Kayıt Ol

Denge // Bölüm X (Son Bölüm)

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Denge // Bölüm VII
« Yanıtla #120 : 17 Eylül 2010, 02:18:39 »
Vay Clorus, cidden iyi fark etmişsin.

Malkavian, o, direk tanrının kendisi filan değildir di mi :P (Fena salladım.)
May the force, be with you.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VII
« Yanıtla #121 : 17 Eylül 2010, 14:28:38 »
birincisi, insan ırkını yönetmesi için gönderilen ejderhalar, bildiğimiz ejderha dormunda yaratıklar mı yoksa insan formuna bürünebilen yaratıklar mı?

ikincisi, tanrıların, insan ırkını yönetmesi için ejderha yollaması, ejderhaları onların yarattığı anlamına gelir. peki tanrıların yönetici olarak atadıkları bu ejderhalara bir nevi bug yada defo diyebileceğimiz değerli taşlara karşı zaafiyet vermeleri biraz tuhaf değil mi? neticede yönetici olarak, düzeni sağlamaları için özel olarak gönderilmişler. bu kötü özelliğin farkında olmamaları biraz tuhafıma gitti açıkçası.

1. Ejder Krallar,insan formuna bürünemiyorlar. O yüzdne yalnızlık hissedip, o yüzden halkları tarafından tam anlamıyla kral gibi sevilmiyorlar. Talu'nun yakutlara yüklediği güç ile 3 tanesi sadece insana dönüşebiliyor. Bu yüzden zaten Talu'nun hediyesi büyük bir lütuf gibi geliyor onlara.

2. Herşey kusurludur. Tanrılar zaten kusursuz birşey yaratmazlar. Ne zevki kalır ki o zaman. Ayrıca kusursuz Ejder Krallar yaratsalar Tanrılara ihtiyaç kalmazdı :)

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VII
« Yanıtla #122 : 17 Eylül 2010, 14:43:48 »



1. Ejder Krallar,insan formuna bürünemiyorlar. O yüzdne yalnızlık hissedip, o yüzden halkları tarafından tam anlamıyla kral gibi sevilmiyorlar. Talu'nun yakutlara yüklediği güç ile 3 tanesi sadece insana dönüşebiliyor. Bu yüzden zaten Talu'nun hediyesi büyük bir lütuf gibi geliyor onlara.

2. Herşey kusurludur. Tanrılar zaten kusursuz birşey yaratmazlar. Ne zevki kalır ki o zaman. Ayrıca kusursuz Ejder Krallar yaratsalar Tanrılara ihtiyaç kalmazdı :)
[/quote]

o halde tanrıların yarattığı kusurlu insanların, kusurlarının yarattığı istenmeyen durumları düzeltmek için yeniden kusurlu yöneticiler yaratması da biraz anlamsız kaçıyor bence. fikrine ve yarattığın esere sonsuz saygım var ve bunlar sadece kişisel düşüncelerim.

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VII
« Yanıtla #123 : 17 Eylül 2010, 15:59:29 »
Tanrılar kibirlidir diyelim. En makul cevap bu olur sanırım. Tanrıların, insanların düzgün yönetilmesinden çok, kendilerine tapılmasına ihtiyaçları vardır. Kusursuz yöneticiler yollanan halklar tanrılara ihtiyaç duymaz, yöneticilerine taparlar.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #124 : 13 Ekim 2010, 15:49:38 »
DENGE
BÖLÜM VIII
Değişen Hayatlar


Parlak zırhlarla kaplı kaslı kolları ile uçan atın yelesine sıkıca tutunmuştu Xen.Yüzlerce farklı sancağı taşıyan, zırhlarından bulutlu havanın boğuk ışığı yansıyan şövalyeler düzenli bir şekilde savaş alanını terk ederlerken, hüzünlü bir melodi çalan bando takımı havadaki kasveti iyice arttırmıştı. Bu düzenli ordunun tam zıt yönünde her bir yana düzensice kabileler halinde dağılan, hatta dağılırken bile kendi aralarında kavga eden ork grupları yer alıyordu. Xen güçlü kolları ile tuttuğu yeleyi hafifçe çekti ve uçan atı yere doğru yöneltti. En çok değer verdiği dengeyi korumak adına en nefret ettiği şeyi yapmıştı yine. Dağılan orkların çaldığı kalın borular, şövalyelerin hüzünlü melodisine karışmıştı. Atından inip öldürdüğü şövalye ve orkların yerde bıraktığı kanlı izlerin önünde durdu. Kulağına çalınan hüzünlü müzikle ayaklarını sürüyerek savaş alanından uzaklaşan kalabalık ork grupları ve şövalyeler, arkadaşları için mi yoksa savaşamadıkları için mi bu kadar isteksizler acaba diye merak etmeden duramadı.

Uzun bir süre en iyi kılıç üstadlarından eğitim görmüştü Xen ve yüzyıllardır savaşıyordu. Amaçsızca duello yaptığı gençlik yılları ve bir amaç uğruna savaştığı uzun yılların görüntüleri zihninde birbirine karışmıştı. Şövalyelerin liderleri güvenli surlarının arkasına geçmek üzereydi. Bulutlu havanın hafif nemli ve güneş ışınlarından yoksun ferahlatıcı kokusu burnuna çalınırken, Xen havadaki titreşimleri şövalyelerin yanındaymışcasına duyabiliyordu. Onur, gurur, şan, şöhret ve orklara karşı zaferden bahsediyorlardı. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve sinirle gülümsedi. Kimse savaşın o kötü yüzünü görmek istemezdi. Savaşta düşenlere kutlamalar, şaşalı törenler, yakınlarına ise hediyeler sunulurdu. ‘Bir amaç uğruna cesurca öldü.’ denirdi hep. Oysa ki, Xen biliyordu. Hem de çok iyi biliyordu ki muharebe alanında bu anlatılanlar neredeyse hiç yaşanmazdı.


Dümdüz uzanan Tenador Ovası’nın ortasında bulunan Seveal’ın sancağına tutundu ve bir dizinin üzerine çökerek çelik gibi sert bakan gözlerini usulca yumdu. Görüntüler hemen gözleri önünde akmaya başladı. Kalabalık ork güruhu, dört nala üzerlerine gelen parlak zırhlı şövalyeler ile karşılaşmak üzereydi. Dikkatle izledi Xen. Etrafında ne gurur, ne de onur görebiliyordu. Tek duyduğu ve keskin olarak tadabildiği şey olan ‘korku’ havayı doldurmuştu. Tüm benliğinde savaş alanındaki her bir orkun ve şövalyenin korkularını hissedebiliyordu. Büyük bir gürültü ile ilk sırayı oluşturan orkların devasa baltaları, şövalyelerin dört nala koşan atlı birliklerinin mızrakları ile buluştu. Bütün o ihtişamlı sözlerin unutulması için savaşın ilk saniyeleri bile yeterliydi. Hızla kafasını uzağa çevirdi Xen. Hayatında yeterince kan ve vahşet görmüştü. Kafasını çevirdiğinde gördüğü manzara karşısında gülümsedi tekrardan. Şanlı ve onurlu şövalyelerin bazıları savaş alanını terk etmeye başlamıştı bile. Hiçbir şeyden korkmayan vahşetle doğup kinle yaşayan orklar gibi. Kaçanların bazıları kendi askerleri tarafından katlediliyordu ve hain olarak damgalanıyordu. Kim bir metre önündeki arkadaşının parçalara ayrılıp her uzvundan kanlar fışkıran görüntüsünü görüp ümitsizliğe kapılmazdı ki? Körü körüne böyle bir savaşa devam etmek için deli olmak gerekirdi ve görünüşe göre yeterince deli bu alanda toplanmıştı.

Kimse savaşın bu yönünü anlatmazdı. Belki de bunları görüp anlatacak kadar uzun süre yaşayamadıkları içindir kim bilir. Ama Xen çok iyi anlıyordu. Kuru toprağın bir saat içinde ter ve bolca kan ile sulanmış yapışkan bir çamura dönüşmesini izledi. Güç ve hızla saldıran gurupların birbirlerine yorgunluk, susuzluk ve ümitsizlikle, kalan güçlerinin son bir damlası ile etkisiz vuruşlarını izledi. Bir süre sonra balçığa dönen çamurun üzerinde dayanıklılık savaşı verilecekti. Zırhların ağırlığı alınan darbeler ile on kat artmış ve savaşanların üzerlerinde inanılmaz bir baskı yaratmaya başlamıştı. Ölümü açıkça davet etmek için bile olsa yorgunluktan bitap düşmüş şövalyeler, zırhlarından birkaç parçayı üzerlerinden çıkarmaya başladı. Yere düşenlerin sayısı o kadar fazlaydı ki adım atacak yer bulmak çok zorlaşmıştı. Adım atacak yer bulunsa bile çamura gömülen ayaklarını geri çıkarmak ve yeni bir hamle yapmak işkence haline gelmişti.  Yerde yatanların neredeyse üçte biri yorgunluktan bayılmıştı. Güneş batarken ayakta kalabilen insan ve orklar birbirleri ile boğuşmaktan öteye gidemiyorlardı. Saçı başı kan, ter ve çamurla yıkanmış suratı artık görünmez olmuş bir şövalye parmaklarını bir Orkun gözüne batırdı. Acı çığlığı atan ork o anda sıktığı şövalyenin boğazını daha da hiddetle sıktı. İkisi birden birbirlerine kenetlenmiş şekilde, çamurla kaplı yer yer bordoya çalan ölü nehrine katıldılar.


Kimse kızılımsı çamurdan, kesilen ve biçilen uzuvlardan, ölü yatarken gözleri kargalar tarafından çalınıp götürülen cesetlerden, baygın yatarken tek tek bıçaklanarak öldürülen cesur savaşçılardan, birbirine saldırırken suratlarında oluşan korku ve üzüntü ile ölümü bulan kahramanlardan bahsetmezdi. Çoğu savaşçının öleceğinin bilincine son anda varıp savaşırken ağladığını kimse bilmezdi. Bilenler de hayatları pahasına bu sırrı saklar ve ‘ Cesurca öldü.’ Demekle yetinirdi.

Xen daha fazla dayanamayıp gözlerini tekrar açtı. Kendine her gün yeniden dengeyi sağlamak adına yaptıklarına dayanma gücü veren, Seveal’ın mükafatına şükretti. Eğer bu yerde yatan az sayıda şövalye ve orku öldürmeseydi ne olacağını az önce görmüştü gözlerini kapatınca. Şimdi yaptığından ve kendinden daha da emin ayağa kalktı. Bu yeteneği olmasaydı bir gün bile yeni yaşamına dayanamazdı. Balçıkla kaplanmış kan gölünün içinde yatan yüzlerce cansız bedeni düşündü. Tekrar kendi kendine fısıldadı kimsenin duyamayacağı şekilde ‘Üzgünüm…’

O kadar uzun süre düşüncelere dalıp, kanla kaplı toprağın üzerinde hareketsiz durmuştu ki bir karga onu heykel zannedip üstüne konmaya kalktı. Asperi’den gelen sinirli bir kişneme ile son anda farklı yöne uçan karganın telaşlı kanat çırpışları Xen’i kendine getirdi.  

Bu alternatif geleceğe bakış onun yaşam enerjisini az da olsa götürmüştü. Duyuları yavaş yavaş eski haline dönerken atı tekrar kişnedi. Xen bu kişneme tonunu çok iyi biliyordu ve hızla sese tepki vererek yere yattı. Kafasının hemen üzerinden büyük bir vızıltı ile geçen çelik uçlu mükemmel yapılmış ok arkasındaki ağaca saplanırken, hızla kafasını kaldırıp elini kılıcına götürdü.

‘Üzülmene gerek yok Xen.’ dedi ilerideki çalılıktan bir ses.

Xen ayağa kalkarken kılıcını tekrar kınına soktu. Bu derece düşük bir fısıltıyı ancak bir kişi duymuş olabilirdi.

‘Bu savaşın arkasında senin olduğunu anlamalıydım Furian… Eski dostum’ dedi Xen ‘eski’ kelimesini vurgulayarak.

‘ve ben de planlarımı mahvedenin sen ve senin lanet olasıca Tanrıçan olduğunu anlamalıydım’ dedi Furian. Yüzündeki gülücük Xen’in kılcını kınına sokması ile birlikte yavaş yavaş silinirken, kendini gizleyen çalılığın içinden çıkıverdi.

‘Neden Furian? Orkların insanları öldürmesi ne işine yarayacaktı? Neden bir zamanlar en yakın dostum olan sen bu yola düştün? Ve neden artık kaosa hizmet ediyorsun?’ dedi Xen bu soruları defalarca Furian’a sormuştu ama hiç doğru düzgün bir cevap alamamıştı. En yakın dostu bildiği birlikte eğitim aldığı. Hatta Arenadaki o savaşta hayatını –ya da ruhunu- kurtaran can dostu şimdi tek rakibiydi.

Furian sadece ağzını açıkta bırakan başlığının altından fısıltı ile konuştu: ‘Göremeyen birine güneşi, nehirleri, dağları ve okyanusları anlatarak onun ufkunu aydınlatabilirsin, fakat görmemeyi seçmiş birine güneş bile karanlıktır Xen, eski dostum…Bu soruların ile her ne yapmaya çalışıyorsan boşuna uğraşıyorsun.’ Furian durakladı ve arkasını dönüp geldiği çalılıkta kaybolurken ekledi ‘Bir dahaki karşılaşmamızda attığım ok seni ıskalamayabilir. Aptallık edip savaş alanında bu kadar dalgın dolaşmaya devam etmezsin umarım.’ Ve gözden kayboldu Furian fısıltılı sesi daha anca Xen’in kulaklarına ulaşabilmişti.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #125 : 13 Ekim 2010, 16:20:02 »
İçimden okkalı bi küfür ettim Furian'ı görünce. Hisleri, düşünceleri filan çok farklıydı, kötü yola düşmesi pek beklenen biri değildi bence.

Yeni bölüm biraz(!) geç geldi abicim :P O yüzden daha uzun bir bölüm beklerdim açıkcası. Öykü, her zaman olduğu gibi harikaydı, son kısıma kadar. Son kısımda o Xen'in soruları olayı biraz Yeşilçam filmlerini andırdı bana.

Yine de güzel ilerliyor, daha hızlı ilerlemesi dileğiyle. =) Ellerine sağlık...
May the force, be with you.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #126 : 15 Ekim 2010, 14:36:48 »
Xen'in gençliğine o kadar dalmışız ki gerçek zamana dönüş bocalattı biraz. Gerçi bunda iki bölüm arasının uzun olmasının da payı var sanıyorum, gene de sonunda olacağı buydu hani. Demek ki neymiş? Geçmişini öyle sansasyönel yazmışsın ki doğrudan orada kalmış aklımız.  :P

Sade bir geçiş bölümü olarak yazmışsın sanırım, gayet zevk verdi okurken. Xen'in düşüncelerini takdir etmemek mümkün değil, bunlar aslında yazarın işlettiği düşünceler olunca insan ona da bir saygı duyuyor tabi. Furian olayında da bir 'haydaa' çektim sesli olarak. Sanırım büyük kahramanlar her zaman ihanete uğramak zorunda.  :P

Ayrıca; hikayenin devamının gelmesine sevindim!
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #127 : 28 Ekim 2010, 00:51:30 »
KoyuBeyaz'ın da dediği gibi zamanda birden ileri atlayınca insan hafiften bocalıyor. İki bölüm arasında çok fazla konu işlendi çünkü. Üstelik o bölümler o kadar iyiydi ki hepimize şimdiki zamanı unutturmuş.

Furian'a biçtiğin asıl rolü ne zaman gözler önüne sereceğini merak ediyordum bir de. O da bu bölüme kısmetmiş.

Geç yorum için özür...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #128 : 29 Ekim 2010, 15:41:17 »
@Antiseptik: Bölüm biraz geç geldi haklısın ama arada evlendim filan. Mecburi bir ara oldu yani :)

@Koyubeyaz: Haklısın biraz geçmişe fazla ağırlık verdik. Ama karakterlerin olacağı şeyler gözler önüne serilince geçmişlerini okumak daha keyifli olur diye düşündüm

@mit: Lafı mı olur mit. Senin de kendine göre telaşların var. Son zamanlarda ne kadar yoğunsun biliyorum. Bu kitap işi baya oyalıyor sanırım seni. Furian'ın neye dönüşeceğini başından beri bilen bir tek sen vardın zaten. İsim babası olarak. Geçmişi umarım hoşuna gider :)

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #129 : 29 Ekim 2010, 19:24:30 »
Kurgu iskelesinde neler varmış da ben kör halimle hiçbir şey görmeden geziniyormuşum. Hikayenizin tümünü yaklaşık iki saatlik duraksız bir süreç içinde okudum. Okudum ve neler kaçırdığıma yandım. Neyse bu şekilde hepsini birlikte, beklemeden okumak daha lezzetli oldu.
Öncelikle bu kadar geniş bir alana yayılmış kolları olan bir hikaye yazıp, bu kadar farklı zaman dilimleri kullanıp aradaki bağlantıyı en ufak bir kopukluk olmaksızın devam ettirebilmeniz etkiledi beni. Ayrıca karakterlerin geçmişleri, ruhsal özellikleri ve hikayeye katılmış destansı anlatım soluksuz okumama yardımcı olmadı diyemem.
Arasam da bir aksaklık, hata bulamadım (Yanlış anlamayın her işin içinde bir kusur arayan bir tip değilim ;D ) Normalde bu tarz, tamamen fantastik bir evrende geçen hikayeleri pek sevmem ancak sanırım artık bir istisna buldum. Özellikle savaş sahnelerindeki ayrıntılı ve akıcı anlatım bir film izliyormuşum gibi hissetmeme neden oldu.
Fazla uzatmayayım, ellerinize sağlık. Bu hikayeyi okuduktan sonra çıkardığım dersse bir daha kurgu iskelesinde gezerken daha dikkatli olmam gerektiğidir. Gelecek bölümleri sabırsızlıkla bekliyorum. :)

Not= İsimler hikayeyle bu kadar uyuşunca oturaklı olunca işin içinde mit'in de parmağı olduğunu anlamalıydım :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #130 : 01 Kasım 2010, 21:58:48 »
Hikayeyi hali hazırda takip etmeyip de baştan sona okuyanların azmine hayran kalıyorum gerçekten. Baştan okumak için baya uzun oldu. Hikayeye de başlayalı bir hayli zaman oldu. Yine de aralıklarla yazdığım bu hikayede kopukluk bulamamış olman beni çok sevindirdi gerçekten.

Karakterlere ise mit'in de dediği gibi bu hikayede çok özeniyorum. Empatiyi tam anlamıyla kurabiliyorum bu karakterlerle. seviyorum çünkü hepsini teker teker :) mit in de parmağı var tabiki. Ara sıra editörlüğümü ve bazı karakterlerin isim babası olması beni sevindiriyor gerçekten. Payı çok büyük.
Özellikle savaş sahnelerindeki ayrıntılı ve akıcı anlatım bir film izliyormuşum gibi hissetmeme neden oldu.

Beni en çok sevindiren yorum bu oldu gerçekten. Kafamda kurguladığım gibi anlatıp anlatamadığımı hep merak etmişimdir bu sahneleri.

Kurgu İskelesi'nde ayrıca benim tavsiye edebileceğim Fırtınakıran'ın Sakat Rahibe'si ve Nihbrin'in Tengu'su var, mit'in hikayelerini zaten okuyorsundur. Onlar da benim takip ettiğim hikayeler :)

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #131 : 19 Aralık 2010, 00:04:39 »
Bu öykü unutulmadı umarım?
May the force, be with you.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm VIII
« Yanıtla #132 : 20 Aralık 2010, 12:08:52 »
Unutulmadı merak etme. Sadece bu kadar bölüm sonra sıkı sıkıya tuttuğum hikayenin iplerini bırakmak istemiyorum. Her bölümde bu daha da güçleşiyor. Kurguda mantık hatası olmaması için her bölümü yazmadan, önceki bölümleri okuyorum. Bu da yazım işlemini yavaşlatıyor.

Ama bir problem çıkmazsa bu seriyi takip edenlere kendimi affettireceğim yakında.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Denge // Bölüm IX
« Yanıtla #133 : 20 Aralık 2010, 22:32:39 »
DENGE
Bölüm IX
Yalanlar


Furian’ın fısıltılı sesi daha kulaklarına ulaşır ulaşmaz Xen’in ayakları aceleyle hareket etti ve Furian’ın az önce kaybolduğu çalılıktan geçerek ileri doğru atıldı. ‘Bu sefer değil.’ diyordu kendi kendine.

Hızla koştu. Eski dostu gözünün önünden ayrıldığından beri ancak saniyeler geçmişti, fakat yine de onu bulmak kolay değildi. Aceleci tavırlarla havadaki izleri inceledi. Yerdeki izleri incelemek anlamsızdı. Furian neredeyse hiç iz bırakmadan yürürdü. Boğuk havadaki ufak titreşimleri takip etti ve dakikalar süren bir takipten sonra ileride aradığı adamın siluetini gördü. ‘Bu sefer cevaplarımı alacağım!’ Dedi Xen inatla.

Furian’ın kulaklarına kadar açılan ağzının kıvrımları görülmeye değerdi. Her zaman tartışmadan kaçınan Xen olurdu ama bu sefer işler değişmişti.

Furian gülümsemesini bastırmayı başaramadı ve ‘Bakalım ne kadar paslanmışsın eski dostum!’ diyebildi. Daimi gülümsemesinin arasından sıktığı dişleri belli oluyordu. Kırmızı güç kıvılcımları saçan ellerini toprağa doğru çevirdi ve eliyle havayı yakalayıp yukarıya kaldırmaya çalışıyormuş gibi bir hareket yaptı.
 
Toprak sarsıldı ve çatlamaya başladı. Bir anda Xen’in etrafı çatlaklardan yavaşça çıkan iskeletlerle doldu.  Toprak dolmuş eklemlerini gıcırdatarak, silahlarını ellerine alan yaratıklar hiç vakit kaybetmeden bir bir Xen’e saldırmaya başladılar.

Tehlikeyi hemen hissedip yanına gelen atının üzerine rahatça atladı. İskeletlerin oluşturduğu ufak güruhun arasında kalan gümüş şövalye kılıcına daha davranmamıştı. Zırhlı omuzlarını hafifçe geriye doğru yuvarlak yaparak açma hareketi yaptı. Kafasını sağa ve sola hızla salladı ve boynunu kütletti. Son olarak iki ellini birbirine geçirerek İskeletlerin hareket etmesi ile oluşan gıcırtılara eşlik etti.

Ölülerin gözleri yoktu ama olsa bile bir şey fark etmezdi. Şövalyenin hareketlerini yakalamanın imkanı yoktu. Xen kılıcını ilk düşmanı ona varmadan saniyeler önce çekmişti. Kılıcın kından çekilme sesi düz ovada yeni yeni yankılanırken önüne ilk gelen üç iskelet kemik yığınları şeklinde yerde yatıyorlardı.

Xen vakit kaybetmeden atını hızlandırdı ve kılıcını iki tarafından sallayarak müthiş bir ölüm dansına başladı. Etrafında onu öldürmek için can atan iskeletler yokmuş gibi Furian’a doğru ilerledi.

‘Paslanmamışsın…’ diye fısıldadı Furian gülümsemesi bir an olsun yüzünden silinmeden. Uzun zamandır kendini zorlayacak bir rakiple dövüşmemişti.

Xen arkasında yirmiye yakın iskelete aldırmadan önündeki adama doğru ilerledi. Furian ile arasında duran iki iskelete doğru atını sürdü. Beyaz atın üzerinden sanki üzerinde zırhlar yokmuş gibi çevik bir hareketle takla atarak yere indi. Rakiplerine bir adım kala aniden durdu. Ayaklarının yerde kayması ile çıkan tozun arasında, iki eliyle tuttuğu kılıcı, etrafında çemberler çizerek döndürmeye başladı. Devinimi giderek hızlanırken oluşan ufak kum fırtınasının arasından ölüm saçan kılıcı bir görünüp bir kayboldu. Son iskeletler de bilinçsiz varlıkları ile bu ölüm saçan döngüye yaklaştılar ve birer birer yere yığıldılar. Etrafına saçılmış kemik yığınlarının üzerinden tam bir takla atarak sıçradı ve Furian’a doğru kılıcını saplamaya çalıştı. Havadayken iki eliyle tuttuğu kılıç yere sertçe saplandı. Furian çoktan geriye doğru bir adım atmıştı bile.

Furian bu diyarlara akıttığı kanlar ile nam salmış kılıcını hızla çekti. Xen de yere saplanan kılıcının ejderha motifleri arasındaki gizli düğmeye dokundu. Çıkan ufak mavi akımlar kollarına titreşimler gönderirken yerden iki kılıcı çekti.

‘Siz çocuklar daha sık dövüşmelisiniz. Yirmi beş yıldır sıkıntıdan patladım resmen.’ dedi Dui daha kıvılcımlar çıkarken.

‘Sanırım onu çok iyi yetiştirdik Dui. Artık bize ihtiyaç duymuyor bile baksana.’ Sui’nin telepatik sesi kulaklarında yankılandı.

‘Sessizlik!’ Xen’in sesi otoriter ve etkileyiciydi. İki kılıçta hemen seslerini kestiler.

Az önce ayaklarını sürüyerek ovadan ayrılan ork ve şövalye birlikleri ilk kılıç çınlamasıyla birlikte sesin geldiği yere doğru yönelmeye başladılar. Sarı toprak tekrar havalandı. Aceleci adımlarla dövüşen iki siluetin olduğu yöne doğru akın akın koşmaya başladılar. Tek bir farkla; İki tarafın da aklında savaşma düşüncesi yoktu.

Psaela ve Seveal’ın şampiyonlarını dövüşürken görmek her ölümlüye nasip olmazdı. Şimdi ise ork ve şövalyelerin oluşturduğu topluluk az önce savaşmayacaklarmış gibi yan yana bu mücadeleyi izliyorlardı. Daha doğrusu izlemeye çalışıyorlardı. Yapılan her on hamlenin ancak ikisini yakalayabiliyorlardı. Geniş ovadaki herkes gözlerini kısmış, suratlarında anlamaya çalışan bir ifade ile izliyordu.

Furian hızla etrafında döndü. Alçaktan ve yukarıdan hızla saldırdı. O kadar karmaşık saldırılar yapıyordu ki karşısındaki Xen’den başkası olsa çoktan birkaç darbe almış olurdu.  Furian akıllıca davranarak nefesini toparlayabildiği her anda farklı sayılar söylüyordu. İzleyicilerden hiçbiri buna anlam veremiyordu fakat Xen bunu neden yaptığını çok iyi biliyor ve rakibine bir kez daha saygı duyuyordu. Gümüş şövalyeyi bütün hamleleri saydığını ve sabırla açık beklediğini bilecek kadar iyi tanıyordu.

Furian’ın yerden gelen tekmesinin üzerinden atladı ve anında kafasını eğdi. Az önce orda olmayan bir kılıç başının üzerinden geçerken yere basan ayaklarını serbest bıraktı ve bir takla atarak yana doğru bir hamle yaptı. Furian sol ayağını kılıcın önünden son anda çekti ve çektiği hızla geri indirip kılıcı toprak ile ayağının arasına sıkıştırdı.

‘Dui elektirik!’ dedi Xen sıktığı dişlerinin arasından sağ elindeki kılıç bir anda rakibini çarpıp birinci kalite botları üzerinde delikler açarken.

Furian ayağını irkilerek kılıcın üzerinden çekti ve elinde tuttuğu kılıç ile hızla hamleler yaparak avantajını kaybetmemek adına mücadele etti. Fakat artık çok geçti. O bir saniyeden de az olan tereddüdü sırasında Xen istediği ve beklediği açığı bulmuştu.  Sağ elinde tuttuğu Sui ile yaptığı hamle gevşekçe Furian tarafından karşılanır karşılanmaz kılıcını diğer kılıcın etrafından dolandırdı ve gümüş zırlı eliyle Furian’ın suratına okkalı bir yumruk attı.

Furian darbenin etkisi ile üç adım geriledi ve sarsılmış bir şekilde zorla ayakta kalabildi.

‘A-Oo Sağ ayağını geriye attı.’ Dedi Dui sesi endişeli geliyordu.

‘ve belinin üst kısmını da iyice arkaya gerdirdi.’ Diye fikrini belirtti Sui.

‘Evet kılıç fırtınasına hazırlanıyor.’ Dedi Xen dövüşe muazzam bir şekilde odaklanmıştı ve sesinde hiçbir duygudan eser yoktu. Sağ elindeki kılıcı sıkıca tuttu. ‘Dui kalkan!’ diye emir verdi.

‘Her seferinde ben kalkan oluyorum. Artık sıkıldım. Neden Sui hiç kalkan olmuyor ki?’ diye mızmızlandı Dui

Furian sendeleyen sahte görünümünü aniden bıraktı ve birden etrafında dönmeye başladı. Ovada kendilerini izleyenlerin hayret dolu nidaları ile karışan ‘Kılıç Fırtınasından sağ çıkan olmadı.’ Sözleri bir ilahi gibi etraflarında dolaşırken tek bir ses duyuldu.

‘Dui kalkan!’
‘Dui kalkan!’ Xen ve Sui inin sesi aynı anda bağırmıştı.

Furian’ın oluşturduğu kılıç fırtınası inanılmaz bir hız ile Xen’e çarptı.

Gümüş şövalye arkadaşının bu hamlesini çok iyi biliyordu. Dikkatle ayaklarını gözlemlemişti. Furian’ın sağ ayağını destek alıp sol ayağı ile dönmeye başladığını görmüştü. Kılıç fırtınasının tek bir açığı vardı. O da bir kez başladı mı kontrolün tamamen elinizden çıkmasıydı ve böylece saldırılar tek bir taraftan geliyordu.


Son anda kalkana dönüşen Dui’yi sağ tarafına sertçe sapladı ve hemen mükemmel bir denge kurarak tek dizinin üzerine yere eğildi. Sol elindeki Sui’yi de yere saplayarak kılıçtan güç aldı ve boyun eğmez bir kaya kadar sert üzerine gelen fırtınayı karşıladı.

‘Bir dahakine ne durumda olduğumuz umrumda bile değil. İsterse kocaman bir ejder tüm nefretini üzerimize kussun. Ben kalkan olmuyo… Ahh… Hey bu acıttı! Hay bin çölde kaybolasıca…’ Dui’nin sesi çok kısa aralıklarla çınlayan kılıç sesinin arasında boğuldu kaldı.

Xen sabırla kılıç fırtınasının dinmesini bekledi. Furian bütün hırsıyla yaptığı çılgınca saldırıya devam ederken dişlerini sıktı ve dayanmaya çalıştı. Fırtına dakikalar sonra bittiğinde kulağındaki çınlamaya aldırmadan ayağını ileriye doğru uzattı. Kontrolü tamamen elinden kaybetmiş olan Furian uzatılan ayağa sertçe çarptı ve yere kapaklandı. İskeletlerle yaptığı anlamsız gösteri sonrasında böyle büyük bir saldırıya girişmişti umutsuzca ve bu onun gücünü büyük bir ölçüde tüketmişti. Oysa Xen kılıcını sallamak ve savunmaktan başka bir şey yapmamıştı.

Xen hemen Furian üzerinde baskı kurdu ve açıkları bulduğu bütün anlarda rakibine ufak kesikler atmaya başladı. Sonunda bitap düşmüş Furian yere kapaklandığında artık savaşmak için kolunu bile kaldıramayacak durumdaydı.

Xen son tekmeyi de atıp Furian’ı yere serer sermez yanında bitti ve ayağı ile onu yerde tuttu. Kılıcı ile Furian ın kılıcını elinden ittirdi ve dirseği ile boğazına abandı.

‘Sadece bir kere soracağım eski dostum.’ Artık Xen de yorulmuştu ve nefes nefese kalmıştı. ‘Neden Psaela’ya hizmet ediyorsun?’

Furian kana bulanmış dişlerini göstererek gülümsedi. Ağzındaki kanı tükürdü ve derin bir nefes aldı.

‘Seni kurtarmak için aptal!’

‘Beni kurtarmak mı? Ne saçmalıyorsun sen kafana çok mu hızlı vurdum acaba…’

‘Arenada drow ile dövüşünü hatırlıyor musun? Sen öldün Xen ve ben...’

‘Ne arenası? Neler saçmalıyorsun sen?’

Furian kahkahalara boğuldu. ‘Bana inanmıyorsan Seveal’a sor. Seni kurtarmak için kendi ruhumu Psaela’ya feda etmemi öneren oydu dostum.

‘Sana inanmıyorum!’

Xen sinirden köpürmüştü. Eskiden arkadaşı olan bu adamın yalanları artık canına tak etmişti. Sui yi havaya kaldırdı ve hızla rakibinin boğazına doğru indirdi.

Furian’ın az önce kanlar saçan ağzından dökülen ‘dostum’ kelimesini duymamıştı bile…

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Denge // Bölüm IX
« Yanıtla #134 : 20 Aralık 2010, 23:17:20 »
Ben inandım la Furian'a. Yapma böyle be... Hüzün müzün verme abi sinirimiz bozuluyor vallahi, Sturm öldüğünde hissettiğim gibi hissettim. Gerçi Kitiara'nın karşı tarafta olmasını da senin Furian'ın söylediği gibi bir şeye yormuştum başta ama... Neyse spoiler olmasın orta yerde şimdi.

Bölüm güzel, umarım daha seri bölümlerle bu içimizdeki boşluğu bu gediği kapatırsın. :) Yazıma, imlaya carta curta hiç bir şey demiyorum zaten onların harika olduğu ortada. :) Daha önce yaptığın bazı anlatım hataları oluyordu abi artık onların olmaması harika. Ellerine sağlık :)
May the force, be with you.