Kayıt Ol

LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 6

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 3
« Yanıtla #15 : 15 Mart 2009, 20:47:31 »
BÖLÜM ÜÇ: Ölüm Tohumları

Luunf o sabah her zamankinden de erken kalkmıştı. Ellili yaşlarının sonlarında olmasına rağmen gayet dinamikti. Yüzündeki belli belirsiz birkaç kırışıklık dışında olduğundan daha genç görünüyordu. Kırlaşmış kirli bir sakalı, gri saçları ve yıllarla rengini kaybetmiş açık mavi gözleri vardı. Sırtına belli belirsiz bir kambur oturmuş, zaman zamanda ayakları romatizması nedeniyle sızlıyordu. Bunların dışında fiziksel bir kusuru yok denilebilirdi.

Dün uzun bir aradan sonra ilk defa hareket etmişlerdi. Güzelim kamp alanlarını bırakarak Thermast kasabasının bir mil doğusuna kadar gelmişlerdi. Daha gösteri tarihine oldukça olmasına rağmen patron Gertz sıkı bir reklam yapmak gerektiği kanısına varmış ve erkenden yola çıkmak zorunda kalmışlardı.

Luunf dışarı çıktı. Şafak daha yeni yeni ağarmaya başladığı için hava henüz karanlıktı. Thermast kasabasından tekdüze ışıklar gelmekteydi. Yaşlı adam iki öğünlük azığını heybesine yerleştirdikten sonra yola çıktı. Kasaba şimdiye kadar ziyaret ettikleri en büyük yerleşim yerlerinden birisi olacaktı. İyi bir reklam, iyi bir seyirci diye düşündü Luunf. Afişlerinin yerinde olduklarını kontrol ettikten sonra, çizmesindeki küçük hançeri de yokladı. Ardından rahat bir tempoda milleri ayaklarının altında eritmeye başladı.

**

Luunf kasabaya vardığında ortalık iyice aydınlanmıştı. Bulutsuz güzel bir gündü. Thermast sokaklarında insanlar işlerine doğru yola çıkmıştı. Kasaba meydanında büyükçe bir pazar kurulmuştu. Büyük taştan bir bina meydanın ortasında yükseliyordu. Bu olsa olsa belediye binası olur, diye düşündü Luunf. Daha öncesinde böyle bir yapı görmemiş olmasına rağmen kapıdaki görevliler ve binanın duvarlarından sarkan al rengindeki bayraklar onun bu kanıya varmasına neden olmuştu.

Pazarda tüccarların sesleri yükselmeye başlamıştı. Halk etrafı ısırgan otuymuşçasına sararken yaşlı adamın gözleri tezgâhlardaki ipek kumaşlara, çeşitli süs eşyalarına ve harika birer marangoz işçiliği olan oymalara takıldı. Tezgahların biraz uzağında renkli bir tabelanın üzerinde “Opus’un Yeri” adında bir meyhane gözüne çarptı. Luunf buraya daha sonra tekrar dönmeyi aklının bir kenarına yazdıktan sonra kasabanın sokaklarında ilerlemeye başladı.

Luunf uzun bir yürüyüşten sonra kasabanın planını üç aşağı beş yukarı kafasında oluşturdu. Afişleri asmaya arka mahallelerden başladı. Çivileri bir usta edasıyla çakarken, afişlerin üzerinde yazan “Ölüme Davet” satırını okudu. Yaşlı adam ilk defa böyle iddialı bir gösteri adına tanıklık ediyordu. Ancak işini sorgulamamayı oldukça uzun zaman önce öğrenmişti. Karanlık bir sokağa rast gelirken buraya afişi asmanın gereksiz olduğu izlenimine kapıldı. Dar sokak boydan boya çerçöple kaplanmış ve ayrıca kokuyordu.

Tam yoluna devam edecekti ki gölgelerin arasında gözüne bir şey takıldı. Siyah giysili bir adam, genç bir çocuğu gırtlaklıyordu. Luunf gördüğü bu manzara karşısında donup kaldı. Yarım asrı geçen ömrü boyunca hiçbir insanın öldürüldüğüne tanık olmamıştı. Kendisini biraz toparladıktan sonra eli çizmesine gitti. Küçük hançeri oradaydı. Damarlarında kanla birlikte adrenalin de pompalanmaya başlamıştı. Hançerini çekti ve ses çıkarmadan siyah giysili adama doğru yürümeye başladı. Avcı av olmak üzereydi. Ancak gerçek avcı Luunf’tan çok daha başkasıydı…


**

Sirk bugün çok hareketliydi. Bütün bir gün çalışanlar çeşitli alıştırmalar yapmış, uzakta gibi gözüken gösteri tarihine hazırlanıyordu. Huomell kasabaya giden toprak yolun kenarında çeşitli hayvanlarla iletişim kurmaya çalışıyordu. Chisew klasik alev yutma numarasını tekrarlıyordu. Solan şimdi dört yaşlarında bir çocuktu ve Iria’nın eteğinin altında yuvarlanıyordu. Iria bir yandan Solan’ı kendisinden uzak tutmaya çalışırken, diğer yandan da ıslak çamaşırlarını telekineziyle gökyüzüne gönderip yarattığı rüzgar akımıyla onları kurutmaya çalışıyordu. Gertz’de Thermast kasabasındaki gösteriye gelebilecek insan potansiyelini hesaplamaya çalışıyordu. Böyle güneşli ve güzel bir havada bile Uolin ve Buartz karavanlarına çekilmişlerdi. Ki bu hiçbir sirk çalışanının umurlarında da değildi.

Zaman su gibi akıp geçti. Hava kararmaya başlamışken sirk çalışanları işlerini bırakıp akşam yemeği için birlikte kurdukları yemek masasına yöneldiler. –Hatta Uolin ve Buartz ikilisi bile teşrif ettiler-.

Huomell, Iria’yı dürterek sordu: “Luunf’tan hala haber yok mu? Güneşin doğuşuyla gitmişti, bu saate kadar gelmesi gerekiyordu.”

“Hiçbir fikrim yok, herhalde bir meyhaneye takıldı,” dedi Iria.

“Yine de akşam yemeğini kaçırması pek hayra alamet değil,” diye söze karıştı Chisew.

Gözler Gertz’e çevrildiğinde, onun yaptığı tek şey omuz silmek oldu. “Elbet bir yerlerden çıkar.”

Bu sözler üzerine konu kapandı ve yemeğe devam edildi. Küçük çapta bir temizlikten sonrada herkes karavanına çekildi. Karanlığın dinginliği herkesi sararken Huomell Chisew’in karavanının kapısını çalıyordu. Kardeşi onu içeri alır almaz konuşmaya başladı.

“Luunf’un başına bir şey gelmiş olmalı,” dedi Huomell.

“Bana da öyle geliyor. Gidip bakmakta fayda var.”

“Bir meyhanede sızdıysa, ona gününü gösteririm,” diye karşılık verdi Huomell. Chisew’in onaylamaz bakışlarını görünce “Bir iki bardak attıktan sonra canım,” dedi ve kendisini temize çıkardı. Chisew bu sözleri sırıtarak karşıladı.

İki kardeş atları bağladıkları yere doğru sessizce ilerlediler. Huomell zaman zaman sirk alanından uzaklaşmak istediğinde kullandığı at olan Lea’yı aldı. Chisew’e ise adını bile bilmedikleri genç bir kısrak düştü.

Huomell ve Chisew kamp alanından sessizce uzaklaşırken, gölgelerin içinde iki kişi telaşlı bakışlarla onları izliyordu. Ve iki kardeş görüş alanından çıktıktan sonra, bir at daha hareket ediyordu  Thermast kasabasına doğru…

**

“Vay bee, amma büyükmüş,” diye iç geçirdi Chisew. “Bizim oralara hiçte benzemiyor.”

“Biraz daha bağırırsan bütün muhafızlar başımıza üşüşecek,” dedi Huomell.
Az önce paylanmış olması Chisew’in sırıtmasına engel değildi. “Hadi aramaya başlayalım artık,” dedi.

Kasaba saatin geç olmasına rağmen ayakta gibiydi. Çoğu evin ışığı yanıyor, içeriden sesler geliyordu. Aramaya “Opus’un Yeri” adlı meyhaneden başladılar. İçerisi tıklım tıklımdı. Bina iyi gününde yetmiş-seksen kadar insan alabilecek kapasitedeydi. Oval masalar belirsiz aralıklarla yerleştirilmişti, onlara küçük tabureler eşlik ediyordu.

Huomell bar kısmına yaklaşıp bir içki söyledikten sonra barmenle hararetli bir konuşmaya girdi. En sonunda barmenin, kasabaya geçen sabah erken saatlerde yaşlı bir adamın geldiği hakkında bir duyum aldığını öğrendi. Barmen adamı görmemişti. Ancak gören birilerini tanıdığını ima ediyordu. Huomell masaya birkaç gümüş sikke bıraktıktan sonra barmen diğer masaların oldukça uzağında bulunan bir masayı gösterdi. Huomell kısaca teşekkür ettikten sonra, bir cüceyle zar oyununa dalmış kardeşini omzundan tutarak yanına aldı. Cüceler homurdansa da aksilik çıkarmadılar.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye fısıldadı Chisew. “Neredeyse kazanıyordum.”

“Şimdi sırası değil kardeşim,” dedi Huomell barmenin gösterdiği masayı göstererek. Chisew ciddi bir poz takınarak başını salladı.

Barmen tarafından gösterilen masada genç bir kadın oturuyordu. Kadının kızıl saçları sade bir tokayla toplanmıştı, yuvarlak bir burnu ve dolgun dudakları vardı. Bol bir elbise vücut hatlarını gizliyordu. Kadının başı camdan dışarıya dönüktü.

Kardeşler kadına doğru yaklaştılar, Huomell dikkat çekmek için nazikçe öksürdü. Kadın onlara ağır ağır onlara döndü. Bu dönüş oldukça korkunç bir manzarayı açığa çıkarttı. Kadının sağ yüzü boydan boya kararmıştı. Deri erimiş ve buruş buruş olmuştu. Kadının yüzünün yanmış olan tarafında, kaşta bulunmuyordu. Huomell gördüğü berbat manzara karşısında ürperse de kısa sürede kontrolünü sağladı ve kadına gülümsedi. Ağzı açık kadına bakan kardeşini de bir güzel tekmeledi. Canı yanan Chisew Huomell’i taklit etmek zorunda kaldı.

“Merhaba efendim rahatsız ediyorum ama…” diye söze başladı Huomell. Ancak kadının bakışlarındaki bir şey devam etmesini engelledi. Sanki konuşmaya devam ederse kadının gözleri onu un ufak edinceye kadar bakacakmış gibi geliyordu.

Kadın cebine uzanıp bir sigara çıkardı. Dudaklarına götürüp çakmağını ararken Chisew muzipçe bir tavırla parmağını oynattı ve sigaranın ucu alev aldı. Takdir bekler bir şekilde bakan Chisew, Huomell’in az önce görüp de donduğu bakışı görerek olduğu yere çakılı kaldı. Kadın bu hareketi bir jest olarak değil de, bir hakaret olarak algılamış gibi gözüküyordu. Bu kuşkusuz yüzünün bir tarafı yanmış birisinin en doğal hakkıydı.

Yine de ses çıkarmadı ve sigarasından bir nefes aldıktan sonra “Ne istiyorsunuz?” diye sordu. Huomell kadının gözlerindeki parıltının etkisinin biraz da olsa azaldığını fark edip bundan yararlanarak dertlerini anlatmaya başladı. Kadın başta oldukça ilgisiz bir şekilde dinledi. Ardından Huomell Luunf’un afişleri dağıtmaya muhtemelen arka sokaklardan başlayacağını söylediğinde yerinde rahatsızca kıpırdandı. Ve genç adam konuşmayı bitirdikten sonra kadın yüzünü buruşturdu.

“Sanırım sabah gördüğüm ihtiyar sizin şu Luunf olmalı,” dedi. “Üzgünüm beyler ancak Luunf hiçte haddi olmayan bir kavgaya karıştı.”

“Kavga?” dedi Chisew. “İyi de Luunf kavga etmesini bilmez ki!”

“Bilmesine gerekte yok zaten. Bu besbelli Ölüm Tohumları’nın en çok kullandığı tuzak: Avcı Avı.”


Devam edecek...

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 3
« Yanıtla #16 : 16 Mart 2009, 18:48:43 »
Bi kere şu "Opus'Un Yeri" gözümden kaçmadı xD. Demek meyhane açtın hee! İnsan bizide davet eder :hemk, bedava bişey vermemk için yaptın anladık :dl.
Şaka bir yana hoş bir benzetme olmuş :). Yüzümde bir sırıtş oluştu.

Luunf'a yazık oldu ya! Tam da sevmeye başlamıştım adam gidiverdi. Ölümünü oldukça merak ediyorum. Başlarda bunun Uolin'İn tuzağı olduğunu düşünsem de sonradan kızıl saçlı bayanın gelişiyle durum tersine döndü. Kadına da acıdım ya :(. Yüzü kimbilir nasıl yandı... Chisew'in ona ateş yakmasına çok büyük tepki verebilirdi aslında. Çünkü ateş onu bu hale getirmiş.

Chisew'e bir sempati duydum  bu bölümde :D. Şekere çocuk :D. Şaka maka, kardeşler iyi birer ana kahraman.

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 3
« Yanıtla #17 : 17 Mart 2009, 11:50:32 »
Yazım tarzın ve betimlemelerin mükemmel! :D "Opus'un Yeri" için bir şey demeyeceğim. :P Yalnız bayağı işleyen ve para kazan bir han olduğu belli oluyor. Luunf öldü mü ki? Daha ölmemişte olabilir, bir yerde tutuluyor ve işkence ediliyor da olabilir. Çok farklı bir durum da çıkabilir ortaya. Çünkü hikaye beklenmedik bir şekilde devam ediyor. Kestiremiyorum ne olacağını.

Chisew'in yeteneği etkileyici ama yüzü yanmış olan kadının geçmişini de merak ettim. Sanki dost olacakmış havası veriyor. Her dostluk bu şekilde başlarya. Aklımda pis biri gibi hayal ettim ne olacak bakalım.

Gertz adamım ya.. Tam bir ticaret adamı, paranın kokusunu miller öteden aldığından anladım. Ellerine sağlık bekliyoruz gerisini efenim. :D
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 3
« Yanıtla #18 : 17 Mart 2009, 18:50:32 »
İkinize de yorumları için çok teşekkür ederim. :D Üst üste güzel ve olumlu yorumlar almak çok keyif verici.

Chisew'i yazmak bana da çok eğlenceli geliyor, yüzü yanmış hatun içinse... Ben bile pek bir şeyler bilmiyorum diyebilirim. :P

Bu arada yeni bölüm muhtemelen haftaya Pazar günü gelir. Bunu da duyurmuş olayım. :D

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 4
« Yanıtla #19 : 23 Mart 2009, 09:38:18 »
BÖLÜM DÖRT: Balyoz Vuruşu

Luunf’un elindeki hançerle ne yapacağı hakkında çok az fikri vardı. Bir insanı öldüremezdi. Ancak bir insanın ölümüne şahitte olamazdı. Arbedenin yaşandığı noktaya, binaların gölgesine sığınarak yaklaştı. Artık duvara dayanmış ve boğazı sıkılan kişiyi net bir şekilde görebiliyordu.

Bu genç bir çocuktu. Kaşı yarılmış bütün yüzü kanla yıkandığı için de tanınmaz haldeydi. İçinde karşı konulamaz bir volkan gibi yükselen öfkesini dindirmek için bir savaş narası –daha doğrusu bir güvercin çığlığı- attıktan sonra hançerini siyah giysili adamın omzuna doğru savurdu.

Ancak siyahlı adam hızla yana çekilmiş ve Luunf’un hamlesini boşa çıkarmıştı. Sanki yaşlı adamın orada olacağı, birileri tarafından söylenmiş gibiydi. Ve adamın yumruğu Luunf’un tam suratının ortasında patladı. Sirk çalışanının hatırlayabildiği son şey, yüzü kanla yıkanmış olan çocuğun altın dolu bir keseyi avucunda oynayarak uzaklaştığı olmuştu…

**

Luunf uyandığında ilk hissettiği kırılmış burnu oldu. Kirpikleri birbirlerine yapıştığı için gözlerini aralamakta oldukça zorlandı. Bunu başarabildiğindeyse, hiç başarmamış olmayı diledi. Karşısında üç iri yarı adam volta atmaktaydı. Kendisine geldiğini belli etmeden onları inceledi. Nasıl bir halta bulaştığını anlamaya çalışıyordu.

Adamların üçünün de belden yukarısı çıplaktı. Kaslarının üzerine gelişi güzel serpilmiş gibi duran mor damarlar, küt bir boyun ve yaralarla dolu yüzlerine düşmesin diye toplanmış uzun atkuyruğu saçlar ilk izlenim için Luunf’tan tam puan almıştı.

Adamlardan kendisine en yakın olanı uyandığını fark edince, “İhtiyar kendisine gelmiş,” dedi. Diğerleri de başına toplandığında Luunf boğuk bir sesle “Ne istiyorsunuz benden?” dedi.

İlk konuşan adam cevap verdi, “Bir süre konuğumuz olacaksın moruk. İşimizi zorlaştırmazsan belki canını bağışlarlar.”

Luunf kimlerden bahsettiklerini anlamamıştı. “Kim bağışlar?”

“Bu seni hiç ilgilendirmez ihtiyar. Sadece uslu dur ve dostlarının seni kurtarmaya gelmesini bekle.”

İşte bu bardağı taşıran son damlaydı. Dünya üzerinde Latemsould Sirki çalışanları gibi yetenekli kimseleri toplayan ve muhtemelen yok eden bir örgütün elinde olmalıydı. Bağlı olduğu sandalyeye bir göz attı. Kaçması oldukça zor gözüküyordu. Luunf’un oynaştığını gören adam konuşmadan önce gözlerini yaşlı adamın gözlerinin hizasına getirdi, “Deneme bile.”

Luunf’un cevabı dudaklarının arasından çıkan ıslak bir tükürüktü.

**
Huomell ve Chisew, Opus’un Yeri’nden çıkıyordu. Luunf’un Ölüm Tohumları adlı yasa dışı bir örgütün eline geçmiş ya da onlar tarafından öldürülmüş olma ihtimali onları deli ediyordu. Ve eğer Luunf hala yaşıyorsa onu kurtarmalıydılar.

Adının Veeleina olduğunu öğrendikleri, kızıl saçlı kadının gördükleri oldukça işe yaramıştı. Kadın Ölüm Tohumları’nı tam olarak tarif edememiş olsa da, yasa dışı yapılan bütün icraatların dışında en çok önem verdikleri işin –bu sırada Chisew’in parmaklarına bakmıştı- özel yeteneklere sahip kişileri avlamak olduğunu açıkça belirtmişti.

Veeleina onlara Ölüm Tohumları hakkında bu kadar şeyi nereden bildiğini söylemeyi reddetmişti. Örgüte ulaşabilecekleri alternatif yerleriyse söylemekte oldukça direnmişti. Kadının inanılmaz bir ikna kabiliyeti vardı belki, ancak Huomell onu çözmekte zorlanmamıştı. Ve ilk öğrendikleri adres, Veeleina’nın Luunf’u gördüğü arka sokaklardan birisinin oldukça yakınında bulunan bir demirci dükkânı olmuştu.

Huomell adrese böyle kolay kavuşacaklarını sanmamıştı. Ayrıca kadında son derece garip şeyler de vardı. Yüzünün yanmış tarafında bulunan gözü bir iblis edasıyla dönüp duruyordu. Kuşkusuz Chisew bunu çok eğlenceli bulmuştu, ancak Huomell sadece huzursuz oluyordu.

Henüz Opus’un Yeri’nden sadece üç sokak uzaklaşabilmişlerdi ki, arkalarında koşan ayak sesleri duyuldu. Huomell temkinli bir şekilde arkasını döndüğünde umduğu ancak beklemediği bir yüz olan Veeleina ile karşılaştı.

“Oraya tek başınıza gitmenize göz yumamazdım,” dedi. “Gittiğinizde ne yapmayı umuyorsunuz? Elinizi kolunuzu sallayarak içeri girip, ‘Bir arkadaşa bakmıştım’ mı diyeceksiniz?”

Huomell bunu hiç düşünmemişti. Sadece oraya gidecek ve Luunf’u kurtaracaktı. Ama nasıl? “Pekala Veeleina, bize yolu gösterir misin?”

Kadın önlerine düşmüştü bile.

**

Thermast’ta öğlen olmuş, güneş yakıcı ışınlarını kasaba sakinleri üzerine acımasızca gönderiyordu. Huomell’in ne kadar süredir yürüdükleri hakkında bir fikri yoktu. Chisew’de durgunlaşmış bakışlarını sadece kadının bacaklarında tutuyordu. Bu da yeterince ilgi çekiciydi. Veeleina son bir keskin dönüşten sonra birkaç adım daha attı ve durdu.

“Size bir iyilik için canımı tehlikeye atacak değilim, ancak Ölüm Tohumları’nın civarda cirit atmasına da tahammül edemiyorum. İçeri girmenize yardım edeceğim, ondan sonra yalnız olacaksınız.”

Kadının bu sözleri Huomell’i pek de şaşırmamıştı. Daha tanışalı birkaç saat bile olmayan bir kadından, kendi meseleleri için hayatını tehlikeye atmasını isteyemezdi. Anlayışla başını salladı.

“İçeride sizi bekleyen tehlikeleri tahmin etmeniz pek de mümkün değil. Ama sizi uyarmalıyım dostlarım. Bastığınız yere dikkat edin.”

Chisew, “Edeceğiz hanımefendi, bizi merak etmeyin,” dedi. Neşeli gözükmeye çalışmıştı, oysa içinde uzun süredir kopmayan fırtınalar kopmaktaydı.

“Açık konuşmak gerekirse, merak edeceğim ilk şey Ölüm Tohumları’nı birkaç ay kasabadan uzak tutabilecek bir hasar verip veremeyeceğiniz.”

**

Kadının acımasız sözleriyle apışıp kalan Chisew, Huomell’in dürtmesiyle kendisine geldi. “Teşekkürler,” dedi Huomell.

Ve yeniden yürümeye başlayan Veeleina’nın peşine düştüler. Sokağın bitiminde onları sıradan bir yapı olan demirci dükkanı bekliyordu. Vitrin de birkaç çanak çömlek, eskimiş bir kılıç, geniş bir kalkan ve demirden yapılmış birçok nesne bulunuyordu. Dizayn oldukça baştan savmaydı. Dükkanın ismi yazan tabelanın bir ucu yerinden çıkmış sallanıyordu. Huomell tabelada yazan “Balyoz Vuruşu”nu okumak için oldukça çaba gösterdi. Aslında Veeleina’dan bir öğüt daha alacaklarını umuyordu, ancak kadın hiç duraksamadan dükkandan içeri daldı.

Chisew biraz oyalandıktan sonra kadını takip etti. En sona kalan Huomell eski kılıca bakıyordu. Sade bir yapısı vardı, tek eliyle kaldırabileceğini sanıyordu. Kabzasında sarımsı bir göze sahip olan, siyah bir yılan vardı. Kılıç eski olmasına rağmen farklı bir aura yayıyordu etrafa.

İçeri girdiğinde tezgahta bulunan adamın uyuya kaldığını gördü. Chisew’e baktığında kardeşinin sırıtan ifadesini görünce bu işte bir şeylerin olduğunu fark ederek Veeleina’ya baktı. Kadın umursamaz bir şekilde omuz silkmişti. Huomell’in jetonu, ikna kabiliyeti yüksek kelimeleriyle düştü. Kadında farklı bir şeyler sezdiği konusunda yanılmamıştı.

Huomell içeriyi incelediğinde odanın iki kısımdan oluştuğunu fark etti. Ürünlerin gösterime sunulduğu ana bölüm ve atölye. Yerlerdeki toz dükkana uzun süredir kadın eli değmediğinin göstergesi gibiydi. Atölyeye yönelen Veeleina’yı fark eden Huomell, vitrindeki kılıca doğru yöneldi. Kılıcı eline aldığında, ağırlığındaki harikalığı fark ederek oldukça sevindi. Uyuyan demircinin yanına birkaç gümüş sikke bırakıverdi. Kılıcın değerinin bundan çok daha fazla olduğunu biliyordu, ancak yanında pek para getirmemişti. Gösteriden sonra bunu karşılamak için küçük bir ziyareti ihmal etmemeye karar vererek Chisew’i takip etti.

Atölyenin bir köşesinde büyükçe bir ocak bulunuyordu. Çeşitli aletler duvarlara dizilmişti ve ortada geniş bir masa vardı. Veeleina veda vaktinin geldiğini belli edercesine nazikçe gülümsedi. Ocağın hemen yanında bulunan duvara yöneldi ve bir kolu sert bir şekilde çekti. Duvar sarsılarak geri çekildi ve merdivenler ortaya çıktı. Merdivenlerin demircinin kilerine inmediği her halinden belliydi. Huomell kadına tekrar teşekkür etmek için döndüğünde kimseyle karşılaşamadı. Chisew’de kadının nereye kaybolduğunu bilmediğini gösterircesine omuz silkti.

Ağlaşmalı bir veda olmayacaktı belki, ancak bir teşekkür çok görülmemesi gereken bir lütuf gibiydi. Huomell bunu düşünürken karanlık merdivenlere baktı ve “Canlı meşaleyle gezinmek eğlenceli olacak,” dedi.

**

Huomell ve Chisew’in merdivenlerde kaybolmasının üzerinden dakikalar geçtikten sonra, demircinin kapısı tekrar açıldı. Takip devam ediyordu…

Devam edecek..

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 4
« Yanıtla #20 : 23 Mart 2009, 09:58:39 »
Luunf ölmemiş! Evet sayın seyirciler kendi kendimize nasıl gelin güvey olduk buna tanık olduk. Gün geçmiyorki yeni bir atmasyon yaşanmasın...
Neyse neyse.
Bu Ölüm Tohumları beni çooook şaşırttı. Neden? Çünk, ben bunları özel güçleri olan bir grup bekliyordum. İşte karanlık hizmetkarlar falan. Sonra bu iki kardeş ortamı basıp "Dağılın Uleennn! Luunf'u öldürenlere acımayız!" nidalarıyla etrafta uçuşan ateş topları ve Huomell'İn çağırdığı bir fille darmadağın olan bir yer... Ama olmadı :D.

Şimdi bölüme geri dönüyorum. Kadın bence bunlara katılacak en sonunda. Tahminlerim yanlış çıktı ama, bu kadının da özel güçleri var gibi geliyor bana. Ayrıca yüzü yanık birinin ateşten korkması gerekmez miydi? Chisew'e oldukça nazik davranıyor kendisi. Ama nedense kanım ısındım ona. Yüzündeki yaradan dolayı acıdım sanırım.

Ölüm Tohumları fırsatçı bir grupmuş meğer. Ama bakalım peşinde oldukları yetenekli insanlarla neler yapıyorlarmış?
Bölüm adını da çok beğendim. Ama keşke baskın gerçekleşirken ki bölüme bu adı verecek olsaydın.
Bakalım diğer bölümde neler olacak?! Huomell'i de biraz önplana çıkar bence. Takımın beyni konumunda ama, yeteneklerini kullandığını görelim bi :).

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 4
« Yanıtla #21 : 23 Mart 2009, 10:13:47 »
Güzel yorumun için teşekkürler. :) Bu bölüm biraz ara bölüm oldu. Sonraki bölüm için çok daha hoş bir bölüm ismi var kafamda, o nedenle mekana girerkenki bölüme bu ismi verdim. Ölüm Tohumları oldukça farklı bir grup olacak. Daha birçok yerde karşımıza çıkacağını garanti edebilirim. Veeleina'nın geçmişine dair şaşırtıcı şeyler öğreneceğiz. Ve senin de bahsettiğin gibi zaten aksiyonla dolu bütün bölümlerde Huomell ön planda olacak.

Bu kadar hızlı davranıp, okul öncesi moralimi düzelttiğin için bir kez daha teşekkürler! :)

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 5
« Yanıtla #22 : 29 Mart 2009, 18:10:37 »
BÖLÜM BEŞ: Mathodure’un Kılıcı

Uolin’in “Balyoz Vuruşu’na girişi oldukça rahat olmuştu. İçeriye girdiğinde demirci hala uyuklamaktaydı. Bununla bir nebze rahatladıktan sonra toz üzerindeki taze ayak izlerini takip ederek atölyeye ulaştı. Odayı baştan sona süzdükten sonra basit bir düzenek gözüne çarptı.

Kolu çek ve gizli geçit açılsın, diye düşündü. Böyle bir yere giriş uyuşuk bir demirci ve hiç de gizli olmayan bir geçit gibi çocuk oyuncağı unsurlarla korunuyor olmamalıydı.

Ancak bilmediği şey; birilerinin de onları içeri çekmek istemesi olduğunu asla düşünemedi.

**

“Avcunu biraz daha havaya kaldırır mısın kardeşim,” dedi Huomell. Geçit daralmaya başlamıştı. Bu nedenle ikizlerin görüş açıları sürekli değişmekteydi. Dakikalar ya da saatlerdir yürüyorlardı. Yolları kimi zaman kıvrım kıvrım dönüyor, kimi zaman da dosdoğru ileri gidiyordu. Geçit üç yetişkin insanın yan yana geçebileceği kadar genişlediği anlarda Huomell biraz olsun rahatlıyordu. Ancak yolları çoğunlukla tek sıra ilerleyebilecekleri genişlikteydi. İlerlemek… Sürekli yerin altına doğru ilerlemek… Neydi bu, dünyanın merkezine yolculuk mu?

“Canlı meşale derken ciddi olmadığını ummuştum kardeşim. Kolum ağrımaya başladı izninle.”

Chisew bu sırada ısrarla ağrıyan kolunu kardeşine göstermeye çalışıyordu. Bu nedenle geçidin sona erdiğini ve geniş bir dehlize vardıklarını oldukça geç fark ettiler.

Huomell nefesi kesilmiş bir halde, karşı karşıya oldukları manzaraya bakakalmıştı. Thermast kasabasının yarısını barındırabilecek genişlikte bir dehlize ilk adımları atmışlardı. Duvarların altında düzensiz bir şekilde bitmiş mantarlar yeşilimsi bir ışık yayıyorlardı. Doğal gözüken ancak hiç de doğal olmayan bu ışıklar bütün dehlizi aydınlattığı için Chisew alevini sessizce söndürdü.

Sanki bir toplantı salonu gibi, diye düşündü Huomell. Toplantı… Ama ne için? Kimin için? Kim Thermast gibi bir kasabanın altına böyle dehlizler açardı ki?

Chisew kardeşini düşünceleriyle baş başa bırakıp dehlizin merkezine doğru yürümeye başlamıştı. Biraz daha ilerledikten sonra adım atmakta güçlük çektiğini fark etti. Ayağının altındaki zemin az önce sert granitken, şimdi vıcık vıcık bir balçığa dönüşmüştü. Bir an Veeleina’nın söyledikleri aklına geldi. “Bastığınız yere dikkat edin.”

Kardeşinden yardım dilenmek için ağzını açacaktı ki, korkması gerekenin zemin değil de kafasının üzerindeki sarkıtlar olduğunu anlaması uzun sürmedi. Balçığın derinlerinden yükselen ince titreşimler, tam üzerindeki sarkıttan küçük kum tanecikleri düşmesine neden oluyordu.

Huomell de kardeşinin durumunu fark etmiş, koşarak yanına gelmişti. Ancak bu da böyle dehlizlerde yapılmaması gerekenlerdendi. Yoktan var olan balçık Huomell’in de ayaklarını kaplarken, tavanda ona özel bir sarkıt daha sallanmaya başlamıştı. “Lanet olsun!” diye bağırdı Huomell. Uzun zamandır ilk defa kontrolsüz bir şekilde düşünmeden davranmıştı. Sürekli çırpınan kardeşi beline kadar batmış ve kafasının üzerindeki sarkıt Chisew’in son saniyelerinin geldiğini belirtmek istermişçesine sallanıyordu.

Huomell tam kardeşine hareket etmemesini söyleyecekti ki geldikleri geçitten ayak sesleri duymaya başladı. Sesleri Chisew’de duymuş, umutsuz bakışlarla dehlizin girişine bakıyordu.

İçeri giren kadının Uolin olması iki kardeşi de şoka uğrattı. Huomell “Burada ne arıyorsun!” diye sorduğunda sağ omzunun iki milim ötesine küçük bir kaya parçası düşmüştü.

“Nihayet sizi bulabildim çocuklar. Sizi oradan çıkaracağım!” dedi. Uolin telaşla etrafına bakınırken Chisew olanların imkansızlığını kavramaya çalışıyordu. Kampta toplasan iki cümle etmedikleri kadın, şimdi onları kurtarmak için ta buralara kadar niye gelsindi ki?

“Huomell bulamıyorum. Sizi oradan kurtaracak bir şey bulamıyorum!”

Genç adam bu sırada kemerine kınsız bir şekilde yerleştirdiği kılıcını çekmişti. Kılıç pek uzun değildi, ancak balçığın dışına kadar uzanabileceğini tahmin ediyordu. Uolin’de bunu fark etmiş hızla o tarafa doğru yöneliyordu. “Hayır! Yaklaşma sakın!” dedi Huomell. “Balçık büyülü, yoktan var oluyor!”

Uolin anladığını belirtircesine başını salladıktan sonra dizlerinin üzerine çöktü. Zemini dikkatlice kontrol ederken, bir yandan da Huomell’in uzatmakta olduğu kılıca dokunmaya çalışıyordu. Chisew’in üzerindeki sarkıt iyice sallanırken, genç adam umutsuzca kardeşinin boynuna sarılmıştı.

Uolin yere iyice uzanıp kılıcı kavradığında, zafer kazanmış edasıyla gülümsedi. Ve Chisew’in üzerindeki sarkıt yerinden kurtuldu. Bundan sonra olanlar saniyenin binde biri kadar hızlı bir şekilde gelişmişti. Uolin kanayan elini aldırmadan var gücüyle kılıcı çekmiş, ikizler balçıktan çıkamasa da sarkıtın menzilinin birkaç santim dışına kayabilmeyi başarabilmişlerdi.

Bundan sonrası daha kolaydı. Ancak Huomell’in bacağı, nereden geldiğini anlayamadıkları bir yaratık tarafından ısırılması işleri değiştirdi. Huomell acıyı yok sayarak kılıcın kabzasını tutmaya devam ederken, bir yandan da ayağına ikinci darbeyi vuracak olan hayvanın zihnine girmeye çalışıyordu. Bu daha önce hiç karşılaşmadığı bir hayvandı.

Uolin son bir güç gösterisi yaparak iki kardeşi de balçığın dışına savurduktan sonra, Chisew kardeşinin ayağının kanamakta olduğunu fark etti. Huomell’i hızla yeşil ışıklarla parlamakta olan nispeten daha güvenli duvarlara doğru çektiler. Uolin gömleğinden bir parça yırtarak kılıcın sivri tarafını kavrarken yaraladığı elini sargıladı. Chisew’de kardeşinin yarasının durumuna bakıyordu.

Isırık derin değildi. Balçığın yoğunluğu hayvanın saldırı hızını düşürmüş olmalıydı. Uolin işini halledip Huomell’e döndüğü sırada, bataklığın derinlerinden kabarcıklar çıkmaya başladı. Nefes alıp veren bir şeyin oluşturduğu kabarcıklar. Chisew kardeşine dönerek, “Kontrol edemiyor musun?” dedi.

Huomell yüzünü buluşturarak “Görmeden karar veremem,” dedi.

Ve sonrasında dememiş olmayı diledi… Balçığın içinden çıkan zift karası bir yaratıktı. Huomell bunu ilk başta bir timsaha benzetti. Sonrasında Emerald’ın zarif güzelliğini hatırlayarak bu düşünceyi aklından attı. Yaratığın basık bir kafası, çekik gözleri, belli belirsiz iki delikten oluşan bir burnu vardı. Gözlerinin olması gereken yerde boş bir delik duruyordu. Vücudunun geri kalanı bir yılan gibi ince, uzun ve benekliydi. Kuyruğu bataklıktan çıkarken, ucundaki sivri iğne üçlüye bir şeyler yapmaları gerektiğini hatırlattı.

Tam bu sırada yaratığın gözlerinin olması gerektiği yerdeki boşluk, önce bir gözün akıyla sonra da sarımsı bir parlaklıkla dolmaya başladı. Bu sırada Huomell’in kılıcının kabzasındaki süsleme de ışıldamaya başlamıştı. Yaratık ışığa doğru harekete geçti.

Durumu şaşkınlıkla izleyen Uolin, “Huomell, işine karışmak istemem ama, bir şeyler yapmayacak mısın?” demekten kendisini alamadı. Detone ses Huomell için ilk defa bir anlam ifade ediyordu.

Parlayan kılıcına bir göz attıktan sonra “Sanırım evet,” dedi.

Kendisine doğru yaklaşmakta olan hayvanın zihnine son bir sorgu gönderdi. “Nesin sen? Ne istiyorsun?”

“Ben Mathodure’um. Beni sen çağırdın sahip.”

“Seni çağırdığım falan yok! Üstelik bunun için ısırman da gerekmiyordu.”

Mathodure bir an duraksadı. İki ön bacağından oluşan yürüme kabiliyeti sanki bir sekteye uğramış gibiydi. “Sadece emin olmak istedim. Mathodure’un Kılıcı, gerçekten de senin elinde mi öğrenmek için.”

Huomell duyduklarını –daha doğrusu zihninin içinde dönenleri- sindirmek için birkaç saniye bekledi. “Senin sahibin falan değilim. Ölüm Tohumları bir arkadaşımızı kaçırdı ve biz de onu geri istiyoruz.”

“Ölüm Tohumları… Son yüz yıldır uyuyordum sahip, ama bu ismi birkaç defa duyduğumu hatırlıyorum. Size yardımcı olmaktan mutluluk duyarım.”

Zihinsel konuşmaları, tam aksi istikametlerinde açılan bir geçitten duyulan sesle bölündü. “Yuvama hoş geldiniz.”

Devam edecek...

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 5
« Yanıtla #23 : 05 Nisan 2009, 20:13:10 »
Kılıç... Hmm, böyle bir şey beklemiyordum açıkçası, ama Huomell'in yeteneğine uygun bir etkisi oldu. Ayrıca, geçen yorumda Huomell'in de yeteneğini görmek istiyorum demiştim, iyi oldu bu. Konuşsun,dertleşsin şu hayvanlarla :P.
Uolin nernde çıktı peki? O ne ara haber aldı da geldi? Uolin antipatik bir karakter olmasına rağmen, yeteneğini seviyorum :). Yıldırımları ve o, güzel bir karakter(en azından şimdilik).

Ölüm Tohumları da eski bir ekipmiş demek Üyeleri yüzyıllardır, süper güçlü kişilerin enerjilerini emerek yaşayan bir grupsa hiç şaşırmayacağım :).

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 5
« Yanıtla #24 : 05 Nisan 2009, 23:39:49 »
Güzel yorumun için teşekkürler ablacım. Bir nebze olsun tatmin edebildiysem ne mutlu bana. Uolin şurada ortaya çıkıyor aslında:

Alıntı
Huomell ve Chisew kamp alanından sessizce uzaklaşırken, gölgelerin içinde iki kişi telaşlı bakışlarla onları izliyordu. Ve iki kardeş görüş alanından çıktıktan sonra, bir at daha hareket ediyordu  Thermast kasabasına doğru…

Yeni bölüm az sonra. :D

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 6
« Yanıtla #25 : 05 Nisan 2009, 23:40:21 »
BÖLÜM ALTI: Kara Çanlar Salonu

Benekler… Altı, yedi, sekiz… Simsiyah derinin üzerinde onlarca benekler… Açık kahve, koyu kahve, sarı benekler… Gece… Ve parlayan ay ışığı… Sapsarı bal rengi gözler… İri iri açılmış, dosdoğru ileri doğru bakan gözler… Sırtlanların başında bulunan dişi, başını aya doğru kaldırıp uzun uzun uludu. Gecenin boşluğunda yankılanan sırtlanın sesine diğer klan üyeleri de katıldı… Klan iz üzerindeydi.

**

Gertz gördüğü rüyanın şokuyla ter içinde uyandı. Açmak istediği gözlerini uzun süre açamayınca korkusu onu delirmenin eşiğine getirdi. Kapalı gözlerinin odaklandığı bal rengi parıltılar bir türlü silinmiyordu belleğinden. Gözlerini en sonunda araladığında yatağından hızlıca doğruldu.

“Bu da neydi böyle?” diye mırıldandı. Son kâbusunun üzerinden on yıllar geçmişti. Son gerçekleşen kâbusunun üzerinden… “Hayır,” dedi, hırıltılı bir şekilde alıp verdiği nefesini kontrol etmeye çalışırken. “Yeniden olamaz!”

**

Aynı gece Iria’da benzer bir kâbus görmüştü. Uyandığında gördüklerinin pek çoğu hafızasından silinmişti. Ancak hatırlamakta hiç de güçlük çekmediği iki bal rengi göz, üşüyerek yorganına sarılmasına ve uzun saatler boyunca uyumadan yatağında dönmesine neden oldu.

**

Güneşin doğuşuyla Gertz, bütün sirk çalışanlarının toplandığı kahvaltı masasına gelmemişti. “Patron uyuya kaldı herhalde,” dedi Solan. Şu sıralar yirmisinde bir genç gibi gözüküyordu. Konuşmayı pek sevmeyen Buartz ironik bir ses tonuyla “Uyuz bir herif olabilir, ama onun da prensipleri vardır. Gidip bakmak iyi olabilir,” dedi.

“Sanırım haklısın,” dedi Iria. “Kontrol etmekten zarar gelmez.”

Iria Gertz’in kapısını açık bulduğuna pek şaşırdı. Patronları çoğu zaman karavanının kapısının önünde gezinmelerini bile onaylamazdı. Iria kapıyı birkaç defa tıklattıktan sonra içeri girdi. Bu, patronunun karavanına ikinci girişiydi. Hatırladığı kadarıyla ilk girişi Latemsould’a kabul edildiği sırada gerçekleşmişti.

Karavan diğerlerinden farklı olarak üsluplu bir şekilde düzenlenmişti. En önemli artısı geniş pencereleriyle güneşi tam anlamıyla kucaklamasıydı. Geniş ahşap bir dolap kapağı aralık bir şekilde duruyordu. Güneş ışınları dolabın içine ulaşamadığı için Iria’nın ilk tercihi oraya yönelmek olmuştu. “Patron,” dedi.

Dolabın kapısını araladığında görmeyi hiç beklemediği bir manzarayla karşı karşıyaydı. Gertz’in gözleri ağlamaktan kızarmış, akan burnunu sildiği kolu kurumuş sümükle kaplanmıştı. Üzerine sinen naftalin kokusu, Iria’nın kendisine gelmesini sağlamıştı. “Neler oluyor patron?”

Gertz titreyen dudaklarını aralayarak, “Geliyorlar,” dedi. “Kim, ne için geliyor? Patron kendinizde misiniz?”

Patron dolabın kenarından güç alarak ayağa kalktı. Göz yaşlarını silerken titremesine hala hakim olamamıştı. “Onlar… Bizim için geliyorlar.”

**

Mathodure ilk tepkiyi kimsenin beklemediği bir sertlikte sesin geldiği yöne dönerek verdi. Chisew iki kısa adımla Huomell’in yanına yaklaşırken Uolin arka tarafta kalmayı tercih etmişti.

Karanlık geçidi aydınlatan ani bir meşale alevi girişteki kişiyi teşhis etmelerine yardımcı oldu. Mesafe oldukça fazla olmasına rağmen Huomell konuşan kişinin iki metreden uzun bir boya ve belirgin kaslara sahip olduğunu görebiliyordu. Ölüm Tohumları’nın yuvasına giriş biletleri tam karşılarındaydı.

“Kaybolan arkadaşımızı bulmaya geldik,” diye bağırdı iri adama doğru. “Onu almadan da geri dönmeyeceğiz.”

İri adam dehlizin girişinden onlara doğru harekete geçmişti. “Çok yazık,” dedi. “Misafirperverliğimizden faydalanırsınız diye ummuştum.”

Chisew merakla Mathodure’a bakarken yaratık kaygısız bir şekilde yaklaşan adamı süzüyordu. Alev Adam elini arkasına götürerek parmaklarından ince buhar demetleriyle alıştırma yapmaya başlamıştı. Aynı çalışmayı küçük elektrik akımlarıyla yapan Uolin’i görünce gizlice göz kırptı.

“Dostumuzu sağlam bir şekilde geri aldığımızda elbette yararlanmak isteriz,” dedi Huomell.

“O zaman hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz dostlarım, çünkü kimseyi bedelsiz geri salmayacağız.”

“Bizi tek başına sen mi durduracaksınız?” diye atıldı Chisew. Uolin dik bakışlarla genç adamı süzerken, Chisew dememesi gereken bir şeyler dediğinin farkına vardı.

“Tek başına durduracağımı söylemedim zaten,” dedi iri adam.

Bu cümlenin bitimiyle meşalenin oluşturduğu gölgelerin arasından aydınlığa çıkan yirmi küsür ‘iri’ kimse Chisew’in hatasını gözler önüne serdi.

“Ve artık durdurabilirim.”

Hava sinek vızıltılarıyla doldu… Yanılıyorlardı, bunlar küçük iğneler fırlatan oklardı. Ve oklar çizgilerinden sapmadan hedeflerine ulaştı.

**

Uolin uyandığında iyi aydınlatılmış bir dehlizde ilerlediklerini fark etti. Huomell ve Chisew gibi iki altın filizini Ölüm Tohumları’nın eline bırakmayı kabullenememenin sonuçlarına katlanıyordu. İki kişi eksik ya da fazla ne fark ederdi ki?

Tam olarak bu şekildeydi Uolin’in düşünceleri. Ancak sonra nerede olduğunu fark ettiğinde bu düşünceler aklından uçup gitti. El arabası benzeri bir arabanın içerisindeydi. Ellerine kauçuktan yapılmış bir çeşit eldiven giydirilmişti ve arabada yalnız başınaydı. Elleri bağlıydı. Ayaklarını hissetmediği ve dönüp bakacak bir açıyla oturmadığı için kapana kısıldığını kabul edip çevresine bakındı.

Anlaşılan dev bir yer altı şehrindeyim, diye düşündü. Merdivenlerin sonundaki geniş açıklık şu an geçmekte oldukları yerin yanında kelebek ölüsü gibi kalırdı. Yemyeşil bir ışık duvarlardan şehri aydınlatıyordu. Tavan göz alabildiğince sarkıtlardan oluşuyordu. “En az seksen metre…” diye düşündü Uolin. Bir sarkıtın yerinden kopup kendisini toprağa çivilemesi için yeterli bir yükseklikti.

Yerleşim oldukça dağınıktı. Ev diye tabir edilen barınaklar derme çatma, sadece otel olarak kullanıldığı her halinden belli beton yığınlarıydı. Yerleşim alanının dışında oldukça göze batan büyükçe bir yapı vardı. Sekiz dokuz katlı bu yapı belli bir sanatsal zevkten ilham alınarak düzenlenmişti. Zira iki kubbesi de çeşitli figürlerle süslenmişti. Bu kubbelerin arasında asılı devasa çanlar, hava akımının sık yaşanmadığı bu yer altı şehrinde sakin bir şekilde asılı duruyorlardı. Uolin bir an bu çanların ne işe yaradıklarını merak etti.

Ardından götürüldükleri yerin şu an hayranlık ve daha çok korkuyla izlediği yapı olduğunu hatırlayınca, merakı çanlardan yaşamının daha fazla sürüp sürmeyeceğine döndü.

**

Huomell ve Chisew aynı arabada oldukları için kendilerini şanslı hissediyorlardı. Chisew’in ellerine de Uolin’inkiler gibi bir çift eldiven geçirilmiş ve her türlü yanıcı aktivite engellenmişti.

Huomell’de Mathodure ile iletişime geçemiyordu. Kılıcı da elinden alınmıştı. Zihniyle yaptığı birkaç denemede onlarca sefil fareyle iletişime geçince, bunu denemeyi iğrenerek bıraktı.

“Sanırım sona yaklaşıyoruz kardeşim,” dedi Chisew.

“Bu sonun kimler için olacağına dair zarlar henüz atılmadı kardeşim, yüreğini ferah tut.”

Chisew kardeşinin iyimserliğine burun kıvırırken içinde bulundukları araç sarsılarak durdu. Ayak sesleri arabalarına yaklaştı ve daha önce dehlizin girişinde gördükleri iri kıyım adam sırıtarak kapıyı açtı.

“Kara Çanlar Salonu uzun zamandır böyle konuklar ağırlamamıştı. Gelinimiz çok mutlu olacak,” dedi.

“O da kim? Lideriniz falan mı?” dedi Chisew, belirgin bir aşağılamayla.

“Liderden de öte, görmeniz gerekir.”

Ölüm Tohumu’nun bu sözleri üzerine birkaç iri adam daha gelerek onları arabadan indirdi. Huomell Uolin’in de iyi olduğunu gördükten sonra derin bir iç çekti. Mathodure’u nasıl zapt ettiklerini de ayrı olarak merak etti. Arkasındaki adamın dürtüklemesiyle Kara Çanlar’a doğru yürümeye başladı.

“Çanlar… Onlar ne işe yarıyor?” dedi Chisew.

“Onlar bu şehirle birlikte yaratıldı. Ne zaman bir ölüm yaklaşsa çanlar ahenkli bir melodi tuttururlar. Duyulmaya değer bir senfonidir doğrusu. Elbette ölecek olan kişi için değil,” diye açıkladı adam. Bir yandan sırıtırken diğer yandan da sevgiyle Çanlar’ı süzüyordu.

Kafile binaya yürürken Çanlar aniden çıkan ve nereden geldiği belli olmayan bir rüzgârla savrularak çalmaya başladı. Ölüm yine bir randevu almıştı sahibinden. Sadık kalmaktan başka bir hayali olmadan…


KISIM BİRİN SONU !

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 6
« Yanıtla #26 : 15 Nisan 2009, 17:50:46 »
Nihayet son sözümü de tutup senin hikayeni de okumuş oldum. :D Şimdi geleyim yorumuma;

Okuduğum yerden değil de, sonundan başlamak istiyorum konuşmaya. 'Son' yine enfes olmuş. Etkileyici bir yerde bırakmışsın kısım bir olarak bitirdiğin bölümü. Huomell, Uolin ve Chisew'in durumları merak konusu şu anda. Luunf'un durumu da belirsiz. Şu kılıç ve garip yaratık meselesi olağanüstü durumu, ilginç bir renk katmış hikayeye. Kısacası diyecek pek bir şey bulamadım 'güzel olmuş' cümleciğinden başka. Ellerine sağlık, devamını bekliyorum.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 6
« Yanıtla #27 : 15 Nisan 2009, 19:07:22 »
Umudu kesmiştim artık. :P Güzel yorumun için teşekkürler, ihtiyacım vardı gerçekten. :)

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 6
« Yanıtla #28 : 23 Haziran 2009, 18:16:09 »
Devam etmiyormu yahu?

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: LATEMSOULD SİRKİ - Ölüm Cambazları | Bölüm 6
« Yanıtla #29 : 23 Haziran 2009, 19:18:06 »
Ediyor. Ben senin okumadığını sanıyordum?

Bu haftalarda ikinci kısımın ilk bölümünü yazmayı düşünüyorum.