Kayıt Ol

SVD: RPA .50

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
SVD: RPA .50
« : 22 Ekim 2009, 03:33:27 »
12.7x99mm 50 kalibrelik RPA; mızrağına vücudunun bir parçasıymışçasına hakim feodal savaşçıların rijitliği ile eş değer bütünlük. Luok'un yıllar önce eline ilk Dragunov SVD'sini aldığında bile doğuştan bir vergi olarak gördüğü titremez eller. Bir nişancı olmak için gözler yetmez, parmakların stres sebebiyle ani gerilmesinden çıkan kazalar henüz başlamamış kariyerlere rahatlıkla son verebilirdi. Aynı bir samurayın kılıcını ruhu olarak görmesi gibi, tüfek de onun ruhuydu. Kınsız ve kansız. Tüfek onun mızrağı ve eliydi.

Hedefi beklerken her zamanki sıradan ritüelini uyguluyordu. Gözlerini yumar, sol elini dürbünün çıkış kapağında tutar ve onca yüzü tek tek anımsardı. Öldürdüğü tüm yüzleri, kıvrımlarına kadar ezbere bilir ve ondan istenildiğinde kolayca resmedebilirdi. Eli titremese, gözlerinde 0.001 bile görme kusuru olmasa ve bugüne kadar hiç bir hedefini ıskalamamış olmasına rağmen kendisini asla iyi bir keskin nişancı olarak görmezdi. Çenesinin altında uzanan kompozit çeliğin mekanik soğukluğu içini ısıtmasına rağmen tüfeği hiç sevmemişti. Diğerleri gibi hedefini beklerken uyarıcı içeren sakızlardan çiğnemez yada sinyal gelene kadar pür dikkat çevresini izlemezdi. Öldüreceği kişiyi son ana kadar görmek istemiyordu; çünki hayatı boyunca onun peşini bırakmayacaktı.

Ayak bileğindeki alıcı hafifçe titrediğinde kapağı açtı ve merceği özgür bıraktı, güneş ışınlarının kör açıda kaldığına tekrar emin oldu ve tetik parmağını ona sürmeden önce ilk kez kurbanını görmek için uzandı; Elflerin mağrur ve genç kralı vagondan indiğinde yüzünü ekşitti, zamanlama fazla mükemmeldi. Direnişe birileri istihbarat sızdırıyor olmak zorundaydı. Birilerinin kuklaları olmaya başladıkları anlamına gelirdi bu. Dokuz yüz metreden biraz uzaktaydı, bu silah beş bin metrede %5 yanılsama yapabiliyordu, "Birileri gerçekten ölecek" şeklinde düşünmüyordu. Diğerleri olsa böyle düşünürdü ama o "Gerçekten mermi ona ulaşacak mı?" diye düşünüyordu. Onun bu işte direnişin bir numarası olmasının sebebi büyüyü görmesiydi. Saklı kalan hiç bir gizem onun sırları yerle bir eden retinasını yanıltamıyordu. Vagonu çeken kanatlı sürüngenin gözleri ona sunulan öğle yemeğindeydi, pis ejderha kralını koruyamayacak kadar meşguldü. Yalakalar ve yardakçılar kralın ayaklarına sarılırlarken kibarca kurtulmaya çalışan adamın yüzü ifadesizdi. İşte nişancıda da kuşku uyandıran buydu, normalde diplomasi gülümsetir.

Parmağını tetiğe götürdü ve son ana kadar beklemeye karar verdi, onu öldürmek için hayatını feda edebilirdi ancak hayatını boş bir kovan ve başında ona gülümseyen bir kral için vermek aptallık olurdu. Eski SVD'si olsa yanında şimdi, ceviz koltukluğunun rahatlığı ve kargacık burgacık dizaynın müthiş kusursuzluğunu tatmak isterdi tekrardan. Bu atışı onsuz yapmak zor olacaktı. RPA'nın üzerinde on iki bakirenin kutsanmış kanının bulunması onu hemen tüm kalkanlara karşı yenilmez kılmasına rağmen o asimetrik tüfeğin yerini tutmuyordu. Tüm bu kusursuz çelik hatları tahtanın sıcaklığını sadece imite edebiliyordu. İşte sarayın kapısına çıkan elli merdiveni çıkıyordu şimdi kral. 50 adım sonra ecelinden bir duvar uzakta olacaktı ve kurtulacaktı. 50 adım sonra insanlık tüm haklarını elflere vereceği bir boyun eğme bildirgesini imzalayacaktı. İçerideki o iğrenç adamlar ülkeyi teslim etmek üzere sarayın içerisinde bekliyorlardı, her zaman oradaydılar zaten; hiç bir zaman camlardan bile bakmadıklarına emindi nişancı. Parmağı ilk engeli aştı, tetik iki aşamalıydı. İlk aşama nişan almakta kolaylık sağlar ve magazini ısıtırdı. Halen görünürde gerçek bir terslik yoktu, sanki şu anda ikinci aşamayı gerçekleştirse ve ateş etse 1.25 saniye sonra hedef yeri öpecekti. Luok bunun olmayacağını biliyordu.

Her şey on dokuzuncu merdivende oldu.
Luok'un saat bir yönünde kalan birisi ateş etmişti. Kralı indirmek için orada altı kişiydiler. Beşi düşünmüştü, sonuncusu ise artık bekleyecek bir şey olmadığına karar vermiş olmalı ki şansını denemişti. Luok dışında diğer altısı o süreçte merminin kralın başına girdiğine ve öteki yanından kan ile beyin parçaları eşliğinde çıktığına yemin edebilirdi. Nişancının gördüğü bu değildi, o kalkanları ile kuzgun kanatlı ve kartal başlı huriler gördü. Gördüğü şey için kimileri ona deli diyebilirdi. Gerçek demir kalkanları ile kralın çevresinde son ana kadar kendilerini saklamış yedi kadın vardı. Aslında insan mıydılar ve kuş maskeleri mi takmışlardı emin değildi o anda. Ancak havalandıklarında ve o kanatların süs olmadıklarını gördüğünde fikrini değiştirdi. Kral temiz bir hedefti artık, tetiği çekti.

***

Kral Hendeahr düşmanın en derin istihbaratına girilene kadar antlaşmayı ertelemişti. Senelerce elflerin tüm en iyi savaşçılarını ve büyücülerini sadece tek birer kurşun ile indiren efsanevi insanı yakalamak istiyordu. Kimileri ne derse desin mesafe korumak korkaklık değildi. En azından büyünün dünyaya yayıldığı bu zamanda tüfekler ve tabancalar külüstür gibi kalıyorlardı. Bu adamın diğerlerinden bir farkı vardı. Tüm nişancıları listelerde bulabilmişti ancak isimsiz bir efendiden emir alan son bir altıncı vardı ve aradığı oydu. Hendahr insanlar için bile çok genç bir kraldı. Babasının ölümü savaşın başlamasına sebep olmuştu. Aslında bu suikastin nasıl olduğunu şu anda dahi kimse tam olarak bilmiyordu. İnsanların elflerden haberi yoktu, yani tam olarak yoktu. Peki kim öğrenebilmişti ve kral Ahndur'u öldürmüştü? Hem de aptal bir tüfek ile!? Kesinlikle 6. adam olmalıydı. Aslında Hendeahr'ın bilmediği şey insanları istemsiz şekilde birleştirmiş olmasıydı, savaşacak karşıt bir ırk varken en ezeli rakiplerin bile didişmediği bir halk olduğunu bilmiyordu onların. Ahndur'un ona anlatacak zamanı pek olmamıştı. Tüm teşrifatçılar, yardımcılar, fikir-zadeler ona bunu yapmaması konusunda öğüt vermesine rağmen hepsini tüm dünya insanları boyunduruk altına alınıp tek tek sorgulanana kadar aydınlarını toprağın derinlerinde zifirden kara ormanlara kapattırmıştı. Öfkesi birleşmiş ırklara galip geldi. Genç olabilirdi ancak zekiydi de, büyünün üstünlüğünü tek bir burun kanatmadan göstermeyi planlıyordu ancak baş büyücüler periyodik şekilde bu isimsiz adamca öldürülürken korkuları büyüdü; ta ki aynı korkunun insanlarda daha büyük bir alev halini aldığını fark edene kadar. İnsanların orduları sefil çil yavruları gibi savaş alanlarında daha fazla dağılmayacaktı, yada onların düşündüklerini söyledikleri şey buydu. İnsanlar savaşırlarsa fevkalade bir şanslarının olduğunu elflerde insanlar da biliyorlardı.

İşte şimdi bu tuzağı kurmuştu ve korkak politikacılar da aşına tuz ekmişti. Aile yadigarları olan gardiyanları çağırmış ve durumun icabına bakmaları için koltuğuna kurulmuş sahneyi izliyordu. On dokuzuncu merdivenden peş peşe sekiz el ateş edildini duydu, gardiyanların zaten listelerde olan beş nişancıyı ışıktan mızrakları ile tek seferde hakladıklarını görmüş ve bu esnada başarısız bir el ateşin ardından tamamen zıt yönden gelen diğer yedi el ateşi duymuştu. Evet toplam sekiz eldi ve tek biri bile gardiyanların tüm saray meydanına yerleştirdiği kalkanı delememişti. İsterik kahkahalara boğulan genç elf kralının gözüne bir optik yansıma takıldı, "gardiyanlar onu neden yanlarına almıyorlar? Öldürün onu!" şeklinde bağırdığında 9. ve son el ateş gök gürültüsü gibi yankılandı. Tüm arbede insan eşlikçileri suspus yere sermiş korku ile titremelerine sebep olurken kralın gözünün önünden yere yavaşça önce bir saf beyaz tüy düştü. Sonra diğerleri ve nihayetinde 7 sessiz, kuş kafalı beden. Sağ gözlerinden vurulmuşlardı. Bu oydu! Peki son el? Yavaşça göğsüne indirdi gözlerini çünki halen görebiliyordu, vurulmamış olmalıydı. Kalbinin olduğu hizadan kızıl şerbet dökülüyordu. Hiç olmadığı kadar şevkle akan kan mermer merdivenlere yayılıyor, eşlikçiler korku ile titriyordu. Kral o gün gerçekten ilk kez bir diplomat gibi gülümsedi dünyası kararırken o merceğe doğru, "kalp ha?" dedi.

Son düşüncesi buydu.

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Ynt: RPA .50
« Yanıtla #1 : 22 Ekim 2009, 03:37:06 »
Gerçekten yazmak istediğim geniş bir şeyin kısa bir parçası bu. Son zamanlarda tüm yazdıklarım aslında Kırmızı ile ilgiliyken bu tamamen özgür bir ayrı ağaç olarak yeşerdi Nihbrin bahçesinden. Yazıyı okuduktan sonra okuyucu için daha iyi bir fikir oluşturması adına şunların görülmesi gerektğini düşündüm:

Dragunov SVD: http://www.snipercentral.com/svd.htm

RPA: http://www.snipercentral.com/rparifles.phtml

Çevrimdışı Hurin

  • ****
  • 1478
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: RPA .50
« Yanıtla #2 : 22 Ekim 2009, 10:59:10 »
Keşke biraz daha derinlemesine olsaydı hikaye. Her tetiği çektiğinde nefes alıp vermesi yada buna benzer ufak eklemeler olsaydı. Ama yinede çok beğendim yazını uğraştığına değmiş.
Lacho Calad!, Drego Morn!
Flame Light! Flee Night!

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: RPA .50
« Yanıtla #3 : 22 Ekim 2009, 20:21:01 »
Çok iyi olmuş diyebilirim. Gerçekten devam ettiriyor ve çok güzel anlatılmış. Biraz yenilikçi gibi geldi, hoşuma gitti. Ama ben de elfler insanlar arası ilişki yerine tetikçinin o aki hali hakkında görmek isterdim, özellikle de ufak bir kesitse. Tebrikler.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Ynt: RPA .50
« Yanıtla #4 : 22 Ekim 2009, 20:33:21 »
Aslında Luok'un ruh halini devamında anlatmaya karar verdim. Bir temel atmam gerekiyor ve her şeyin sebebini anlatmam şart. Çok karışık bir örgü kurmaya özen göstereceğim bir hikaye olacak bu. Polisiye - Fantastik nadir bir tür ve buna eğilmeye çalışıyorum. (Constantine-Hellboy arası tarzında bir şeyler düşünüyorum açıkçası) Masam küçük notlar ile doldu yazarken bu kısacık şeyi  ;D

Teşekkürler yorumlarınız için.

Çevrimdışı hanne

  • **
  • 326
  • Rom: 4
  • maybe one day...
    • Profili Görüntüle
Ynt: RPA .50
« Yanıtla #5 : 22 Ekim 2009, 20:55:04 »
Yazın çok güzel olmuş..Ellerine sağlık..
....Sanki bir erik ağacına çıkmıştım da orada üzüm yiyordum  ama bahçe sahibi gelince cevizleri neden yediğimi sormuştu....

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: RPA .50
« Yanıtla #6 : 30 Ekim 2009, 12:36:19 »
Alıntı
Öldüreceği kişiyi son ana kadar görmek istemiyordu; çünki hayatı boyunca onun peşini bırakmayacaktı.

Özellikle şu cümle olmak üzere, anlatım tarzını çok beğendim. Konusu kendisini sonuna kadar okutturuyor. İlk bakıldığında basit bir hikaye gibi gözükse de, göründüğünden çok daha fazlasını barındırdığı belli.

Kalemine sağlık, çok güzel bir okumalık olmuş bu. :)

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
SVD: Dragunov SVD
« Yanıtla #7 : 31 Ekim 2009, 03:42:56 »
Dragnuov SVD, öyle bir silahtır ki 1970'lerin sonlarında sadece ihtiyaç yüzünden rus ordusunun yarı otomatik bile olsa üretebildiği ilk sniper tüfeğidir. Esasında ilk modeli uzatılmış namlusu ile AK-47 yani namı değer Kalaşnikof'un birkaç ufak farka uğratılmış haliydi. Üretimi ve kullanımı kolaydır, ancak anlamalısın ki bir hançeri kullanmak daha kolayken onun üzerinde ustalaşmak bu silahın üzerinde ustalaşmaktan daha çok meziyet gerektirir. Şimdi sana otuz adet 7.62x54mm'lik kurşun bırakıyorum, silahın magazininde ise on adet daha var. Bir ay boyunca burada yaşamanı istiyorum, eğer geri geldiğimde kurşunların bitmiş olursa seni evine götürürüm ve bir daha beni görmezsin. Eğer geriye yirmi ve daha fazla kurşunun kalırsa orduya katılman için bizzat imzamı kullanırım. Son olarak, eğer tek bir kurşun harcamış olursan... sadece bir tane! İşte o zaman hayal edemeyeceğin bir dünya bu namlunun önüne serilecek.

Konuşmayı bitirdiğinde 122.5 cm'lik silahın ucuna zayıfça dokundu. Sanki bir sevgiliye dokunur gibiydi, onun hakkında konuşurken adeta bardaki ahbabına aşkını anlatan sarhoşları andırıyordu. Mikhael'i yirmi dört saatten daha kısa süredir tanıyan Luok'un aklından neler geçtiğini sadece tanrı bilebilir. Orta yaşlı adam kalın giysileri ile tundra soğuğunu iliklerine kadar hissederken on üç yaşındaki oğlanın üzerinde mahrem yerini örtecek bezden başka kıyafeti yoktu. Bir elinde boyuna neredeyse denk makine ve ötekinde sımsıkı tuttuğu mermiler ve deri kılıfındaki ordu bıçağı ile ağlamadan durduğunu gördüğü tek çocuktu bu. Sağ gözündeki matlık onu bu test için özel kılıyordu, kar ve çam kaplı tundrada insanlar yaşamazdı ama diğerleri vardı. Luok diğerlerini görebiliyordu. Giysi ve yemek bulabilir, ısınacak ateş edinebilirdi ancak önce öldürebilmeli ve bunu otuz gün boyunca becerebilmeliydi. Esasında nasıl hayatta kaldığının bir önemi yoktu, son altı yıldır orduya girebilmiş on iki çocuk olmuştu. Her sene tam iki kişi geçebilmişti, hepsinin de alışıla gelmedik olanları görebilme veya hissedebilme yetisi vardı. Öksüz çocukları kilometrelerce karelik kar ve sessizliğe bırakarak aslında olmayanı avlamaya yolluyor ve en iyi askerlerin geri dönmesini bekliyorlardı. Mikhael'in işi buydu, ölene kadar yapacağı biricik işi, sevgilisi silahlardı.

Çocuk kafasını bir kere anlamış olduğunu belirtecek şekilde salladı ve arkasına bile bakmadan titreyerek ağaçlara doğru yürümeye başladı. Yürürken mermileri paçavradan bozma tek giysisine sıkıştırıyor bıçağı dişleri ile kavrayıp, makineyi uygun pozisyonda tutmaya çalışıyordu; eline hayatında ilk kez süpürge almış hizmetçiler gibiydi. Mikhael bir kahkaha patlattı, gerçekten keyifliydi; "evlat, o gözü ölen annene ve babana borçlusun! Borcunu geri öde! Yaşa!" Dedi ve oda arkasına bakmadan zıt yönde, skoda arabasına doğru yürüdü. O arada ise Luok öfke ile söyleniyordu; Yaşa!'ymış, eksi yirmi derecede sen yaşa bela adam... Enerjisini az harcamak ama siniri ile biraz olsun ısınmak için fısıldayarak sadece ağaçların duyacağı küfürler savurdu ve güneşli geceye doğru yoluna devam etti.

Luok zeki bir genç adamdı. Mikhael ile yola çıkmadan önce berberin saçlarını kesmesine izin vermemiş adamı ısırmıştı çünki söylentileri biliyordu, soğukta dazlak bir ay geçirmek istemiyordu. Luok özellikle zekiydi çünki babası ölmeden, ah pardon öldürülmeden, önce hayat ile ilgili bildiği hemen her şeyi hızlandırılmış kurs gibi öğretmişti. Sahi düşününce sanki her zaman vaktinin kısa olduğunu bilir gibi bir havası vardı; Luok'a söylenecek çok sözü, verecek çok nasihatı olurdu. İlk ava gittikleri zamanı düşündü Luok. Kuytuda yan yana pusmuş, karın üzerine serilmiş örtülerde uzanıp karşıdaki tepenin geyik sürüsünü izliyorlardı. Yapraklar yere düştüğünde bile ses çıkarmaya çekinirken oğlan fazla gürültülü nefes aldığını düşünüp utanıyordu. Kara artının tam ortasına aldığı bir yetişkini izliyordu. Babası sessizce kulağına anlatıyordu bir yandan; beş mm sağa kay, arada yüz elli metre var ancak vadinin ortasında duyamasak bile biraz rüzgar olmalı. İki mm yukarı kaldır, yer çeker evlat, hemde düşündüğünden daha fazla... bekle... bekle... şimdi.

Karın üzerine uzattığı SVD'yi sabitleyerek dürbüne odaklanmış hedefini izliyordu şimdi. O zaman izlediği gibi değil, hayır değil, babası ile o avda o geyiği vuramamıştı. Şimdi dediğinde arkasından iki yavru çıkmış ve burunlarını ona değdirmişlerdi. Sadece, yapamamıştı. Şimdi ise durum farklıydı. Yaşamak için sıcak ete, kürke ve kana ihtiyacı vardı. Arada yüz metreden az mesafe olmalı diye düşündü Luok. Hafifçe namluyu kaldırdı ve nişan aldı. Nefesini sakinleştiremiyordu çünki çok hızlı soluk almak zorundaydı. Şartlı refleks halindeydi bu soğukta nefesinin ağırlığı. Bir saate kadar bilincini kaybedecekti ve bir ay sonra Mikael geldiğinde hiç çürümemiş olarak ayrılma noktalarından birkaç kilometre uzakta bulunacaktı. Fikri beğenmedi değil ancak hedef bulabildiği için ölümün özgürlüğünü aklında erteleyebildi.

Kimi buna bir mucize diyebilir. Çünki tanrının unuttuğu bir yerde çıplak bir çocuk elinde günün en ölümcül silahlarından birisi Dragnuov SVD ile karın üzerine yatmış ve soluğunu tutabilmişti. 97 metre uzaklıkta derisi yer yer beyaza çalan kahverengisi ile tüm alımıyla poz veren hayvan o gözünü parmağı tetiği çekerken kırpması süresi içinde başka bir şeye dönüşmüştü. Neredeyse bir insandı diye düşünecekti Luok ömrünün geri kalan yıllarında bu günü anımsarken. Giydiği kıyafetler aynı bir hayvanın kürkü gibi üstüne yapışmış, sırtında sadağı ile ufku izleyen keskin ve uzun kulaklı, altın saçlı soluk tenli bir insandı. Yada insanımsı, Luok gerçekten emin olamıyordu ama dediğim gibi; o zeki bir çocuktu. Mikhael'in tüm gündür söyledikleri aklında birleşti "Diğerleri-giysileri-özelsin-avla onları" Geyikler giyinmezdi, insanlar avlanılamazdı, insanların böyle uzun kulakları olmaz ve inanılmaz parlak saçları olmazdı. Bu bir insan değil, yaşamının geriye kalan yıllarına açılan bir anahtardı. Tekrar parmağı tetikte gerginleştiğinde insanımsı kadının (evet, bir dişiye benziyordu) boşlukta elini salladıktan sonra simsiyah bir yayın elinde vucut bulduğunu gördüğünde yine ateş edemedi. Nasıl bir sihir bu diye fısıldadı ve utangaç ama güçlü soluğundan daha sesli çıktı bu ses. Kadın aniden ona döndü. Luok'un kalbi deli gibi çarpıyordu, yüz metreden beni duyamaz diye düşündü. Görmemeliydi. Ateş etmek istemiyordu ancak düşünecek zamanı yoktu, mucize olan bu yaratığın varlığı yada metrelerce öteden onu duyabilmesi değildi. Mucize Luok'un ateş ettiğinde magazinin sıkışmasıydı. Kim bilir ona ateş edebilmiş ve hatta vurabilmiş olsaydı daha sonra gelişen olaylar nasıl olurdu. Kadın bir anda yanında bittiğinde sadece gülümsüyordu, "Ael'ndeh-gho'han" dediğinde oğlan soğuktan ve heyecandan bayılmıştı bile. Yıllar sonra öğrenecekti elf kadınının ne dediğini; "Adem oğlu, üşüyorsun"

Rüyasında babasını görüyordu, onun vuramadığı geyiği vurmuş ve o gece hep beraber yahni ile hayat buldukları zamanın anısıyla zavallı Luok'un tüm hücreleri  mutluluk ve sıcağın hatrı için gevşedi; göz pınarından bir damla göz yaşı belki bu yüzden dökülmüş olacak ki elf onu evine taşırken endişelendi. Bir ara mutluydu on üç yaşındaki oğlan, gerçekten mutlu.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: RPA .50
« Yanıtla #8 : 31 Ekim 2009, 09:47:24 »
Çok iyiydi gerçekten. Akıcı bir anlatım ve hızla okunabiliyor sıkılmadan. İnsan okurken nasıl oldu da elfler dünyamıza ya da teknoloji kullanılan bir dünyaya geldi diye merak ediyor. Ama onu da sanırım devam bölümünde anlatırsın... ;) Okurken Artemis Fowl tadı aldım ki bu güzel bişey :)

Not: Bir de şu bölümde (3. Paragraf) konuşmaları tırnak içine almamışsın okuma hızını yavaşlatıyor hafiften. Evlat ile başlayan cümle:
Spoiler: Göster

Mikhael bir kahkaha patlattı, gerçekten keyifliydi; evlat, o gözü ölen annene ve babana borçlusun! Borcunu geri öde! Yaşa! Dedi ve oda arkasına bakmadan zıt yönde, skoda arabasına doğru yürüdü.



SplenderSolis

Ynt: RPA .50
« Yanıtla #9 : 04 Kasım 2009, 18:26:13 »
Emeğine sağlık arkadaşım..
Aranızda yeniyim ama hikayeni okudum hemen bir yorum yazmak istedim..
Gayet akıcı bir üslubun var bana kalırsa kurguladığın hikayeni daha da derinleştirip devamını yazabilirsin -ki seriye devam edeceğini dile getirmişsin zaten..
Başarılı bir hikaye çalışmalarının devamını diliyorum..

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Ynt: RPA .50
« Yanıtla #10 : 05 Kasım 2009, 11:45:50 »
Hmm Artemis Fowl... . Normalde bunu bir iltifat olarak almam gerekiyor ancak o tadı vermesini gerçekten istemiyorum. Her ne kadadar Eoin Colfer'ın o dört kitaplık serisini okumak (Death Note yada Code Geass gibi aynı zeka kulvarında yer alan hikayeleri tatmadan önce) ufuk açma niteliğinde olsa da Luok'un her zaman çocuk kalmayacağı gerçeği SVD adlı (evet bölümler bu ad altında toplanabilir) öykünün Artemis, L, Lelouch'un hikayelerine uzak durmasını istiyorum. Luok tam anlamı ile orijinal olmak zorunda  :D yani amaçladığım şey bu ve umarım 5 bölüm içinde (yada önümüzdeki 3 bölüm içinde) bunu yakalarım.
Teşekkürler.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: SVD: RPA .50
« Yanıtla #11 : 08 Kasım 2009, 15:40:46 »
İlk bölüme yorum yapıyorum(diğerlerini henüz okumadım)

Başlık bana çok garip geldin en başta ve bir bilim-kurgu hikayesi bekledim. Sonradan bunun bir silah olduğu ortaya çıkınca yadırgamadım çünkü bir silah ismi olarak oturmuş.

Elflerin ortaya çıkışı ilginç bir süpriz oldu. Silahlar, tetikçiler ve elfler... İlginç bir üçlü fakat hikaye içinde insan okurken alışıyor ve sırıtmıyor.

Anlatımda bazı anlamsal bozuklukluklar var. Yani okurken cümlenini bütünlüğünü etkileyen bazı hatalar. Bunun dışında yabancı kökenli kelime kullanma bence(rijit gibi).

Konuya genel yorumum ise, ben gayet beğendim. Farklı, esrarengiz ve hedefi elf olan bir tetikçi, daha ne olsun :D?
Merak uyandırıyor, içine çekiyor. Teknoloji ve fantastiği harmanlamış hoş bir başlangıçtı. Tetikçimizin akıbeti ve bu suikastten sorna başına gelecekleri hayli merak etti.

Hiç beklediğim gibi çıkmadı(bilim-kurgu beklerken elf falan çıkınca :)), bu da beni oldukça mutlu etti.

He bir de ne kadar iyi olsa da kendini yeterince iyi bulmaması Luok'un güzel bir özelliği olmuş.