Kayıt Ol

6 Gezgin | Bölüm 7

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin
« Yanıtla #15 : 15 Aralık 2008, 15:35:43 »
Bölüm 2

   Gözlerimi açtığımda kendimi bu odada bulmuştum. Ne kadar uyumuşum bilmiyordum, tahmin de edemiyordum. Lanet odada ne pencere vardı ne de kapı. Sanki odayı, beni koyduktan sonra inşa etmişlerdi. Odanın duvarları çok eskiydi, bakarken fotoğraflarda gördüğüm antik kent Efes'teki yapıları anımsatıyordu. Sıvaların büyük kısmı dökülmüştü, kerpiç tuğlalar yer yer aşınmış haldeydi. Tavan karanlıkta kaldığından tam olarak neye benzediğini göremiyordum. Etrafın aydınlanmasını sağlayan tek araç oda kadar eski görünen bir komodinin üzerindeki gaz lambasıydı. Bunun yanı sıra odanın içerisinde pek de büyük olmayan kare şeklindeki bir kutunun içerisinde, kurutulmuş et ve meyveler, yine komodinin üzerinde tahta bir bardak yanında bakırdan yapılmış sade bir sürahi ve sürekli gıcırdayan bir yatak -ki döşeme gıcırtıları ile oluşturduğu inanılmaz senfoniyi duymanız gerekir- vardı. Ayrıca en karanlık köşede, korkmayı bırakıp da gitmeye cesaret ettiğim zamanda alaturka bir tuvalet olduğunu keşfetmiştim.

   Yiyecekler ağızda nahoş bir tat bırakıyordu, su ılık ve acımsıydı. Gün geçtikçe, zamanımın büyük bir kısmını uyuyarak geçirmeye başlamıştım. Başlarda arkadaşlarımın bayağı büyük ve iğrenç bir şaka yaptığı gibi aptalca bir düşünce ile kendimi avutmaya çalışıyordum. Bunun böyle olmadığını başından beri biliyordum ama herhangi bir iddianın peşinden gitmesem delireceğimin habercisiydi. Böyle zamanlarda daha çok geçmişimi düşünüyordum. Hatalarımı, yanlışlarımı, yapmam gerekip de ertelediğim hayallerimi... Şimdi hepsi şaka gibi geliyordu gözüme. İyi ki bir kız arkadaşım veya eşim yok diye de düşünmeden edemedim. Zaten annemin benim için endişelenmesinin yanı sıra bir de onun benim için endişe etmesine hiç gerek yoktu. Kafamdaki binlerce sorundan bir tanesini cevaplayabilmiştim en azından. Bu arada, herhalde birileri kaybolduğumu anlamış ve polise haber vermişti. Hoş bu kapısı bile olmayan yerin nerede olduğu belli değildi ya...

   Günler geçtikçe -bir yerlerde kıyamet kopmadıysa, olağanüstü bir durum ile karşı karşıya değildiysek veya şu anda başka bir dünyada bulunmuyorduysam geçiyordu herhalde- bu yeni yaşamıma alışmaya başlamıştım. Geçmişi yâd etmeyi, hatıralarla boğuşmayı ve uyuklamayı bir kenara bırakıp, gelecek ile ilgilenmeye başlamıştım. Bir şey biliyordum ki yaşamım bu şekilde devam etmeyecekti. Ben değilsem bile içimde bulunan -taksiye binmememi söyleyen- o garip his bundan emindi. Taksi demişken şu Klaus nerelerdeydi? Bu işte onun parmağı olduğundan ve hatta sadece onun parmağı olduğundan şüphem yoktu.

   Taksideyken, uykuya dalmadan önceki bir iki saniyede, dikiz aynasından gördüğüm sahne aklıma geldi. Kızıla dönen gözler ve o garip, insanın dehşetle ürpermesine sebep olabilecek gülüş. Benim bundan etkilenmememin sebebi sanırım o anda bastıran uykuydu. Her ne kadar uykuya dalış sırasında gördüklerimi hayal olarak nitelendirsem de yavaş yavaş bunun hayalden öte bir durum olduğunu sezmeye başlamıştım.

   Odada bulunduğum zaman içerisinde kendi kendime takip ettiğim bir düzen oluşturmuştum. Her ne kadar karmaşık gibi görünse de düzendi işte. Daha çok buraya getirildiğim anı, kapısız bir yere beni nasıl koyabileceklerini daha da önemlisi bunu niçin yapabileceklerini düşünüyordum. Zengin birisi değildim, beni çok seven tanıdığım birileri de zengin değildi. Normal bir muhasebe şirketinde orta düzey yönetici mertebesinde çalışıyordum. Herhangi özel bir yeteneğim yoktu, şu dünyada kendi halinde geçinen o önemsiz insanlardan biriyim. Niçin tanrım, bir ipucu ah bir ipucu!!! İşte o anda çok önceden çözmüş olmam gereken bir durumu fark ettim.

   Sihir, büyü gibi saçmalıklara inanan birisi değildim. Bu yüzden odada kaldığım günler boyunca aklıma olağan üstü fikirler gelmemişti. Fakat o mucizeyi anlamış olduğum andaki hayretimi ve korkumu hayatım boyunca unutamayacaktım.

   Bu mucizeden öteye geçen bir durumdu aslına bakılırsa. Haftalardır burada olduğumu hissediyordum ve hiç kimse gelmemişti. Evet, tek bir kişi içeri girip çıkmamıştı. Ama o gaz lambası hiç sönmeden, gazı sonsuzmuş gibi yanmaya devam ediyordu! Uyuduğum zamanlar onu söndürmeyi düşünmüştüm. Ama böyle eski tip aletlerden anlamıyordum. Hem cebimde kibrit veya çakmak mı vardı? Söndürdüğüm zaman sonuz bir karanlığın içinde kalacağımı anlamıştım. Lakin ne kadar anlamasam da, o gaz lambasının çok çok önceden sönmüş olması gerektiği kanaatine vardım. Bu odadaki tek garip olay bu da değildi. Bakır sürahideki su hiç bir zaman bitmemişti. Kapağı açılmadığından içine de bakamıyordum. Böyle bir şeyi şu anda fark ettiğime lanet okudum. ( Tanrı beni affetsin, bu aralar bayağı bir lanet okuyorum. ) Hiç bir zaman yiyecek sorunu çekmemiştim. Evet, belki kurutulmuş et ve meyvelerden ibaretti ama yaşamamı ve gücümü korumamı sağlamaya devam ediyordu. Hepsinden öte odanın temiz bir havası vardı. Öyle kapalı mekânlara özgü sağlıksız, oksijensizlikten beyni durma noktasına getirmesi gereken havadan eser yoktu. Büyük bir ormandaki mis gibi kokan, insana ferahlık veren, yaşadığını hissettiren, kalbini ferahlatan bir havaydı bu. Tüm bunları anladığım anki yaşadığım hayret, hemen ardından gelen daha önce hiç hissetmediğim bir korku bedenimi sardı.

   Şimdi bir türlü anlamadığım, anlamsız olan olaylar birazcık da olsa anlam kazanmaya başlıyordu. Burada normal olarak tabir ettiğimiz dünyanın dışına çıkıyorduk besbelli. Sanırım saçma dediğim şeylerin tam ortasına düşmüştüm. Kapı olmayıp da buraya nasıl geldiğimi anlıyordum artık. Eh, hiç bitmeyen su, sönmeyen gaz lambası, nereden geldiği belli olmayan mis gibi taze bir hava.. Bunları yapan kişi elbet beni buraya ışınlayabilirdi değil mi?

   Beni buraya "ışınlayan" kişi de Klaus olmalıydı. Gördüğüm o kırmızı gözler sanırım onun gerçek gözleriydi. Acaba başka bir şeye dönüşen dünya dışı yaratıklardan ya da şu filmlerde gördüğüm yeraltı iblislerinden bir tanesi miydi? Hiç bir şey bilmiyordum fakat yine o içimde bulunan küçücük his tüm sorularımın yanıtını çok yakında alacağımı söylüyordu. Düşündüğümden de yakın…
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 2
« Yanıtla #16 : 15 Aralık 2008, 16:22:24 »
Çok güzel olmuş ikinci bölüm de. Devamını çok merak ettim. Ama adamın davranışları çok sıradandı, yani sanki uzun süredir beklediği bir olaymış gibi. Hiç korkmuyormuş gayet sakinmiş gibi.
try again fail again fail better

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 2
« Yanıtla #17 : 15 Aralık 2008, 16:48:07 »
Çok güzel olmuş ikinci bölüm de. Devamını çok merak ettim. Ama adamın davranışları çok sıradandı, yani sanki uzun süredir beklediği bir olaymış gibi. Hiç korkmuyormuş gayet sakinmiş gibi.
Teşekkürler. Aslında bölümü iki kere yazmıştım. Birincisi dediğin gibi şaşkınlıktan deliye dönmüş, ne yapacağını bilmez tavırda olan bir karakter, ikincisi ise içindeki o küçük his tarafından yönetilen ve gelecek bölümlerde göreceğin bir kaç olay yüzünden yaptığı davranış şekilleri. İlki çok absürt kaçtı, heleki şu son yazmış olduğum altı ve yedinci bölümler (ki yedinci bölüm neredeyse on bir sayfa. :D ) kurguyu tamamı ile oturtmuş olacak. Bu adamın çok fazla şaşırmama sebebini söylemem spoiler olacaktır kısaca. :P
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 2
« Yanıtla #18 : 15 Aralık 2008, 18:01:27 »
Müthiş akıcı ve merak uyandırıcı, çok iyi gidiyor, devamını bekliyorum.

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 2
« Yanıtla #19 : 15 Aralık 2008, 20:59:04 »
Karakterin tepkisi ölçülü geldi bana. Delilik sonradan gelir hep, birilerinin onu oraya kapatması için iyi bir sebebi olduğunu umarak devamını bekliyorum :)

Çevrimdışı Loren_Summers

  • **
  • 156
  • Rom: 3
  • Sütlü Kahve...
    • Profili Görüntüle
    • Ejderha Yurdu
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 2
« Yanıtla #20 : 16 Aralık 2008, 20:50:12 »
Hakancım henüz ikinci bölümü okuyamadım, bu akşam da okuyamayacağım ama yarın fırsatım olacak. Ben ilk bölümle ilgili yorumlarımı yazmak istiyorum, aslında seninle paylaşmıştım ama buraya da yazayım.

Öncelikle hikayenin akıcı oluşu ve insanı sürüklemesi çok güzel olmuş gerçekten. Konu merak uyandırıcı ve okuyucuyu çekiyor. Bir risk almışsın bunu hatta konuşmuştuk seninle. Birinci kişi ağzından yazmak çok zordur ama senin altından rahatlıkla kalkacağını biliyorum bu sebeple çok güzel bir hikaye bizi bekliyor sanıyorum. =)
Hayaller ve Kabuslar
"Kırmızı gözleri hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi..."

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 2
« Yanıtla #21 : 17 Aralık 2008, 12:41:31 »
Ehehe en kısa zamanda okumalısın, diğerlerinin yanında tadımlık kalacak bir bölüm oldu zaten. Okuyanların beğenmesine sevdindim ve Nihbrin bundan sonra senin sevdiğin tarz bölümler geliyor... :)
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

nymphe

Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 2
« Yanıtla #22 : 17 Aralık 2008, 16:35:01 »
hakan lokum gibi bi bölümle karşımızdasın yine,tadı damakta kalıyor :) İlerleyen bölümlerde bu heyecan ve sürükleyicilik tam gaz devam edecek.Ama çok ara verme bölümleri yayımlamaya, kopukluk olmasın ;)

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 3
« Yanıtla #23 : 19 Aralık 2008, 11:12:39 »
Bölüm 3

   Babam önümde duruyordu. Yüzünde nadir olarak gördüğüm gülümsemelerinden biri vardı. Masum bir şekilde bana bakıyordu. Çok uzakta değildi ama elimi uzattığımda da ulaşamayacağım bir yerdeydi. Ne konuşuyor ne de yerinden kıpırdıyordu. Sadece gülümsüyor ve dik bir şekilde bana bakmaya devam ediyordu. Her ne kadar babamı sevsem de ikimiz tam olarak "baba-oğul" denilecek kişilerden olmamıştık. Belki de daha altı yaşındayken annem ile beni terk edip gitmesi ve senede bir yahut iki kere uğraması bunun için bir sebepti.

   Artık sıkılmaya başlamıştım. Öne doğru adım atıp, babama yaklaşmaya çalıştım. Sanki hareket etmemişim gibi aramızdaki mesafe aynıydı. Garip olan babam yerinden kıpırdamamıştı. Konuşmaya çalıştım, sesim çıkmadı. Ağzım oynuyor ama ses çıkmıyordu. Belli ki yine rüya görüyordum. Rüya olduğunun farkında olmama rağmen konuşamamak ve istediğim yere ulaşamamak rahatsızlık vericiydi. Evet, bu rüyanın sonunu biliyordum, hep aynı şekilde sonlanıyordu çünkü.

   Bir süre daha bana bakmaya devam eden babam, yavaş zarif bir şekilde arkasını döndü. Ona seslendim, sesim tekrar gelmişti. Bağırdım, haykırdım, yalvardım, ağladım. Ama dönüp bakmadı. Yeşil renkteki güneşin battığı ufka doğru gidiyordu. Gözden kaybolana kadar baktım. Yeşil güneş, babam kaybolduğu andan itibaren batmaya başladı ve sonsuz, gözleri kör edebilecek zifiri karanlık etrafa hakim oldu…

   Haykırarak uyandım. Yüzümden terler boşalıyordu ve derin derin nefes alıyordum. Her zamanki gibi.. Korkutucu bir rüya değildi, ilk defa gördüğüm bir rüya değildi, sonunda ne olacağını bilmediğim bir rüya değildi. Buna rağmen daha öncede defalarca olduğu gibi, aynı şekilde uyanmıştım.

   Üzerimdeki yorganla yüzümdeki terleri silmeye başladım. Annemin bu tür bir davranışı yaptığımı görürse nasıl tepki vereceğini de merak etmeden duramadım. Küçük bir gülümseme ile annemin hatıraları, babamın simasını beynimin derinliklerine göndermesine yardımcı oldu. Bu düşünceler eşliğinde nerede olduğumu da hatırladım. Bu loş ışığı unutabilir miydim sanki. Yataktan kalkmaya bile zahmet etmedim, yeni kalkmama rağmen kilometrelerce koşmuşum gibi hissediyordum. Tam kafamı yastığın üzerine koyuyordum ki yandan korkutucu derecede sakin bir ses geldi.

   "Merhaba."

   Korkudan kalbimin durmadığını anlayabilmek için bir kaç saniye boyunca mıhlanmış bir şekilde kalakaldım. Orada bir kişi olduğunu hissedememiştim. Yan tarafımda, gölgede bir yerlerdeydi. Gaz lambası her zamanki gibi ışık vermeye devam ediyordu. Ama o kişinin durduğu yerde ise gölgeler hâkimdi. Işık ondan kaçıyormuş gibi sanki. Yavaşça yatağa doğru bir adım attı. Kafasını ışığa, simasını görebileceğim şekilde uzattı.

   "Nasılsın üstat?"

   "Ü-Üstat mı? Ne üstadı, sen de kimsin?" diye sordum. Tabii sadece aklıma o anda gelen soruyu sormuştum. Ne kadar değişiklik olsa da o kişiyi tanıyordum. Gözleri belirgin bir kırmızı renginde, kısa saçları uzamış ve kızıldan yeşile dönüşmüş, bunun yanı sıra filmlerde bile rastlamadığım çok ilginç bir elbisenin içinde duran Klaus'tu bu. Elbise her ne kadar ilginç gözükse de, özel dokuma olduğu ve pahalı bir kumaştan yapıldığı belli oluyordu. Biraz daha dikkatli bakınca kumaş renginde -ki bu siyaha çalan bordo oluyordu- çok iyi parlatılmış bir zırhın içinde olduğunu da anladım. Sönük ışığın yansıması olmasa bunu bile göremeyecektim.

   Bunlar bir yana beni en çok etkileyen, yüzündeki o ifadeydi.  Öyle pürüzsüz ve beyaz tenli bir yüz ki. Oysa takside gördüğüm gençteki değişiklik; saçların yeşile, gözlerin ise kızıla dönüşmesiydi. Böyle küçük bir değişikliğin bir insanı bu kadar olağanüstü bir hale getirmesi ne kadar da inanılmazdı. Kızıl gözlerin lens olduğunu bir an bile düşünemedim. O kadar gerçekçi duruyorlardı ki.. Uzun süre bakamıyordum. Soğuk ateşin içinde canlı canlı yanıyordum sanki. Ensemdeki karıncalanma bir türlü dinmiyordu. Boğazım kurumuştu, soğuk terler döküyordum. Ne saçma bir durum! Önümde ki palyaço kılığında durmuş birisine bakıp korkuyordum? Saniyeler geçtikçe birilerinin bir yerlerden ışıkları yakıp ‘sürpriz!!’ veya ‘kamera şakası!!’ demesini bekliyordum. Fakat içimdeki o küçük his kendi kendimle alay etmememi, bu duruma hala inanmıyorsam asıl kendimin palyaço olacağını söylüyordu. Soruma bir cevap vermemişti. Dudağına hafifçe bir gülümseme koymuş, gözlerini kırpmadan bana bakmaya devam ediyordu. Rüyamda gördüğüm babam tekrar aklıma geldi. Aynı o bakışlar.. Belki o anda bunun üzerine kafa yormam gerekirdi eğer korkudan altımı ıslatacak raddeye gelmeseydim…

   Arada, sabahleyin erken uyanıp da uyuyamadığım zamanlarda televizyonu açıp mesai saati gelene kadar kendimi oyalayacak programlar arar, kanallar arasında zap yapardım. İşte bu programlar arasında bana en saçma gelen sabah sporlarının bir gün işime bu kadar yarayacağını nereden bilebilirdim? ‘Gergin olduğunuz ve korktuğunuz anlarda yapmanız gerekenler’ diye birkaç yöntem zırvalarlardı bazen. Her ne kadar gülsem, burun kıvırsam da kanalı geçmez, oturup izlerdim. Şimdi tanrıya şükür olsun ki (bu kadar lanet okumanın arasında şükür edebildiğime mutlu olmuştum) tam da gergin ve korktuğum bir andaydım. Derin nefes almaya başladım, nefesimi burundan alıp ağızdan vermeye özellikle dikkat ediyordum. Yavaşça doğrulup yatış pozisyonundan oturuş şekline geçtim. Nefes alıp vermeye devam ettim, sorumun duyulmadığı kanaatine varıp tekrar sordum. Aslında bu sebepten öte, ortamdaki uğursuz sessizliğin içinde daha fazla kalmak istemiyordum.

   “Kimsin sen, niye buradasın ve benden ne istiyorsun?”

   Derin bir kahkaha attı, çok yumuşak hayranlık verici bir sesle.Anlaşılan taksideki Klaus’un değişen bir yönünü daha keşfettim. Işığa doğru bir adım daha attı, zarif ve hayranlık uyandıran bir hareket ile.

   “Ben kim miyim? Yapmayın üstat. Kim olduğumu gayet iyi biliyorsunuz. Ayrıca ikinci soruyu yanlış sordunuz sanırım. ‘Burada ne işin var?’ sorusu sizce de biraz ilginç değil mi? Aslında ‘Burada ne işim var?’ yahut ‘Neden beni burada tutuyorsunuz?’ gibi sorular beklerdim. Beni şaşırttınız.”

   Tonlamaları o kadar müthişti ki tüm gün konuşsa bu sesten sıkılacağımı sanmazdım. Hipnotize edici tarzdaydı. Konuşurken takındığı yüz ifadeleri hayranlık vericiydi. Sanki en iyi çözünürlüğe sahip video kamerası ile bu adamı kayda alsam ve bu kaydı tek tek kare haline getirip resme dönüştürsem, her resimden ayrı bir portre çıkacak gibiydi.

   “Beyefendi haftalardır buradayım ve eminim ki şu ana kadar tek kişiyle görüşmediğimi daha doğrusu görüşemediğimi biliyorsunuzdur. Bu saçmalık da nedir? Beni bir hayvan gibi kaçırıp bu kapısı bile olmayan deliğe tıkma hakkını nereden buldunuz? Kimsiniz siz ve benden ne istiyorsunuz? Eğer istediğiniz para ise boşuna uğraşmayın. Beni kaçırdığınıza göre hakkımda birkaç şey araştırmış olmalısınız ve yanlış kişiyi hapis ettiğinizi anlamışsınızdır.” Kelimeler ağzımdan dökülürken kendim bile şaşırmıştım. Lanet olsun, zaten bu yetmezmiş gibi başımı iyice belaya sokacaktım. Bir an adamın yüzündeki o garip gülümsemenin kaybolup kaşlarının çatılacağını sandım fakat öyle bir şey olmadı. Beni dinlerken kirpiklerini dahi kırpmamıştı. Aslında şimdi fark ediyordum ki buraya geldiğinden beri kirpiklerini bir kere olsun kırpmamıştı.

   “Şimdi oldu üstat. Bu haliniz daha hoşuma gitti. Eğer izin verirseniz birkaç sorunuzu yanıtlayayım. Birincisi kimseyle konuşmadığınızı biliyorum, yaptığım tam olarak kaçırmak sayılmaz ilerde bunu anlayacaksınız fakat şu anlık bir şey söyleyemem. İsterseniz bu düşünce ile biraz daha devam edebilirsiniz ama yakında öğreneceksiniz. Hakkınızda araştırmaya gelince emin olun üstat sizin hakkınızda sizden bile daha fazla şey biliyorum. Ayrıca dünyada bile bulamayacağım bir hazine zaten elimde duruyor. Hatta bunların büyük bir kısmını oluşturan parça şu an tam önümde korku dolu gözlerle bana bakıyor.” Gülümsemesi daha da genişledi. “Anneniz şu anda çok iyi bir durumda ve arkadaşlarınız da. Sizin düzleminizde ki o değersiz kâğıt parçalarına ihtiyacım yok üstat merak etmeyin. Kimseye bir zarar gelmeyecek. Kısaca dünyada her şey yerli yerinde – Şu anlık.”

   Kafam iyice karışmıştı. Benim hakkımda benden çok şey bilmek de ne demekti? Bizim düzlemimiz derken neyi kastediyordu? Son cümlesi ne anlama geliyordu? Annemin ve arkadaşlarımın iyi durumda olduklarını öğrenmem ile bir nebze rahatlamış olsam da kendi gözlerim ile görmeden buna inanamazdım. Fakat şu anda kendim ile ilgilenmem gerekiyordu. Adamın ağzındaki cümleler kulaklarımda yankılanıyordu. Bir cümlesi vardı ki ne kadar duymak istemesem de çınlayışını durduramıyordum. ‘Hatta bunların büyük bir kısmını oluşturan parça şu an tam önümde korku dolu gözlerle bana bakıyor.’ Ne demek istemişti. Bende benim bilemeyeceğim ne tür bir güç olabilirdi. Sorular sormak, küfretmek, beni bir an önce bu lanet odadan çıkarmasını ve  rahat bırakıp kendi yoluna gitmesini istiyordum. Ama bu isteklerimin hiç birini dile getiremedim. Önümdeki adam tekrar sessizleşmiş, o garip gülümsemesi ile tekrar bana bakıyordu. Sanki söylediği sözleri hazmetmemi bekler gibi.

   Tekrar derin bir nefes aldım. Şu ana kadar olan olayları tartmaya, sözlerime nasıl başlayacağıma karar vermeye çalıştım. Kısa bir sürenin ardından;

   “Bakın beyefendi. Şu halde bile sizinle hala mantıklı bir şekilde konuşmaya çalı-”

   “Mantıklı mı? Üstat inanamıyorum size, etrafınıza bir bakar mısınız? Ne mantığı?”

   Konuşurken her cümlesi beynimdeki duvarlara kazınıyordu sanki. Her kelimesi ile daha da siniyor, ağzından çıkan her harf ile yokluğa bir adım daha yaklaşıyormuşum gibi. Emirlerine itaat etmem gerekiyordu, öyle olması gerektiğini düşündüm belki. Belki de öyle olması gerektiğine zorlandım. Etrafıma baktım; kapı ve pencere olmamasına rağmen nereden yayıldığı belli olmayan o temiz hava. Haftalardır ışık veren ama bir türlü sönmeyen gaz lambası. Boşalmayan sürahi. Tanrım! Kahrolası adam haklıydı. Ne mantığı!...
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 3
« Yanıtla #24 : 20 Aralık 2008, 00:48:18 »
Bence bu bölüm gereğinden uzun olmuş. Birşeylere daha ışık tutuyor ama olağan dışı yavaş gerçekleşiyor, demem o ki durum analizinin boyutunu abartmışsın. Gerçi kızıl gözlü göz kırpmayan kişilik oldukça sadist olabilir ve pekala baba travması geçirmiş birine sinir krizi geçirtebilir ki amacı bu olabilir... Bende abarttım, devamını merak ettiğimi belirtmeme gerek yok sanırım.

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 3
« Yanıtla #25 : 20 Aralık 2008, 10:29:25 »
Aslında bölümler daha da uzayacak fakat şu ilk bölümlerde olayların pekte hızlı gitmesini istemediğimden kaynaklanıyor. Hikayeye tek kişinin gözünden bakılması sebebi ile başka bir şeyde anlatamadığımdan, vurgulamaları uzatıyorum.

Klaus ise apayrı bir olay. Şu anda hem iyi hem kötü birisi olabilecek tarafsız bir rolde. Yakında şu ana kadar yaşanan -saçmalıkların- niye olduğunu anlayacağız. Ve yorumun için de teşekkürler, olaylar başladı gibi... =)
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 3
« Yanıtla #26 : 27 Aralık 2008, 13:35:35 »
Bölüm 4

   Derin nefes alıp verme seanslarıma tekrar başlamıştım. Son cümlelerini, kafamı yastığın altına sokmama yetecek kadar korkutucu bir tınıda söylemişti çünkü. Mantığı bir kenara bırakmıştım artık. Sonumun ne olacağı bu saatten sonra önemli değildi fakat öleceksem de acısız, huzurlu bir türden olmasını diliyordum. Konuşacak gücü tekrar kendimde bulduğumda ise bacaklarımdaki titreme bir nebze azalmıştı. Ayakta olmadığım için bir kez daha şükür etmiştim. Tek tanrı inancına sahip olmama rağmen, o anda beni dinleyen eğer varsa her ilah için şükür edebilirdim.

   “Tamam. Lanet olası mantığı bir kenara bırakalım. Sizden keşfettiğim bazı ilginç olayların açıklamasını istiyorum. Şu gaz lambası, geldiğimden beri haftalar geçmiş olmalı ama hiç sönmedi. Ağzı kapalı olan sürahide ki su da bununla aynı durumda ve erzaklar da cabası. İçerisi hiçbir zaman kötü kokmadı. Ne pencere var ne kapı. Lakin yaşadığım onca zamandan beridir bu kadar temiz havaya rastlamam pek nadir bir durum. Ayrıca nasıl oldu da içeri girdiniz? Göremediğim gizli bir kapı mı var, ne biçim ucube bir yerdeyim böyle?”

   “Tebrikler üstat. Gerçekten de müthişsiniz. Sizden önce burada kalmış çok az kişi şu anki sözleri sarf edebildi. Ben söylemeden bunların farkında olmayan çok az kişi vardı. Lakin fark etmediğiniz bir iki olayı daha söylemek isterim. Üstünüzü ve yatağınızı hiç kokladınız mı? Haftalardır burada olmanıza ve bu süreç içerisinde bir kere bile duş almamanıza rağmen tek bir kötü kokuyu teninizden alabilmiş değilsiniz eğer fark ettiyseniz.

   Fakat şunu söylemem gerekir ki birçok kişi burada delirdi, yalnız kalmaya dayanamayanlar çıldırdı. Günlerce bağıranlar oldu, suyu içmeyi ve yemeği yemeyi reddedip ölüm ile aralarında saç teli kadar ince bir mesafeye kalmış insanlar oldu. Hatta buradan normal olarak çıkabilen kişi sayısı bir elimdeki parmakların sayısını geçmiyor. Ama siz dayanmaktan öte, gariplikleri fark edip bunları bana soru olarak yöneltecek kadar dayanıklı çıktınız. Ve sorularınıza gelirsek sanırım bunların açıklamasını siz de benim kadar iyi biliyor ama bunu kabul etmeyi reddediyorsunuz. Tek bir sözcük ile vereceğim yanıt şu; büyü! Ya da sihir. Artık hangisi kulağınıza hoş geliyorsa.”

   Gözlerim her cümlesinde daha da açıyor, ağzım her kelimesinde istemsiz olarak daha da aşağıya sarkıyordu. Demek ki benden başkaları da burada kalmıştı. Hatta kalmanın ötesinde Klaus’un dediğine bakılırsa ölümün eşiğinden dönmüşler, delirmişlerdi. Yanı sıra şu üstümün kokmaması olayı. İlginçtir ki bunu nasıl fark edemediğime hayret ettim. Tenimi, fazla da belli etmemeye çalışarak kokladım. Daha beş dakika önce yıkanmış gibi temizdi, üstelik gül losyonu kokuyordu. Yine de sonuçta durumun ne olduğunu anlamıştım. Bu şeylerin hepsi, bir türlü inanamadığım ve saçma bulduğum büyüden ibaretti. Büyü gibi olaylara inanmayan birisi olarak, odada ki ilginç durumların tamamının sonucunda büyü olmasını öğrenmem beni garip bir şekilde rahatlatmıştı. Annemin bir zamanlar söylediği söz hatıralarımda canlandı.

   ‘Sevdiğimiz bir kişinin ölü olduğunu bilmek, o kişinin kayıp ve durumunun ne olduğunu bilmemekten daha iyidir.’

   Bu cümleyi söylediği zamanlar ne kadar da saçma gelmişti oysaki. Her şey ölü olmaktan iyidir diye düşünmüştüm. Fakat şu an anlıyordum. Bir şeyin ne olduğunu bilmenin, hiç bilmemekten daha iyi olduğunu…

   Düşünceleri bir kenara bırakıp şu anki zamana döndüm. Kafamı kaldırdığımda simada hiçbir değişiklik yoktu. Garip olan artık buna şaşırmıyor oluşumdu. Derin bir nefes alıp tekrar konuşmaya başladım.

   “O zaman beni buraya nasıl getirdiğiniz anlaşıldı. Şu büyü saçmalığını kabul edelim bir an için. Peki, benim bununla ne ilgim var. Düzlem demiştiniz, bu da şu anda dünya da olmadığımızı mı gösteriyor? Başka bir gezegende falan mıyız?”

   Yine içten gelen neşeli bir kahkaha attı ve konuşmaya başladı.

   “Başka bir gezegen mi? Bilim adamlarınızın bazıları birçok şeyi yanlış yapıyor olsalar da bazen kedi olalı kırk yılda bir fare tutabiliyorlar. Dünya harici başka gezegen olmadığı ve uzayda başka bir dünya bulunmadığı savı yani, bu doğru. Ben düzlem derken bunu kastetmemiştim. Demek istediğim aslında hala dünyadayız, fakat farklı bir boyutunda. Dünya üzerinde bir çok boyut, bu boyutlarda yaşayan bir çok farklı tür bulunmakta. Sizinki bunlardan sadece biri. Aslında her boyutta sizin dilinizle daha doğrusu dünyalı diliyle insanlar var. Farklı olan, bu boyutlardaki insanların arasında bulunan çağ farkları. Örneğin bir boyutta sizin karanlık çağ olarak adlandırdığınız, konuşmayı bile yeni yeni öğrenmeye başlayan insanlar ateş gibi önemli bir buluşu keşfederken, başka bir boyutta şu anda hayal bile edemeyeceğiniz teknolojik gelişmeleri yaşayan -ki sizin bu halinizi görseler ne kadar da teknoloji yoksunu cahil bir ırk olduğunuzu söyleyecek- insanlar var. Bunun yanı sıra giyim, yaşam tarzı, dil, inançlar ve benzeri tüm olaylar da farklılık gösteriyor. Kısaca demek istediğim üstat düşündüğünüzden de küçük bir dünya da yaşıyorsunuz.”

   İşte şu anda gerçekten hazmetmem gereken bir paragraf vermişti bana. Arkadaşlarımla oturup televizyonda böyle bir film izlesem ya bayağı etkileyici ve akılcı bir senaryo hazırlamış olduklarını düşünüp içten içe tebrik eder, ya da komedi filmi çekiyorlar diye kahkahalar atarak gülerdim. Fakat o filmin içinde olunca ne tebrik edebiliyor, ne de gülebiliyordum. Bunun bir kamera şakası olma ihtimali de artık iyiden iyiye azalmıştı zira karşımdaki insanın -hatta artık bir insan olduğundan şüpheliydim- şaka yapar gibi bir hali yoktu. Ama kahretsin bu saçma sapan şeylere bir anda da inanamazdım değil mi! Bu denilenleri onaylamam hayatımın tamamını inkâr etmem, yaşadığım her şeyin bir oyundan ibaret olduğunu kabul etmek anlamına gelirdi.

   Tüm bunların arasında bir şey daha yeni dikkatimi çekiyordu. Karşımdaki kişi daha bir kez bile bana ismimle hitap etmemişti. Yoksa bilmiyor muydu? Bundan kuşkuluydum. Beni benden daha iyi tanıdığını iddia eden birisinin adımı bilmemesi olanaksız gözüküyordu. Daha ilginci bana ‘üstat’ olarak hitap ediyordu. Acaba kendi dünyasında, tabii yalan değilse, yabancılara taktıkları sıfat mıydı bu? Bilmiyordum, tahmin de edemiyordum ve öğrenmenin tek yolu vardı.

   “Buraya gelişinizden beri bana ‘üstat’ diye hitap ediyorsunuz. Ben herhangi bir konunun ehli sayılabilecek yahut üstün yetenekleri olan bir adam değilim. Ayrıca bir ismim var. Bu şekilde hitap etmenizin nedeni nedir, sorabilir miyim?”

   “Sordunuz bile değil mi?” Sessiz bir şekilde gülümseyip devam etti. “Size bu durumun nedenini şu an anlatamam. Aslında anlatamam değil, anlayamazsınız. Yakında kendiniz görüp öğreneceksiniz. Dünyadaki isminizin burada ifade ediliş yolu yok. Yani istesem de söyleyemem. Hatta kendi isminizi söylemeyi deneyin. Bakalım becerebilecek misiniz?”

   Denedim.. Denedim ve hayretler içinde kaldım. İsmimi söyleyemiyordum. Bu da ne demekti böyle? Kendi ismi mi söyleyemiyordum? Klaus’un bakışları sanki bir oyunu kazanmış gibi mutlulukla çevrelendi. Anlayamadığım, güldüğü zaman bile yüzünde tek bir kırışık oluşmadığıydı.

   “Gördüğünüz gibi üstat, isminizin burada geçerliliği yok. Aslında anlayamayacağınızı dile getirdim fakat yine de anlatamaya çalışayım. Şu anda sizin dünya da konuştuğunuz dil ile konuşmuyoruz. Ah evet, sizde o dil ile konuşmuyorsunuz. Farkında değilsiniz belki şu anda normal konuşmanız gibi geliyor fakat ‘sır’rı öğrendiğiniz an bu durum değişecektir.

   Bunun yanı sıra size üstat dememin nedeni sadece bu değil. Üstat deyişimin nedenini de daha sonra anlatacağım. Ayrıca üstat kelimesinin farklı bir anlamını arayarak zihninizi beyhude yere meşgul etmeyin. Bildiğiniz kelimeden bahsediyorum.”

   Bu kadarı da fazla gelmişti artık, ne kadar istesem de kendimi tutamadım.

   “Yani demek istiyorsunuz ki şu an başka bir boyutta ama hala dünyadayız. Ve benim şu ana kadar dayanmamın neredeyse mucize olduğunu, benden öncekilerin ölümden döndüğünü ve birkaç kişi haricinde şu durumu geçmeyi başaran kimsenin olmadığını söylüyorsunuz? Büyüden, sihirden, farklı boyutlardan bahsediyorsunuz. Bana üstat diyor, farklı bir dilde konuştuğumu ama bunun farkında olmadığımı ayrıca kendi ismimi telaffuz edemediğimi söylüyorsunuz. Tüm bu saçma ve lanet olası duruma nasıl girdim, çıkarın beni bu lanet yerden. ÇIKARIN HEMENN !...”

   “Sanırım bu size biraz fazla geldi üstat. Suç bende, bu kadarını anlatmamalıydım.”

   Artık dinleyemiyordum, sadece bu deliliğin bir an önce son bulmasını ve kendimi evimde bulmayı diliyordum. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım ve lanet herifi boğmak için ileri atıldım.

   Adam önümde duruyordu, tek bir adım atmamıştı fakat aramızdaki mesafe hala aynıydı. Neler oluyordu böyle yoksa yine mi rüya görüyordum. Sanırım gerçekten kafayı yemek üzereydim. Klaus’un ağzının açıldığını, nerden geldiğini anlayamadığım bir melodinin –daha önce bir kez duymuş olduğum melodinin- dar odayı doldurduğunu ve taksideki o bir anda bastıran uykunun yine oluşmaya başladığını hissettim. Şimdi anlıyordum, o anlık uykuyu. Hepsi bu pisliğin yüzündendi. Lanet kelimesinden başka kötü söz kullanmama rağmen, kendimi kontrol edecek haddeyi çoktan aşmıştım. Tek amacım önümdeki adamı boğazlamak ve bu ne olduğu belirsiz rüyadan uyanmaktı.

   “Uyuyun üstat, bu kadar bilgi size çok geldi anlaşılan.”

   Beynim hariç tüm organlarım beni terk etmişlerdi adeta. Ayaklarım benden almadığı komutlarla hareket ediyor, gözlerim istemsiz olarak kapanıyordu. Ne olduğunu anlayamadan kendimi yatakta, uykunun o rahatlık verici kollarında bulmuştum. Son kez, zar zor gözlerimi açmaya ikna ettiğimde, Klaus’un ilk defa üzülmüş halini gördüm. İşte o anlık duyacağım sözcükler ise sessiz bir şekilde çıkmıştı ağzından;

   “Anlayacaksın üstat, çok yakında anlayacaksın.”
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Nefertari

  • ****
  • 1517
  • Rom: 6
  • Bla bla böö
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 3
« Yanıtla #27 : 27 Aralık 2008, 15:37:06 »
Evet 4 bölümüde okudum.. Nihayet zaman buldum (=

Dili güzel. Hafif ve akıcı. Yani hikayeye devam etmek istemesen bile dille devamı geliyor.Olaya gelince Amras'ın dediği gibi 2. bölümde ve 4. bölümde adam çok sakin. Yani kelimlere sinirlilik yada heyecanlılık kısacası adrenalin verememişsin. Yani 4. bölümün bir kaç yerinde var. (büyük yazılardan bahsetmiyorum tabiki). Olay örgüsü yavaş işliyor. Ama bir hikayeyi değerli kılanda oymuş. Yani bazı yerleri çabuk geçebilirdin ama oradaki ahenkleri yakalamışsın.. Tebrikler.

Ama hikayen güzel. Merak uyandırıcı yerlerde kesiyorsun. Yani devamını merakla bekiyorum :P

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 3
« Yanıtla #28 : 27 Aralık 2008, 23:52:17 »
Artık şu üstat demesine bağlıyorum adamın delirmemesini yada saçma davranmamasını ben, bilinç altında üstün birisi olmalı yada temel iç güdü ile sakin davranması gerektiğini biliyor olmalı. Belki önceki hayatında yada farklı bir boyutta tamamen değişik biridir ve bu hale gelmiştir. Sonuç olarak adamın duygusal düzeyi bence halen makul. Beni rahatsız eden tek şey olayların gelişme hızı  :P Uyku güzeldir  :)

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: 6 Gezgin | Bölüm 4
« Yanıtla #29 : 31 Aralık 2008, 09:11:35 »
Nihbrin,
İşi çözdün biraz, ama tam da düşündüğün gibi gelişmeyecek olaylar. Olayların gelişme hızına gelince sadece bir bölüm daha dayanın şu odada diyorum sonra kurtuluyoruz. :D Yalnız o istediğim tarafları tam anlamıyla da yansıtmasam içimde kalacak ve diğer bölümlerde bir yere sıkıştırmaya çalıştığımda da alakasız kaçacak gibi geliyor bana. Bu bakımdan biraz yavaş gidiyor ama idare edin artık.. :P

Sağol Yeşim, beğendiğin ve yorumun için... =)
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "