçuk metre yüksekliğinde ve bir metre genişliğinde “sisten bir duvar” örmüşlerdi.

Sıra Kör Dilenci’deydi. Maystrile’nin elini bıraktı, iki elini duvara dayadı ve dakikalar boyunca sisten duvarla adeta konuştu. Bir süre sonra parmakları duvarın içine doğru çekilmeye başladı. Hızla geri çekti ellerini ve diğerlerine yanına gelmesi için işaret etti.

Parmakları tekrar duvarın içine girdi ve konuşanın artık kendisi olmadığını biliyordu. Önce parmaklarının temas ettiği yüzeyden ve sonra bütün duvardan sarı bir ışık yayılmaya başladı. Göz kamaştıran ışığa rağmen adımını attı ve Kör Dilenci artık bu düzlemde değildi…

Gördüklerini idrak etmek saniyelerini alsa da ardından Lahon girdi içeri. Amston’u Maystrile takip ediyordu ve ışık arkalarından söndü.

**

Lahon ilk defa yaşadığı bu boyut değişimi tecrübesiyle kendisini dalgalar tarafından dövülmüş gibi hissediyordu. Her şey iç içe geçtiği için kapattığı gözlerini açtığında, gördüğü sahne karşısında nutku tutuldu.

Birkaç saniye arayla yanına gelen Amston ve Maystrile’de kendilerini aynı sahneye bakar buldular: Kör Dilenci ve Şeytan savaşıyordu. Üstelik kadından gelen güç öyle tanrısaldı ki, Şeytan’ın “korku” tohumuyla tanışması uzun sürmemişti.

Karşılıklı büyüler yolluyor, görülmemiş bir kinle dövüşüyorlardı. Sihirsel güçleri birbirlerine her çarpışında küçülmüş salon yıldırım düşmüşçesine sallanıyor ve zemine sağlam basmayan herkesin ayağını yerden kesiyordu.

Şeytan karşısındakinin doğasını çözmeye çalışıyordu. Ona bunca şiddetle “ne” karşı koyabilirdi ki? Mutlaka bir yardım alıyordu ve o yardımı durdurmadan kazanması imkansız gibiydi. Kanlı gözünün bir ucuyla diğerlerini fark etti. Vallentin’i görülmeyen bir komutla uyandırdı. Ve bu dikkat kaymasını sağ kanadına yediği sıcak bir darbeyle ödedi. Değerdi… Çünkü en azından günce güvendeydi, kısa bir süre için olsa bile.

Vallentin programlanmış bir robot gibi, kat-i bir şekilde emre itaat etmek üzere uyandı. Ruhlar üzerinde ki kontrolünün şaşırtıcı bir şekilde artmasına hayret dahi göstermeden, bir yığın ruhu adeta yoktan var etti. Ve hepsini Amston ve Maystrile’nin bulunduğu bölgeye doğru yolladı.

Lahon biraz daha ileride kalmıştı ve şimdi koşarak güncenin bulunduğu yere yönelmeye çalışıyordu. Ruhlar sürekli yanından geçerek içine umutsuzluğun acı aşısını yapmaktan çekinmedi. Fakat usta katil aldırmadı. Gözlerini kısarak günce olduğunu tahmin ettiği karaltıya doğru yılmadan ilerliyordu. Zemin kaygan değildi, ama ardı ardına  gelen ve büyüsel çarpışımlar sonucu ortaya çıkan depremler yüzünden sürekli dengesini kaybediyordu. Kör Dilenci ve “o” –korkusuz katil bunu dile getirmeye çekiniyordu- görüş açısından çıktığında günceye hayli yaklaştığını fark etti.

Bu sırada Maystrile yaptığı basit bir büyü ile Amston’la kendisini bir koruma çemberinin içine almıştı. Ruhlar onlara yaklaşamıyordu. Kötü yanı onlar da ruhlara yaklaşamıyordu. Maystrile biraz daha cesaret edip, daha sıkı bir büyü için konsantre olmaya çalıştı. Ve başardığında koruma çemberi birkaç saliseliğine kalkmış, onun yerine dört bir yanını saran ruhlar ızdırap çekmişti. Ve çember yeniden aktif oldu.

Kör Dilenci cephesinde işler iyi gitmiyordu. İçindeki Tanrısal gücün yönlendirmelerine rağmen Şeytan fazla güçlüydü. Dilenci olaylar daha fazla aleyhine gelişmeden, Lahon’un şu işi bitirmesini umdu.

Vallentin hemen güncenin yanındaydı. Yaklaşan Lahon’a karşı kayıtsız bir yüz ifadesi takınmıştı. Bir planı var gibi gözüküyordu, zira vardı da. Elini cüppesinin iç taraflarına soktuğunda katlanmış bir kırbacı dışarı çıkardı. Kırbacın üç başı vardı ve hepsinin başında koyu renkli yılanlar kıvrılıyordu. Havada bir kez şaklatarak Lahon’a fazlaca büyük bir göz dağı vermeyi başardı.

Lahon işinin zor olduğunun farkındaydı. Çünkü kılıcını düşmanının derisine saplayabilmesi için, kırbacın menziline girmesi gerekiyordu. Ve menzile girdiğinde, o yılanlar tarafından ısırılmak kaçınılmaz gibiydi. Menzilin tam dışında durdu ve kılıcının kabzasını her dövüşte olduğu gibi kararlı bir şekilde kavradı. Kınından çektiğindeyse, kiralık katil yeniden iş başında olmanın keyfini sürüyordu…


Devam edecek...

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 12
« Yanıtla #42 : 26 Ekim 2008, 19:03:31 »
Bölüm 12: Gölge Bozan

Maystrile yaptığı zorlu büyüler nedeniyle yorgun düşmüştü. Koruma çemberi zayıflarken, Amston kılıcının kabzasına sıkıca sarıldı ve bu basit metalin olağanüstü ruhlar karşısında ne gibi bir şansı olduğunu merak etti. Çemberde oluşan ilk gedikten içeri bir uvuz sızmaya başlamıştı şimdi. Maystrile’in eli gayri ihtiyari hançerine uzanırken, Amston harekete geçmişti bile.

Seri bir hareketle ruhun ince katmanına, normal bir insanı parçalara ayırması gereken darbeler yolladı. Uvuz bir an duraksadı, ardından silinmeye başladı. Maystrile Amston’a şaşkın bir bakış atarken, adam sadece omzunu silkmek ve yeni gediklerden gelen saldırıları karşılamakla yetindi. Artık çember tamamen parçalanmıştı ve ikilinin tek güvencesi birbirleriydi. Sırt sırta verdikleri halde dört bir yandan gelen saldırılara karşı koymakta zorlanıyorlardı.

Bu sırada Lahon rakibinin etrafında daireler çizip, herhangi bir açık arıyordu. Salondaki ağır koku, gerçek dışı öğeler ve tam karşısında; elinde 3 başlı kırbacıyla kendisini bekleyen dişli rakip, kiralık katilin gözünü korkutmaya yetmemişti. Vallentin’in bir açık vermeyeceğini anladığında, dansına başlama kararı aldı.

Kılıcını savurarak menzilin içine bir ok gibi girdi. Kırbaç parçalamak ve öldürmek için Lahon’a yaklaşırken kendisini omzunun üzerine bırakarak ufak bir takla attı. Ve kalktığında yeniden menzilin dışındaydı.

Beni deniyor, diye düşündü Vallentin. Ona bu denemeleri pahalıya ödeteceğim. Ama ödeme ve ödetme konusunda genç katil daha tecrübeliydi. Çünkü menzile ikinci girişinde, Vallentin’in dizinde ufak bir sıyrık açmış ve ölüm çemberinden çıkarken yılanlardan birisinin başını koparmıştı. Yılan yere düşerken Vallentine afallamış bakışlarla genç katili izledi. Kadının yüz hatlarını okumak imkansız gibiydi.

Yol arkadaşlarının infazıyla deliye dönen yılanlar, vahşi bir tıslamayla Lahon’a uzanmaya çalıştılar. Ama Lahon işini biliyordu, bir an olsun durmadan kılıcını savurarak menzil içerisine giriyor ve rakibinde küçük kesikler bırakarak dışarı çıkıyordu.

Şeytan ise Kör Dilenci karşısında açık bir üstünlük kurmuştu. Bu sayede dikkatini Vallentin’e daha fazla yöneltebiliyordu. Genç katil karşısında güncenin koruyucusunun numaralarının bitmek üzere olduğunu fark etti. Öfkeyle yapabileceklerini gelişmiş aklında tartarken, Kör Dilenci’nin hırıltılı nefesindeki değişim, yeni bir büyüye başladığını gösteriyor gibiydi. Şeytan bu işi bir an önce bitirmek için tekrar büyücüye dönmeye karar verdi. Ama bundan önce Vallentin’e ufak bir efsun okudu. Ve böylece adam şimdi daha dinç ve hızlı bir şekilde savaşıyordu kiralık katile karşı.

Amston oldukça güçlü bir ruh tarafından salonun diğer bir köşesine fırlatılırken, Maystrile’den oldukça uzağa düştüğünü fark etti. Maystrile’den uzağa ve Şeytan ile Lahon’un düellolarının yakınına… Onu oraya fırlatan ruh, havada girdaplar oluşturarak tekrar kendisine yaklaşıyordu. Ama Amston salonda geçirdiği kısa süre içerisinde, lanetli yaratıkları en kısa sürede nasıl uzaklaştırabileceğini çözmüştü

Kılıcını kavisli bir şekilde kendisine yaklaşan girdap-ruha sapladı. Ardından kılıcını çekti ve aynı noktaya üç kez daha düz bir şekilde sapladı. Metalin soğuk canlılığı ruhu ayrıştırırken bu kez başka yanlardan gelenlere döndü Amston. Sonları hiç gelemeyecek miydi? Bu savaştaki rolü sadece çapulcuları oyalamak mıydı? Amston bu düşüncelerin verdiği hınçla sapladı bir sonraki ruha kılıcını. Ve bir sonrakine saplarken gözüne bir şey ilişti.

Lahon Vallentin’den hiç beklemediği darbeler almaya başlamıştı. İkinci defadır ölümcül yılanların dişlerinden sadece birkaç milim ile sıyrılabilmiş ve daha karşılık bile veremeden yeni darbeleri savuşturmaya çalışmıştı. İşin ciddiye bindiğini anladığında, son kez risk alamaya değer bir hamle yapmaya karar verdi. Ölümcül bir hızla menzile girdi, yuvarlandı ve bir yılanın başını daha uçurdu. Ancak bu, Vallentin’in vurmak için indirmeye başladığı kırbacı durdurmaya yetmedi. Sanki efsunla birlikte yılanlarda hızlanmıştı. Ve kırbaç Lahon’un tam göğsünde patladı.

Yılanın zehirli dişleri derisinden önce elbisesini ve ardından da cebini deldi. Zaten düşmek üzere olan Gölge Bozan çarpmanın etkisiyle yerinden fırlarken, kırbaç ilerlemeye devam etti ve ardından kiralık katilin tenine gömüldü. Müthiş bir şok ve acı dalgası Lahon’un bedenini kapladı, kırbacın yılanla birleştiği noktadaki deri kayışın gerisinden tutup kalan bütün gücüyle rakibini kendisine ve ileri doğru uzatmış olduğu kılıcına doğru çekti.

Vallentin beklemediği bu hamleyle kılıcı kucakladı. Ve Lahon ona bu acıyı yaşatan adamdan kılıcını çekmeden önce yukarı, tam ciğerlerine doğru kaydırdı silahını. Ve kılıcı çekecek gücü kendisinde bulamayarak dizlerinin üzerine düştü. Vallentin de –artık tek başlı kalmış- kırbacını yere bırakırken ağzından gelen kanlarla pürüzsüz zemine devrildi.

Tüm bunlar aynı saniyeler içerisinde olurken, Gölge Bozan’ın şişesi irtifa kaybetmeye başlamış ve yere doğru düşmeye başlamıştı. Şişe yere düştüğünde kırılmadı. Çünkü Kör Dilenci olası bir düşüşe karşı önlemini almıştı. Ama şişe sanki dalga geçermiş gibi yuvarlanmaya başlamıştı. Tam da Kör Dilenci ve Şeytan’ın dövüştüğü noktaya doğru...

**

Şeytan Vallentin’in öldüğünü hissetmişti. Zerre kadar üzüntü duymuyordu ama şimdi biricik güncesi savunmasız bir haldeydi. Kör Dilenci’nin artık tam anlamıyla tükendiğini hissedebiliyordu. Ona yardım eden güç yavaş yavaş elini eteğini çekiyor gibiydi. Ve bu tabii ki Şeytan’ın işine geliyordu. Kadının görmeyen gözlerine bakarken Şeytan bir sürtünme sesi duymaya başladı. Daha çok bir yuvarlanma… Bu sesi kadında duymuş olmalıydı çünkü tereddüt ediyor gibi gözüküyordu.

Yuvarlananın güncesini yok etmek üzere hazırlanmış bir iksir olduğunu anlayan Şeytan, Kör Dilenci’den uzaklaşıp küçük şişeye doğru hamle yaptı. Oysa bu ana kadar fark etmediği, ölümcül bir düşmanı onu bekliyordu: Amston.

Kılıcını şaşmaz bir kararlılıkla iyice sokulduğu Şeytan’ın kanatlarının altına soktu. En zayıf yerinin orası olduğunu tahmin ediyordu ki ilikleri donduran bir feryat bunu doğruladı. Simsiyah bir kan, kara derisinden fışkırırken Şeytan delicesine bir öfkeyle yarasına bakmaya çalışıyordu.

Amston fazla vaktinin olmadığının bilincinde artık durmuş olan şişeyi yerden aldı ve sürüne sürüne günceye yaklaşmış olan Lahon’a fırlattı. Şeytan’ın bakışları yarasından, havada döne döne ilerleyen iksir şişesine kaydı. Ve Amston’a yaptığını ödetmeye hazırlanırken okkalı bir elektrik şoku onu arkasında bıraktığı –tükenmiş haldeki- düşmanına karşı uyardı. İnsanı boş verip, yaralı kanadıyla Kör Dilenci’nin işini bitirmek için ona döndü. Amston kılıcını soktuğunda hissettiği soğuklukla kolunu kaldıramaz olmuştu. Şeytan’ı Kör Dilenci ile baş başa bırakıp geri çekildi.

Lahon gitgide artan umudu ve kanına karışmış zehrin etkisiyle sarhoş bir şekilde günceye ulaştı. Amston’un tam orada, ona şişeyi geri vermek için bulunacağını adı gibi biliyordu. Ve dostu onu bir kez daha yüz üstü bırakmamıştı. Şimdi Gölge Bozan elinde, Kan Güncesi ise tam karşısındaydı.

Salonda daha on binlerce ruh vardı, ancak onları kontrol edenin ölmesiyle amaçsızca dolaşmaktan başka hiçbir işe yaramıyorlardı. Maystrile odanın bir köşesinde dizlerinin üzerine çökmüş ve nefes almaya çalışıyordu. Lahon’un kendisine baktığını fark edince, gülümseyerek zafer işareti yaptı. Ve ardından öne doğru düştü.

Kiralık katil daha fazla zamanının kalmadığını anlayarak, titreyen elleriyle güncenin rünlü kapağını açtı. Şişkin ciltleri azalmış, sarı sayfaları buruşmaya başlamıştı. Günce kaybettiği ruhlarla zayıflıyordu. Onu bu düzlemde tutan sadece efendisinin iradesiydi. Lahon iksirin mantar kapağını açtı ve renksiz sıvıyı iki sayfanın tam ortasına boşalttı.

İksir anında etkisini göstermeye başlamıştı, günce delirmiş gibi titriyordu. Sayfalarının, kapağının ve rünlerinin gölgesi hemen yanı başında oluşmaya başlarken tiz bir ıslık sesi duyuluyordu. Çeyrek dakika sonra günce kendisini kopyalama işlemini tamamlamıştı. Artık yanında salt gölgeden oluşan bir kitap duruyordu. Gölgeden yayılan soğukluk Lahon’un içini ürpertti. Ve kanındaki zehir onu nefessiz bırakarak öksürmesine neden oldu.

Şeytan olanların farkındaydı, ama Kör Dilenci şu an ona öyle bir büyü yapmıştı ki onu engellerken başka hiçbir şeye yoğunlaşamıyordu.

Lahon kendisini toparlayarak kılıcını kaldırdı. Zehir tüm bedenini etkisi altına almıştı, ancak son bir darbe yapabileceğini biliyordu. Kılıç rotasından bir milim bile şaşmadan güncenin gölgesine girdi. Gölge kılıcı minnetle kabul etti… Ve gök gürültüsünü bile yanında utandırabilecek bir sesle günce bir vazoymuşçasına parçalandı. Parçaları dört bir yana dağılarak dört bir yana kötülük ve dehşet yaydı.

Güncenin parçaları uçuşurken, Şeytan yerinde tamamen hareketsiz bir şekilde kalakalmıştı. Gözleri fal taşı gibi açılmış, kanatları öfkeyle gerilmişti. Yaralı kanadı ona ağır geliyordu. İrin dolu yüzü hissettiklerinin binde birini bile açıklamıyordu. Ve aynen bu düzleme geldiği gibi, yavaş yavaş silinerek terk etmeye başladı bu düzlemi.

Cehennemin davetkar sıcağını özlemiş gibiydi. Ama dünya üzerinde mutlak bir hakimiyet kurmasına bu kadar az kalmışken, zaferin elinden çekip alınmasına korkunç öfkeliydi. Yüzlerce yıllık emeğini tek çırpıda silen insanoğluna nefret dolu bir bakış attı.

Bu öyle bir bakıştı ki, kendisiden geçmek üzere olan Lahon’un içini kaldırdı. Ve bayılmıyor olsaydı kesinlikle kusardı. Bu öyle bir bakıştı ki, sadece Şeytan’dan beklenebilecek bir kinle dolup taşıyordu. Ve bu bakış asla silinmemek üzere işledi Lahon’un hafızasına. Oysa Şeytan’ın varlığı silinmişti bile Ruhlar Salonu’ndan.

Silinen bu bakışlar ruhuna işlerken kapandı Lahon’un gözleri…

Devam edecek.

- Özür diliyorum herkesten, gene bitirmeye kıyamadım. :P Ama artık sadece son söz kaldı diyebiliriz. Keyifli okumalar! :)

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 12
« Yanıtla #43 : 17 Kasım 2008, 20:15:08 »
Bölüm 13: Gianna’nın Cevapları

Diz boyu yeşillikler arasında koşuyordu küçük kız. Yaşıtları gibi neşeyle değildi belki, ama unutmak için koşuyordu. Koşarken huzur buluyordu. Uzun saçları savruldu, hızını arttırdı. Kuş gibi özgürdü, sanki şu andan başka hiçbir an yokmuş gibi. Doğanın sesine doğru koştu, yeşil çimenlerin kokusunu içine çekerek koştu. Ama bir yanlışlık vardı…

Kokladığı koku çimen değil, kandı. Çimen kokusu ne zamandan beri böyle mide bulandırıcıydı? Ya da insan koşarken, boğazında bir yumru nefes almasını engeller miydi? Ciğerleri parçalanıyorken koşmak doğru değil gibiydi. Durdu ve kan kokusunu duymamak için nefes almamaya çalıştı.

**

“Lahon! Lanet olsun nefes almıyor!”

“Vaz geçmiş olamaz, uyan lütfen!”

“Bana bırakın…”

Ve yanan ciğerleri tekrar havayla doldu. Her yanına iğneler saplanıyordu, çimenlerin nereye gittiğini anlamak için gözlerini açmaya çalıştı. Bu yabancılarda kimdi?

“Lahon, merak etme, buradayız,” dedi tanıdık bir ses.

Lahon Gözlerini birkaç defa kırpıştırarak, gözünün önündeki perdeyi kaldırmaya çalıştı. Ve bu çabası bilincini yerine getirdi.

“Ne oldu?”

“Hepsi geçti dostum,” dedi Amston.

Dostunun hala iyi olduğunu görmekten dolayı mutlulukla gülümsedi. Gerçi kılıç tutan kolundaki sargıyla “iyi olmak” pek tezat duruyor gibiydi. Ama önemli olan şu an yaşıyor olmasıydı. Doğrulmaya çalışırken tekrar başı döndü, biraz debelendikten sonra bu çabasının boşa olduğunu anladı.

“Ah yılan zehri tüm kanına karışmıştı, dördüncü günden ayağa kalkıp birilerini pataklayabileceğini mi zannettin?” dedi alaycı bir sesle Kör Dilenci.

Lahon başındaki zonklamayı aldırmadan, Kör Dilenci’ye döndü. “Dördüncü gün mü? Daha yeni bayılmış gibi hissediyorum, sanki güzellik uykumun en tatlı yerinde gibiydim. Hem tam olarak ne oldu, şimdi neredeyiz? ‘O’ndan ve Muhafız’dan kurtulduk mu?” uzun süre konuşmaktan midesi bulanan Lahon, bir süre durup derin derin nefesler aldı. Ve ekledi “Tabii Günce’den de?”

Amston yüzünü buruşturdu ve en doğru yanıt için Kör Dilenci’ye döndü. Kadın halinden memnun gözüküyordu. Ve farklı bir şeyler vardı. Sanki kadının içinden bir şeyler çekilip alınmış sadece boş, ‘normal’ bir insan kalmış gibiydi.

“Her şey sırasıyla Lahon. Şu an yaşıyor olman bile büyük bir mucize, biraz dinlensen iyi olacak gibi. Yılan zehrinin etkisiyle güzellik uykunu biraz fazla tuttuğum doğru, ancak uyanmanın başka bir yolu yoktu. Şu an benim küçük ve sevimli kulübemdeyiz. Günce, Şeytan ve Muhafız üçlemesinden de ilelebet kurtulduğumuzu düşünüyorum. En azından Günce ve Muhafız’dan eminim,” dedi. Onaylamaz bir şekilde başını sallarken devam etti, “Şeytan hakkında net konuşmak neredeyse imkansızdır, bilirsiniz. Ruhlar Salonu, yaratılış amaçlarından mahrum kaldıktan sonra kendisini infilak etmek gibi bir huy edinmiş gibiydi. Ve…” bakışları şu ana kadar hiç sesi çıkmamış Maystrile’ye kaydı.

“Ve Maystrile olmadan boyut kapısını açmakta oldukça zorlandım. Bana yardım eden ilahi güç, görevimin tamamlanmasıyla yavaş yavaş içimden çekiliyordu. Kapıyı ardımdan tekrar kapatırken hepimize gerçek cehennemi yaşatacak bir patlamadan ramak farkıyla kurtulduk. Amston sen ve Maystrile’yi bu tarafa geçirmemde bana yardımcı oldu.”

Lahon hala tek kelime etmemiş Maystrile’ye doğru bakıp, “Ona ne oldu?” dedi.

“Ruhlar onu çıldırmanın eşiğine getirmiş olamlı, kendisini savunma gücü bu kadar yüksek olmasaydı şu an karşımızda sadece bir kabuk duracaktı. Zamanla düzeleceğini umuyorum, şimdilik sadece bekleyeceğiz,” dedi Kör Dilenci.

“Başka bir gelişmede Ruhlar Salonu’nun yok oluşuyla fazla sarsılan Ganuel. Öfkeli dağ, Siyon kampına kayalar fırlattı. Arkamızda bizi bekleyen küçük birlikten de bu şekilde kurtulmuş olduk. Ve ben son büyümü bizi buraya getirebilmek için kullandım.” Ses tonundan pişmanlıktan eser yoktu.

Lahon Dilenci’nin gözlerine dikkatle baktığında gerçeği anladı. O artık görebiliyordu! Kendisi hakkında ki gerçeğin farkına vardığını anlayan Kör Dilenci daha Lahon ağzını açamadan, “Evet biliyorum,” dedi. “Sanırım ‘güç’ beni terk ederken, aldığı büyüye karşılık gözlerimi geri verdi. Ah kesinlikle adil bir değiş-tokuş.”

Lahon sessizlikten yararlanıp, şimdiye kadar olanları düşünmeye başladı. Yaşadıkları, etkileri ve o nefret dolu bakışı… İçi tekrar buz kesildi. “Ne zaman ayağa kalkabileceğim? Bundan sonra ne olacak?” dedi. Kendisini boşlukta hissediyordu, işte amacına ulaşmışlardı. Günceyi ve ‘O’nu geldiği yere geri yollamışlardı. Artık havalara uçmaları gerekmiyor muydu?

“Henüz değil kızım… Şimdi uyu…” dedi, sadece bir annenin kullanabileceği içten bir ses tonuyla.

Lahon bu isteğe karşı çıkacak gücü kendisinde bulamadı ve bilinci tekrar karardı…

**

Lahon uyandığında kendisini daha iyi hissediyordu. Elbiseleri değiştirilmiş, odası havalandırılmıştı. Bu kez doğrulmayı becerdiğinde hemen üç adım yanında yere kıvrılmış uyuklayan Amston’u gördü. Dostu iyi görünüyor gibiydi. Derin derin nefes aldı ve yataktan kalktı.

Önünde uzun yıllardır sürekli bir amaç bulunduruyordu. Ve şu an istediğini yapabiliyor olması fikri –henüz iyileşmemiş yaraları dahilinde- ona çok garip geliyordu. Belki de tüm hayatı boyunca yapması gerekenleri, bu genç yaşında tamamlamıştı. Ve belki de o da artık diğer herkes gibi iyi bir hayat, mutlu bir gelecek için çabalamalıydı.

Bu düşünceyi hırsla aklından uzaklaştırdı. Kararını vermişti. Artık evime dönmeliyim, diye mırıldandı.

**

“Sen kafayı mı yedin?! Şu haline bir bak! En az bir ay boyunca konuğum olacaksınız, kesinlikle itiraz kabul etmiyorum,” dedi Kör Dilenci sert bir ses tonuyla. Lahon tam itiraz etmeye hazırlanıyordu ki, bundan vaz geçti. Halsizlik dört bir yanını sarmıştı. Derin bir nefes alıp söyleyeceklerini yuttu. “Pekala, Maystrile kendine gelene kadar buralarda takılmaya devam edeceğiz.”

“Uslu kızım benim,” diye mırıldandı Kör Dilenci. Bu Lahon’un keskin kulaklarından kaçmamıştı. Ama didişmek için hala yeterli enerjisi yoktu. Bahçeye çıktığında Maystrile’in hiçbir anlam taşımayan gözlerle, boş yolu süzdüğünü fark etti. Onun adına gerçekten üzülüyordu. Amston’dan sonra hayatına en çabuk giren ve en yakınlarından olmayı başarabilmiş başka kimse yoktu. Bir an düşükten sonra, Maystrile’in kendileriyle gelmesini istemeye hakkı olmadığı hissine kapıldı. Aslında Amston’a bile “Gel.” dememeliydi.

Hayır, bu bağ o kadar basit olamazdı. Amston onu bırakmazdı ve Maystrile’de Amston’u bırakmazdı. Bu ikilinin son zamanlarda geliştirdiği yakın ilişkiyi hatırlayıp gülümsedi. Dostunun elini avuçlarının içine aldığında Amston’un yanlarına geldiğini gördü.

“Seni koca adam, bu kadar az hasarla atlatmış olmana inanamıyorum. Gene öne geçtin sanki,” dedi Lahon. Sesini olabildiğince alaycı tutmaya çalışmıştı, ama karşısında duran capcanlı Amston için Tanrı’ya sonsuz derecede müteşekkirdi.

“Önde olduğumu biliyordum, aslında beni geçebildiğin zamanlarda pek sınırlı sanki,” diye iade etti aynı alaycı tonu. Lahon gülen gözlerle sarılırken dostuna “Kruzendro’ya birlikte döneceğiz değil mi?” dedi.

“Eh tabii ki, eminim bana da güzel bir iş bulabilirsin. Ve tabii Maystrile’me de.”
“Yani gene birlikteyiz öyle mi?”
“Aynen öyle eski dostum, aynen öyle.”

Lahon biraz daha sıkı sarıldı, Şimdi kafasına takması gereken pek bir şey kalmamıştı. “Hey seni pis kadın, sevgilime sarılmayı derhal bırak!”

Lahon’un gözleri yuvalarından fırlamanın eşiğinden dönerken, hızlı bir şekilde arkasını döndü. Sırıtan ve halinden oldukça memnun gözüken Maystrile tam karşılarındaydı! Amston daha kimse ağzını açamadan Maystrile’in yanında bitmişti. Koca ellerini kadının narin beline dolayıp kendisine çekerken, kuşkusuz önceki sarılmadan çok farklı şeyler hissediyordu.

Lahon hissettiği derin rahatlığın yanında, artık burada daha fazla kalmalarına gerek olmadığının farkına vardı.

**

Ay bütün parlaklığıyla Leen adasını aydınlatırken, Kör Dilenci’nin kendi elleriyle yetiştirdiği şifalı otların yanında sohbet ediyorlardı. Lahon kadını kendisine hiç bu kadar yakın hissetmediğini fark etti. Gözlerini parlak aydan çekemeyerek dilencinin anlattıklarını düşündü. Gelecekte ona yol gösterebilecek onlarca ipucunun üzerinde bir bir durdu.

Kadın onun mutlu olmasını istiyordu, bu aşikardı. Ama bu mutluluğu hayatını tehlikeye atarak kazanmasına karşı biraz soğuktu.

“Bir şey sorabilir miyim?” dedi Lahon.
“Elbette, her zaman.”
“Artık kör olmadığına göre, kendine yeni bir isim düşündün mü?”

Kadının gözleri uzaklara dalarken “bir isim öyle mi,” diye mırıldandığını duydu. Acaba fazla özel bir soru mu sordum, diye düşündü.

“Gianna,” dedi, sesi fısıltı halindeydi.
“Anlamadım?”
“Benim adım Gianna’ydı.”

**
Leen adasında bir liman yoktu, aslında buraya uğrayan bir gemi bile yoktu. Ancak ‘Ruhlar Salonu’nun Fatihleri’ ve ‘Siyon’u Kovan Yüce Yürekli Kişiler’ için küçük bir rıhtım hazırlanmış ve uzun uğraşlar sonucunda onları Kruzendro’ya kadar idare edebilecek bir gemi inşa edilmişti.

Halk artık Kör Dilenci’yi –eski ismine bir türlü alışamadığı için böyle kalmıştı- liderleri olarak kabul ediyor ve kelimenin tam anlamıyla ona tapıyorlardı.

Lahon, Amston ve Maystrile rıhtımda gemiye binmeye hazırlanırken Gianna’yla son bir kez vedalaştılar. Leen artık dış ülkelere açılabileceği için, haberleşmekte bir sorun yaşamayacaklarını düşünüyorlardı. Gemiye en son Lahon bindi.

Gemi tecrübeli bir kaptan ve oldukça istekli tayfalar tarafından yönetiliyordu. Yolculukta bir sorun çıkmayacağı konusunda her türlü güvence bizzat kaptan tarafından sağlanmıştı. Demir alınırken Lahon, onların ayrılışı nedeniyle toplanmış halka ve en önde son derece üzgün gözüken Gianna’ya baktı.

**

Yola çıkalı iki gün geçmişti ve gemide her şey olağandı. Lahon vaktini Amston ve Maystrile ile gelecek hakkındaki planlarını konuşarak geçiriyor, yaşadıklarını mümkün olduğunca unutmaya çalışıyordu.

Ama hala unutmadığı bir şey vardı. Gianna ismi ona kahrolası bir derecede tanıdık geliyordu. Sanki isim kalbinin derinliklerindeki kumların altına gömülmüştü ve hatırlamaya çalıştıkça üzerindeki kumlar yavaş yavaş siliniyordu. Amston ve Maystrile ile olmadığı her saniye bu isme yoğunlaştı. En sonunda gerçeği fark ettiğinde, idrak etmesi dakikalarını aldı.

Ardından ismi kumların arasından hiç çıkarmamış olmayı diledi. Gianna onun annesiydi…


Son.

17 Kasım 2008
DarLy OpuS

Çevrimdışı veritaserum

  • ****
  • 1112
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 13 - Tamamlandı.
« Yanıtla #44 : 17 Kasım 2008, 20:24:57 »
Buraya da yorum yapasın geldi :P

Woaa dehşetti :D Yeni hikayeler de beklerii :D
Önce, büyük büyük düşündüm;
Sonra büyük büyük yaşadım.
Ne varsa, onlar aldı.
Şimdi bana küçük bir ölüm kaldı.