Kayıt Ol

Vargos Altınları

Çevrimdışı johnconstantine

  • **
  • 167
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Her Şeyi Gören Faesla
Vargos Altınları
« : 11 Aralık 2010, 21:15:00 »
VARGOS ALTINLARI

(Bu hikâye Faesla evreninde, Berr ve Barr isminde yirmi yaşlarındaki ikizleri konu almaktadır.)

   Gecenin en karanlık saatlerinde ikizlerin her zaman ki klasik tartışmasından yeterince sıkılmış görünen yaşlı ağaç dallarını hafifçe oynatarak, altındakileri uyarmaya çabaladı.

"Hey! Bu benim altınımdı Berr!"

"Biraz daha sessiz ol, sanırım şu ağaç kıpırdadı. Neyse, şu ana kadar bulduklarımızın hepsi zaten senin oldu ikizim Barr ama bu benim! Ben gördüm! Ben buldum! Keşke, keşke aynı anda doğsaymışız. Sürekli benden iki saniye önce doğduğunu söyleyerek ağabeylik yapıyorsun. Bu yüzden değersiz şeyleri veya değerlilerin en azını ben alıyorum."

"Sürekli olduğu gibi bu da benim, ikizim Berr."
dedi Barr kıkırdayarak, altını kardeşinin elinden kaparken halinden oldukça memnun görünüyordu. Yanında getirdiği küçük bez çantasını kıymetli olduğunu düşündüğü parçalarla doldurmuştu yine. Hepsi hepsi birkaç altın, gümüş ve ne olduğunu bilmediği parlak mı parlak bir taş.

"Eh" dedi elini bez çantayı sokup parlak taşı çıkartırken, "Zaten bunları satıp beraber yemiyor muyuz ? Şu taşı, bizim yaşlı altın göz Ağaçgüder'in patates tarlasına değişebileceğimize eminim. Böylece, bundan sonra bu uğursuz yere gelmemize gerek bile kalmaz belki. Tarladan yetiştirdiklerimizi yer ve satarız." Aslında bu fikir Berr'in hoşuna gitti. Zira ikizinin aklının bir süredir muzipliklerden başka şeylere de çalıştığına şahit oluyordu.

"Sence gerçekten o kadar değerli midir ? Sanmıyorum Barr. Parlak bir taş sadece, daha önce bulduklarımız gibi. O zaman Ağaçgüder'in ne verdiğini hatırlatmamı ister misin ? Daha sonra getireceğimiz değerli bir taşa vereceği patatesi tatlandırmamız için bir avuç tuz vermişti. Gerçi sen normal bir taşı parlak görünsün diye boyamasaydın ve cimrilik yapmayıp sakladığın altınlarından verseydin, büyük bir patates bizim olabilirdi." diye söylendi Berr.

"Cimrilik mi ? Ben cimri falan değilim. Şu taşı tarla ile değişebiliriz diyorum aksine. Ve zararın neresinden dönsen kârdır ikizim. Biz emek verip boyadığımız taşı ona verdik ve tuzu hakettik." dedi Barr, taşı bezden yaptığı çantasına koyarken. "Hem fena mı oldu işte ? Evdekileri bir güzel tuzladık. Bir de bu yönünden bakmalısın bence. Bu sefer bunun gerçek bir mücevher ya da her neyse, kıymetli bir şey olduğunu anlayacaktır. Köyde kimse onun kadar Faesla topraklarında ayakkabı çürütmüş değil."

   Ağır adımlarla Barr'ın  bu uğursuz yer olarak isimlendirdiği bölgeden ayrıldılar. Yaşlı ağaç onların ardından dallarını eskisi gibi salmıştı artık. Bu uğursuz yer geceleri gerçekten ürkütücüydü. Sıkı sıkıya birbirine sarılmış hatta yer yer toprağa kadar uzanmış dallar, ay ışığını perdeliyor ve yolları kapatıyorlardı. Bu dalların kapattığı çokça patikalar da vardı, devamı olanların bazılarına ise gitmeye cesaret edemediler keza sonu görünmeyen dehlizlere çıkıyordu. Yapraklar ise rüzgârla birlikte kulakları, içleri ürperten bir fısıltıyla meşgul ediyordu. Yaklaşık bir haftadır, geceleri sürekli bu uğursuz yere gelmelerine rağmen alışamamışlardı bu seslere, havaya, ormana hatta ayak bastıkları toprağa bile. Bazen sahipsiz ayak sesleri duyuyorlar ve izlerini görüyorlar, uğultular bile duyuyorlardı. Sanki ağaçların üzerinde bir şeyler zıplarmış gibi. Berr'in elinde olsa hiç gelmezler belki ama kendisinden iki saniye önce doğmuş ikizi, ona bu tarz konularda ağabeylik yapmayı çok seviyordu.
-Berr'in hoşuna gitmese de-

"Berr, yorgunluktan titremeye başlayan ayaklarım biraz dinlenmemiz gerektiğini söylüyor."

"Evet, güzel bir fikir daha. Biraz ileride küçük bir dere var. Onun yanında dinlenip su içebiliriz ve benim de karnım artık yemek yemelisin demeye başladı." dedi Berr eliyle açlıktan gurulduyan karnını okşayarak. İkizlerin yorgunluktan ziyade açlığa asla tahammülleri yoktu.

   Deredeki su, büyük bir kayanın üzerine usta eliyle açılmış gibi duran sincap yuvası büyüklüğündeki delikten akıyordu. İkizler köprü niyetine yapılmış gibi duran  taşların yanındaki çok büyük, yaşlı ağaçlara ait olduğunu düşündükleri toprağın yüzeyine kadar çıkmış köklere oturdular. Barr hemen bir ateş yaktı ve erzaklarına koydukları patatesleri suda ısıtmaya başladı. Üstelik yanına yaşlı Ağaçgüder'in tuzundan bile almıştı evden çıkarken. Az sonra fokurdayan suyun içerisinden hızla bir tanesini aldı Berr ve ekmeğinin arasına yerleştirip yemeye koyuldu, ardından Barr da aynı hareketi yaptı."Yeterince ısınmamış ha, sence ?" Berr, ağzındaki bitmemiş olmasına rağmen, höpürdeterek cevap verdi:"Biliyo'n aazım doluken konu'mam ben pek ama yemek olu'sa konu faaklı olu. Eh..." dedi son lokmasını midesine indirip diğerine uzanırken, biraz sesinin düzelmesini bekledi."Evet sanki pişmemiş gibi, böyle daha çok şeye benzemiş tadı, çok pişmiş sabunsüğen mantarı." İkizler, oturdukları köklerin sahibi olan yaşlı kayının hafif rüzgar eşliğinde kendisini dinlendirmeye başlamasına kadar yemek yemelerini sürdürdüler. Yedikleri onca patatesin ağırlığından olsa gerek kısa bir süre sonra ikisininde uykusu gelmeye başladı. Berr, ikisinin aynı anda uyumasının yerine daha temkinli davranarak bu işi nöbetleşe yapmayı teklif etti. İlk kendisinin uyuyacağını söyledi, gerçi her konuda iki saniyenin ağabeyliğin yapan ikizinin bunu kabul etmeyeceğini düşünüyordu. "Pekalâ." dedi Barr, Berr'i şaşırtarak. "Uyku sersemliğine gelmiş olmalı." diye düşündü. Yaşlı kayının, toprağa başkaldıran iki yayvan kökü arasına iyice yayıldı Berr, derince uyuyabileceği en rahat şekile büründü. O sırada ikizi, hemen yanlarındaki derede uykusunu gidermek için yüzünü yıkıyordu. Birkaç saat boyunca bekledi Barr, arada çevreye göz atmıştı tabi, sadece oturmadı. Uykusu tekrar kendini göstermeye başlamıştı, gözleri ağrıyor, oturup biraz beklediği zaman ise kafası düşüyordu. Gökyüzüne baktı, tahminen dört veya beş saat içerisinde şafağın sökeceğini, ikizinin o saatlere kadar uyanmayacağını ve yeterince nöbet tuttuğunu düşünerek olduğu yerde uykuya daldı. Uykusunun derinleşmesini takiben rüyasında anlayamadığı parlak bir ışık görmesi pek uzun zamanını almadı aslen. Uyudular, uyudular, saatlerce uyumaya devam ettiler. Şafak söktü, güneş bile yükseldi lâkin ormanın efendileri olan büyük ağaçlar dallarıyla engellediler güneşi. Çok az ışığı girebiliyordu onun. Hatta bir ara, misafirlerinin bu tembelliğinden sıkılmış görünen yaşlı kayın, kökleriyle toprağı salladı, sıkıştırdı. Yinede uyandıramamıştı, arada Berr hafifçe başını kaldırıp ayaklarını kaşıdı sadece gözlerini açmadan, kafasını devirip tekrar devam etti derin uykusuna. Güneş tekrar battı, ardından tekrar. Yaşlı kayının misafirleri havanın soğukluğundan bile etkilenmiyorlardı anlaşılan. Gerçi bu soğukluk uykularının ikinci gecesinde başlamıştı. Yavaş yavaş ağırlaşıyordu. Henüz ikizler üzerinde henüz o kadar etkili değildi demek ki. Bu uykularında Barr sürekli o ulaşamadığı, dokunamadığı, hissedemediği lâkin sadece gördüğü parlak ışığı rüyasında görmeye devam etti.

   "Hey! Sen, o küreyi bana ver çabuk pislik! Onu ben buldum ve bu şekilde elimden alman hiç adil değil." Barr hızla az önce bulduğu küreyi elinden alan adama doğru koştu. "Biraz daha bağırırsan tüm dikkatleri üzerimize çekeceksin. Nefes alışınızın bile şu ormandaki sessizliği rahatsız ettiğinin farkında değilsiniz. Düzeni bozuyorsunuz ve bunu yaşamınla ödemeye hevesli gibisin. Senin ve yanındakinin, burada olmanız doğru değil. Anlamıyorsunuz, ters giden bir şeyler var, orman uyanıyor. O yaşlı kayının rahatını bozdunuz, köklerini defalarca dışarı çıkarttı ve bu diğer ağaçların da dikkatini çekmeye başlıyor yavaş yavaş. Nicedir buralarda gezip, düzeni bozarsınız ?" Adam bunları söylerken yüzünü Barr'a hiç çevirmemişti ve hızlı adımlarla doğuya doğru yöneldi. Barr arkasına baktı lâkin Berr'i göremiyordu, çok uzaklaştığını fark etti. "‹Yeterli evet, beni buraya kadar takip etmen yeterli. Yanımda bir insan hayatından daha uzun süre durmana ses etmedim. Lâkin şimdi arkadaşının yanına dön, ardından arkanıza bakmadan burayı terkedin. Sakın yavaşlamayın ve uyumayın, yoksa ormanın büyüsüne yakalanırsınız veya daha kötülerine. Karşılaşmak istemeyeceğiniz şeylere. Al şu bıçakları, yardımı dokunabilir." Adam ilk defa yüzünü Barr'a dönmüştü, üzerinde anlamsız işaretler işlenmiş kaliteli bıçraklardı bunlar. Barr adamın yüzüne baktı ama garip birşeyler vardı. Gözleri yoktu, onların yerine siyah dumanlar çıkan karanlık çukurlar. Başı dönmeye başladı, yabancının karanlık gözlerinden kendisini alamıyordu, bunun farkına varan adam hızla arkasını dönüp tekrar yola koyuldu. Bir iki adım sonra geri bakarak artık al al parlayan göz çukurlarının ardından şöyle söyledi: "Berr öldü."



   "Berr!" diye bağırarak hızla uyandı Barr. Bir an her yerinin doğru düzgün hareket edemeyecek kadar ağrıdığını fark etti ve istemsizce yere yığıldı. Gözlerini kaldırdı ve gökyüzünde güneşi aradı lâkin ormanın kasvetli ağaçlarından başka görünen yoktu. Daha sonra Berr'e döndü ve biraz daha iyi olduğunu düşünüp tekrar ayağa kalktı. Dengesini kurup ikizine doğru yürüdü. İkizinin halâ yaşayacak kadar nefes alabildiğini görünce rüyanın çok etkisinde kaldığını düşünmeye başladı Barr. Peki ya o Gözleri Olmayan Adam kimdi ? Ve o küre niçin onu takip ettirecek kadar değerliydi ? Kısa süreliğine kapıldığı düşüncelerden yaşlı kayının hışırdamaları ile kurtulup ikizine baktı: "Berr! Uyanmalısın artık ikizim. Sanırım sabah oldu ya da olmadı, bilmiyorum ama uyanmalısın." Kendisi bile inanmamıştı bu söylediğine. İkizinin yanına giderek onu hafifçe dürttü. "Gitmeliyiz artık, düzeni bozuyoruz."
"Neyin düzenini ?" dedi Berr kısa sürdüğünü düşündüğü uykusundan uyandırılmanın getirdiği mutsuz düşüncelerle.
"Onların düzeni Berr, etrafına bir bak. Bu ormanı rahatsız ediyoruz. Sence şu ağaçların bize ihtiyacı var mı ?"
"Kafanı nereye vurdun Barr ?"
"Kafamı vurduğum falan yok. Ben, ben sadece bir rüya gördüm, garip bir adam söyledi bunları. Ormanı rahatsız ettiğimizi, senin öldüğünü falan. Hızla buradan gitmeliyiz artık. Sanırım tekrar gelmeyiz. Aslında gitmeden önce yapmamız gereken bir şey var."
"Ama bak, halâ yaşıyorum işte! Nedir ki seni bu kadar etkileyen şey rüyada ? Sadece o adam mı?"
"Emin ol onu görmek istemezsin. Hadi toparlanıp uzaklaşalım artık."

   Yaklaşık iki saattir durmaksızın yürümelerine rağmen ikizler ormandan çıkamamışlardı. Bu kasvetli ormandaki ağaçların boyu bile aynıydı neredeyse, sanki hepsi aynı gün dikilmiş, aynı gün filizlenmişti. Ara ara güneş ışığını yakalayıp en azından halâ gündüz olduğunu anlıyorlardı. Çevre öyle bir tondaydı ki ne gece ne de gündüz olduğu anlaşılıyordu. Ancak birbirine dikilmiş gibi duran yaprakların arasından çok nadir olsa da sızan ışıklar tahminde bulunmalarına yardımcı oluyordu. "Böyle bir yerde kim yaşar ? Nasıl hayatta kalır acaba ?" diye söylenmeye başladı Berr, bir süre devam etti kendi hâlinde. İkizi pek dinlemiyordu, aklı gördüğü rüyadaydı. O adamı düşündü tekrar ve sonunda al al parlayan gözleri geldi aklına. Bir an duraksayıp Berr'in arkasındaki patikaya göz dikti. Sağında ve solunda toprak katman katman yükseliyordu ve sanki yapraklar bu patikayı dikkatli görmeyen gözler için gizliyordu. "Burayı hatırlıyorum, o yer. Gözü Olmayan Adam'ın bana kendisini takip etmememi söylediği yer. Hadi Berr girelim buraya."

"İkizim, sakın bana bir rüyaya göre hareket edeceğimizi söyleme. Bence normal yolumuza devam etmeliyiz. Merak iyi bir şey değildir."

‹"Gelmek istiyorsan gelirsin Berr, seni zorlamıyorum lâkin ben buradan devam edeceğim yoluma. O kürenin gerçek olduğunu hissediyorum, onu bulmam lâzım. O zaman istediğimiz her şeye sahip olabiliriz.›"

"Her zaman olduğu gibi yine senin sözüne göre hareket edeceğiz. Seni yalnız bırakamam, geliyorum elbette. Umarım haklısındır, onları rahatsız ettiğimizi de unutma."

                                        
♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦

''Ahmaklar! Nasıl düşürebildiniz küreyi ? Ah, benim hatam, gerçek kurtuluşumu sizin gibi iki aptala bıraktım. Son yüz yılı beklememe gerek kalmadan, benim asırlardır burada olmama sabebiyet veren her şeyi yok edecektim. Bir kez daha Nur... Bir kez daha yok olmaktan kurtuluyorsun. Yakın bir zaman içerisinde bütün ırklarının üzerine geceden bile daha karanlık çökeceğim. Yalnızlıkla boğulacaklar, sana isyan edecekler. Yanında onlardan kimseyi bulamayacaksın!'' Mağaranın en karanlık köşesinde bekliyordu Barlund. Sesi, mekanın her köşesinden aynı tonda yankılanıyor ve duyuluyordu. Kardeşlerinden kaçışından bu yana, burada geçirdiği asırların intikamı, biriken öfkesiyle birlikte harmanlandığı sürece karanlık düşünceleri daha da artıyordu.

''Kim düşürdü küreyi ?'' kini dışarı çıkmaya başladı.
''Urndash, Barlund Marzlûrzg.''
''Buradan dışarı çıktığınız anda bir süreç başlayacak ve bu süreç içerisinde küreyi bulamazsanız, bedenlerinizle birlikte ruhunuz Kahar Zindanı'nda sonsuz ateşle yanacak lâkin küreyle birlikte geldiğiniz vakit ikinizi de baş hizmetkârlarım yapacağım.''

♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦♦

''Rüyanda gördüğün bir kürenin gerçekliğine nasıl olur da bu kadar inanabilirsin ?'' Berr ikizindeki endişeyle karışık heyecanı gözlemleyebiliyordu.

''O anı yaşaman gerekiyordu. Avcumunda o kadar parlak ve çekiciydi ki... Sanki, sanki bırakmak dahi istemedim. Sadece onun gerçekliğini ve onu bulabileceğimi hissediyorum. İşte onu bulduğumuz vakit her şey değişecek. Güven bana.'' Barr bunları anlatırken bile kalbinin hızlanmasına engel olamıyordu.

Nereye yürüdüklerini, yolun sonunun nereye varacağını bilmeden girdikleri bu patikada yaklaşık bir saattir dinlenmeksizin yürüyorlardı. Attıkları her adımın ardından zaten yeterince ışıksız olan orman daha da kararıyordu; ağaçlar biçimsizleşiyor ve otlar kurumuş bir şekilde toprağa uzanıyordu. Ağaçlar ara ara kendi aralarında homurdanıyor, kimisi dallarının yerini değiştiyordu. İkizler korkmalarına rağmen içlerindeki merak daha fazla ilerlemeleri için gerekli cesareti, her seferinde sağladı, uzun bir yol kat ettiler, bunu takiben yoruldular. Bu kasvetli ve karanlık bölgede dinlenmek pek iç açıcı değildi tabi lâkin dinlenmek zordunda olduklarının bilincindeydiler. Oturdukları yere zarar vermeyecek kadar ateş yakmayı göze aldılar. Yaktıkları ateş çevredeki hayvanların dikkatini çekmiş olacak ki, bazılarını hiç duymadıkları çeşitli sesler yayılmaya başladı.

İkisi de ateşin kenarına uzanmış göremedikleri gökyüzüne bakıyordu ve çeşitli anılarını hatırlayıp gülerek, ormanın karanlığından kaynaklı duyguları bastırmaya çalışıyorlardı. Bir süre sonra, nöbetleşerek biraz uyumaya karar verdiler. Barr yine ilk nöbeti aldı, tabi bu sefer kesinlikle uyumamak şartı ile.

Birkaç saatin ardından Barr, oturmaktan sıkılarak çevreye göz atmak için kalktı. Ateşlerinin azalmasıyla birlikte biraz odun da getirmeyi düşündü. Ateşi gözden kaybetmediği mesafelerde gezindi bir süre, ilk başta duydukları sesler ...


!!!HİKÂYE BURADAN DEVAM ETMİYOR!!!

"Gezinmek için yanlış bir yolu tercih etmişsiniz, aslında gezinmek diyemeyiz zira Bresholnd tahmin edemeyeceğiniz kadar bilge, karanlık, yaşlı ve tehlikeli bir ormandır. Bu orman ki içerisinde adım atan, nefes tüketen her şeyden haberdardır ve belki siz ikizlerin duymaktan korkacağı bir şeyden bahsedeceğim; Bresholnd Ormanı'na rastgele giremezsiniz veya öylesine göz atmak için de gelemezsiniz.
Buraya gelmenizin asıl sebebi çağırılmanızdır, orman sizi çağırır ve niçin olduğunu ondan ve sizden başkası bilemez."

"Biz sadece birkaç değerli eşya için buraya geliyoruz ya da senin söylediğin gibi..." bir an duraksadı Berr şimdi söyleyeceği kelimenin, hayatı boyunca bu kadar korkutucu geleceğini tahmin etmemişti."...çağırılıyoruz lâkin bilmediğimiz bir nokta, hatta daha doğrusu bizim niçin buraya geldiğimizi bildiğimizi sandığımızın nedeni ki yine senin söylediğine göre, ormanın bizim için plânladığı bir şeyler var. Ve tekrar senin söylediğine göre düşünecek olursak bunu sadece o ve biz biliyoruz. Şayet ikizim ormanın bize yaptığı plânı bilipte, bana söylemediğini düşünecek olursam bu konu hakkında bilgim olmadığını söyleyebilirim ama şunu biliyorum ki öyle değil. O zaman bunu..." tekrar sustu Berr, Gözleri Olmayan Adam düşüncelerini okumuş gibi cümlesini tamamladı. "Ta ki vakti gelinceye kadar da bilemeyeceksiniz."

Üçlü bir süre öylece hiçbir şey söylemeden duraksadı, hepsi farklı düşünceler içerisine daldılar, ormanın onlar için plânlarının ne olabileceğini kurguladılar.
"Söylesene yabancı..." diyerek kısa süren sessizliği bozdu Barr, Gözü Olmayan Adam tarafından sözü kesildi. "Bu ormanda sadece yabancı olan ben değilim, herkes yabancıdır."
"Pekalâ o vakit, bize ismini bahşedersen birbirimize hitap etme şeklinde istediğimiz sonuca nail olabiliriz."
"Lemures, bana bu ismi vermişler kardeşlerim. Lâkin henüz Lemures evresini tamamlamadım, şu an için Lemur diye hitap etmeniz kâfi."
"Kardeşler mi ?" Berr'in yüzü bu tekinsiz yerde dahi gülme ve şaşırma arasında kısa bir döngü yaşadı.
"Evet, hiçbirini görmedim, hepsi beni yaratırlarken ölmüş, aslen bir tanesi kaçmış o yüzden gözlerim yok, onun yerine hislerim kuvvetlidir."

Şimdi okuyacağınız kısım not alma amacı ile yazıldı, o bakımdan yazımdaki hızlı atlamaları aldırmayın, en azından öncesi hakkında az çok bilginiz olsun: (Büyücü kardeşlere Yıldıza Dokunanlar denir, sebebi ise büyücü olmadan önce bir şeylerin farkına varmaları ve bu farkındalığın ne olduğunu onlardan başka kimse bilmez. Even I. Kardeşler o kadar çok düşüncelere dalmışlardır ki artık kendi kurdukları bir dünyada yaşamaya başlarlar mağaralarından asla dışarı çıkmazlar, lâkin daha sonra birer birer uyanmaya başlarlar çünkü kendi dünyalarında kendilerine ait olmayan bir şey keşfederler. Birisi uyanırken çıldırmaktan son anda kurtulur. İki dünya arasında kalır, ilk başlarda gerçeği ve hayali ayırt edemez, daha sonra ise diğerlerinin yardımı ile kendisini toparlar. Ardından Lemur'u oluşturmaya karar verdiklerinde diğerlerine uymaz, bu büyü ritüelinde onları yalnız bırakıp kaçar. Lâkin hesaba katmadığı şeyler olur. Farkındalığı yüzünden tekrar çıldırmaya başlar gerçeği ve hayali karıştırır zamanla yemeyi ve içmeyi unutur lâkin cezası daha bitmemiştir, Faesla'nın tanrıları cezasını çekmesi için onu Yalnız Dağ'a hapsederler, acısının daha da katlanması içinse çok uzun ömür verirler. Ta ki Ölümsüzlük Küresi'nin haberi gelinceye kadar. Barlund'un vakti dolar mağaradan dışarı adımını attığı anda ölmesi işlenmiştir kaderine lâkin kurnazlığı yine baş gösterir.

Kendi ruhunun özünden bir küre yapar, küre ilk başlarda ölümsüzlük sağlamaz elbet bunun olabilmesi için orman ile anlaşma yapar ve orman git gide fesatlaşır, ölümlere sebep olur eskilerde Ulu Kök olarak nitelendirilen artık Kıyım olmuştur. Ardından insanlar ağaçlara çıkmaz, ormana girmez oldular. Ermişlerin söylediğine göre mevsimler orada olmaz, neyi isterseniz onu görürsünüz ve bunlar asla iyi şeyler olmaz, siz her ne kadar iyi birisi olsanız dahi. Bresholnd içinizdeki karanlığı uyandırır, asla hayal etmeyeceğiniz şeyleri düşünürsünüz ve onları size gösterir, attığınız her adımda gücünüz erir keza bedeniniz de ruhunuz ve tüm iyiliğiniz ormanın gerisinde kalır. Ulu Kök, Kıyım olduktan sonra onu kimse
bulamaz ve diğer ağaçların, ağaç özünün kökü onda olduğu için, onun yokluğunda diğerleri solmaya başlarlar, mevsimsizlikten dolayı kimi ağaçlar çok derinden uğuldarlar, kimileri ise ağlar. Ormana girilmediği için de arayan kalmamıştır Kıyım'ı. Ve ermişler Kıyım'ın kendine bahşedilen ölümsüzlüğünü Barlund'un lehine kullandığını söylerler, küreye ölümsüzlük katan Ulu Kök'tür. Kendi Ölümsüzlüğünden vazgeçmiştir, Barlund küreyi ilk gönderdiği zaman -ki Vargos Altınları'nda yanına kimsenin ulaşamadığı yazar, burada yine onun kurnazlığı devreye giriyor, mağarasında geçirdiği yıllar onu kör etmemiştir büyüler üzerine çalışmaya devam eder. Derin uykuya dalmasıyla mağarasından, ormanda olan herşeyi görebilir. Küreyi Ulu Kök'e vermesi için yanına gelecek yolu gösterdiği varlıklar ise beş yüz yıllık ruhlardır, onları kontrol etmeyi öğrenmesi uzun zamanını alır. Ruhları yanına getirdiği zaman nispeten istediği şeylerin gerçekleşmeye başladığının farkına varır.- Eski gücünden kat kat fazla üstünleşir. Yeraltı büyüsü üzerinde ve kara büyü üzerinde çok üstün duruma gelir. Emin değilim ama Ulu Kök'ün aklını zehirleyerek kabul ettirmiştir kötülüğü, devasa bir ağaca büyü yapabilen ilk varlıktır ayrıca. Hazırladığı zehiri Bresholnd'ün toprağına döktürür ve zehir tüm ormanı etkisi altına alır. Ağaçlar ise zaten özlerini kaybettikleri için
akıl almaz tepkiler verirler, renkleri değişir, dalları ve yaprakları keskinleşir, kökleri yüzeye çıkar. Bunların ardından iki ruh küreyi ormanda düşürüp kaybederler ve onu ikizler bulurlar ardından Vargos Altınlar'ının hikâyesi başlar. Özet geçeyim dedim olmadı. Bu arada ormanın etrafı karanlığın etkisinden dolayı devasa surlarla çevrili. Gerçi şimdi mantıksız geliyor etrafının surlarla çevrili olması, şu daha makûl sanırım: Orman tamamiyle büyülü olduğu için dışarıdan bakan herhangi birisi onun aslında normal olduğu sanar keza gerçek yüzünü göremez. Büyünün etkisi; gözleri, gerçek şeklinin ve havasının görünmemesi için kötülüğünü göstermez. Bu sayede ben bile gerçekten bu ormana adım atarak neye bulaştığımın asla farkında olamam. Ta ki bedenimle birlikte düşüncelerimin de çürüdüğünü hissedebilinceye kadar.)



j.c.

Devam edecek...

"Vasi huverre settetu sette. Dea suffer, dea lunno, yashkanna lesier annor."