Kayıt Ol

Geradon Yazıtları - 11. Bölüm Fragmanı Yayınlandı!

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - '3. Bölüm: Yeniden Başlamak' Eklendi
« Yanıtla #15 : 13 Aralık 2009, 16:54:59 »
Yorum için çok teşekkürler. Yeni bölümü yazmaya başladım bile. Elimden geldiği kadar hızlı bir şekilde yazıp yükleyeceğim.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - '3. Bölüm: Yeniden Başlamak' Eklendi
« Yanıtla #16 : 14 Aralık 2009, 18:14:00 »
Hikâyeyi uzattığın için sağol gerçekten heyecanla bekliyorum devamını.
OKuduğum kısım için yorum yapmamda gerekir. ARkadaşın söylediği gibi gerçekten akıcı ilerliyor.Neler olacağını tam anladım derken yine karıştı ve bu durumdan da gayet hoşnudum. Tekrar tebrikler...

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #17 : 16 Aralık 2009, 19:26:21 »
Bir sonraki bölümün fragmanı:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 4: Çocukluk Avuçlarından Kayarken

Belki Çok Büyük Bir Görevleri Vardı

"Önce yazıtları ve tılsımları bulup, her şeyden emin olmalıyız."

Belki Dünyayı Kurtarmak Onların Kaderiydi
"Demek onları hatırladın?"

Ama Her Şeyden Önce
"Benden nefret ediyor."

Onlar Sadece Birer Çocuktu
"Partiyi boşver. Bizde film izleyelim."

Ve Çocukluk Onları Usulca Geride Bırakırken
"Sanırım ona aşığım."

Yapabilecekleri Hiçbir Şey Yoktu
"Yazıtları buldular."

Not: Unutmayın, 4. bölüm, 2. bölümün devamı niteliğindedir. Bu bölüm yayınlandıktan sonra eğer olay örgüsünü anlamakta güçlük çekilirse, önce 2. bölüm yeniden okunmalıdır. Böylece 4. bölüm yeniden anlam kazanacaktır.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #18 : 23 Aralık 2009, 18:21:29 »
Ne zaman ekleyeceksin devamını?

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #19 : 23 Aralık 2009, 21:13:58 »
Hikayeye gereken önemi gösteremediğimin farkındayım ama okuduğum bölüm yüzünden son günlerde hiçbir şeye vakit ayıramıyorum. Yine de endişeye yer yok. Hikaye kesinlikle devam edecek. En geç haftasonu yeni bölüm yüklenmiş olacak.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #20 : 24 Aralık 2009, 15:10:12 »
Uzun zamandır okumayı istediğim fakat vakit darlığından sürekli ertelediğim hikayenizi nihayet okuyabildim. Biraz geç oldu, kusura bakmayın...

Öncelikle Türkçe'yi bu kadar iyi kullandığınız ve yazım hatalarına dikkat ettiğiniz için teşekkürler. Bu konuda titiz olduğunuz yazının her halinden belli oluyor.

Hikayeniz çok hareketli ve tempolu olmasa da ilgiyi ve merakı sürekli canlı tutarak okuyucuyu kendine bağlıyor. Bu güzel bir şey. Karakterlerin davranışları ve mekan tasvirleri de oldukça başarılı. Ayrıca konu da oldukça ilgi çekici.

Bölümler arasındaki zaman/mekan farkı bazıları için sorun yaratmış. Fakat ben hiçbir sorun yaşamadım. Bu tekniği Empati'de de görmüştük zaten. Olayın kahramanlarının çok genç olmaları da aradaki benzerliği kuvvetlendiriyor. Başarılı bir teknik. İlgiyi canlı tutan da bu teknik zaten diye düşünüyorum.

Kusura bakmazsanız bir iki ufak eleştirim var. Birincisi isimlerin seçimi hakkında. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi kızların birinin ismi Gökçe diğerinin ki ise Gizem. Yani ikisinin ismi de G ile başlıyor. Bu bir handikap... Karakterlerle yeni tanışan bir okuyucu onları aklında tutmak için her zaman isimlerinin baş harflerini aklında tutar. Burada ikisinin de ismi aynı harfle başladığından ister istemez karışıklığa yol açıyor. Aynı şey Kerem ve Kenan için de geçerli.

İkinci olarak Ayla ile Kenan'ın ilk buluşmasında yaşları ile ilgili hiçbir ipucu bulunmadığından bir sonraki bölümde bahsedilen dede ve anneannenin onlar olduğunu anlamakta oldukça zorluk çektim. Tamam, bunun sürpriz olmasını istediğinizi tahmin edebiliyorum. Ama yaşlarını belli etmenizin bu sürprizi bozacağını da sanmıyorum.

Bir de ilk bölümde Gizem'in kabusundan uyanır uyanmaz hiçbir şey yokmuş gibi Gökçe'ye açıklama yapması biraz olmamış. İnsan önce bir kendini toplaması gerektiğini falan düşünüyor.

Dilerim eleştirilerimi mazur görürsünüz. Bunun dışında hikayenizi gerçekten de başarılı bulduğumu belirtmek isterim. Öyle ki yeni bölümü en kısa zamanda görmek için sabırsızlanıyorum. Kaleminize ve emeğinize sağlık.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #21 : 24 Aralık 2009, 18:04:29 »
Yorum için çok teşekkürler.

Türkçe'ye elimden geldiği kadar dikkat etmeye çalışıyorum evet. Okur düşünmüşümdür hep. kelimelerin insanları ittiğini düşünmüşümdür hep.

Anlatım tekniğinin yer yer Empati'ye benzediği doğru. Çok sevdiğim bir kitaptır ve iki farklı zaman çizgisinde anlatılan hikayelerin her zaman hastası olmuşumdur.

Bölümler tempolu değil evet. Ne yazık ki benim en büyük eksiğim bu. Çok hareketli sahneler yazamıyorum. Gerçi şu ana kadar çok fazla hareket gerektiren bir sahne olmadı ama ilerideki bölümlerde bu konudaki eksikliğimi siz de fark edeceksiniz. Ama tabi ki buraya yazmamın en büyük amacı kendimi geliştirmek.

Karakter isimlerine gelince; baş harfleri konusunu hiç düşünmemiştim açıkçası. Ama şimdi baktım da haklısınız. Yine de hikaye böyle başladığı için değiştirmeyi düşünmüyorum. Kendi kafama öyle yerleştirdim çünkü.

Ayla ve Kenan'ın da hikayesini yer yer anlatmak istediğim için; onlara her bölümde bir sahne ayırmaya çalışıyorum. Onlardan bahsedilen bir kısım mutlaka koyuyorum. O buluşanların onlar olduğu konusunda pek zorluk çekileceğini düşünmemiştim. Ama belki bir iki cümle ekleyip yaşlarını belirtebilirim dediğiniz gibi.

İlk bölümde Gökçe bir kabustan uyanıyor ve Gizem'e açıklama yapıyor. Bu kabus meselesi üzerine çok fazla bir şey söylemiyorum ama ilk cilt bittiğinde siz bu eleştirinizin cevabını almış olacaksınız.

Tekrar teşekkür ederim. Yeni bölümü yazmaya devam ediyorum ama hikaye geliştikçe üzerinde daha çok düşünmek gerekiyor. Sahneleri cilt finalini düşünerek yazıyorum. O yüzden bu kadar uzadı. Dediğim gibi en geç hafta sonu bölüm okunmaya hazır hale gelecek.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #22 : 24 Aralık 2009, 18:18:36 »
Karakter isimlerine gelince; baş harfleri konusunu hiç düşünmemiştim açıkçası. Ama şimdi baktım da haklısınız. Yine de hikaye böyle başladığı için değiştirmeyi düşünmüyorum. Kendi kafama öyle yerleştirdim çünkü.

Yok canım, değiştirmeyin zaten. Ben sadece bilgi verme amaçlı yazdım o meseleyi. Bundan sonraki hikayelerinizde dikkat edesiniz diye. Sonuçta dediğiniz gibi, burada kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Eklendi
« Yanıtla #23 : 26 Aralık 2009, 19:22:48 »
Spoiler: Göster
Not: Yeni bölümün yüklenmesi bu kadar uzun sürdüğü için tekrar özür dilerim ama inanın bana elimden geleni yapıyorum. Bu arada daha önce de söylediğim gibi dördüncü bölüm ikinci bölümün devamıdır. Anlam karışıklığı yaşarsanız o bölüme göz atmanız yeterli olacaktır. İyi okumalar. Yorumlar için şimdiden teşekkürler.


~Geradon Yazıtları~
Bölüm 4: Çocukluk Avuçlarından Kayarken

Temmuz 2008
   Alanya Kalesinde bir adam denize bakan bir çitin arkasında durup elindeki taşları ileri doğru fırlatıyordu. Fakat hiçbiri amaçladığı gibi denize ulaşamıyordu. Onun birkaç metre sağında da aynı şekilde taş atan birkaç turist vardı. Attıkları her taştan sonra gülüşüyorlardı. Adam bu gürültünün içinde arkasından yaklaşmakta olan birinin ayak seslerini duydu. Kim olduğunu bildiği için endişelenmesine gerek yoktu.
   “Biliyor musun buranın adı ‘adam atacağı’?”
   Arkasında cevap vermek yerine bir adam daha atıp onun tam yanına geldi.
   “Yazıtları buldular.” dedi endişeden uzak bir sesle.
   “Eski zamanlarda idam mahkumlarını ve savaş esirlerini buraya getirirlermiş. Ellerine üç taş verip fırlatmalarını isterlermiş. Derler ki, üç taştan herhangi birini denize ulaştırmayı başaran kişi idamdan kurtulurmuş. Yoksa... Sanırım ne olacağını söylememe gerek yok. Aradan geçen onca zamandan sonra burası sadece insanların bir dilek tutup, ellerindeki taşı denize atmaya çalıştıkları bir eğlence yeri olarak kaldı.” diye açıkladı adam sanki onu hiç duymamış gibi.
   “Yazıtları buldular dedim, Ekrem. Bir şeyler yapmalıyız.” diye cevap verdi diğeri onun ilgisizliğinden bıkmış bir ifadeyle.
   “Ben de, neden attığım hiçbir taş denize ulaşmıyor diyorum. Meğer dileğimin gerçekleşme ihtimali çoktan ortadan kalkmış. Ayla yazıtları bulmayı gerçekten başarmış.”
   “Onu bundan çok uzun zaman önce öldürmeliydik. Böyle problemlerimiz hiç olmazdı.”
   “Ona karşı olan kişisel zaafım her zaman bu kritik kararın önünde oldu. Ama sanırım haklısın. Artık işler geri dönülemeyecek bir noktaya geldi. Bizler için en iyisi Ayla’nın ve bu işi bilen diğer herkesin ortadan sonsuza dek kalkması.”
   “Sana yıllar boyu anlatmaya çalıştığım şeyi, anlaman için bütün bunların olması mı gerekiyordu?” diye cevap verdi adam.
   “Üzgünüm, Hakan. Onun hala kurtarılabilir olduğunu sanıyordum. Her şey bittikten sonra kuracağımız yeni dünyada Ayla gibi biri de oldukça işimize yarardı.” dedi Ekrem.
   “ Neyse, olan oldu artık. Bir hata yaptın. Ama bu benim düzeltemeyeceğim bir hata değil.”
   Ekrem başını salladı ve:
   “Yapılması gerekeni yapmak konusunda her zaman benden daha iyi oldun, kardeşim. Sana güveniyorum.” dedi.
   Hakan geri dönüp, yürümeye başladı. Birkaç metre sonra, Ekrem:
   “Hakan...” dedi yüksek sesle. Adam geri dönüp bakınca da; “Bu işte bir hataya daha yer olmadığını sen de benim kadar iyi biliyorsun. Güvenimi boşa çıkarmayacağını ümit ederim.” diye devam etti. Etraftaki hiç kimse konuşulan şeylerin ciddiyetinin farkında değildi. Hayatları üzerine alınan kararlardan habersiz bir şekilde eğleniyorlardı. Hakan belli belirsiz bir şekilde kafasını salladı ve yürümeye devam etti. Kalenin kapısından çıktıktan sonra, arabasına atladı. Cep telefonunu çıkarıp, hızlı numaradaki ikinci kişiyi aradı. Telefon daha ilk çalışta açıldı.
   “Onayı aldım. Bu iş bitiyor. Hem de bugün. Ayla’dan başla.” deyip telefonu kapadı. Başka bir şey söylemesine gerek olmadığını biliyordu. Suikastçı ne yapması gerektiğini bilirdi.
XXX
   Araba ana yola çıktıktan sonra, Anıl kendini daha fazla tutamayıp sordu:
   “Neden durmadın?”
   Kadın onun ne demek istediğini anlamamış gibi yapmayacaktı. Bu yüzden doğrudan cevap verdi:
   “Önce yazıtları ve tılsımları bulup, her şeyden emin olmalıyız. Eğer onlarla daha önce iletişime geçersek, kanıtımız olmadığı için bize inanmayabilirler.  Onları korkutmak istemeyiz.”
   Bunun üzerine Anıl bir şey söylemedi. Anneannesinin haklı olduğunu biliyordu. Zaten o an kafasında çözmesi gereken bambaşka şeyler vardı. O iki kızla, büyük ihtimalle kısa bir zaman sonra tanışacaktı. Acaba onlar da, onu hatırlamakta bu kadar zorlanacak mıydı? Sahi kendisinin onlarla üç yıl önce geçirdiği o eğlenceli yazı çok zor biçimde hatırlamasının nedeni neydi? Hala kafasında anılar oldukça silikti. Kafasını kurcalayan bu soruları anneannesine sormak istese de, yine belirsiz cevaplar alacağına emindi. Kendisiyle savaşırken, anneannesi onun aklını okumuş gibi konuştu:
   “Demek onları hatırladın?”
   Aslında söylediği bir tespit cümlesi olsa da, ses tonu yüzünden soru cümlesi gibi çıkmıştı. Anıl başını sallamakla yetindi.
   “Peki bu nasıl oldu?” diye üsteledi Ayla Hanım. Fakat Anıl’ın verecek bir cevabı yoktu.
   “Aslında ben, sen açıklarsın diye düşünmüştüm. Bugün o sokağa gelene kadar hiçbir şey hatırlamıyordum. Onlar sadece tanıdık geliyordu. Ama parkı, oteli ve evleri görünce; birdenbire her şey kafamda oturdu. Buraya geldiğimiz en son yazı hatırladım. Onlarla çok iyi arkadaş olmuştum. Peki bütün bunları nasıl unuttum?” dedi  en sonunda bir açıklama yapması gerektiğini hissettiğinde.
   “Aradan üç yıl geçti, Anıl. Hem üç yılda hepiniz çok değiştiniz. Hatırlamaman normaldir. En iyisi bu işin peşini bırakmak.” diye cevap verdi anneannesi. Anıl gözlerini devirdi.
   “Yine aynı şeyi yapıyorsun.” dedi öfkeli bir ses tonuyla. Kadın ne yaptığını sormak yerine;
   “Artık çocuk değilsin, Anıl. Her şeyi eskisi kadar çok sorgulamana gerek yok. Bazı şeylerin saklı kalması her zaman daha iyidir.” dedi sert bir sesle.
   Anıl tekrar sustu. Anneannesine olan kızgınlığı giderek artıyordu. Bu gereksiz gizemi anlamıyordu.
   “Karnın aç mı?” diye sordu anneannesi birkaç dakika sonra.
   Çocuk ters cevap vermek istese de bunu yapamayacağını biliyordu. Çünkü açlıktan ölüyordu. İster istemez başını salladı.
   “Şu ilerideki benzinlikte duralım o halde. Hem bir şeyler yeriz hem de uzun yolumuz için benzin alırız.” dedi Ayla.
XXX
41 Yıl Önce, Eylül 1967
   Ayla ve Kenan, her Cumartesi yaptıkları gibi yemek için buluşmuşlardı. Fransa’da üniversiteyi bitirip, Türkiye’ye döndükten sonra ikisinin de hayatı farklılaşmıştı. Artık birbirlerine ve dostluklarına eskisi kadar çok vakit ayıramıyorlardı. Bu yüzden de en azından haftada bir kez buluşup hayatlarındaki gelişmeleri anlatıyorlardı.
   “Fakülteye kaydımı yaptırdım.” dedi Kenan ciddi bir ses tonuyla. Şehirden ayrılacağı kesinleşmişti. Ayla yüzünü buruşturdu. Kenan kaybetmek istemeyeceği bir dosttu ve eğer o şehirden ayrılırsa birbirlerinden kopacaklarını biliyordu.
   “Demek gerçekten gidip işletme okuyacaksın?” diye sordu birkaç gergin ve sessiz saniye sonra. Onun ne söyleyeceğini biliyordu ama yine de bir an her şeyin bir şakadan ibaret olmasını umarak sormuştu işte.
   “Evet. Gitmek zorundayım. Bizimkileri biliyorsun. Ya fabrikanın başına geçmemi istiyorlar, ya da politikaya atılmamı. Ben de politikaya atılmanın bugünlerde pek akıllıca olmadığını düşünüyorum. Yani geriye tek bir seçenek kalıyor.” diye cevap verdi Kenan. Kızın o üzgün hali bir şekilde kendisini mutlu etmişti. Bencilce olduğunu bilse de Ayla’nın ona ihtiyaç duyduğunu bilmek daha iyi hissetmesini sağlıyordu.
   “Ne diyebilirim ki? Sonuçta bu senin hayatın. Bir yerde kendini düşünmek zorundasın.” dedi Ayla iğneleyici bir ses tonuyla ve gözlerini neredeyse hiç dokunmadığı tabağına dikti. Kenan acı acı gülümsedi ve:
   “Bu şekilde olmak zorunda değil, biliyorsun.” dedi tüm cesaretini toplayarak. Ayla başını kaldırıp umutla ona baktı. Onun bu ifadesi Kenan’ı da umutlandırmıştı.
   “Benimle gelebilirsin. Fransa’da olduğu gibi beraber oluruz. Hem belki...” Cesaret birdenbire yok oldu. Fakat Ayla hala onun isteğinden habersiz bir şekilde merakla bekliyordu.
   “Belki?” diye üsteledi.
   “Evleniriz.” dedi Kenan neredeyse fısıltıyla. Şimdi gözlerini yere indirme sırası ondaydı. Ayla hiçbir şey söyleyemedi. Şaşkınlıkla ona bakıyordu.
   “Beklediğim tepkinin bu olduğunu söyleyemeyeceğim.” dedi Kenan en sonunda. Onun bu tepkisizliği yüzünden korkusunun yerini kırgınlık almıştı.
   “Ben de beklediğim teklifin bu olduğunu söyleyemeyeceğim.”
   “Bu hayır demek mi?”
   “Senin dostluğunu kaybetmek istemiyorum, Kenan ve bunu samimiyetle söylüyorum.” diye cevap verdi Ayla ve onun anlamasını bekledi. Zaten Kenan’ın anlayış göstermekten başka çaresi yoktu. Hiç olmamıştı ki. Ayla’ya bağımlıydı.
   “Sanırım gitsem iyi olur.” dedi ayağa kalkarak. Kızın üzgün yüzünü görünce de; “Endişelenme. Her şey yoluna girecek. Bir çaresini bulacağım.” diye ekledi ve masaya ikisi için de yeterli miktarda para bırakıp, başka bir söylemeden restorandan çıktı.
   Masumiyet gitmişti artık. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Her şeye rağmen büyümüşlerdi ve Ayla bunu en acı şekilde öğrenmeye daha yeni başlamıştı.
XXX
Temmuz 2008
   “Ne diyor?” diye sordu Gökçe, Gizem dedesiyle konuşmasını bitirir bitirmez.
   “Haberi varmış. Endişelenmemize gerek olmadığını söyledi.”
   “Peki o kadının, dedenin arabasıyla ne işi varmış?”
   “Dedemi bilirsin. Bazen öyle bir şey söyler ki üzerine başka bir şey diyemezsin. Ben de soramadım işte.” diye cevap verdi Gizem. Anlaşılan o da bu konunun fazla uzamasını istemiyordu. Çünkü aklı o çocuktaydı. Onu tanıdığına emindi.
   “Madem endişelenecek bir şey yok, biz de kendi planlarımıza geri dönebiliriz o zaman.” dedi Gökçe heyecanını kaybederek. Gizem de kendini düşüncelerden koparmaya çalışıp Gökçe’yle ilgilenmeye çalıştı.
   “Bence film izlemek yerine, senin aşk olayların üzerine konuşabiliriz.” dedi alaylı bir ses tonuyla. Gökçe onun ilgisindeki yapmacıklığı fark etmeyerek utanmıştı.
   “Neden bahsettiğini anlamadım?” dedi adımlarını hızlandırarak. Fakat Gizem’in vazgeçmeye niyeti yoktu. O da hızlanarak arkadaşına yetişti ve:
   “Bal gibi de anladın. Kerem’den bahsediyorum.” diye açıkladı.
   “Bak, bu sana az önce sorduklarımla ilgiliyse unut gitsin tamam mı? Neden onları söylediğimi bile bilmiyorum. Kerem’e karşı içimde bir şey yok.”
   “Nedense buna inanmıyorum.”
   “İnansan iyi olur. Çünkü benden duyup duyabileceğin tek şey bu.” dedi Gökçe sert bir şekilde. Konunun daha fazla uzamasını istemiyordu. Kerem’e karşı hisleri her zaman karışık olmuştu. Daha kendi bile her şeyi çözememişken bunu Gizem’le nasıl konuşabilirdi ki? Gökçeler’in evine kalan on metre boyunca ikisi de konuşmadı. Kapıdan gireceklerken:
   “Belki de ben eve gitsem daha iyi.” dedi Gizem kırgın bir ses tonuyla.
   “Neden bahsediyorsun sen?”
   “Yapma Gökçe. Neden bahsettiğimi bal gibi biliyorsun. Biz seninle çocukluk arkadaşıyız. Ama sen daha bana hoşlandığın çocuğu bile anlatmaktan çekiniyorsun. Bu nasıl bir dostluk, anlamıyorum doğrusu.” diye sitem etti Gizem.
   “Mesele de bu ya. Eğer bunun hakkında konuşmaya başlarsak her şey biter anlamıyor musun? Üçümüzün kardeşliği geri dönülmez bir biçimde yok olur. Bu yüzden bunu kendi içimde bitirmeliyim. Her şeyi sona erdirdikten sonra çocukluğumuzdaki gibi devam edebileceğiz. Her şey yeniden kolaylaşacak. Anlamıyor musun?” diye cevap verdi Gökçe. Arkadaşının bu konuda daha fazla zorlayıcı olmayacağını umuyordu ama görünüşe bakılırsa geçen onca yıla rağmen Gizem onu hala şaşırtabiliyordu.
   “Asıl sen anlamıyor musun? Çocukluğun bitmesi, her şeyin bitmesi anlamına gelmiyor. Bu sadece bir kitap serisinin çok güzel olan ilk kitabını bitirmek gibi bir şey... Hani diğer kitapları okumak istersin ama ilkiyle aynı tadı vermez diye korkarsın ya. Senin yaptığın bundan farklı değil.
   Korkunun seni engellemesine izin vermemelisin. Eğer bunu yaparsan bundan yıllar sonra geriye dönüp baktığında hayatının sadece ‘keşke’lerden ibaret olduğunu fark edersin. Bir sabah uyanırsın ve elinde olan tek şey seni yıllar boyu hiç terk etmemiş olan o acımasız korkun olur. Çocukluğa veda etme zamanı, Gökçe. Yeni bir sayfa açmanın vakti geldi de geçiyor bile...” dedi Gizem. Gökçe onun olayı dramatikleştirdiğini düşünse de itiraz edecek gücü kendinde bulamadı. Hem kim bilir, belki de Gizem gerçekten haklıydı. Başını salladı ve:
   “Her şeyi anlatacağım.” deyip evin kapısını açtı ve girmesi için Gizem’e yolu gösterdi.
XXX
   Gizem’le olan konuşması biter bitmez, Ayla’yı aramak istedi. Ama o an onunla bir konuşmayı daha kaldırabilecek durumda olduğunu sanmıyordu. Onunla bu görüşmesi tahmin ettiğinden daha yaralayıcı olmuştu. Birdenbire hiç işi olmadığı halde hala kafede oturduğunu fark etti.
   Elini hafifçe havaya kaldırıp hesabı istedi ve çok geçmeden kafeden çıktı. Birden tüm bu yazıt meselesine inanmanın zamanında ona ne kadar zor geldiğini düşünmeden edemedi. Şimdi bile, araştırdığı o kadar şeyden sonra bir parçası hala tüm bu olağanüstülüğe inanmakta güçlük çekiyordu. Dünyanın böyle bir felaketle yok olacağına inanan insanlar sadece filmlerde dile gelirdi.
   Ayla’nın bu konuyu ona ilk açtığı zamanı hatırlıyordu. Dün gibiydi. Onu tüm hayatı boyunca en çok o zaman heyecanlı görmüştü.
XXX
38 Yıl Önce, Şubat 1970
   Kenan elindeki kitaplarla hızlı adımlarla yürüyordu. Yanındaki birçok insan da onun gibi hatta ondan daha hızlı ilerliyorlardı. Birden kalabalığın içinde tanıdık birini görür gibi oldu. Fakat onu görmeyi hiç beklemediği için yanılmış olma ihtimalini göz ardı edemedi. Birkaç saniye sonra, gördüğünün gerçekten o olduğunu fark etti. Görünüşe bakılırsa kız da onu fark etmiş kalabalığı yara yara koşuyordu. Ona tam bir adım kala durdu. Kenan da şaşkınlığını engelleyemeyerek olduğu yerde kaldı ve:
   “Burada ne işin var Ayla?” diye sordu.
   “Beni bu şekilde mi karşılayacaksın?” diye cevap verdi kız bozularak.
   “Haklısın. Özür dilerim.” dedi Kenan ve ona sarıldı. “Yoksa sen de, boğaz köprüsünün temel atma töreni için mi geldin?” diye devam etti ayrıldıklarında.
   “Boğaz köprüsünün temel atma töreni mi? Bugün müydü o?” dedi Ayla şaşkınlıkla.
   “Bugün ülkenin en önemli günlerinden biri, Ayla. Nasıl bir şey senin bunu unutmanı sağlar ki?” diye sordu Kenan onaylamaz bir ifadeyle.
   “Sana anlatacağım bir sürü şey var. Bana inanacak tek kişi olduğun için bu kadar yolu tepip geldim.” diye açıkladı Ayla. Adam onun yüzündeki o heyecanlı ifadeyi yok etmek istemiyordu. Bu yüzden de gülümseyerek:
   “Dinliyorum.” dedi.
XXX
Temmuz 2008
   “Onu bir gün bile görmeyince, hayatımı eksik yaşamış gibi hissediyorum. Bir gün hayatımızdan çıkıp gitse ne olur diye düşünmeden edemiyorum. Sanki onun var olmadığı bir dünya kötülüklerden ibaret ve yaşanılabilirlikten uzakmış gibi geliyor. Sanırım, ona aşığım.” diye bitirdi sözlerini Gökçe. Aslında şimdi kendini çok iyi hissediyordu. İçindeki her şeyi dünyadaki en çok güvendiği insanlardan birine dökebilmişti. Hislerini tek başına yaşamak kendini yavaş yavaş yok etmekten farksızdı.
   “Sanırım mı?” dedi Gizem kahkahayı patlatarak. Gökçe iki eliyle yüzünü kapadı ve:
   “Anlatırken yeterince utandım zaten. Şimdi bir de dalga mı geçeceksin?” diye sitem etti.
   “Tamam, tamam. Şimdi sana planımızı anlatıyorum.” dedi Gizem ciddileşerek.
   “Plan mı? Ne planı?” diye sordu Gökçe şaşkınlıkla.
   “Kerem’le seni bir araya getirme planı.”
   “Plan falan yok, Gizem. Bir araya gelme de yok. Anlattım ve bitti. Senin tek planın benim bunu aşmama yardım etmek olmalı.”
   “Bir kere olsun dur da beni dinle. Bu gece, Kerem’i partiye gitmek yerine bizimle film izlemeye gelmeye ikna edeceğiz. Sonra benim bir işim çıkacak ve eve gitmek zorunda kalacağım. Siz ikiniz de başbaşa bir film gecesi geçireceksiniz.” diye anlattı Gizem. Hemen ardından da; “Onu tavlamaman için hiçbir sebep yok.” diye kıkırdadı. Bunun üzerine Gökçe ona şakayla karışık bir yumruk attı ve:
   “Böyle bir şey olmayacak.” dedi.
   “Beni sonsuza kadar kaybetmek ister misin?” diye sordu Gizem tehditkar bir ses tonuyla.
   “Tabi ki istemem ama onu-“
   “O halde bunu yapacaksın.” diyerek onun sözünü kesti Gizem. Gökçe cevap vermedi. Gizem de onun telefonunu koltuğun üzerinden alıp uzattı.
   “Ara hadi.” diye ısrar etti. Gökçe bir an tereddüt etse de, o güne kadar Gizem’i dinlediği hiçbir zaman pişman olmadığını fark etti. Belki de gerçekten denemeye değerdi. Üzerinde daha fazla düşünmeyip telefonu aldı ve rehberden Kerem’in adını bulup arama tuşuna bastı.
XXX
   Otelin terasından denizi izleyip sakinleşmeye çalışıyordu. Babasının kendisine olan bu öfkesini anlayamıyordu. Hayatını onu memnun etmek için yaşamaktan yorulmuştu. Fakat yine de onunla olan ilişkisinden hiç ilerleme kaydedemiyordu. Belki de en iyisi bırakmaktı. Dünyadaki her baba oğul iyi anlaşmak zorunda değildi ya?
   Bazen evlatlık olduğunu düşündüğü oluyordu. Hiçbir insan kendi canından olan birine karşı böyle nefret dolu olamazdı çünkü. Yatağına yattığı her gece, onunla olan ilişkisi düzelsin diye Allah’a yalvarıyordu. Görünüşe bakılırsa pek sicili temiz bir kul değildi ki her gün her şey daha da kötüye gidiyordu.
   Babası, Gizem ile Gökçe’ye bile kendisine davrandığından daha iyi davranıyordu. Kendi çocuğu olmayan o insanlara bir baba gibi yaklaşıyordu. Bu yüzden onları kıskandığı pek çok zaman olmuştu. Ama suçun onlarda olmadığını biliyordu. Suç onu bir türlü sevemeyen babasındaydı ve bu asla değişmeyecekti.
   Cep telefonunun çaldığını duyunca sırt çantasından çıkarıp kimin aradığına baktı: Gökçe’ydi. Acaba bir şey mi olmuştu? Ayrılalı bir saat bile olmamıştı ki daha? Belki de partiyle alakalıydı. Ne olursa olsun onun gibi bir dostun arıyor olması iyiydi o an gerçekten konuşmaya ihtiyacı vardı.
   “Alo?” dedi neşeden çok uzak bir ses tonuyla. Gökçe bu üç harfli kelimeden bile onun iyi durumda olmadığını anlamıştı.
   “Bir şey mi oldu?” diye sordu.
   “Benden nefret ediyor.” diye cevap verdi Kerem ağlamasını engellemeye çalışarak. Gökçe’nin karşısında zayıf görünmek istemiyordu.
   “Kim senden nefret ediyor?” dedi Gökçe şaşkınlıkla.
   “Kim olabilir ki? Babam! Yine azarladı beni.”
   Gökçe ne diyeceğini bilemedi. Onun babasıyla arası, Kerem’e göre her zaman çok daha iyi olmuştu o yüzden onun bu eksikliğini hiç anlayamamıştı. Yine de acısını dindirecek bir şeyler söylemek istiyordu. Ne olursa! Onu biraz olsun iyi hissettirmesi yeterliydi.
   “Ben yanındayım. Konuşmaya ihtiyacın var mı?”
   “Evet. Hem de çok.” diye cevap verdi Kerem.
   “Bak ne diyeceğim? Bize gel. Partiyi boşver. Bizde film izleyelim. Hem konuşuruz da... Ne dersin?” dedi Gökçe. Bunu onu tavlayabilmek için değil gerçekten yanında olmak istediği için söylüyordu.
   “Olur. Hatta çok iyi olur. Buna gerçekten çok ihtiyacım var, Gökçe. Seninle olmaya çok ihtiyacım var.” dedi Kerem. Son cümleyi söyleyince kendini çok garip hissetti fakat Gökçe bunun üzerinde fazla durmadı.
   “Bekliyoruz o zaman. Tamam mı? Gelirken haber ver.
   “Tamam. Görüşürüz.” dedi Kerem ve telefonu kapattı. Gökçe’nin sesini duymak onu gerçekten rahatlatmıştı. Hayatının her zor anında onun yanında olduğunu fark etti birdenbire. O gerçekten de Kerem’in en iyi dostuydu.
XXX
   Kızıl Kule’ye inen yoldan yukarı yürümeye devam ediyordu. Dalgınlığı o kadar fazlaydı ki arkasından bağıran adamı ilk seferde duymadı. Fakat aynı ses ikinci sefer de “Kenan.” diye bağırınca arkasını döndü ve onu gördü: Ekrem’i.
   “Burda ne işin var?” diye sordu, öfkeyle.
   “Bu kadar sinirli bir karşılamaya gerek olmadığını düşünüyorum.”
   “Bense, en son konuşmamız düşünülürse, çok daha fazlasını hak ettiğine inanıyorum.”
   “Onu boşver de, duyduğuma göre Ayla şehre dönmüş. Uzun süre mi kalacak?” diye sordu alaylı bir ses tonuyla.
   “Bu seni hiç ilgilendirmez. Ayrıca bu haberi nerden aldın bilmiyorum ama eğer onu izliyorsan bundan bir an önce vazgeçsen iyi edersin.”
   “Yoksa?” dedi Ekrem alaylı ifadesini devam ettirerek.
   “Eğer ona bir zarar verirsen, inan bana seni saklandığın delikte bulup öldürürüm. Bu hayatıma mal olsa bile, bunu yaparım.” dedi Kenan yumruklarını sıkarak. Sesi elinde olmadan yükseldiği için yanlarından geçen birkaç kişi onlara şaşkınlıkla bakmıştı. İki yaşlı insan bu kadar hararetle ne tartışıyor olabilirlerdi ki?
   “Sanırım bunun için çok geç kaldın. Suikastçi onların peşine düştü bile.” dedi Ekrem ona olan nefreti yüzünden saklaması gereken bir bilgiyi ağzından kaçırarak. Kenan bunu duyunca başından aşağı kaynar sular dökülür gibi oldu. Yoldan geçen bir taksiyi durdurdu ve binmek üzereyken geri dönüp:
   “Önce onu kurtaracağım. Sonra da geri dönüp seni öldüreceğim.” dedi nefretle. Taksiye atlayıp, şoföre ilerlemesini söyledi. Bir yandan da cep telefonuyla Ayla’yı aramaya çalışıyordu. Eli sinirden titriyordu. Neyse ki telefon çalmaya başladı.
XXX
   Kenan taksiye biner binmez, Ekrem kardeşini aradı.
   “İşleri hızlandırman gerek, Hakan.” dedi öfkeli bir şekilde.
   “Bir şey mi oldu, kardeşim?”
   “Kenan’ı gördüm. Tartıştık ve şimdi suikastçinin Ayla’nın peşinde olduğundan haberi var. Onları bulmaya gitti. Bu işi bir an önce halletmelisin.”
   “Ah, abi. Sen ve senin şu öfken... Başımıza daha ne kadar iş açacak acaba?” diye sordu Hakan iğneleyici bir şekilde.
   “Şimdi beni azarlamanın sırası değil, Hakan. Git ve suikastçinin bir an önce yapması gerekeni yapmasını sağla. Çok fazla vaktinizin olduğunu sanmıyorum. Eğer Kenan’ın ya da Ayla’nın güçleri yeniden açığa çıkarsa hiç şansımız yok.”
   “Biliyorum. Ama merak etme, halledeceğim. Görüşürüz.” diye cevap verdi Hakan ve telefonu kapadı. Şimdi bir telefon görüşmesi daha yapmak zorundaydı.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Eklendi
« Yanıtla #24 : 27 Aralık 2009, 17:06:45 »
Hikâyenin yeni bölümlerini her okuyuşunda bir sonraki bölüm ne zaman yayınlanacak diye düşünüyorum. Gayet akıcı ve sürükleyici...
Bunun Aslında dışında olanları takip etmek biraz zor oluyor. Bölümün içindeki kısımların birinden birine geçtiğimde ne oldu şimdi diye bir durum değerlendirmesi yapmak zorunda kalıyorum. Ama eminim ki bu da ileri ki bölümlerde ortadan kalkacaktır.
Bir daha ki bölümü sabırsızlıkla bekliyorum...

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Eklendi
« Yanıtla #25 : 27 Aralık 2009, 18:58:44 »
Bölüm içindeki olayları takip etmenin zorluğunun ben de farkındayım ama sizin de takdir edeceğiniz gibi bu çok karakterli bir hikaye ve bu karakterlerin hepsi birbiriyle ilişkili o yüzden sahneleri de iç içe yazmak zorundayım. Bunun sonucunda hikaye bir dizi senaryosuymuş gibi parça parça yazılmış oluyor. Bu heyecanı zinde tutarken bazen kafa karıştırabiliyor. Umarım hikayeye alışınca bu problem ortadan kalkar.

Yeni bölüm için bu kadar beklemeyeceğim. Son iki bölüm için ikişer hafta beklemek zorunda kaldınız. Bunun tekrarlanmaması için elimden geleni yapacağım.

Çevrimdışı LewsTherin

  • **
  • 61
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Eklendi
« Yanıtla #26 : 27 Aralık 2009, 19:15:00 »
hikayeni şimdi bitirdim.hikayen akıcı bir şekilde devam ediyor.yalnız olay kurgun hikayeleri yayınlayış hızına göre biraz yavaş ilerliyor.
birde ayla ve hakanın güçlerinden direk bahsetmesen daha iyi olurdu.yine geçmişe gidip güçlerini kullandıkları bir bölüm yazsaydın yada güçlerinden biraz daha geç bahsetsen bence daha iyi olurdu.çünkü şimdi hiç bir ipucu vermemişken bir anda onların gücü olduğu ortaya cıktı.oysa ben sadece cocukların güçleri olacagını düşünmüştüm.
bunların dışında hikayen çok sürükleyici biraz daha aksiyonla çok harika olur.devamını bekliyorum.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 5. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #27 : 27 Aralık 2009, 20:22:31 »
Tabi ben bütün hikayeyi kafamda kurduğum için bana oldukça mantıklı geliyor yaptıklarım =) Güç meselesinin özü de bu cildin konusu olduğu için birkaç bölüm içinde büyük bir kısmı açıklanacak. Bölümleri yayınlama hızımla hikayenin ilerleyişi arasında bir bağlantı yok. Ben tekrar bu kadar yavaş yayınladığım için özür dilerim ama bu yavaşlık yüzünden hikayeyi daha yoğun ve hızlı bir hale getiremem. Yazılan her sahnenin bir anlamı var ve hiçbiri atlanamaz.

Son olarak yeni bölümün fragmanını vereyim:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 5: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi

Değer Verdiğiniz Birini Kaybettiğinizde

“O gitti, Oğuz. Ne kadar aksine inanmak istesem de gitti.”

Sizi Asıl Delirten Yokluk Hissidir
“İçimde asla dolmayacak bir boşluk oluştu.”

Ve Eğer Onu Geri Getirmek İçin Bir Şans Yakalarsanız
“Gerçekten sen misin?”

Elinizden Gelen Her Şeyi Yaparsınız
“Hemen Alanya’ya dönmeliyim.”

Beklenmedik Bir Ziyaretçinin Gökçe’ye Verdiği Umut
“Ben yanındayım. Tıpkı eskiden olduğu gibi.”

Gizem’in Çaresizce Aşkı Arayışı
“Tek istediğim ona nedenini sormak.”

Ve Her Şeye Yeniden İnanmak İçin Bir Sebep Bulan Anıl
“Ne pahasına olursa olsun, onu bulacağım.”

Hepsi Yeni Bölümde
“Seni öldüreceğim. Biliyorsun.”
“Biliyorum, Ekrem.”

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Geradon Yazıtları - 5. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #28 : 28 Aralık 2009, 13:29:10 »
Bence oldukça iyi gidiyor. Karakterlere bir kez alışınca, bir de bölüm başlarındaki tarihlere dikkat edince anlamamak için bir neden kalmıyor. Düşündürücü olması bir artı benim için. Hem böyle yazılması sıradanlığını öldürüyor.

Bir de Kenan'a karşı garip bir sempati başladı bende :) Çok çok iyi anlayabiliyorum onun o mahkumiyetini, çaresizliğini ve karşılıksız kalan sevgisini... Neyse ki ben o prangalardan kurtulalı çok oldu.

Devam...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Spoiler: Göster
Bu bölümü olaylara elimden geldiği kadar netlik kazandırmak amacıyla yazdım. Diğerlerine göre daha çabuk yazıldı çünkü soru sormaktan çok cevap veren bir bölümdü. Yani bana göre =) Şunu unutmayın birinci cilt bittiğinde yazılan sahnelerin neredeyse hepsi bir bütünlük kazanacak. Şimdi size anlam ifade etmeyen ya da yanlışmış gibi gelen şeyler toparlanacak.

Unutmadan bu bölüm 3. bölümün devamı niteliğindedir. Yine de anlam karışıklığını azaltmak için kısa bir özet kısmı hazırladım. Bu kısmı okumanın size daha önce olanları hatırlatacağını düşünüyorum. İyi okumalar ve yorumlarınız için şimdiden teşekkürler.


~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşç
ı

Geradon Yazıtları'nda Önceki Bölümlerde;

      Gökçe rüyalarında Kerem’i görmektedir. En son gördüğü rüyada Kerem onu, Gizem ve Anıl’ı yapmaları gereken görevden vazgeçirmeye  ikna etmeye çalışır. Kız uyandığında onu dinleyip bu işten elini eteğini çekmeye karar verir. Günün sonraki saatlerinde odasında otururken birden kapısı çalar ve içeri hiç beklemediği biri girer.
      Gizem en yakın arkadaşı olan Gökçe’nin kendisine dürüst olmamasından dolayı duyduğu öfkeyle ve Anıl’a bir an önce ulaşma isteğiyle hastaneden çıkar ve eşyalarını toplayıp Marmaris’e gitmeye karar verir. Annesi onu engellemeye çalışınca da evden kaçıp dedesinden yardım ister.
      Anıl ise sevgilisini ve dostunu geride bırakmanın verdiği rahatsızlıkla boğuşurken, kolyesinden Kerem’in sesini duyar. Bu bir yardım çağırısıdır.

Bölüm 5: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi
Haziran 2009
   “KEREM? Gerçekten sen misin? Orda mısın?” diye bağırdı kolyeye doğru. Duyduğu heyecan yüzünden bütün konsantrasyonu bozulmuştu. Tekrar yoğunlaşmaya çalıştı. Bu sakinliği nasıl sağlayacağını bilmiyordu ama tek şansının dikkatini vermek olduğundan emin olduğu için bunu başardı ve onu tekrar duydu:
   “Nerede olduğumu bilmiyorum, Anıl. Bana yardım et, lütfen. Korkuyorum.” Kerem’in sesi bu sefer çok daha kısıktı. Yine de Anıl onu net bir şekilde duyabiliyordu.
   “Merak etme. Sana yardım edeceğim. Edeceğiz. Kurtulacaksın.” diye cevap verdi Anıl bir an ne diyeceğini bilemeyerek. Aklında bunu nasıl yapacağına dair hiçbir fikir yoktu ama bu önemli değildi. Önemli olan tek şey, Kerem’in yaşıyor olmasıydı. Kolyeden başka bir ses gelmedi. Anıl kolyeye baktı ve parlaklığının söndüğünü fark etti. Anlaşılan Kerem ona ulaşmak için bütün enerjisini kullanmıştı. Anıl’ın kalbi belki de atabileceği en yüksek hızda atıyordu. Demek geçen bir ay boyunca Gökçe aslında haklıydı. O yaşıyordu.
   İlk şoku atlatınca ayağa fırladı ve çantasını hazırlamaya başladı. Beş dakika içinde aşağıya inmişti. Anneannesi ona şaşkınlıkla bakıyordu.
   “Hemen Alanya’ya dönmeliyim ve sen de benimle geliyorsun.” dedi Anıl itiraz kabul etmeyen bir sesle.
XXX
   Gökçe kapıdan giren eski arkadaşını görünce bir an hiçbir şey söyleyemedi. Eğer gözlerindeki o mutlu ifade olmasaydı, misafiri ona kırılıp geri bile dönebilirdi.
   “Sormadan girdim ama, girebilirim değil mi?” diye sordu misafiri. Gökçe sadece:
   “Saçmalama.” diyebildi. Misafir, elinde getirdiği çiçekleri ona doğru hafifçe uzatıp:
   “Bunları sana aldım.” dedi.
   Gökçe en sevdiği çiçek olan beyaz nergislerden oluşmuş demeti gülümseyerek aldı. Hala şokta olduğu belliydi. Yine de nergisleri koklamamayı unutacak kadar şokta değildi. Gerçekten kötü kokarlardı. Sevgi dolu gözlerle çiçeklere bakıp sonra da onları yanında komodinin üzerine bıraktı.
   “Gerçekten burdasın, değil mi?” diye sorabildi birkaç kere ağzını açıp kapadıktan sonra. Misafiri kafasını salladı.
   “Niye bu kadar şaşırdın ki? Bir gün tekrar karşılaşacağımızı söylemiştim.” dedi sakin bir sesle.
   “Neredeyse iki yıl oldu, Oğuz. Artık bizi tamamen unuttuğunu düşünmeye başlamıştım.” diye cevap verdi Gökçe. Yavaş yavaş konuşma ve iğneleme yeteneğini kazanıyordu.
   “Sence de azarlamaya başlamadan önce bir sarılman gerekmiyor mu?” diye sordu Oğuz.
   “Ah, haklısın. Kabalığımı mazur gör.” dedi Gökçe alayla ve doğrulup ona sıkıca sarıldı. Bırakmak istemiyordu. Bırakırsa onun da gideceğinden korkuyordu. Oğuz sanki onun düşüncelerini okumuş gibi:
   “Buradayım, Gökçe. Ben yanındayım. Tıpkı eskiden olduğu gibi.” dedi. Sesindeki o rahatlatıcılık hiç değişmemişti.
   “Sesin mi kalınlaştı senin?” dedi Gökçe gülerek. Onu kendinden biraz itti ve yüzüne baktı; “Sivilcelerinde azalmış sanırım?”
   “Aynı eski Gökçe olduğunu görmek o kadar güzel ki anlatamam.” diye cevap verdi Oğuz, Gökçe gibi alaycı bir ifadeye bürünerek.Fakat Gökçe bunu duyunca birdenbire durdu. Aynı eski Gökçe değildi. Hiçbir şey eskisi gibi değildi ki, o olsun. Kerem yoktu artık. Birden, Oğuz’un geri dönüşüne sevinmesinin bile yanlış olduğunu hissetti. O suçluydu. Nasıl sevinebilirdi ki?
   Oğuz onların ilk okuldan beri arkadaşlarıydı. Liseyi okumak için Ankara’ya gitmişti. Fakat gitmeden önce Alanya’da yaşadığı şeyler yüzünden herkesle bağını koparıp, yeni hayatına öyle başlamıştı. Babasının şehirde saldığı kötü ekonomik ün yüzünden aile adları kirlenmişti. Alanya’daki hayatının son zamanlarında şehrin tüm zenginlerini dolandırıp ailesini de geride bırakarak yurtdışına kaçmıştı. O günden beri de ondan haber alınamamıştı. Bunun üzerine annesiyle başbaşa kalan Oğuz’un bir de şehirdeki insanların öfkesiyle yüzleşecek gücü kalmadığı için yeni bir hayata başlamıştı. Giderken geride bıraktığı şeylerden biri de Gökçe’yle doyasıya yaşanmaya hiç fırsat bulunamamış aşklarıydı.
   Gökçe, Oğuz’un ilk aşkıydı. Oğuz da Gökçe’nin... Fakat bunu itiraf etmek için o kadar beklemişlerdi ki, hayat onları cezalandırıp yollarını ayırmıştı. Aslında Gökçe’nin aldığı ilk büyük darbe iki yıl önceki bu vedalaşmaydı. Tabi ki Kerem’i kaybetmekle aynı şey sayılmazdı. Sonuçta onun yaşadığını ve bir şekilde hayatına devam etme şansı olduğunu biliyordu ama yine de onunla hiç yaşama fırsatını bulamadığı şeyler için de hep üzülmüştü.
   O gittikten sonraki ilk zamanlar Kerem ve Gizem iyi dostların yapması gerekeni yapmışlar ve sessizce onunla ilgilenmişlerdi. Yavaş yavaş Gökçe de hayatın iyi yönlerini yeniden fark etmeye başlamış ve dostlarına sarılmıştı. Zaten ne olduysa ondan sonra olmuştu. Oğuz hayatından çıktıktan sonra Kerem’in hiçbir zaman fark etmediği özelliklerini fark edip ilgilenmeye başlamıştı. Onun çok farklı bir yönünü tanımıştı ve Oğuz için hissettiği her şey ya da belki çok daha fazlasını onun için hissetmeye başlamıştı. İlk başlarda bunun için kendinden nefret etse de, hislerini engelleyemiyordu.
   Bütün bunları, Oğuz’u görünce yeniden yaşamış gibi olmuştu. Kerem’e aşık olduktan sonra önceki hayatını adeta unutmuştu. Ara sıra Oğuz’u düşünse de kalbi hep Kerem için atmıştı ve Oğuz o gün o kapıdan girinceye kadar da onun geri geleceğini hiç düşünmemişti.
   “Ee, anlatacağın hiçbir şey mi yok?” diye sordu Oğuz onu geçmişe yaptığı buruk yolculuktan kurtararak.
   “Önce sen!” diyerek topu ona attı Gökçe. İçindeki yokluk hissi biraz olsun azalmıştı. En azından kafasını başka şeylere verebilecekti.
XXX
   “Neden içeriye gelmiyorsun?” diye sordu Kenan Bey, yani Gizem’in dedesi. “İçeride anlatırsın.” Fakat Gizem’in içeri girmeye niyeti yoktu. Bir an bile yavaşlarsa, Marmaris’e gitme imkanının kalmayacağının farkındaydı. Bu da Anıl’ı bulamaması demekti.
   “Hiç vaktim yok. Senden bir şey isteyeceğim. Beni Mar-“
   Bu sırada içerideki telefon çalarak, Gizem’in sözünü kesti.
   “Açma!” dedi kız neredeyse bağırarak. Telefon bir daha çaldı. Dedesi şaşkınlıkla ona baktı ve:
   “Neler oluyor, Gizem? İçeri gel işte. Ben de şu telefona bakayım. Sonra istediğin neyse hallederiz.” dedi. Telefon çalmaya devam ediyordu. Gizem annesinin aradığına emindi. İçeri girdi ama bir yandan da hızla olayı anlatmaya başladı:
   “Anıl’ın Marmaris’te olduğunu öğrendim. Hatta eminim. Oraya gitmem lazım fakat annem izin vermedi. Ben de onun yanından kaçıp sana geldim. Bana yardım edersin diye. Çünkü beni bir tek sen anlıyorsun, dede. Her şeyi bütün gerçekliğiyle biliyorsun. Tüm yaşadıklarımızı. Şimdi arayan da büyük ihtimalle, annem. Lütfen onu ikna et ve beni Marmaris’e götür.” diye bitirdi sözlerini ağlamaklı bir ifadeyle. Dedesi ona cevap vermeden telefonu açtı. Gizem’in annesinin sesi o kadar yüksekti ki dışarıdan bile duyuluyordu.
   “Gizem yanında mı, baba?” diye sordu kadın heyecanla.
   “Evet, yanımda.”
   “Tamam. Onu evde tut. Hemen geliyorum.”
   “Aslında, belki de olduğun yerde kalsan iyi olur Çağla. Benim yanımdayken Gizem’in güvende olduğunu biliyorsun.” dedi Kenan Bey.
   “Tek başına Marmaris’e gitmek istiyor. Buna izin veremezdim. Ama o bana karşı geldi.” diye açıkladı kadın. Belli ki o da kendini ikna etmeye çalışıyordu.
   “Tabi ki tek başına gitmesini izin veremezdin, Çağla. Fakat şu anda yanında ben varım. İnan bana buna gerçekten ihtiyacı var. Sonradan pişman olacağın kararlar verme. Bırak da onu Marmaris’e götüreyim. Sağ salim geri getireceğime söz veriyorum.”
   “Bu sadece benim kararım değil ki. Yavuz da buna izin vermez.” dedi kadın son bir umutla. Kenan’a güvenmediği açıkça görülüyordu.
   “Oğlumla ben konuşurum. Endişelenme.” dedi Kenan itiraz kabul etmeyen bir sesle. Onun bütün yollarını kapamıştı.
   “Pekala, baba. Ama lütfen dikkat et olur mu? Olanlardan sonra psikolojisinin iyi durumda olmadığını biliyorsun.” diye cevap verdi Çağla teslim olduğunu belirtircesine.
   “Sen de ona çok dikkat edeceğimi biliyorsun. Kendine iyi bak. Ona bir şey söylemek istiyor musun?” dedi Kenan.
   “Sadece çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Bana inanmadığını bilsem de. Görüşürüz.”
   Karşıdan telefonun kapandığını belirten ses geldiğinde, Kenan o an kadının koşa koşa banyoya gittiğini biliyordu. Kızıyla olan bozuk ilişkileri yüzünden onun çok üzüldüğünü biliyordu ama bu kötü ilişkinin yaratıcısı da oydu. Gizem’le özellikle son yıllarda hiç ilgilenmemişti. Hayatına insanlar girip çıkarken, olağanüstü bir dünyaya adım atarken onun yanında olmamıştı. Gizem ilk adet döngüsüyle ilgili sorunları bile Gökçe’yle konuşmak zorunda kalmıştı.
Kazadan sonra ise birden bire değişip onunla ilgilenmeye başlamıştı. Onu kaybedebileceğini fark edince korkuların en büyüğünü yaşayıp ilişkilerine baştan başlamak istemişti. Fakat onu ne kadar çok sevdiğini o kadar zaman sonra hatırlaması Gizem için elbette pek bir şey ifade etmiyordu. Yine de Kenan bir anneyle kızı arasına giren kişi olmak istemiyordu. Bu yüzden Marmaris’ten döndükten sonra ilk iş olarak bir aile yemeği verip onları barıştıracaktı.
   “Teşekkür ederim.” dedi Gizem sevinçle ve ona sarıldı. Torunundan ara sıra saf sevgiyle aldığı bu kucaklamaların hayatın anlamı olduğunu düşünürdü bazen. Her şey sevgiden ibaretti aslında. Sevgide başlayıp sevgide bitiyordu. İnsanların her davranışı, her sözü birazcık sevgi içindi. Asıl başarı gerçekten sevmek ve sevilmekti.
   “Ne zaman yola çıkıyoruz?” diye sordu Kenan ve Gizem’in gözleri parladı.
XXX
   “Kararını değiştiren şeyi öğrenebilir miyim?” diye sordu Ayla şaşkınlıkla. Aslında belki de bu işi hiç karıştırmamalıydı. Sorduğuna bile pişman olmuştu. En iyisi hemen kalkıp hazırlanmaktı. Fakat Anıl cevap verdi:
   “İnanmayacaksın ama onu duydum, anneanne. Kerem’i. O yaşıyor ve ben ne pahasına olursa olsun onu bulacağım.”
   Kadın gerçekten de onun söylediği gibi inanmadı. Aslında inanamadı. Kerem’in o kazadan sağ kurtulmuş olması imkansızdı. O gece tılsımını bile yanına almamıştı ki. Onu kurtarabilecek hiçbir şey yoktu. Öyleyse bu nasıl olabilirdi? Anneannesi cevap vermeyince Anıl yeniden konuştu:
   “Odamda oturmuş tılsımımı inceliyordum. Birden parladı. Bana bir mesaj vermeye çalışıyor gibiydi. Yoğunlaştım ve onu duydum. Benden yardım istedi. Nerede olduğunu bilmiyormuş ve korkuyormuş. Yardımıma ihtiyacı var. Hepimizin yardımına ihtiyacı var.”
   Ayla ona inanmak istiyordu. Kerem’i de kendi torunu gibi severdi. Onun ölümü yüzünden yaşadığı suçluluğa bir de bu sevginin getirdiği acı eklenince, Kerem’in yaşadığına dair bir ipucu bulabilmek için bile bütün servetini verirdi.
   “Ne diyeceğimi bilemiyorum, Anıl.” dedi. Ama ayağa kalkmıştı bile. Kalbine söz geçiremiyordu.
   “Benimle, Alanya’ya gelmen yeter.” diye cevap verdi Anıl. “Kenan Amca’yı ara ve haber ver. Hem senin de onunla konuşman gerek , biliyorsun.”
   “Her şey çok hızlı, Anıl. Düşünmeme izin ver.”
   “Tüm olanları düzeltmem için bir şansım var anneanne. Her şeyi tıpkı eskiden olduğu gibi güzel hale getirmemin bir yolu... Bana yardım etmek zorundasın.” dedi Anıl yalvarırcasına.
   Ayla cevap vermek yerini başını sallamakla yetindi. Sonra da duvara monte edilmiş telefonun ahizesini kaldırıp yaklaşık yarım saat önce kendisini aramış olan numarayı tuşladı.
XXX
   O akşamüstü Alanya Aile Mezarlığı’nda da, Akdeniz akşamlarının verdiği o huzur hissediliyordu. Mezarlık kasvetten çok uzaktı. Zaten Alanya’da hiçbir yer kasvetli değildi ki. Mezarlıklar bile orada yatan insanların huzuruyla, rahata ermişti. Bir adam elindeki kırmızı karanfilleri önündeki güzel görünümlü mezara bıraktı. İçinde biraz Allah inancı olsaydı dua ederdi ama onun için dine bu kadar bile bulaşmak fazlaydı. Son sekiz aydır her hafta yaptığı gibi mezar taşındaki yazıyı okudu:
‘Hakan Murat Yıldırım
1948-2008

İdealler Uğruna Yaşanmış 60 Yıl
Dile Kolay 60 Yıl, Dolu Dolu Bir Hayat
Yapmak İstedikleri Geride Bıraktıklarına
Miras Olarak Kalacaktır
Huzur İçinde Yatsın’
   Ekrem Kemal Yıldırım, kardeşinin ölümünün sekizinci ayında bu mezarlıkta içindeki acı biraz bile azalmamış bir şekilde üzüntüsünü yaşıyordu.
   “İntikamını almaya başladım kardeşim. Kanın yerde kalmayacak. Endişen olmasın.” diye fısıldadı. Sonra da yirmi metre kadar ilerisinde kendisini bekleyen siyah jipe doğru ilerledi.
XXX
   “Ben de hiçbir değişiklik yok ki.” dedi Oğuz omuz silkerek. Gökçe ona inanmayan gözlerle baktı. Başka bir şehirde geçen iki yılda insanın hayatı nasıl değişmezdi ki?
   “Pekala, pekala.” dedi Oğuz en sonunda iki elini teslim olmuş gibi havaya kaldırarak. “Her şeyi anlatacağım. Baştan söylüyorum; bunu sen istedin.” diye devam etti gülerek.
   “Hadi, dalga geçmeyi bırak da anlatmaya başla.” diye cevap verdi Gökçe heyecanla.
   “Gittikten sonra numaramı değiştirdiğimi biliyorsun, bir şeylere yeniden başlamak zorunda olduğumu da... Ve Ankara bunu yapabilmem için bana bir şans verdi. Her şey umduğumdan daha iyi gitti. Yeni bir çevre edindim. Lisedeki insanların çoğu benim gibi yeni bir başlangıca yelken açmıştı. Anlayacağın her şey mükemmeldi. Yani neredeyse...” Oğuz birden sessizleşti. Anlaşılan, o an ‘o konu’nun açılacağı andı. Gökçe de bunu fark etti ama onu durdurmak için bir şey söylemedi.
   “Sen yoktun.” diye bitirdi çocuk sözlerini ve farklı bir tarafa bakmaya başladı. Gökçe’nin onu görmekten dolayı yaşadığı mutluluk birden sönmüş, geriye sadece çektiği acı kalmıştı.
   “Giden sendin, Oğuz. Ben de bir şekilde hayatıma devam etmek zorundaydım.” dedi soğuk bir sesle. Oğuz’un gözleri doldu. Verecek bir cevabı yoktu.
   “Neden burada olduğumu biliyor musun?” diye sordu Gökçe onun konuşmadığını fark edince başka bir konuya geçebilmek için. Bu konu da kendisine acı verse de aklına başka bir şey gelmemişti.
   “Evet. Kerem... Çok üzgünüm, Gökçe. Hepimizin başı sağolsun.” dedi Oğuz.
   “Ve o gitmeden önce olan durumumuzu?” diye üsteledi Gökçe dikkat çekmek istediği asıl noktayı belirterek. Birdenbire aklına Oğuz’a acı çektirmek gelmişti. Bu hayatta sadece o acı çekmek zorunda değildi ya? Biraz da ona acı çektirenler bunun karşılığını almalıydı.
   “Her şeyi biliyorum, Gökçe. Annemle, Kerem’in annesi çok iyi arkadaşlar. Birkaç gündür şehirdeyiz. Annem her şeyi öğrenmiş. Bana da bugün anlattı. Ben zaten seni görmek için cesaretimi toplamaya çalışıyordum ama senin hastanede olduğunu öğrenince hemen koşup geldim ve söylediğim gibi Kerem için çok üzgünüm. Kesinlikle bunu hak etmiyordu.”
   Gökçe’nin ruh hali sürekli değişiyordu. Yaşadığı gitgeller söyleyeceği şeylerin anlamını bozuyordu.
   “O gitti, Oğuz. Ne kadar aksine inanmak istesem de gitti.” dedi ağlamaklı bir sesle ona sarılarak. Çocuk onu o an en çok ihtiyaç duyduğu şeyi verdi: arkadaşlığını ve Gökçe’ye sarıldı.
XXX
   “İki buçuk saat sonra bir uçak var ve hala birkaç koltuk boşluğu var. Ama biletler gerçekten pahalı.” dedi Gizem bir yandan bilgisayarı açarken. Dedesi cüzdanından bir kredi kartı çıkarıp ona verdi ve:
   “Önemli değil ama acele etmeliyiz. Benim arabamla gidersek yetişiriz. Hemen biletleri al. En geç yarım saat önce havaalanında olmalıyız ki uçağa binebilelim. Gerçi uçakla gitmek de zor ama o kadar direksiyon sallamak çok daha zor. Ben yaşlı bir adamım.” dedi. Gizem, dedesine gelmekle ne kadar doğru bir karar aldığını fark etti. Bu sırada evin telefonu çaldı.
   Kenan Bey, koşar adımlarla gidip kimin aradığına bakmadan ahizeyi kaldırdı ve:
   “Alo.” dedi.
   Gizem diğer odada bilgisayarın başında biletleri almaya çalışıyordu. Tam ödeme işlemini yapmak üzereydi ki.
   “Dur.” dedi bir ses arkasında. Dedesiydi. Bir an içinden onun da izin vermekten vazgeçtiğine dair sevimsiz bir fikir geçti. Merakla ona dönüp:
   “Ne oldu?” diye sordu.
   “Bizim gitmemize gerek yok. Onlar buraya geliyormuş. Yola çıkmışlar bile.” diye açıkladı Kenan. Gizem’in yüzünde önce hiçbir ifade oluşmadı. Olanları idrak edebiliyormuş gibi görünmüyordu. Haftalardır ortada görünmeyen Anıl, birdenbire ne olmuştu da gelmeye karar vermişti ki? Geride bıraktıklarına çektirdiği acının yettiğini düşünüp tekrar hayatlarına mı giriyordu? Onun nerede olduğunu öğrendiğinden beri ilk defa durup düşündü. Onu ilk gördüğü zaman ne diyecekti ki? Neyin hesabını soracaktı?
   “Tek istediğim ona nedeni sormak.” dedi kendi kendine cevap vererek. Kenan Bey ona bir şey söylemedi. Belki de biraz yalnız kalmalıydı. Odadan çıkarken:
   “Geceleyin burada olurlarmış. Her şeyi o zaman açıklayacaklar. Sen de o zamana kadar biraz dinlensen iyi olur. Görünüşe bakılırsa önümüzde yine yorucu zamanlar var.” dedi ve arkasından kapıyı kapatarak çıktı.
   Dedesi haklıydı. Dinlenmek zorundaydı. Çok fazla bir şey yapmamış olmasına rağmen kendisini oldukça bitkin hissediyordu. Üzerine bile çıkarmaya gerek görmeden kendini misafir yatağına attı ve Anıl’ı düşünerek uyuyakaldı.
XXX
   “Arabayla mı gidiyoruz?” diye sordu Anıl hayal kırıklığına uğramış bir sesle.
   “Diğer türlü gitmemiz çok daha zor. Aynı vakte denk gelecek. Dalaman’dan direkt Antalya’ya sefer yok.” dedi Ayla Hanım. Anıl başını salladı ve eşyalarını arabanın bagajına koydu.
   On dakika sonra otobana çkmışlardı bile. Anıl sürekli tılsımına bakıyordu. Tekrar bir işaret ya da parlama görebilse, Kerem’in yaşadığını anneannesine de kanıtlayabilecekti. Fakat böyle bir şey olmadı. Aklındaki en korkunç düşünceye teslim olmadan edemiyordu. Ya hayal gördüyse? Ya yaşadığı üzüntüyü engelleyebilmek için beyni ona bir oyun oynadıysa?
   “Sana inanıyorum.” dedi anneannesi onu rahatlatmaya çalışarak. Çocuğun gözlerindeki ifadeden hissettiği şeyleri anlamıştı. “Sen de kendine inansan iyi olur.” diye devam etti.
   “Senle olan şu yolculuklarımız...” dedi Anıl gülümseyerek. Kafasını başka şeylere vermeye çalışıyordu. “Başımı her zaman büyük bir belaya sokmuşum gibi hissettiriyor.” Söylemek istediği şeyleri söyleyemiyordu.
   “Aslında bir araba yolculuğu sohbet etmek için çok iyi bir fırsattır. Yapacak fazla bir şey yoktur. Böylece konuşulmamış şeyleri konuşmak için bir şans yakalarsın.” diye cevap verdi anneannesi. Onun da söylemek istediği şeyler vardı fakat nedense bir türlü cesaret edemiyordu. En sonunda ikisi de söze başladı:
   “Bütün bu olanlar benim suçum.”
İkisi de aynı şeyi söylemişti. Sonra uzun süredir yapmadıkları kadar çok gülmeye başladılar. Kerem’in yaşıyor olma ihtimali ikisine de neşe ve daha önemlisi inanç vermişti. Çok sonra gülmeleri bitince:
      “Sizi bunların içine sokmamalıydım. Yaşınızın kaldırabileceğinden çok daha büyük bir sorumluluğun altına soktum sizi. Ama inan bana bütün bunları yaparken kötü bir niyetim yoktu. Tek amacım yaklaşan büyük felaketten insanları korumaktı. İlk başlarda bu işi sadece Kenan ile halledecektik. Yapabileceğimiz her şeyi yapıp, tüm imkanlarımızı kullanıp yazıtları çözecek ve dünyayı kurtaracaktık. Bunu dedene bile anlatmadım. Sana dedenden pek fazla bahsetmedim değil mi? Sen doğmadan çok zaman önce hayatımızdan çıktı. Yollarımız ayrıldı diyelim. Farklı pencerelerden bakıyorduk hayata. Ben de kucağımda bir kızla kalakaldım. Bu yüzden bir süre her şeyimi ona verdim. Onun dışındaki hiçbir şeye inancım kalmadı. Onu yani anneni büyüttükten sonra olaylar yeniden başladı. Yazıtları hiç bulamayacağımı düşünüyordum ama bir gün Kenan gelip yüzyıllar önce yapılmış kehanetler bulduğunu söyledi. Hepsi bizim yaşadıklarımızla ve yaşayacaklarımızla alakalıydı.”
      “Bize asla tam olarak bahsetmediğin şu kehanetler mi?” diye sordu Anıl kinayeli bir ses tonuyla. Anneannesi kafa salladı. Belli ki onun laf sokmaya çalışmasını anlamamıştı. Kendiyle konuşuyormuş gibi devam etti:
      “Kehanetler Latince’ydi. Ama bazı kelimeleri silinmişti ve dünyada sadece üç kopyası vardı. Allah biliyor ya, Kenan onları bulup benim inancımı tekrar kazandırmak için elinden geleni yaptı. Bütün kopyaları birleştirip eksik yerleri elinden geldiği kadar tamamlayıp kehanetleri neredeyse tam bir şekilde çözdü. O zamanlar siz daha çok küçüktünüz. Ama o kehanetler sizden de bahsediyordu. Ailelerinize ne olduğunu söyleyemedik. Hiç kimse bize inanmazdı. Tek umudumuz sizin gerçekten seçilmiş olanlar olduğunuza inanıp bize güvenmenizdi. Şükür ki böyle oldu.
     Tabi bu işin peşinde kötü niyetli insanlar da var. Daha önce de bahsettim, dünyadaki herkes insanların hayatına bu kadar önem vermiyor. Bazıları için insanlar ortadan kalkması gereken parazitler. Bu felaketin onlara müstahak olduğunu düşünüyorlar ve bizi engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Tüm bu yaşadıklarımızın nedeni onların bu ölüdmre tutkusunu engellemeye çalışmamız.”
     “Benzinlikte olanlar...” dedi Anıl yaşadıkları kötü şeyler zincirinin ilk halkasını hatırlayarak.
     “Evet, o gün ikimiz için de korkunç bir gündü. Neyse ki bir yıldır olan her şeyi atlattık.”
     “Ama Kerem atlatamadı.” diye cevapladı Anıl.
     “Duydukların bunun tam tersini söylemiyor mu?” dedi anneannesi göz kırparak.
Anıl başını salladı. Kendini yorgun hissediyordu ama uyumak istemiyordu. Ayla Hanım’ın ise düşünecek başka şeyleri vardı.
XXX
11 Yıl Önce, Ağustos 1998
   Ayla Hanım torununu oynaması için getirdiği parkta bir bankta oturmuş gazete okuyordu. Dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ‘le ilgili birkaç haber vardı ön sayfada. Arada sırada gazeteyi indirip Anıl’ı kontrol ediyordu. Çocuk geçen bir iki yılda o kadar büyümüştü ki görünler onun 5 yaşında olduğuna inanamıyordu. Hareketliliği yüzünden bir anda ortadan kaybolabiliyordu. Bu yüzden ailesinin başına bir sürü dert açmıştı.
   Gazetesini okumaya devam ederken yanına birinin oturduğunu fark etti. Onun da kendisi gibi torununu ya da çocuğunu gezdiren bir kadın olduğunu düşünüyordu. Tam o sırada duyduğu ses ona ne kadar yanıldığını gösterdi:
   “Gerçekten de çok büyümüş.”
   Ayla konuşanın kim olduğunu biliyordu. Öfkeyle gazetesini indirip solunda duran adama baktı:
   “Burda ne işin var?” diye sordu nefretten başka hiçbir şey içermeyen bir sesle.
   “Ne yani artık eski karımı ve torunumu da ziyaret edemeyeceğim?” diye cevap verdi adam alayla. Ayla gözlerini devirdi ve:
   “Sen kimseyi öylece ziyaret etmezsin. Hem bu aileyle hiçbir ilişkin kalmadığını da benden çok daha biliyor olmalısın. Bir an önce amacını söyle ya da defol git.” dedi. Sesini yükseltmemeye çalışıyordu. Etrafta bir sürü insan vardı ve kimsenin bu olaya dahil olmasını istemiyordu.
   “Haklısın. Buraya gelip seni bulmamın her zaman olduğu gibi bir nedeni var. Çocuk doğduğundan beri, eski günlerine geri döndüğüne dair söylentiler duyuyordum ama pek fazla kulak asmıyordum. Bu kadar saçma kararlar alıp kendini ve sevdiklerini tehlikeye atacak bir insan olmadığını sanıyordum. Bu yüzden senin hayatına devam etmene izin verdim. Ama öyle görünüyor ki söylentiler gerçekten de doğruymuş. Geradon Yazıtları’nı araştırmaya yeniden başlamışsın.”
   “Bu seni hiç ilgilendirmez.”
   “Ah, inan bana ilgilendirir. Ayla eğer böyle devam edersen seni öldüreceğim. Biliyorsun.” dedi adam iç çekerek. Görünüşe bakılırsa bunu gerçekten yapmak istemiyordu.
   “Biliyorum, Ekrem.” diye cevap verdi Ayla. “Ve umrumda değil. Şimdi senden gitmeni istemek zorundayım yoksa polis çağıracağım.”
   “Polis gelene kadar çoktan gitmiş olurum. Belki de bu işi burada halletmeliyim.” dedi Ekrem elini hafifçe kaldırarak. Ayla gerçekten endişelenmeye başlamıştı. Ekrem’in neler yapabileceğini biliyordu. Bu sırada Anıl’ı fark etti. Oyununu bırakmış ikisine doğru bakıyordu.
   “Ona bak, Ekrem. Torununa... Beni onun gözleri önünde mi öldüreceksin? Söylesene sen ne zaman bu kadar kötü birine dönüştün?”dedi Ayla meydan okurcasına. Korkunun ona bir şey kazandırmayacağının farkındaydı. Anlaşılan Ekrem de insafa gelmiş olacak ki elini indirdi. Sonra ayağa kalktı ve kadına dönüp:
   “Bu işten uzak dursan iyi olur Ayla. Yoksa senin için hiç de iyi olmayacak. Bir yerden sonra bazı şeyler benim kontrolümden çıkabilir.” dedi. Sesi içtendi. Kadının başka bir şey söylemesine izin vermeden Anıl’a doğru ilerledi. Ayla bir an irkilse de adamın ona bir zarar vermeyeceğini biliyordu. En azından şimdilik. Ekrem, torununun başını okşadı ve ona doğru bakıp:
   “Gün gelir de biri senden dünyayı kurtarmanı isterse küçük adam, sakın kabul etme.” dedi. Beş yaşındaki Anıl onun ne demek istediğini anlamamıştı. Cevap vermedi. Ekrem de gülümseyip parkın çıkışına doğru ilerledi.
XXX
Haziran 2009
   “İçimde asla dolmayacak bir boşluk oluştu. Sürekli üşüdüğümü hissediyorum ve ondan başka kimse bana yardım edemezmiş gibi geliyor.” dedi Gökçe hıçkırıklarının arasından. Oğuz’a sarıldıktan sonra kendini tamamen bırakmıştı. Sürekli ağlıyordu. Oğuz da onu durduracak bir şey söylemiyordu. En iyisi içindeki her şey bitene kadar ağlamasıydı. Hoş sadece tek bir seferde bu mümkün değildi ama ne de olsa bir yerlerden başlamak gerekiyordu.
   Gökçe öyle ne kadar durduğunu hatırlamıyordu. En sonunda kendini geriye doğru çekti ve:
   “Geldiğin için çok teşekkür ederim, Oğuz.”
   “Biraz uyumaya ne dersin?” diye sordu çocuk gülümseyerek.
   “Uyandığımda burada olacak mısın?”
   “Bu sefer gitmek yok. Söz veriyorum.” dedi Oğuz ve yataktan kalktı. Gökçe’nin rahat etmesi için koltuğa geçecekti. Tam bu sırada titremeye başladı ve Gökçe’ye döndü. Gözleri kapalıydı.
   “Oğuz, ne oluyor? Doktor çağırayım mı?” diye sordu Gökçe şaşkınlıkla. Çocuk cevap vermedi. Birkaç saniye sonra gözleri açıldı. Gözlerinin beyazı yok olmuştu. Tamamen siyahtı. Gökçe korkuyla geri çekildi.
   “Ona inanma, Gökçe. Gerçek değil.” dedi Oğuz kendine ait olmayan kalın bir sesle.
   “Neden bahsediyorsun sen?” diye sordu kız. Fakat Oğuz’un gözleri tekrar kapandı ve yere yığıldı. Bilincini kaybetmişti.
XXX
   Alanya Aile Mezarlığı’ndan siyah bir jip çıkarken, beyaz bir araba giriyordu. Hava kararmak üzereydi. Beyaz araba büyük ihtimalle günün son ziyaretçisiydi. Araba elli metre kadar ilerledikten sonra durdu ve içinden güzel bir kadın indi. Kırklı yaşlarının başlarında olmasına rağmen otuzlarında gösteriyordu. Başına siyah saten bir başörtüsü takmıştı. Az önce mezarlıktan çıkan adamın durduğur yerden biraz daha ileri gitti. Yerde gördüğü hortumu alıp suyu açtı ve önündeki mezarı yıkamaya başladı. Zaten pek tozlu görünmüyordu. Mezar taşında yazanları okurken bir kez daha gözyaşlarını tutamadı:
‘Kerem Karahan
1993-2009

Bedeni Burda Olmasa Da
Sevenleri Onu Hep Burada Anacak
İyi Bir Evlat
İyi Bir Dost
İyi Bir İnsan
Ruhu Huzur Bulsun’

   Yıkamaya bitirdikten sonra elindeki çiçekleri toparağa bırakıp dün getirdiklerini aldı. Mezar taşını okşamaya başladı.
   “Herkes yavaş yavaş yoluna devam ediyor, oğlum. Seni geride bırakıyorlar. Ben yapamıyorum. Parçalara bölünüyorum sanki.” dedi gözyaşlarının arasında. Kerem’in annesi Pelin Hanım için geçen son bir ay acılarla doluydu. Oğlunu eğlenmeye yolladığı gece felaket haberi almıştı. Kurtarma ekipleri Kerem’i günlerce aramışlar fakat bedenini bulamamışlardı. Fakat onlara göre kurtulması da imkansızdı. Kadın mezar yapıldığından beri her akşam oraya gelip aynı şeyleri yapıyordu. Psikolojisi hiç iyi durumda değildi. Bazı geceler oğlunun sesini duyarak uyanıyordu ve onu görür gibi oluyordu.
Eli mezartaşının üzerindeyken başka bir el de onun elinin üzerine kapandı. Kadın korkuyla sağ tarafına baktı ve onu gördü.
   “Geri geldim, anne.” dedi karşısında capcanlı duran oğlu.