1356Alexander gözlerini açtı ve mumun hafif ışığıyla az biraz aydınlanmış tavana baktı.
Üzerindeki giysinin yapış yapışlığı bir yandan rahatsız ederken onu, bir yandan garip susamışlığını arttırıyordu. O artık ne olduğunu biliyordu.
Yatakta doğruldu ve ölümlülüğünden kalan alışkanlıkla iç çekti. İçindeki kocaman karanlığı ve boşluğu bununla kapatmak istedi ancak başaramadı. Gözlerini karşısındaki aynaya dikti. Görüntüsü bulanıktı, ancak Alexander bu bulanık görüntüye başkalarından aşina olduğu halde, çoğu kişide gördüğü o ışığı yakalayamadı.
Çığlık sesleri duydu-
-Kulaklarını kapamak istedi ancak seslerin kendi beynine ait olduğunu fark etti.
Ölümün kokusunu hissetti-
-Burnuna götürdü elini ancak koku ölü ruhundan gelmekteydi.
Artık ne ağlamak ne gülmek için sebebi vardı. Güneş doğarken, hayatının anlamı yok olmuştu. O, ölmeyi istemişti ancak şu anda ölü değildi. Ölmüş olması gerekirken yaşamıştı. Şeytan bile istememiş miydi onun ruhunu? Yoksa çok daha büyük bir acı çekmek üzere alınmış mıydı ondan?
Alexander duygusuzca ayağa kalktı ve balkona doğru yürüdü. Tepenin kenarında, denizi gören malikanenin balkonuna açılan cam kapıların arasından geçti ve üzerine kan bulaşmış beyaz gömleği ile trabzanlara tutundu. Gece karanlık olsa da, gözleri gayet net görüyordu Roma'yı ve Vatikan'ın beyaz taşlarını.
Arkasına döndü ve o an son gördüğü şey ona doğru zıplayan bir köpekti.
***
Modern Zamanlar...Alexander gözlerini açtı. Tabutun üst kısmını kaldırdı ve dinlenme yerinden kalktı. Büyük, kare şeklindeki odanın tam ortasından yürüdü ve tabutun tam önündeki geçide yöneldi. Geçitte bir süre yürüdükten sonra yukarıya çıkan merdivenden ilerlemeye başladı.
Tahta kapıyı geçtikten sonra, kütüphanesine geçip, masaya oturdu.
"Kan" dedi usulca. Bir kapı açıldı ve sert bakışlı, beyaz tenli bir kadın girdi içeriye. Kadının elleri bağlıydı ve arkasından giren siyahi kaslı adam onu itekliyordu. Adam kadının bir bilek damarını kesti ve kristal kadehi sonuna kadar doldurdu. Kadının teninden beyazlık iyice gitmişti ve az daha bayılıyordu. Adam kadını aldı ve neredeyse sürükleyerek odadan çıkardı.
Alexander büyük kadehten yudumladı kanı. Tavana baktı ve oraya, yüzyıllar önce kazıdığı şeyi bir defa daha gördü.
Dove è la mia Amore?
Dove è la mia speranza?
Dove è la mia ragione
per vivere?
Questo è tutto ciò
che ho perso.
Questo era tutto ciò
che ho sempre voluto.
Sözler bir kez daha boş geldi ona. Dudaklarını yaladı ve ayağa kalktı. Kitaplığına şöyle bir göz atıp cama yaklaştı. Şehrin ışıkları ve arabaların bitmek bilmeyen gürültülerine bakarken gözlerini kıstı.
"Nasıl oluyor da biz ruhun hediyesi rüyalardan mahrum kalırken, sen, onlara sahipsin?" dedi bir kadın sesi.
Alexander kafasını sola döndürdü ancak arkasındaki kadına bakmadı.
"Lanet, daha uygun bir kelime Lucita." ve kafasını çevirip şehre bakmaya devam etti.
Roma... İnsanlar şehirlerinin altında kalmış Roma'dan ne kadar da habersizlerdi?