Kayıt Ol

Sir Nigel’ın İntikamı

Çevrimdışı Dwaxer

  • **
  • 53
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Sir Nigel’ın İntikamı
« : 05 Ağustos 2009, 20:28:04 »
.


Sir Nigel’ın İntikamı

Kuru Döşek Hanında sıradan bir gündü. Mavitaş kasabası ahalisinden, alkolizme meyilli birkaç tembel ile uzak diyarlardan gelen maceraperestlerin anılarını dinlemeye doyamayan, adeta bu hikâyelerin bağımlısı olmuş delikanlı gençler, geçici müşterilerin masaları etrafında “acaba bir havadis yakalayabilir miyim?” diye kulak kabartısı şeklinde pusuya yatmışlardı.

Şanslıydılar; çünkü gelip geçici müşterilerin arasında, tüccarlar ve sıradan yolcuların yanısıra, maceraperestler de vardı. Hele bir tanesi, tavırlarından bir barbar olduğunu iyice belli eden, hava atarcasına devasa kaslı vücudunu sergileyen savaşçı, konuşmaya pek meraklıydı. Yanında kocaman bir kılıç taşıyordu. Çoğu mavitaşlı, büyük ihtimal bu kadar büyüğünü görmemişti ve yine büyük ihtimalle, aralarından bu kılıcı kaldırabilen çıkmazdı, kaldırsalar bile kullanamayacakları kesindi. Ama Barbar’ın kolları, omuzları ve daha birçok yerindeki, patlayıp fışkıracakmış gibi duran kasları, bu muhteşem görünüşlü aleti, tırpan sallar gibi savuracağına ve önüne çıkanı biçeceğine dair, göreni ikna edebiliyordu.

Evet, barbar savaşçı kasabalıları etrafına tolamış, çeşit çeşit maceralarını anlatıyordu. Devasa yaratıklarla, hayaletlerle, iblislerle ve  korkunç, akla hayale gelmedik canavarlarla nasıl savaştığını, onları kesip biçtiğini, varsa öbür dünyalarına gönderdiğini ballandıra ballandıra tasvir ediyordu. Anlattıkça coşuyor, coştukça anlatıyordu ve seyirciler, “ooo! Vay bee! Bravo!” şeklinde tezahüratlar yaptıkça keyfinden deliye dönüyor, ağzı kulaklarına varıyordu. Üstelik bu cesur savaşçının çok üstün bir özelliği daha vardı: Kendisini dinleyenlere içki ısmarlıyordu!

“Herkese benden içki!” diye gürledi barbar savaşçı ve bir tezahürat daha patladı.

Hancı pos bıyıklı Bergun, ak sakallı yaşlı büyücü Tiq Otally’nin masasında oturuyordu. Barbar’ın ısmarladığı içkileri doldurmaya koşturan genç garsonu, bir el işaretiyle yanına çağırdı.  Garson geldiğinde,  “parasını peşin al!” diye tembih etti Bergun. Tamam dercesine kafasını sallayan garson, hızla bara doğru seyirtti.

“Bunun akıllıca olduğundan emin misin?” dedi yaşlı büyücü Otally. Tiq Otally, klasik insan büyücülerdendi. Bembeyaz saçı sakalı göbeğine doğru uzanıyor, suratı ise kırış kırıştı. Görünüşte çok yaşlıydı ama kimbilir hangi kadim sanatlarla ömrünü uzatıyorsa, bir genç gibi dinç hareket ediyor, keskin zekası kristal berraklığında çalışıyordu. Yerleri süpüren buruşuk cübbesi, kukuletalı kocaman şapkası, değişmez kıyafetleriydi. Her sene bu zamanlarda Mavitaş kasabasına gelirdi Otally. Sadece Mavitaş Ormanında yetişen, mavi şapkalı, beyaz benekli, fosforlu mantarlardan toplamak için. Aslında bu mantarların kadim bir dilde, telaffuzu zor bir adı da vardır ama yerli halk mavi mantar der buna ve oldukça zehirli olduğundan yemezler. Yaşlı büyücü, her geldiğinde Kuru Döşek Hanı’nda kalır ve aynı zamanda kasabanın valisi olan, Hancı Bergun ile gel zaman git zaman oluşan bir samimiyet doğrultusunda, hâl hatır sormaktan ileri sohbet eder.

“Usta Otally, ben bilirim bu barbarları, şimdi sudan bir sebeple kızar, olay çıkarır, ondan sonra da ödet hesabı, ödetebiliyorsan. Üstelik korumalara dövdürüp, masrafları zorla almaya kalksam,  bu izbandutu dövmek için benim fedailerin tümünü ayaklandırmak gerek. O zaman bile kalıbımı basarım ki, bu insan azmanını zapt edene kadar, her taraf dağılır, yıkılır, savaş alanına döner. Astarı yüzünden pahalıya gelir anlayacağın. Yani, en iyisi bu tiplerden hesabı peşin almak.”

Tiq Otally piposunu tüttürdü. “Sevgili Bergun, ben de tanırım barbarları ve daha birçok değişik âdetleri olan, bir dolu ırktan da haberim vardır. Çok gezdim ve de çok okudum. Şimdi senin garsonun hesabı peşin istediği anda, o barbar bunu gurur meselesi yapacak ve ‘kaçıyor muyum, düzenbaz muamelesi mi yapıyorsunuz bana?’ diyerek öfkelenecek.”

Birden malum masadan, “başlatmayın lan hesabınızdan, kaçmıyoruz ya!” diye bir gümbürtü koptu. Dev cüsseli barbar ayağa kalktı ve karşısında cüce gibi kalan garson çocuğu yakasından tuttuğu gibi tek eliyle havaya kaldırdı. Bergun fırlamıştı bile, kapı tarafındaki iki fedai ise bir an atılacak gibi oldularsa da, durdular ve aralarında fısıldaştılar. Fedailerden biri kapıdan fırladı, belli ki başkalarını da getirecekti. Diğeri ise kımıldamadan uzaktan olayları izlemeye devam etti.

Bergun barbarın yanına vardığında, “aman beyim sakin olun lütfen, eminim bir yanlış anlama olmuştur!” dedi.

Bu sırada garson çocuğun gömleği yırtılarak kıç üstü yere düştü. Alkolün tesirindeki müşteriler buna neşeyle güldüler. Daha gece olmadan tiyatro gibi bir eğlence başlamıştı. Barbar da çocuğun düşmesi ve kaçmaya çalışırken bir iki defa daha tökezlemesini komik bulup keyiflendi. Tekrar masasına oturdu ve şakşakçılarıyla muhabbete devam etti. Bu arada hesap ödeme meselesi arada kaynamıştı ve Bergun de olayın üstüne gitmedi.

“Usta Otally, ermişliğinize söylüücek söz bulamıyorum, yine haklı çıktınız!” dedi Bergun, ak sakallı büyücünün masasına geri döndüğünde.

Büyücü bir yandan piposunu tüttürürken, bir yandan da gevrek gevrek gülüyordu. “Dur bakalım sevgili Bergun, daha dertlerin yeni başlıyor,” dedi.

Bergun heyecanlanmıştı yine. “Aman diyeyim Usta Otally, şaka olduğunu söyleyin lütfen. Ne derdiymiş bu?”

“Barbarın cebinde sadece iki gümüş var, sence yetecek mi hesabı ödemesine?”

“Sadece iki gümüş mü? Ama siz nereden biliyorsunuz bunu?” diye sordu Bergun. Fakat Tiq Otally’nin kaşlarını kaldırarak, muzip bir ifadeyle bakışını görünce üstelemedi. Onun gibi usta bir büyücü için cepteki parayı bilmek, basit bir meslek sırrı olmalıydı. “Çok zarar ettik,” diyebildi hancı yorgun bir sesle.

“Herkese benden içkiii!” diye gürledi malum kişi. Ve şakşakçılardan müthiş bir tezahürat daha koptu.

“Hass... Ulan!” diye fısıldayarak fırladı Bergun ama birden kendini toparladı, büyücüye dönerek saygıyla eğildi ve “çok pardon!” dedi.

Tiq Otally’nin neşesi öyle artmıştı ki keyifli kahkahalarını salıverdi.

Tam o sırada kapıdan altı fedai girdi. Demin giden, beş arkadaşını daha getirmiş içerde kalanla birlikte şimdi sayıları yedi olmuştu. Aralarından biri de -komutanları olan- Bergun’un oğlu Hardel’di. Aslında bu askerlere fedai demek yanlış olur, çünkü hepsi ciddi askeri okullarda ve kamplarda eğitim almış, doğma büyüme Mavitaş Kasabası’nın delikanlılarıydı. Bergun’un vali olduktan sonra kasaba için yaptığı bir sürü olumlu icraatlardan biri de, yerel ailelerden seçmece delikanlıların, şehirlere gönderilip, ciddi eğitimlerden geçirilerek -ki buna psikolojik eğitim bile dahildi- profesyonel asker olması ve kurulan muhafız birliğinde görev almalarıydı. Böylece hem Mavitaş Kasabası, hem de Kuru Döşek Hanı ciddi bir güvenlik örgütüne kavuşmuştu. Bütün muhafızların aynı tip üniformaları vardı ve tecrübelerine göre rütbe sahibiydiler. Kasaba zaten duvarla çevriliydi ve kapılar nöbetçilerin gözetimindeydi. Gece gündüz, sürekli devriye asla ihmal edilmezdi.

Hardel, kapının ordan babası ile gözgöze geldi. Eğer sorun çıkarıyorsa Barbar’ı dışarı atmak için izin istiyordu âdeta. Bergun oğluna onaylarcasına bir bakış attı ve kendisi barbarın masasına yanaşırken, muhafızlar da Hardel’i takip ederek masanın etrafını kuşattılar. Barbar’ın bir günlük samimi dostları, birden dillerini kedi yutmuş gibi sessizleştiler. Kenarlarda oturan bir iki tanesi yağlı yılan gibi sıvıştı. Birazdan kopacak gümbürtüde kafalarına bir masa, sandalye isabet etme şansının hiç de az olmadığını tahmin edecek kadar bar kavgası görmüşlerdi herhâlde.

“Nooluyo lan?” dedi barbar etrafını kuşatan muhafızları görünce. Masada oturan birkaç mavitaşlının gözlerinden, bu insan azmanı izbandutla muhafızlar arasında kalmanın stresi okunuyordu. Bazılarının elleri ayakları titremeye başlamış ve hemen hepsi de, çıkacak çıngarda ziyan olmasın diye içkilerini fondip yapmışlardı.

“Barbar kardeş...” diyecek oldu Bergun ama Barbar kesti sözünü.

“Sör Naycıl diiceksin, ulan it!” diye kükredi. Sandalyesinde yayılmış, hiç istifini bozmadan oturuyordu. Ancak sağ eli, neredeyse bir adam boyundaki, iki tarafı keskin, devasa kılıcının kabzası üzerindeydi.

Bergun kıpkırmızı oldu. İnsanın hem han sahibi, hem de kasaba valisi olması, rahatsız edici durumlar ortaya çıkarıyordu. Herhâlde, adeta yüzüne tükürükler püskürerek, sarhoşlardan küfür yiyen, ülkedeki tek vali Posbıyık Bergundu.

Öteden olayları ilgiyle seyreden Tiq Otally, muhafızların ellerini kılıçlarına bile götürmediğini görünce, onların profesyonellik ve soğukkanlılıklarını takdir etti. Sıradan fedailer olsa şimdiye kadar saldırmışlardı küfürü eden savaşçıya.

“Sör Naycıl, efendim hesap kapatıyoruz da, ısmarladığınız içkileri tahsil etmem gerekiyor. Hepsi on iki altın efendim.” dedi Bergun. Sinirine rağmen ses tonunda kibarlık sınırını aşmamıştı.

“On-iki altın mııı? Ulan goblin kıçı suratlı itler, adam mı kazıklıyorsunuz?” diye bağırdı Sör Naycıl.

Bergun’un korktuğu başına gelmişti. Yorgun bakışlarla savaşçı barbarı süzdü ve adamın bir para kesesinin bile olmadığını, geç de olsa fark etti.

Barbar, kemerindeki minik bir cepten iki gümüş para çıkararak masaya fırlattı. “Al bakalım, bayat şarapların için iki gümüş fazla bile!” dedi.

Öteden kulak misafiri olan Tiq Otally, “bayat şaraplar...” lafından sonra dayanamayıp patlattı kahkahayı. Barbar bir an sesin geldiği yöne döndüğünden, Bergun’un oğluna verdiği işareti fark edemedi.

Sör Naycıl’ın gözlerinin kararmasıyla, kafatasından gelen “tok!” sesini duyması aynı ana denk geldi. Muhafızların hepsi de ustalıkla sakladıkları sopalar ile Barbar’a giriştiler. Özellikle kafasına Bergun’un oğlu Hardel tarafından indirilen ilk darbe, gücünü kaybetmesine sebep olmuştu. Gözlerini açmaya, toparlanmaya çalışıyor ama yedi koldan sağanak gibi gelen darbeler buna fırsat vermiyordu. Körlemesine savurduğu kollarıyla bir iki kişiye vurabildi, ancak bunlar sabahtan beri kahramanlık hikâyelerine alkış tutan, kendini masanın altına atmayı becerememiş, geçici dostlarıydı.

Neden sonra, Sör Naycıl dayak yemekten yoruldu. Yumuşadı, muşmula gibi oldu ve kendinden geçti. Dövenler, bir iki dakika daha devam ettiler vurmaya, ancak neden sonra onlar da yorulduklarından mıdır nedir, teker teker bıraktılar dövmeyi. Vücudunun her tarafı moraran, yüzü gözü şişmiş barbar, zorlukla taşındı ve kasabanın dışında, yolun karşı tarafında ki dere yatağının kıyısına atıldı.

Bu arada handa Bergun ve Hardel, Barbar’ın el koydukları iri kılıcını inceliyorlardı. “Fena değil” dedi Hardel, “tabii satabilirsek. Bunu kullanacak adam bulmak da zor.”

“Ne yapalım, şehirde satabiliriz belki. O herif de bir daha kasaba sınırlarından girmeyecek, ona göre!” dedi Bergun ve tekrar Tiq Otally’nin masasına döndü. “Üstat görüyor musunuz başımıza gelenleri, bir sürü hengame, hem de boş yere.”

“Ben zaten görmüştüm ama üzme kendini, sayenizde epeyce eğlendik. Yine de acıdım barbara, epeyce hırpaladınız onu.”

“Az bile oldu. Üstad bu nasıl bir zihniyettir ki, parası olmadığı halde insanlara içki ısmarlayıp, cömertlik yaptı? Deli midir, bu adam?”

“Biraz deli, biraz da yalnızlık, takdir edilme, sevilme ihtiyacı.”

“Yok hocam, tam sopalık bir adam işte. Hoşuna gidiyor sopa yemek. Bir de başımıza düşman kesilmese bari, delidir ne yapsa yeridir.”

“Evet... Ama asıl tehlike, bence şuradaki adamlar!” dedi büyücü Tiq.

Bergun’un yine beti benzi soldu. “Ustam bugün hep kötü haber veriyorsunuz” dedi, büyücünün işaret ettiği yöne bakarken.

En köşe masada, gölgeler içinde oturan iki kişiyi gösteriyordu Otally. İkisi de kara giysiler içindeki adamlardan biri cübbeliydi ve içerisi sıcak olduğu halde kukuletasını takmakta ısrar ediyordu. Zayıf, uzun bir adamdı. Kocaman tırnaklı elini, boynuna asılı çantanın üstüne bastırıyor, belli ki çantasında değerli bir şey saklıyordu. Diğeri ise karanlık işlerle uğraşan birine benziyordu. Soğuk sinsi bakışları, fıldır fıldır gözleri, kemerine asılı hançer koleksiyonu -ve çizmelerindekiler- onun büyük ihtimalle bir kiralık katil olduğunu belli ediyordu. İkisi de sanki izlendiklerini anlamışçasına kalktılar ve handan çıkmaya davrandılar.

“Haa, onlar mı?” dedi Bergun. “Bence de insanın arkasını dönmek istemeyeceği tipler ama hesaplarını ödediler. Ve sizin de bildiğiniz gibi üstat, Kuru Döşek Hanı’nın bir prensibi vardır: Müşteri hesabını ödediği ve olay çıkarmadığı müddetçe, kim olduğu önemli değildir.”

“Biliyorum,” dedi Tiq Otally, kapıdan çıkmakta olan ikilinin peşinden bakarak. “O cübbeli olan, bir büyücü. Üstelik karanlık sanatlarla ilgilendiğinden, adım gibi eminim. Çantasında sakladığı her ne ise, görmem mümkün olmadı. Bunlar bir iş çevirecek gibi geliyor bana.”

İki karanlık tipli adam, handan çıkarak, atlarını almak için ahırlara yöneldiği sırada, katil tipli olanı, “bence boşuna büyütüyorsun,” dedi, “vakit gece yarısına gelirken, dışarıda kamp yapmamız gereksizdi.” Bu adam gerçekten de profesyonel katildi. Auntrin şehri sokaklarında “Yılan” diye bilinirdi, belki yılan gibi hızlı saldırması, belki de zehirli hançer kullanması yüzünden.

“Hiç de değil!” diye itiraz etti kara büyücü Degrim. Hayatını karanlık sanatların inceliklerini öğrenmeye adamıştı ve sayısız kurbanını kötülüğün bir sanat olabileceğine ikna etmişliği vardı. “İçerideki ahmak bizden şüphelendi ve benim de, bütün gece adamın tarayıcı büyülerine karşı diken üstünde durmaya niyetim yok.”

Ertesi gün güneş tepeye çıkarken, Barbar Sör Naycıl, Mavitaş Kasabası kapısına geldi. Üstü başı çamur içinde, morluklar ve kurumuş kan lekeleriyle berbat görünüyordu. Gözünün biri tamamen kapanmış, diğeri de hatırı sayılır derecede şişmişti. Kapı nöbetçileri derhal kılıçlarına davrandı ve üç adam boyu duvarların üstündeki iki okçu da, ellerindeki çifter çifter arbaletleri savaşçının iri gövdesine doğru çevirdi. “Uzak dur!” diye uyardı nöbetçi çavuşu. “Artık bu kasaba da istenmiyorsun. Canını seviyorsan bir daha buralara uğrama!”

“Kılıcımı verin lan!” diye bağırdı savaşçı, sesi biraz yorgun gibiydi.

“Kılıcına, borcun karşılığında el konuldu!” dedi nöbetçi.

Barbar hiddetle nöbetçinin üzerine yürümek istedi bir an, ancak vınlayarak bir adım önüne saplanan bir ok, onu durdurdu. Duvarın üstündeki okçulardan biri uyarı atışı yapmıştı ve barbar nöbetçilerin gözlerine baktığında, ilerlerse onu öldüreceklerine ikna oldu. Birkaç adım geri çekildi ve parmağını -tehdit edercesine- nöbetçilere doğru sallayarak konuştu: “Sanmayın ki, bu olay burada kapandı. Döndüğüm de... Döndüğüm zaman, göreceksiniz! Hepinizin...” diye küfürlerle devam etti sözlerine. Tumturaklı küfürler etti, gün yüzü görmemiş ve kadim zamanlardan kalma küfürler. Bütün Mavitaş Kasabası ahalisinin, çevre ahaliler ve hatta yakın şehir ahalilerinin kulaklarını çınlattı. Çoluk çocuk, büyük küçük, ecdatlarını ve doğmamışları da ayırmadı. Oradan geçip de konaklayanı, hatta konaklamayıp da geçeni bile ve salaklık edip uğradığı için, üstelik bu nankör insanlara içki ısmarladı diye kendini de dahil etti listeye. Sövüp saydı, sayıp sövdü. Sonunda yoruldu, ağzı kurudu. Nöbetçiler ise hiç cevap vermediler bu sövmelere.

Akşam yediği dayaklardan dolayı her yeri ağrıyan barbar savaşçı,  zonklayan başını tutarak, tekrar dere kenarına dönüp su içti. Derken yola koyuldu ama nereye gittiğini bilmeden, nereden geldiğini bile hatırlamadan, sadece yürüdü. İçinden bir ses batıya yönelmesini söyledi, Temperli Dağlar’a doğru. O da, bütün gün, saatlerce yürüyerek, dağların ardından kaybolup kendini Mavitaş Ormanı’nın koyu gölgeleri arasına terk eden güneşi takip etti. 

Aç açına karanlıkta kalmıştı barbar savaşçı, üstelik silahsızdı. Birden uzakta bir kamp ateşi gördü. Kaybedecek bir şeyi kalmamış adam için umut ışığıydı bu ve tereddüt etmeden o tarafa yöneldi. Ateşin yanına geldiğinde, iki kara giysili adamın oturduğunu gördü. Ateşin üzerinde cazırdayan av etinin kokusunu önceden almıştı zaten.

“Yemek?” dedi barbar, eliyle eti işaret ederek.

“Buyrun Sör Naycıl,” dedi kara cübbeli büyücü, “acıkmış olmalısınız.”

Savaşçı bir an duraksadı. “Adımı nerden biliyorsun?” dedi ve ete saldırdı. Kalan konuşmaları tıka basa dolu bir ağızdan çıkan, yarı anlaşılır homurtular oldu.

“Aman efendim, sizi tanımayan mı kaldı bu yörede?” dedi büyücü Degrim. “Sizin kadar kaslı, sizin kadar kahraman görünüşlü kimse mi var civarda?”

Barbar keyiflendi. Konuşmayı pek sevmeyen kara katil Yılan, savaşçıya bir şişe uzattı. Barbar içinde ne olduğunu sormadan kafasına dikti şişeyi. İçki ateş gibi yakarak geçti boğazından.

Neden sonra Degrim tekrar konuştu. Sinsilikten zevk alan bir ifade vardı yüzünde. “Ama Mavitaşlılar, çok ayıp etmişler size karşı.”

Barbar tekrar öfkelendi. “Ben onların...”

“Çok şerefsizlik etmişler yahu. Kaç kişi birden saldırdı?”

“Şerefsizleeer! Ama ben onların... Görücekler günlerini.”

“Arkadan vurmuşlar üstelik, öyle mi?”

“Delikanlı değiller ki! Ama bak görüceksin, ben onları... yapmazsam, beni de...”

“Aslında onlardan herkes şikayetçi. İyi yere dükkan açmışlar, geleni gideni soyuyorlar.”

“Eceli geldi onların. Yakında...”

“Aslında var ya Sör Naycıl, olsaydı bir kaç adamın fena mı olurdu? Gidip Mavitaşlıların dersini verirdin.”

“Adam mı?.. Yok adamım filan, adamı nerden bulayım?”

“Hatta adam değil de, sana evcil bir canavar lazım, mesela bir ejderha!”

“Ejderhaa mı?”

“Sana da ejderhadan aşağısı yakışmaz doğrusu. Düşünsene: Sör Naycıl ve ejderhası!”

“Heh heh!” Barbar’ın hoşuna gitmişti bu fantezi. Kendini ejderhanın sırtında uçarlarken hayal etti.

“Hepsinden alırsın intikamını!” Degrim iyice sokulmuş, savaşçının sol omuzu üzerinden, uğursuz bir rüzgarın iniltisini andıran, garip bir fısıltıyla konuşuyordu. “Ejderhanın nefesi, yakıp kül eder kaleleri, kuleleri! İsmin yüreklere korku salar, bütün kadınlar köle olur kapında!”

Barbar kendi krallığının hayalini kurdu: Bütün azametiyle devasa tahtında oturuyordu. Ayak ucunda ise, kıvrılıp yatmış ejderhası, burnundan dumanlar tüterek uyukluyordu. “Hahaha, güzel olurdu doğrusu ama ejderhalar evcilleşmiyor, benim bildiğim kadarıyla,” dedi daldığı hayallerden istemeyerek dönerken.

“Hiç evcilleşmez olur mu? Tabii ki evcilleşir, ancak işin sırrı: Yumurtayken alacaksın ejderhayı, yumurtadan çıkar çıkmaz ilk seni görecek. O zaman bağlanır sana, ana babası yerine koyar seni.”

“Yapma be! Peki nereden buluruz ejderha yumurtasını?”

Degrim pis bir sırıtışla barbara biraz daha yanaştı ve paranoyak bir tavırla ötede uyuklayan Yılana baktı. Bu bakış Barbar’ın gözünden de kaçmamıştı. “Sör Naycıl, sizinle karşılaşmamız bir tür kaderin cilvesi. Belki anlamışsındır, benim mesleğim büyücülük.”

Savaşçı hafifçe yüzünü buruşturdu, büyücülerden hoşlanmazdı ama bunu sesli olarak dile getirmedi. Ne de olsa adamın yemeğinden yemiş, içkisinden içmişti. Asıl önemlisi ise Degrim ona saygı duyuyordu! Evet en önemlisi de buydu.

“Benim gibi bir büyücü, senin gibi kudretli bir savaşçı tarafından korunmadıkça bir hiçtir!” dedi Degrim.

“Yok canım,” diye geveledi Sör Naycıl. Mütevazi olmaya çalışıyordu.

“Öyle, öyle!” diye üsteledi büyücü. Ne zamandır ekip olmak için senin gücünde... Yok senin yarı gücüne bile razıyım, bir savaşçı arıyordum.” Ötedeki kiralık katili işaret ederek fısıldadı, “Yılan’a hiç güvenmiyorum. Adı üstünde, Yılan! Dostlarını ne zaman sokacağı hiç belli olmaz. Ama sen öyle misin ya? Bi kere barbarlar dürüsttür, gururludur. Sana her zaman güvenebilirim. Sen adamı sırtından vurmazsın.”

“Ortak olmayı mı teklif ediyorsun?” dedi Naycıl. Sevmişti bu büyücüyü.

“Evet, hem de ömür boyu! Bir sürü ejderhamız olacak. Sırt sırta verdik mi kimse duramaz karşımızda! Ve bir gün sen kral olduğunda... Ben de vezirin olacağım! Ne diyorsun?”

Barbar bir kaç saniye düşündü ve paçavra bir pantalon ile hurda çizmelerinden başka  serveti olmadığını hatırladı. “Evet, olabilir. Neden olmasın?” dedi.

Yılanı uyandırmadan, sessizce kutladılar bunu, şişenin dibine vurdular. Derken büyücü yanından hiç ayırmadığı çantasından, kocaman bir karpuz kadar, yeşilimsi morumsu, acayip bir yumurta çıkardı.

“Ejderha yumurtası mı?” diye heyecanla atıldı Barbar.

“Hayır, bu sahtesi” dedi büyücü, “ama çok iyi bir taklittir, gerçeğinden ayırmak mümkün değil. Bunu, alacağımız asıl yumurtanın yerine koyacağız ki, anne ejderha peşimize düşmesin.”

Barbar yumurtayı büyücünün elinden kaptı. Gerçekten de muhteşem görünüyordu. Üstündeki desenleri ışıkta incelemek için ateşe sokuldu biraz.

Degrim heyecanla atıldı: “Dur, dur! Ateşe yaklaştırma onu!” Ve tekrar Barbar’ın elinden aldı yumurtayı. Birden suratından ter boşanmıştı. “Boyası akabilir de o yüzden!” dedi.

“Peki nasıl değiştireceğiz yumurtaları, daha da önemlisi ejderha yuvasını nerde bulacağız?” dedi Barbar.

“Her şey ayarlandı!” dedi Degrim. “Buraya yakın bir tepede yaşayan bir çift ejderhayı takip ediyorum bir süredir. Yılan ile buraya geliş amacımız buydu zaten. Yılan yumurtayı değiştirecek, ben de sihrimle onu görünmez yapıp, ejderhaların dikkatini başka yöne çekecektim.” Büyücü bir an duraksayıp, uyumakta olan kiralık katili tekrar göz ucuyla bir kontrol etti ve Barbar’a sokulup fısıldadı. “Yalnız bunun yumurtayı alıp kaçma ihtimalinden korkuyorum. Bence yumurtayı sen değiştirmelisin,” dedi.

Ertesi sabah üçü birlikte yola çıktılar. Birkaç saatlik yürüyüşten sonra ormanın bittiği yere vardılar.  Burada geniş otlaklar vardı ve ufuk çizgilerindeki dağlara kadar uzanıyordu.

Degrim, Barbar’a en yakın tepeyi göstererek, “bak o gördüğün Zümrüttepe’dir. Patika yolu takip edeceksin, kurumuş dere yatağının üzerinde asma bir köprü var, onu geçince tepeye dümdüz tırmanırsan büyük bir mağara ağzı görürsün. İşte ejderhaların yuvası, o mağara ve yumurta da muhakkak içerdedir. Ayrıca kimbilir başka ne hazineler var ama sakın altınları cebine tıkıştırıp da gürültü yapayım deme. Görünmezlik büyüsü yüzünden seni göremezler ama sesini işitebilirler.

“Hop, hop! Ben gitmeyecek miydim, ejderha yuvasına?” diye itiraz etti Yılan.

Sör Naycıl kabadayı bir hareketle, katil tipli adamın önüne geçti. “Planlar değişti, ben gidiyorum. İtirazın mı var?” dedi.

“Yok,” dedi Yılan. Bozulmuştu ama Barbar ile tartışmadı.

“O zaman işimize bakalım,” dedi Degrim. Barbar’ın üzerine garip tozlar serperek, anlaşılmaz kelimeler mırıldandı ve Sör Naycıl görünmez oldu.

Barbar diğerlerine eliyle ayıp işaretler yaptı ve onların bir şey farketmediklerini görünce de oldukça eğlendi. Büyücü Degrim içinde yumurta olan büyük çantayı el yordamıyla Barbar’ın boynuna astı. Bunun üzerine çanta da görünmez oldu.

“Unutma!” dedi Degrim, “bedeninden uzaklaşan her eşya görünür hale geçer. O yüzden özellikle çantayı kendine yakın tut!”

“Tamam” dedi Barbar ve yola çıktı. Diğerleri, uzun otlar ve çalılarla çevrili küçük bir tepeciğin ardına gizlendiler.

Bu sırada kurumuş dere yatağının ötesindeki Zümrüttepe’de iki ejderha, kayaların üzerine tünemiş, aylak aylak sohbet ediyorlardı.



“Çok güzelsin!” dedi erkek olanı, “her zaman ki gibi.”

Dişi olanı kırıtarak dişlerini gösterdi. Sıcak nefesindeki asit kokusu, erkeğin başını döndürdü.

“İştahımı kabartıyorsun” dedi erkek.

“Aç mısın yani?”

“Ben sana açım, ejderhaların en güzeli!”

“Şuraya bak!” dedi dişi, köprüye doğru yaklaşan Sör Naycıl’ı işaret ederek.

“Talihe bak, yemek ayağımıza geliyor.”

“Saldıralım mı?” dedi dişi olan.

“Bırak biraz daha yaklaşsın. Silahı bile yok, bu aptalın yolu buralara nasıl düştü acaba?”

“Aaa, bize baktı, bizi gördüğüne eminim ama arkasını dönüp kaçmak yerine sakince gelmeye devam ediyor.”

“Kendini görünmez mi sanıyor acaba?”

Bu sırada Degrim ve Yılan epeyce geriden ve saklanarak Sör Naycıl’ı takip ediyorlardı. Barbar farkında değildi ama her bastığı yere kiremit rengi bir ayak izi bırakıyordu.

“Sence ejderhaları atlatabilir mi?” dedi Yılan.

“Hayır,” dedi Degrim, “yaptığım görünmezlik büyüsü ejderhaları kandıramaz.”

“Peki yumurtanın içine koyduğun patlayıcı toz yeterli olacak mı?”

“Yeterli olmak mı? O miktarda patlayıcı toz, Mavitaş Kasabası’nı bile yerle bir eder. Birazdan patlayınca iyi siper al. Kafana bir ejderha poposu düşebilir çünkü. Hah hah hah!”

“Dua edelim de ejderler nefes püskürtmesinler geri zekalıya.”

“Sanmıyorum, silahsız bir adam için nefes tüketeceklerini ama sen yine de dua et, bunca çabamız boşa gitmesin. Bütün gece şu solucana yağ çekmek beni kendimden tiksindirdi.”

Sör Naycıl asma köprüyü henüz geçmişti ki, iki ejderha uçarak yanına geldi. Savaşçı ses çıkarmamak için kılını bile kıpırdatmıyordu ama iki ejderhanın da hemen yanına gelmesi ve direkt olarak kendisine bakmaları hayra alamet değildi. Acaba görünen bir yeri mi var diye kendisini kontrol etti ama yoktu. Kendi kendisini göremiyordu, o hâlde bu yaratıklar neden şıp diye önünü kesmişlerdi.

Ejderhalar yavaş adımlarla Sör Naycıl’a yanaştılar. Hem de burnunun dibine kadar, öyle ki, asit kokulu nefesleri Barbar’ın yüzünü yalıyordu. “Senin dua edecek bir tanrın var mı?” dedi erkek ejderha.

Sör Naycıl birden anladı ki: Onu görüyorlardı! “Hass...” dedi son olarak.

Kara büyücü Degrim, “tam zamanıdır!” diyerek saklandığı yerden çıktı ve elindeki küçük asadan, önceden hazırlamış olduğu şimşek büyüsünü fırlattı. Şimşek direkt olarak Barbar’ın taşıdığı çantanın üzerine çaktı. Sör Naycıl daha şimşek tarafından kızartılamadan, içi patlayıcı toz dolu sahte yumurta infilak etti. Patlamanın boyutları o kadar büyüktü ki, ejderhalar bile derhal öldü. Sör Naycıl’ın ise parçası kalmadı.

Kara büyücü Degrim ve yardımcısı kara katil Yılan, ejderhaların yuvasını yağmaladı. Hazineleri aldılar ve gerçek yumurtayı da.

SON


Resim: Kerem Beyit

.
.

Yoksa cırcır böceklerinin sözde ahenkli müzikleri ve hafif bir rüzgarın etkisiyle sallanıp birbirine sürten buğday başaklarının hışırtısından başka bir şeyin duyulmadığı bu ıssızlıkta karşılaşıvermeleri tamamen tesadüf müydü?

.

Çevrimdışı BerkeB

  • ***
  • 494
  • Rom: 7
  • Onu bulan herşey'i bulur
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #1 : 05 Ağustos 2009, 23:15:21 »
Hikayen çok güzel ayrıca siz bu fantastik resimleri nereden buluyorsunuz.
Bakmayın şiir yazdığıma romantik değilim :).

Çevrimdışı Dwaxer

  • **
  • 53
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #2 : 06 Ağustos 2009, 13:08:32 »
Hikayen çok güzel ayrıca siz bu fantastik resimleri nereden buluyorsunuz.
Resim Kerem Beyit'in; bir öykü yarışmasında izin alınarak kullanılmıştı; yani öyküyü bu resimden ilham alarak yazmıştım. Tabii kaynak belirtmemekle ayıp ettim; unuttum daha doğrusu kaynak belirtmeyi, üzgünüm. Neyse geç de olsa belirtmiş olduk; Kerem Beyit diye ararsanız bulacağınız gibi çok güzel fantastik konulu görselleri var sanatçının.
.

Yoksa cırcır böceklerinin sözde ahenkli müzikleri ve hafif bir rüzgarın etkisiyle sallanıp birbirine sürten buğday başaklarının hışırtısından başka bir şeyin duyulmadığı bu ıssızlıkta karşılaşıvermeleri tamamen tesadüf müydü?

.

Çevrimdışı ...Allen C.P...

  • **
  • 137
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #3 : 22 Ağustos 2009, 13:19:40 »
Müthişti harikaydı batıldım kelimeler bulamıyorum ifade edicek....
...İmza ve avatarlarım bana aittir!(Kesinlikle almayınız!)

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #4 : 22 Ağustos 2009, 17:51:21 »
Özellikle anlatımın ve kurgunun akışı, olayların birbirine bağlanışı, fantastik edebiyatın tam içinden müthiş bir hikaye okumamızı sağlıyor. Benim en çok dikkatimi çeken şey de bu hikaye akıcılığı oldu. Sonra ise Sir Nigel'in karakterindeki acınası salaklık. Hikaye büyük bir bütününü parçası gibi, gibi değil, büyük bir bütünün parçası olduğundan eminim.

O bütünün içerisinden ufak bir parça hikaye gayet neşeli oldu. Kerem Beyit'in harika resmiyle süslenmesi de ayrıca güzel. Tebrik ediyorum.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Dwaxer

  • **
  • 53
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #5 : 25 Ağustos 2009, 12:08:05 »
Sağ olun arkadaşlar, beğenmenize sevindim.  ;D
.

Yoksa cırcır böceklerinin sözde ahenkli müzikleri ve hafif bir rüzgarın etkisiyle sallanıp birbirine sürten buğday başaklarının hışırtısından başka bir şeyin duyulmadığı bu ıssızlıkta karşılaşıvermeleri tamamen tesadüf müydü?

.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #6 : 31 Ağustos 2009, 11:48:15 »
Ben de çok beğendim. Daha önceki hikayelerini de beğenmiştim zaten. Bu da en az onlar kadar iyi. Yeteneğini ve yazım tarzını çok takdir ediyorum. Tasarladığın evren, mekanlara verdiğin çarpıcı isimler, karakterler... hepsi harika. Başarılarının devamını dilerim.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #7 : 31 Ağustos 2009, 14:03:48 »
Anlatım çok hoş olsa da yazarın 21. yüzyılda yaşadığını fazla belli ediyor. Ama buna sebep olan diyalogların tarzı değil, hatta 'oo naber hacı ya' tarzı diyalogların ve fantastik kurgunun birleşimi inanılmaz keyifli  ;D

Hepinizin...” diye küfürlerle devam etti sözlerine. Tumturaklı küfürler etti, gün yüzü görmemiş ve kadim zamanlardan kalma küfürler.

Bu küfürler bizim sık sık duyduklarımız sanırım ki böyle düşününce kahkahaya boğuldum, tebrikler. ;D

Çevrimdışı Mu

  • *
  • 26
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #8 : 31 Ağustos 2009, 15:51:37 »
Hikayeniz beni aldı götürdü.Genelde karanlık ve tozlu olan yazıların yerine sizin yarattığınız dünya aydınlık ve neşeliydi.Kurgunuz çok hoş.Kısa bir öyküden bekleneni veriyor.Elinize sağlık.

Çevrimdışı Dwaxer

  • **
  • 53
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #9 : 01 Eylül 2009, 18:47:41 »
Teşekkürler arkadaşlar güzel yorumlarınız için. ;D
.

Yoksa cırcır böceklerinin sözde ahenkli müzikleri ve hafif bir rüzgarın etkisiyle sallanıp birbirine sürten buğday başaklarının hışırtısından başka bir şeyin duyulmadığı bu ıssızlıkta karşılaşıvermeleri tamamen tesadüf müydü?

.

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #10 : 07 Eylül 2009, 12:45:29 »
İlk dikkat çeken şeyi soruyorum, burada Sir Nigel dediğimiz kişi Sör Naycıl mı oluyor?

Bunun haricinde Kuru Döşek Hanında olan olaylar, oradaki karakterlerin başta hikayede ana rol oynuyormuş izlenimi vermesi, daha sonra olay tamamen Degrim, Yılan ve Söe Naycıl'a kayması ilginç geldi..

Yazım tarzın her zamanki gibi sürükleyici ve kelime açısından zengin. Kendisini istemesende okutturuyor. Ellerine sağlık.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Dwaxer

  • **
  • 53
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sir Nigel’ın İntikamı
« Yanıtla #11 : 10 Eylül 2009, 13:16:32 »
Teşekkürler okuduğun ve yorumladığın için magicalbronze.
İlk dikkat çeken şeyi soruyorum, burada Sir Nigel dediğimiz kişi Sör Naycıl mı oluyor?
Evet, Barbar güya önemli gözükmek adına kendisine bu ismi veriyor.

.
.

Yoksa cırcır böceklerinin sözde ahenkli müzikleri ve hafif bir rüzgarın etkisiyle sallanıp birbirine sürten buğday başaklarının hışırtısından başka bir şeyin duyulmadığı bu ıssızlıkta karşılaşıvermeleri tamamen tesadüf müydü?

.