Kayıt Ol

Denge // Bölüm X (Son Bölüm)

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Denge // Bölüm IX
« Yanıtla #135 : 28 Aralık 2010, 13:56:14 »
Bu aralar çok yoğun olduğumdan hikayeyi okumaya bir türlü fırsat bulamamıştım. Tam başladığım sırada ya bir iş çıkıyor ya da biri gelip bir şeyler isteyerek okuma zevkimi katlediyordu. Neyse ki bugün yemek arasında bir taraftan tıkınırken bir taraftan da yeni bölümü okumaya fırsat bulabildim. Ama ne bölüm!? Kendimi öyle bir kaptırmışım ki yemeğimi bitirdiğimin farkına bile varamadım. Son hatırladığım şey boş tabağa çatalımı saplamaya çalıştığım :)

Furian ile Xen arasındaki destansı dövüşe bayıldım. Dövüşten daha fazla beğendiğim bir şey varsa o da hareketleri kağıda döküşündeki becerin. Gözümün önünde canlandıramadığım sahne yok neredeyse. Sadece en sonda Xen, Furian'ın üzerine basıp sonra da dirseği ile rakibinin boğazına bastırdığı yerde ufak bir takılma yaşadım o kadar.

Dui ve Sui'nin konuşmaları, kalkan olup olmama tartışmaları vb diyaloglar çok hoştu ve araya başarı ile serpiştirilmişler. Kılıç fırtınasını da daha başarılı bir şekilde aktarmışsın bu kez. ‘Kılıç Fırtınasından sağ çıkan olmadı.’  sözü de çok hoşuma gitti ayrıca :)

Tek eleştirim hikayenin sonuna olacak sanırım. Ben olsam Furian'ın o açıklamayı orada yapmasına izin vermez, hikayeyi "Ne arenası?" sorusunun sorulduğu yerde keserdim. Bir sonraki bölümde ise o olayı birinci elden aktarırdım okuyucuya. Ama bu, senin tarzının kötü ya da yanlış olduğu anlamına da gelmiyor.

Son darbeye gelecek olursak... İyi ki Dui ve Sui bilinçli varlıklar :)

Görüşmek üzere...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm IX
« Yanıtla #136 : 04 Ocak 2011, 17:27:52 »
@Antiseptik: Teşekkür ederim takip edip yorumlarını esirgemediğin için. Olayın aslını da yakında işlemeyi düşünüyorum. Bu yüzden sorularına cevap bulabilirsin.

@mit: Bu duello kafamda uzun süredir evirip çevirdiğim bir olaydı bu yüzden detaylı anlatıp birşeyleri kaçırmamaya çalıştım. Son kısımdaki karışıklık Xen'in eğildiğini söylemediğimden kaynaklanıyor sanırım. Önce ayağı ile bastırıp sonra eğilip boğazına çöküyor. Eh gözden kaçmış galiba. Sonuna gelecek olursak. Aslında sonuna 2 paragraf daha yazmıştım bu daha da kırpılmış hali gelecek bölümle alakalı olarak orada bıraktım ama haklısın bağlantıyı dediğin yerden yapsam daha çarpıcı olurmuş. Sonradan hayıflanmadım değil :)

Çevrimdışı

  • *
  • 32
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm IX
« Yanıtla #137 : 28 Ocak 2011, 15:44:23 »
Xen İlginç bir karakter. Fazlasıyla gizemli. Dengenin neden bozulmaması gerektiğini anlamadım savaşlar olmamalı mı yani o dünyada?
Lord Keril fazla kibirli gibi sevmedim bu karakteri Orkları fazla küçümsüyor gibi.
Bir an sadece 5 orkun öleceğini sanmıştım. Son ölen kişiye acıdım  :-\ yazık oldu ona diye düşünüyorum :( Birde Xen haklı bu denge işi gerçekten de zormuş :P

Melanot ve Hava Irkına hayran kaldım. Gerçekten yaratıcı :)
Spoiler: Göster
Xen ? Melanot ? şu an büyük bir şaşkınlık içerisindeyim. Hiç beklemediğim bir olaydı bu. Ama satranç ve savaşı özdeşleştirmen gerçekten güzel olmuş :)
Kılıç konuşabilseydi keşke ya ama olsun en azından titriyor :P


Şimdilik sadece bu kadar okuyabildim daha sonra devamını okurum :) yorum yapmaya çalıştım elimden geldiği kadar. Çok güzel bir hikaye.


Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm IX
« Yanıtla #138 : 30 Ocak 2011, 17:33:19 »
Uzun zamandır okumayınca tüm bölümleri en baştan okudum. Yoo, hayır abartmıyorum. En baştan itibaren tüm bölümleri yeniden okudum :).

Xen ilk karşımıza çıktığında mükemmel şövalye(!) havası ile çıkagelmişti. Kusursuz diz çöküş, dimdik bir sırt, geniş omuzlar ve her hareketinde kusursuzluğun sembolü olan tavırlar... Fakat daha sonraları geçmişini öğrenmemizle bu durum epey bir değişiyor. Benim ilk eleştirim, keşke o giriş bölümünde o kadar da mükemmel olmasaydı demek olacaktır. Diğer bir eleştirim ise, Dui ve Sui'nin malum gerçek kimliklerine göre biraz fazla şeker oldukları yönündedir :). İkisi de okuması çok zevkli karakterler, fakat madem geçmişte onlar
Spoiler: Göster
Ejderha krallardan biriydiler

o zaman bu olayın getirdiği bir ağırlık ve bilgelik de bekliyordum ben. Dediğim gibi, bu tatlı tavıralrı çok hoş, ama gerçek kimliklerini daha çok yansıtmalarını diliyorum. Yani daha ağır ve daha otoriter ve hatta bilge tavırlar.

Furion olayına ise "abov!" dedim öncelikle. Hem de Pseal'ın emrinde karşımıza gelmesi beni bir hayli şaşırttı. Son bölümde Xen'e de çok kızdım. Senin için diyordu niye adamı öldürdün? Bir dur, dinle. Zaten "neden?" demek için gitmişsin, madem amacın konuşmak niye küt diye kestin o.O?
Ah, şeçilmişler! Onları anlamak gerçekten güç :).

Şunu rahatlıkla söylüyorum ki, DENGE son zamanlarda okuduğum en özgün hikaye! Bir kere iyi veya kötü olmaksızın, tarafsızlık için savaşan bir ana kahraman fikri çok güzel. Ayrıca, Hava Irkı gibi hikayenin kendisine has özellikler de leziz!

Bir de sorum olacak, Hava Irkı insanları havada durabiliyordu sanki? Xen de şöyle bir yerden yükselse hoş olmaz mı?

DENGE'yi bir kitap olarak okumak istiyorum. Elime alıp okuyacağım bir eser tadında ve ben onu kitap raflarında görmek istiyorum. Çünkü o derece özgün ve o derece okuyucuyu oturduğu koltuktan çekip alan bir etkisi var. Umarım biz bir kitap olarak görürüz bu hikayeyi :).
Çok yaratıcı ve özgün bir dünya. Her bölümde ayrı bir hayran kaldım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
« Yanıtla #139 : 21 Mart 2011, 15:43:50 »
DENGE
Bölüm X
Ölüm

Yüzyıllar gelip geçer. Mevsimler birbiri ardına dünyayı kendi istedikleri renge boyamak için çekişip dururlar. Yerküreyi sıkı sıkıya sarmalayan pamuk gibi bulutlar, kötücül kuzenleri olan koyu gri bulutlarla saklambaç oynarken, sıcacık gülümsemesi ile kemiklerini ısıtan güneşi bir görüp bir kaybeder yaşadığımız topraklar. Gördüğü zaman özlem ve sevinçle içi sıcacık olurken, göremediği zamanlarda hüzünlenip çoğu zaman saatlerce gözyaşlarına boğulur dünyamız.

Zaman denilen meret ne kadar da hızlı geçiyor. Daha dün enerji dolu güneşi içlerine kadar çeken koyu yeşil yapraklar, yaşlanıp kurumuşlar ve kendilerini son duraklarına taşıyacak asi rüzgara kapılıp gitmişler bile. Bereketli toprağın şefkatli kucağında dünyaya gözünü açan, gökkuşağının bütün renklerini içinde barındıran çiçeklerin neşeyle söylediği o şarkılar nerde?   Meltemlerin sevgi dolu okşamaları ile bir sağa bir sola sallanan yemyeşil örtüye ne oldu?

Şimdilerde kuralıktan çatlamış, verimsiz, uçsuz bucaksız sarı kumların ortasında kalıverdim. Her yerde söylenen tek bir şarkı var artık, her yerde bilinen tek bir kelime; ‘Ölüm!’

Derinden, hastalıklı bir öksürük sesi duyuldu. Yaşlı ağacın koca cüssesinin her yanını, yapraklarının yeşil ve sarı renklere bulandığı kısmına kadar sert çizgileri olan kabuklar kaplamıştı. Xen gümüş zırhlarla kaplı elini ağacın gövdesinden çekmemek için kendini zor tuttu. Kadim ağacın konuştuğu unutulmuş dili işitiyor ve her kelimesinde iliklerine kadar hissettiği derin titreme ile sarsılıyordu. Dünyayı bu kadar değişik algılayan devasa ağacın bilgeliği altında ezilip kalıyordu her işittiği açıklama ile.

---0---

Furian ile arasında geçen son duellodan sonra hızla atına atlayıp Tanrıçası Seveal’ın huzuruna çıkmıştı. En ufak duygu kırıntısı olmayan yüzünde her zamankinin aksine endişeli bir merak vardı. Seveal, Xen daha kapının önüne gelmeden ‘İçeri gel şövalyem.’ diye onu davet etti. İçeri girip muazzam bir denge ile yere çökerken bir eliyle de miğferini çıkartıp yere koydu. Düsturu gereği tanrıçasının konuşmasını sabırla bekliyordu. Dışarıdan bakan biri heykelimsi duruşunun altında patlayan yanardağı ve alev saçan gözlerini göremezdi. Tabi bu Seveal değilse.

‘Ne düşündüğünü biliyorum Xen. Yine cevabını alamayacağın soruların peşindesin.’ Tanrıçanın sesi net ve sevecendi. Xen’in bu dünyada hoşuna giden bütün her şeyin tınısını içinde barındırıyordu neredeyse.

‘Bunun cevabını bilmeliyim…’ dedi şövalye içindeki yanardağı bastırıp hüzünle söylemişti sözlerini.

‘Bizleri anlamak çok zordur bunu sen de biliyorsun. İnsanlara iyiliklerin en iyisini bahşederiz ve onlar bize küfür ederler. Bazen de onların kötülüklerine olduğunu bildiğimiz şeyleri yapınca minnetlerini kazanırız.’ Sesi o kadar ikna ediciydi ki Xen neredeyse hipnotize edici etkiye kapılmak üzereydi.

‘Cevabını öğrenmeliyim.’ Dedi tekrar bütün benliği ile sesin akıcı ve derinden işleyen tınısına karşı koyarak.

Seveal şampiyonunu iyi tanıyordu. Bu sefer gerçekten de bilmek istiyordu. ‘Önce bizim ölümlüler gibi düşünmediğimizi kendi gözlerinle görmelisin. Bir hesabın üzerinden yüzlerce yıl geçse de unutmadığımızı, sonsuz yaşamlarımızda bizi anlayan tek varlıkların yine kendimiz olduğu bilinciyle yaptığımız hareketleri anlamalısın.’ Hüzün, öfke, yaptırım ve daha birçok duygu dolu ses Xen’in içine işliyordu.

---0---

Ve işte buradaydı. Nedenini bilmese de tanrıları anlamak için uçsuz bucaksız, kurak ovada tek başına heybetle duran kadim ağacın yanındaydı ve onu dinliyordu.

Ne diyordum? Hah ölüm… Bu lafımı unutma ufaklık;  Ölüm sabırlı bir düşmandır…
Hem de aralarında en sabırlısı.

Yüzyıllar önce bu ova yaşam dolu bir yerdi. Az ileride akan coşkulu nehrin kenarına kurulu sıra sıra taş binaların oluşturduğu güçlü bir şehir vardı. Şehri tam ortasından bıçak gibi yarıp ikiye ayıran coşkulu nehir dışında görkemli surları aşabilen olmamıştı. Çok önceleri kötücül barbar kabilelerden ve yarı orklardan aldıkları bu ovayı ihtişamlı bir yapıya çeviren cömert ve iyi insanlar, huzur içinde yaşadıkları bu toprakları ellerinden kaçırmamak için var güçleri ile çalışıyorlardı.

Seveal’a olan bağlılıklarını göstermek için inşa ettikleri büyük tapınak ve surların dört bir yanını süsleyen tanrıçanın amblemleri göz kamaştırıcı güzellikteydi.

Şehir kurulduktan tam iki yüz elli yıl sonra, Seveal kendine bir şampiyon aramak için tüm kıtayı gezmiş ve artık umutsuzluğa kapılmaya başlamıştı. Kendine layık birini aramış ve bulamamıştı. Ona tapınanların görkemli şehrinde bile bağlılık ve yetenek açısından yeterli birileri çıkmamıştı. Standartlarını gözden geçirmeden önce Büyük Okyanusu aşıp Güney’deki farklı tanrıların yönettiği kıtaya gitmeye karar verdi. Ayrılırken bütün şehri güçlü koruma büyüleri ile donattı ve on beş yıl sürecek olan yolculuğuna başladı. Şehre davet edilmeden kimsenin giremeyeceğine neredeyse emindi.

Seveal’ın gidişinin üzerinden bir yıl geçmeden surların önünde bir adam belirdi. Genç yüzü bakımlı ve pürüzsüzdü, çelimsiz bir vücudu vardı, fakat öyle bir duruşu vardı ki dağları bile dize getirirdi. Kapıya yanaştı ve sabırla bekledi. Çok geçmeden bir muhafız neden burada olduğunu sordu, uzun surların tepesindeki gözetleme kulesinden. muhafıza dönüp ‘Ben bir şifacıyım. Tanrıçanız Seveal sizleri yalnız bırakmamam için beni yolladı. Hastalarınıza bakacağım ve yaralarınızı iyileştireceğim. Sizlere en az onun kadar iyi bakacağıma yemin ettim.’

Bu sözleri duyan muhafız yumuşadı. Fakat yine de, her muhafızda olması gerektiği gibi içinde ufak bir şüphe vardı. Aşağı inip adamı yakından incelemek istedi, fakat yerde duran bir halat yığınına takıldı. Parlak zırhları bir tangırtı ile yere çarptığında bütün muhafızlar surlara toplandı. Oluk oluk kan akan vücudunun kırık uzuvlarının imkansız açılarla çarpıtılmış görüntüsüne kimse kısa bir süreden fazla bakamıyordu. Genç adam dışında. O elini kaldırıp asasına tutunmuş, çoktan bir şeyler mırıldanmaya başlamıştı. Muhafızın yattığı kan çukuruna dönen topraktan bir parça aldı ve adamın göğsüne iyice bastırdı. Kimsenin anlamadığı kadim dilde söylediği büyülü sözlerin tonu giderek yükseldi ve bir şimşek çakması ile son buldu. Derin bir nefes alan muhafız dehşetle gözlerini açtı. Ellerini her yerinde gezdirdi ve daha da şaşırdı. Bir çizik bile kalmamıştı vücudunda.

Hemen genç adamı içeriye aldılar ve ona kalacak bir yer inşa ettiler. Genç adam hiç ismini söylemedi. Sadece işini yapıyordu ve bu konuda çok iyiydi. Bir veba salgını başladığında tüm şehrin çocukları ölümle burun buruna geldiğinde hepsini bir alana topladı ve onları iyileştirdi. Tek tuhaf yanı her iyileştirdiği hastasına ‘Seni ölümden kim kurtardı?’ diye sormaktı ve hastaları ‘Sen’ demediği sürece de onların yakasını bırakmıyordu.

Genç adam şehirde on dört yıl kaldı. Seveal Güney Kıtasından dönmeden hemen önce şehirdeki herkesin sevgisini kazanmıştı. Bir sabah erkenden ardında bir not bile bırakmadan şehri terk ettiğinde, gidişi büyük bir hüzün yarattı. Şehirdekiler, ismini bile bilmedikleri bu adam için şarkılar yazdılar.

Seveal’ın bir savaşçı ile döndüğü, yanında çok güçlü ve tehlikeli bir kılıç getirdiği dilden dile söyleniyordu. Şehirdekiler sevinci ve hüznü bir arada yaşıyorlardı. Tanrıçaları adına seviniyorlardı fakat gelecek yıllarda onun yüzünü göremeyeceklerini de biliyorlardı. Tanrıçalarının bütün işi artık şampiyonunu eğitmek olacaktı.

Aradan yirmi yıl geçti. Veba salgınından kurtulan tüm çocuklar, artık birer şövalyeydi ve Seveal’ın armasını zırhlarının omuz kısmında gururla taşıyorlardı.  Birliklerini gösteren rengarenk bayraklar havada dalgalanırken, komutanları arkasını dönüp her birinin yüzüne gururla baktı.

‘İleri!!!’

Seveal’ın altın şehrine saldırmaya cesaret eden düşmanları ile neredeyse eşit sayıdaydılar. Rakipleri de onlar gibi atlara binmiş karşılaşacakları noktaya doğru hızla at sürüyorlardı. Genç şövalyeler dört nala giden atlarının üzerinden birbirlerine gülümsediler. Eğitimleri sert ve zorlu geçmişti. On yıldır bu an için eğitiliyorlardı ve rakipleri sayıca eşit olsa bile yetenek olarak onların yanına bile yaklaşamazdı. Hemen dördüncü formasyona geçtiler. Bir ok başı gibi dizilip rakiplerini ortadan yaracaklar sonrasında iki yana ayrılıp onları bir ölüm çemberine hapsedeceklerdi.

Seveal şampiyonu Xenathion’u eğitirken içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Büyülü şehri saldırı altındaydı. Hemen şampiyonunun yanından ayrıldı ve kendisini savaş alanına nakletti. İnsanüstü gözleri saniyeler içinde aradığı figürü buldu ve hızla kendini Kötülük Tanrıçası Psaela’nın yanına ışınladı.


‘Sana neden şehrime saldırdığını sormayacağım. Zira öcünü almak niyetindesin. Fakat şunu bil ki şövalyelerim senin eğitimsiz askerlerini fazla vakit kaybetmeden yenecektir. Neden gücünü azaltacak bu hamleyi yapıyorsun?’ Seveal’ın sesi saf bir merak duygusu barındırıyordu.

Psaela derinden gelen kötücül bir kahkaha attı. Kahkahası ile durdukları yükselti sallandı ve gök yüzü ona eşlik edercesine kara bulutlarla kaplandı. ‘Öcümü alacağım Seveal ve sen de beni izlemekten başka hiçbir şey yapamayacaksın!’ sözleri biter bitmez kendini savaş alanının ortasına taşıdı Psaela ve büyülü sözler söyleyerek büyünün tüm bedenini sarmasını bekledi. Topraktan kara dumanlar çıkıp tüm bedenini kapladı.

Dağılan kara dumanların arasında başka bir figür belirdi. Sıska, genç bir adamdı. Yüzü pürüzsüz ve düzgündü. Büyü ile güçlendirilmiş sesi ile Seveal’ın tüm şövalyelerine seslendi.

‘Şövalyeler sizi ölümden kim kurtardı?’ ses ovada yankılanırken iki tarafın da koşan atları yavaşladı ve durdu.

Şövalyeler hep bir ağızdan hipnotize olmuşcasına ‘Sen kurtardın!’ dediler. Gür sesleri havada bir savaş marşı gibi yankılanırken, kimsenin ismini bilmediği genç adam eli ile havayı keser gibi bir hareket yaptı.

Birbirine az önce gülümseyen şövalyeler yüzlerinde büyük hayal kırıklığı ile bir bir yere düştüler. Binlerce şövalye atlarının üzerinden tangırtılar saçarak yere yığılırken, savaş alanını toz bulutları kapladı. Hepsinin vücudunda veba yarası gibi büyük kara izler vardı. Şövalyelerin komutanı karnında yeni oluşan kalın kan izine baktı. Bacağı sanki az önce kırılmış gibi çarpık bir açıyla atından sallanıyordu. Miğferini çıkartmak istedi fakat ellerini kullanamıyordu. Her yeri kırılmış gibiydi. Yirmi yıl önce kapıdan içeriye büyük bir minnetle aldığı kendini iyileştiren sıska adama baktı ve bir lanet okudu. Ardından sessizce yere kapaklandı bir zamanların şanlı muhafızı.

Böylece yitti Seveal’ın şövalyeleri. Böylece yağmalandı altın şehir.

Ölüm sabırlı bir düşmandır evlat. Hem de içlerinde en sabırlısı.

İşte bu yüzden Seveal’a hizmet eden ve edecek olan tüm Şampiyonlar ölüme mahkumdur. Sadece kendi tanrıçalarının ellerinden, sadece ona borçlu olarak bir kez daha hayata dönmek için.

---SON---

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Denge // Bölüm X
« Yanıtla #140 : 21 Mart 2011, 16:36:37 »
Kusursuz, harika bir bölüm. Bölümü bize anlatan kimdi? Mit mi? :D

Yorum yapamıyorum, hani iyi olduğunu söylemekten bıktık orası ayrı ama keşke azıcık daha uzun olsaydı be... Harika fakat kısa. :) Yeni bölümleri bekleyemiyoruz sanırım, kitabı bekleyelim bari! :)
May the force, be with you.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Denge // Bölüm X
« Yanıtla #141 : 22 Mart 2011, 12:01:25 »
Son mu? Son olmasın ama yahu, ne güzel okuyorduk :) Bu hikayeden daha çok yan bölümler, çok güzel maceralar çıkar rahat rahat. Bitmesine üzüldüm doğrusu...

Veba olayı ve şifacı kesinlikle harika bir fikirdi. Adamın içeri girmek için kullandığı küçük numara, seni kim iyileştirdi demesi vs. hepsi çok iyi tasarlanmış ve iyi bir biçimde kaleme alınmıştı.

Tanrıça Seveal'in adının nereden geldiğini de tam anlamıyla ilk kez fark ettim bu bölümde :) Ufak ama güzel bir kelime oyunu.

Son olmasın...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm X
« Yanıtla #142 : 22 Mart 2011, 12:40:20 »
@Wanderer: Bölümü anlatan kadim bir ağaçtı bu bölümde. Ayrıca her ne kadar aksi söylense de bölüm kısa filan değildi. 4 word sayfasına kısa denebilirse o ayrı tabi. Ayrıca en büyük sorulardan birine de yanıt veriyor. Umarım doyurucu bir bölüm olmuştur. Sıkı takipçilerimden biri olduğun için sana teşekkür ederim bu arada:)

@mit: Birçok yan bölüm ve birçok macera zaten hali hazırda word sayfalarına özenle işlenmeye devam ediliyor. Foruma yazdığım bu son bölümün ardından 2-3 bölüm daha yazdım ve daha birçoklarını da yazmaya devam edeceğim gibi duruyor. Bu niyetle başlamasam da inanılmaz boyutlarda bir evren yaratmışım ve anlatılacak o kadar çok şey var ki... Neyse umarım sonu bir yere bağlanır. Bu konuda kendimden emin olamıyorum nedense :) Her bölümü okuyup eleştirilerini, düzenlemelerini esirgemeyen sana da bir teşekkür borçluyum. Teşekkürler.

Seveal'ın ismine gelince bu çok barizdi. Son bölümde mi anlayabildin yani? Benim de frp oyunlarında, msnde ve bazı yerlerde kullandığım takma adım Maxen'dir. Xen in ismi de oradan geliyor.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm X
« Yanıtla #143 : 22 Mart 2011, 14:00:12 »
Seveal'in anlamını mit dikkat çekince ancak çözebildim ben de, gerçekten hoş bir ayrıntı olmuş.

Beklenmedik, mantıklı, Kurgu İskelesindeki 10. hikayenin, 10. sayfasındaki 10. bölümüne yakışır bir son olmuş. Denge'nin herhangi bir bölümünün bitiminde SON kelimesini görmek insanı biraz hayal kırıklığına uğratsa da son bölümün kendine has havası o hayal kırıklığını bir nebze unutturmuş. Genel olarak bakarsak ''bir başyapıt'' demek doğru olur sanırım Denge için. Yan hikayelerini beklemeye devam edeceğiz. :)
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
« Yanıtla #144 : 23 Mart 2011, 10:01:52 »
KoyuBeyaz inan 10. hikayem olduğunun da , 10. sayfa olduğunun da farkında değildim. Sadece bölümleri 10'a tamamlayıp foruma gönderdiğim bölümlerin sonuna gelme niyetindeydim. Geri kalan hoş bir tesadüf olmuş...

'Denge' isimli hikayemi bir roman yapmaya karar verdim arkadaşlar. Zaten fark etmişsinizdir tam anlamıyla bir son gibi olmadığını. 10. bölüm sadece foruma gönderdiğim ve göndereceğim bölümlerin sonuncusudur. Bu bölümden sonra olan bölümleri yazılmaya başlandı bile. Ne kadar sürer, bu işin altından kalkabilir miyim bilemiyorum ama deneyip görmek istedim. 

Şimdiye kadar her bölümü takip edip yorumlarını esirgemeyen Koyubeyaz a da teşekkürlerimi sunarım.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
« Yanıtla #145 : 23 Mart 2011, 18:03:57 »
İşte bu çok güzel bir haber! Ta hikayenin başından beri söylediğim gibi, bu hikaye basılı bir roman olmayı sonuna kadar hakkediyor. Altından başarı ile kalkabileceğine eminim. Zorlandığın yerler olursa rıhtımdaki dostlarını hatırlaman yeterli ;) Şimdiden başarılar...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
« Yanıtla #146 : 26 Mart 2011, 21:48:04 »
Çok güzel bir son oldu fakat ben anlayamadım malesef ki! Yani o yüzden bir şey söyleyemeyeceğim ama muhteşemdi.
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
« Yanıtla #147 : 27 Mart 2011, 14:21:38 »
Çok güzel bir son oldu fakat ben anlayamadım malesef ki! Yani o yüzden bir şey söyleyemeyeceğim ama muhteşemdi.

Ben de neyi anlamadığını anlayamadım malesef.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
« Yanıtla #148 : 27 Mart 2011, 17:46:01 »
Çok güzel bir son oldu fakat ben anlayamadım malesef ki! Yani o yüzden bir şey söyleyemeyeceğim ama muhteşemdi.

   Anlamadığın bir şey hakkında yorum yapman garip.


Ben de neyi anlamadığını anlayamadım malesef.

   Sanırım hikayenin sonunu anlayamadı.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm X (Son Bölüm)
« Yanıtla #149 : 27 Mart 2011, 18:52:37 »
Çok kalbim kırıldı  :hemk. Küstüm, oynamıyorum.

Ne güzel okuyorduk, hemen bitti :(. Merak ve beğeni ile takip ettiğim Denge'den mahrum kalıyorum artık demek. Ne diyeyim, inşallah kitap olarak elimize alırız da o zaman kesintisiz okuruz. Sana bu zorlu yolda başarılar ve iyi şanslar diliyorum. Umarım yayınevlerinden olumlu cevaplar alırsın da, biz de övünürüz. "Denge'nin yazarı var ya, ben tanıyorum onu!" diye etrafa hava atarız :D.

Neyse gelelim son bölüme. Açıkçası pek bir son gibi olmamış bence. Şöyle ki, bir şeyler eksik gibi. 10.bölümü yine soluksuz okudum fakat yine de, kesin bir şeyler söylemiyor bu son. Yani evet ortada bir son var ama kesin hatlarla çizilmiş bir son değildi bana göre. Hani o bilindik, kesin hatlar çizen sonlardan değil. Ama bu da yazarın tercihi aslında. Bu konuda söylediklerimi pek de eleştiri olarak söylemiyorum açıkçası. Sonuçta bu seri başka şekillerde de olsa devam ediyor :).

Xen, haklı olarak merak ediyordu. Seveal'ın onun merakını gidermesi ise mantıklı bir davanıştı. Bir tanrıça olarak pek ala cevaplamayada bilirdi. Ancak Seveal'ın şampiyonuna karşı derin bir sevgi de beslediğini düşünüyorum ben. Öyle mi?

Ben de Şifacı fikrini çok yaratıcı buldum. Uzun yıllar sabırla bekleyerek ve hiçbir şüpheli harekette bulunmadan, Seveal'ın halkına sadık kalması da güzeldi doğrusu. Hamlelerini çok akıllıca oynamış ve şüpheye yer bırakmamış.

Tek eleştirim şu olacak:

Alıntı
Hemen şampiyonunun yanından ayrıldı ve kendisini savaş alanına nakletti.
Bu ve bunun gibi "ışınlanma", "nakletme" gibi kelimeler, benim için, biraz tuhaf kaçıyor. Okurken bir durmama neden oluyor. Bahsedilen tanrısal bir varlık olunca "ışınlamak" gibi tabirlerin yerine, "hemen olay yerine gitti" gibi daha basit bir cümleyi daha uygun görüyorum. Bu tamamıyla benim düşüncem :). Çünkü bana göre, diğer türlü tanrısal bir varlıktan bahsetmiyormuşuz gibi geliyor. Orada bir çelişki yaşıyorum.

Bunun dışında, hoş bir destansı anlatıma sahip, ölümün sabrına dair çok doğru bulduğum bir tespiti ve mesajı da taşıyan güzel bir bölümdü. Ama bitti :/.