Kayıt Ol

Kasabanın Karanlığı (Yeni Versiyon) - Bölüm 2: Kabus? Fragmanı Eklendi

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Kasabanın Karanlığı bundan iki yıl önce başka bir kullanıcı adı ile bu site için yazmakta olduğum bir hikayeydi. İki sezon yayınladığım hikayeyi sona ermeden yazmayı bırakmıştım. Daha doğrusu yayınlamayı bırakmıştım. Şimdi ise en baştan yazmaya karar verdim. Siteye eklenen yeni üyeler için, eski arkadaşlarım için ve kendim için farklı bir versiyon hazırlama çalışmalarına başladım. İlk hikayeyi okuyanlar varsa bu yeni edisyonu da okumalarını tavsiye ederim. Kesinlikle daha başarılı ve farklı olacağını düşünüyorum.

Lafı fazla uzatmadan fragmanı vereyim:

~Kasabanın Karanlığı~
1. Sezon: Geçmişin İzinde

Bir Akşam Eve Geldiğinizde
“Seninle konuşmak istediğimiz bir şey var.”

Mükemmel Olduğunu Düşündüğünüz Hayatınızın
“Seni gerçekten çok seviyoruz.”

Bir Yalan Üzerine Kurulu Olduğunu Öğrenirseniz
“Biz senin biyolojik ailen değiliz.”

Ne Yaparsınız?
“Bunu niye şimdi söylüyorsunuz?”

Onun İçin Bu Kötü Haberle Başlayan Yaz Tatili
“Gitmek istemiyorum.”

Geçmişiyle İlgili Öğrendiği Sırlarla Değişecek

“Orası Kara Konak!”

Tanıştığı İnsanlarla Atılacağı Macera

“Merhaba. Adım Tolga. Tolga Soner.”

Onu En Gizemli Tarafıyla Tanıştıracak

“Hepsi benim yüzümden.”

Gençliği ve Hayatı
“Gerçek hayatta böyle şeyler olmaz.”

En Zorlu Şekilde Keşfedecek
“Ben onun babasıyım.”

Kasabanın Karanlığı Çok Yakında Rıhtım'da

Not: Diğer hikayem olan Geradon Yazıtları'nın devamı konusunda bir problem yoktur. İki hikayede düzenli şekilde yayınlanacaktır. Yorumlar için şimdiden teşekkürler.

Çevrimdışı deanna

  • **
  • 324
  • Rom: 9
  • ***
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kasabanın Karanlığı - Yeni Versiyon - Çok Yakında
« Yanıtla #1 : 03 Ocak 2010, 15:47:28 »
Etkileyici bir fragman olmuş. Birinci bölümü bekliyor olacağım :)

.


Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Spoiler: Göster
Hikayenin eski versiyonuna göre gerçekten farklı bir başlangıç yaptım. Daha önce okuyanlar hikayenin her bölümünün yeniden yazılacağına ve bazı şeylerin değişeceğine emin olabilirler. Artık daha oturmuş bir hikaye olacak. Okuyup yorumlayanlara şimdiden teşekkürler.


Bölüm 1: Yaz Tatili Başlarken
22 Haziran 2009

   Antalya'da güzel bir akşamüstü sakin sakin başlarken, güneş batmamak için elinden geleni yapıyordu. Işık götürmesi gereken diğer şehirleri umursamıyor gibiydi. Anlaşılan, Antalya güneş için de cennet gibi bir yerdi.

   Çocuklukla gençlik arasındaki o çağda sıkışmış olan bir kız ve bir erkek ağaçların eşlik ettiği masalsı bir yolda yürüyorlardı. İkisi de sözleşmiş gibi adımlarını bir kaplumbağa yavaşlığında atarak güneşe uyum sağlıyorlardı. Fakat o güzel yol sonunda bitti. Kızın evine varmışlardı. İkisi de istemese de yolun sonuna geldiklerini biliyorlardı.

   “Sanırım veda vakti.” dedi kız elini güneşin son ışıklarına siper ederek. Ve çocuğa baktı. Çocuk da başını salladı. Gitmesi gerektiğini o da biliyordu. Ailesi evde tatile çıkmak için onu bekliyordu. Muhtemelen her şeyi hazırlamışlardı. Telefonu her an çalabilirdi.

   “Maalesef haklısın.” diye cevap verdi gülümseyerek.

   “Ne zaman dönerim demiştin?” diye sordu kız. Aslında sorunun cevabını biliyordu ama çocuk bu sefer daha kısa bir süre söyler umuduyla sormuştu.

   “Babam önümüzdeki bir ay için hiç dava almamış. Annemin de şirketteki sorumluluğu sadece kendine olduğu için, o da bir aylık bir tatil ayarlamış. Yani bir ay boyunca kimsenin adını sanını duymadığı bir kasabada tatil yapacağız.” dedi çocuk önceki cevabıyla neredeyse aynı şeyi söyleyip kızın son umudunu kırarak.

   “Umarım eğlenirsin.” dedi omuz silkerek.

   “Sensiz eğlenemeyeceğimi biliyorsun, Ayça. Bir aylık sıkıntı var önümde. Ama onlara da hayır diyemiyorum. Evde yalnız kalacak kadar büyümediğimi düşünüyorlar. Üstelik benimle biraz vakit geçirmeye ihtiyaçları var gibi görünüyor. Son günlerde biraz garipler. Sınavdan beri yani... Tavırları falan değişti. Bana kırılacak bir eşyaymışım gibi davranıyorlar. Nedeni anlamıyorum ama yakında çözeceğime eminim. Sonuç olarak bir aylığına gidiyorum işte. Ne kadar istemesem de...”

   “Geri döndüğünde burada olacağım, Tolga.” dedi kız ona sıkıca sarılarak. Çocuk da ona karşılık verdi. Söylemek istediği şeyler vardı ama belki de tatil dönüşünü beklemeliydi. Yine de kendinden emin olamayarak öylece kaldı. Kız da çekilmedi. Sokağın ortasında birkaç dakika boyunca öylece kaldılar. Neden sonra kız kendini birdenbire geri çekti ve:

   “Biraz daha böyle kalırsak seninle gelmeye falan çalışacağım.” dedi gülerek. Tolga gülümsedi. Aslında bu tatile onunla birlikte gitmeyi o kadar çok isterdi ki. Beraber vakit geçirecekleri koskoca bir ay. Ne olduklarını çözmek için yeterince vakitleri olurdu.

   Tolga ve Ayça ilk öğretimi yeni bitirmişti. Antalya'nın iki farklı okulunda okumuşlardı. Geçen okul yılının başında dersanede tanışmışlardı. Sınavlara hazırlanmakla geçen bir yılda çok yakın 'dost' olmuşlardı. Yani en azından dışarıya öyle söylüyorlardı. Ancak ikisinin de içinde dostluktan fazlası vardı. Bunu biliyorlardı. Yine de aylardır yaptıkları gibi konuşmamayı tercih ettiler. Şimdiyse lisede birlikte olmayı umuyorlardı.

   “Sizinkilerin izin vermesinin hiçbir yolu yok mu?” dedi onun söylediğine cevap olarak. Bu tatil işi belli olduğunda ilk işi gelip gelemeyeceğini Ayça'ya sormak olmuştu. Fakat kızın ailesi ona ne kadar güvense de bir ay başka bir aileyle tatil yapmasına izin vermemişlerdi. Ayça omuzlarını silkti ve:

   “En son sorduğumda annem gayet net bir şekilde şansımı daha fazla zorlamamam gerektiğini söyledi.” dedi. Tolga başını sallayarak anladığını belirtti.

   “Geç kalacaksın.” dedi Ayça bir dakikalık sessizlikten sonra. Bu uzayan veda ikisi için daha da zorlaşmaya başlamıştı.

   “Haklısın. Gitsem iyi olur.” dedi Tolga ve ardından: “Kendine çok iyi bak. Seni ararım. İnternet bulabilirsem de mail falan yazarım. Sen de bana yaz.” diye ekledi. Ayça konuşmayı daha fazla uzatmadı. İkisi de sonsuza kadar orada kalıp konuşmak isteseler de Tolga arkasını dönüp yürümeye başladı.

   Ayça bir süre onun arkasından baktı. Tolga'nın geri dönüp ona sarılarak gitmeyeceğini söylemesini bekliyordu belki de. Ama böyle bir şey olmadı. Çocuk yavaş yavaş yolun sonunda kayboldu.

XXX

   “Psikoloğun doğru bir karar verdiğinden nasıl bu kadar emin olabilirsin ki? Ya onu geri dönemeyeceğimiz bir şekilde kaybedersek? O zaman ne olacak?” diye sordu adam karısına.

   “Kadın bu işin eğitimini almış. Bana en iyi yolun bu olduğunu söyledi ya. Hatırlamıyor musun? Sınavı bittikten sonra bir aile tatili ayarlayacağız ve ona gerçeği söyleyeceğiz. Tabi ki ilk başta kabullenmekte zorlanacak ama bir aile olarak hep birlikte bunu aşacağız. Aile olmanın anlamı bu. Şimdi sınav bitti ve vakit geldi.” diye cevap verdi kadın. Bu sırada elindeki temiz iç çamaşırlarını bavuluna dolduruyordu. Hazırlıkları bitmek üzereydi. Oğullarının gelmesini bekliyorlardı.

   “Arayalım mı sence?” dedi adam saatine bakarak.

   “Daha vakti var. Kızla ayrılması uzun sürmüştür. Sonuçta bir ay boyunca görüşmeyecekler. Son zamanlarda vakitlerini hep birlikte geçiriyorlardı. Neydi adı? Hah, Ayça evet. Geçen dersaneye gittiğimden tanıştım onunla. Çok iyi bir kıza benziyor.”

   “Bu konuya nereden geldik şimdi? Benim endişelendiğimin onda biri kadar endişeleniyor musun?” Adamın sesi istediğinden biraz daha sert çıkmıştı. Kadın bir an durakladı ama sonra çabucak toparlanarak:

   “Sakin ol Mert. Belki de sen de benimle birlikte gelmelisin Dilek Hanım'a.” dedi kadın gülümsemeye çalışarak. Aslında o da kocası kadar endişeliydi ama altı aydır aldığı psikolojik yardım sayesinde bunu bastırmayı öğrenmişti. Mert ona bakıp gözlerini devirdi. Psikoloğa harcanan paranın sokağa atıldığını düşünürdü. İnsanların ruh halini düzelmesinin sadece kendi ellerinde olduğuna inanırdı.

   “Belki de söylememeliyiz, Mine.” dedi Mert birdenbire elindeki kıyafeti yatağın üzerine bırakarak. Bunu o kadar kesin söylemişti ki kadın ilk başta cevap veremedi. Bir sebep belirtmemişti ama söylediği şeye gerçekten inanıyordu.

   “Eğer bir gün başka bir şekilde öğrenirse ikimizde çok pişman oluruz ve sen nasıl öğrenebileceğini benim kadar iyi biliyorsun.” diye cevap verdi kadın kendini toparlayınca.

   Kocasının bu ani karar değişikliğini bekliyordu zaten. Mert hiçbir zaman Tolga'ya 'evlatlık' olduğunu söyleme konusunda onun kadar istekli olmamıştı. Aslında Mine de bundan altı ay kadar önce aynı isteksizliğe sahipti fakat hayatını düzene sokmak için psikolojik destek almaya başladıktan sonra konular birbirini kovalayarak Tolga'nın evlatlık olmasına gelmişti. Onu on dört yıl kadar önce sadece birkaç aylıkken evlat edinmişlerdi.

   Onların biyolojik çocuğu olmamasına karşın onu dünyadaki her şeyden çok sevmişlerdi. Mine çocuk sahibi olamamasının kalbinde yarattığı boşluğu ona olan sevgisiyle doldurmuştu. Aslında onlar onun evlatlık olduğu çoğu zaman unutuyorlardı. Sanki kendi canlarından ve kanlarındanmış gibi hissediyorlardı.

   Yaşadıkları her gün dışarıda bir yerlerde Tolga'nın gerçek ailesinden birileri olduğunu düşünerek geçiriyorlardı. Bir gün polislerle gelip onu alacaklardı sanki. Onu evlatlık edindikten üç yıl sonra yaşadıkları şehri değiştirerek yepyeni bir hayata başlamışlardı. Ama bu korkuları hiç geçmemişti.

   Mert başını sallamakla yetindi ama onaylamadığı çok açıktı. Ayarladıkları tatile çıkmadan önce Tolga'ya gerçeği söyleyeceklerdi. Mine'nin gözünde mükemmel bir plandı. Hiçbir sorun çıkamazdı.Tolga da onları çok seviyordu nasılsa. Bunu atlatacaklardı. Kadın hayatta hiçbir şeyden emin değilse bile bundan emindi.

   Gözü dışarıdaki ağaca tünemiş olan martıya takıldı. Kuş gözlerini dikmiş ona bakıyordu sanki. Kıpırdamadan öylece duruyordu. Mine martıları çok severdi. Denizi bırakıp buraya gelmesinin bir anlamı olduğunu düşündü. Ona destek olmaya gelmiş gibiydi. Elinde olmadan gülümsedi.

   Güneşin son ışıkları da kaybolmuştu artık. Gece sanki güneşe öfkelenmiş de onunla kavga etmek için peşinden koşuyor gibi hızlı hızlı geliyordu. Belki de bu kızgın gecede yola çıkmak pek de iyi bir fikir değildi. Ama planlarını değiştirmek için çok geç kalmışlardı.

   Bu sırada evin zili çaldı. Tolga nihayet gelmişti. Mert ve Mine Soner için zorlu bir gece başlıyordu.

XXX

   Beyaz bir aile arabası İzmir'in iç bölgelerindeki bir otoyolda hızla ilerliyordu. Şoför koltuğunda oturan adam oldukça neşeli görünüyordu. Hemen yan koltuğunda kadın ise onun bu neşeli haline gülümsemekle yetiniyordu.

   Gitmek için yola çıktıkları kasabaya çok fazla bir yol kalmamıştı. Adam çocukluğunun geçtiği kasabaya her yıl bir süreliğine geri dönmeyi her şeyden daha çok severdi. Rüzgarköy, yani o kasaba, hiçbir zaman çok gelişmemişti ama bu sayede de içtenliğini korumayı başarmıştı. Oraya gittiğinizde aslında oralı olmasanız bile bir şeylerin tanıdık geldiğini hissederdiniz. Rüzgarköy öyle bir yerdi çünkü. Oraya varır varmaz kasabanın etkisine girerdiniz. Kasabanın sakinleri (Ki bu kelime onlar için gerçekten doğruydu. Pek çoğu oldukça sakin insanlardı.) adeta huzur dolu bir yaşam sürüyorlardı. Belki de gelişen onca teknolojiye rağmen hala göç etmeyen bu insanların oraya bu kadar bağlı olmasının nedeni de buydu: sonsuz huzur.

   O kasabada kötü olaylar çok arada sırada olurdu. En son yaşanan büyük kötü olay on dört yıl kadar önce olmuştu ve birçok kişinin aklında bile değildi artık. Kasabanın da etkisiyle kötü şeyleri rahatça geride bırakabilme özelliğini kazanmışlardı.

   Arka koltukta oturan kızları elindeki küçük topla oynuyordu. Sonra birdenbire topu havaya bıraktı. Evet, havaya! İki elini dua eder gibi açmıştı ve topta iki elinin arasında havada duruyordu. Sonra ellerini oynatarak topu havada dans ettirmeye başladı. Ellerinin yaptığı her harekete top da ahenkle katılıyordu. Aynadan onun ne yaptığını fark eden babasının yüzündeki gülümseme silindi. Hatta bunun yerine sinirli bir ifade geldi.

   “Bu konuda anlaştık sanıyordum?” dedi sert bir sesle. Kız irkildi ve ellerini topun üzerine kapayıp çok eğlendiği oyununu bitirdi.

   “Özür dilerim baba.” diye cevap verdi yere bakarak. Böyle zamanlarda babasının yüzüne hiç bakamazdı. Adam onun bu sade özründen tatmin olmamış olacak ki başını iki yana salladı ve:

   “Anlamıyorsun, Özge. Bunun özür dilemenle alakası yok. Güçlerini böyle basitçe oyunlar için kullanmamalısın. Özellikle de bu kasaba civarındayken. Sana bunu defalarca açıkladım. Bizim gibi güçlere sahip olan kişilerin hepsi bu kadar iyi niyetli değil. Bu yüzden güçlerini böyle serbestçe kullanmamalısın. Yine de ne kadar anlatmaya çalışırsam çalışayım dinlemeyeceksin değil mi? Bozulmuş plak gibi aynı şeyi yapmaya devam edeceksin.” dedi. Konuştukça öfkelenmişti. Yan koltukta oturan karısı ve arkadaki kızı ona şaşkınlıkla bakıyordu.

   “Sakin ol Kerim.” dedi kadın elini onun dizine koyarak. Haklı olduğunu düşündüğünü göstermeye çalışıyordu.

   “Biliyor musun baba? Bir konuda haklısın. Gerçekten 'anlamıyorum'. Sürekli bana kasabadayken güçlerimi kullanmamam gerektiğini, tehlikeli olabileceğini söylüyorsun. Peki o zaman her yaz niye oraya gidiyoruz? Bu kadar tehlikeliyse orada olmamızın ne anlamı var?” dedi Özge. Anlaşılan kadının ona da bir uyarı yapması gerekecekti. O da babasının gereksiz yere artan öfkesi yüzünden sinirlenmişti çünkü.

   “Sen hiç 'memleket hasreti' diye bir şey duydun mu?” diye sordu adam acı bir sesle. Fakat ergenliğin de verdiği o asilikle Özge'nin duygusal olmaya hiç niyeti yoktu.

   “Hiçbir memleket hasreti aileni tehlikeye atabileceğin anlamına gelmez diye düşünüyorum, haksız mıyım?” dedi babasının kalbini kırma ihtimali olduğunu düşünmeden. Aslında içindeki bir parça o adamın kalbini kırmayı çok istiyordu. Basit bir oyun için kendisini bu kadar azarlayan biri de acı çekmeliydi. Fakat diğer parçasıysa onu gerçekten çok seviyordu ve bu kızgınlığının koruma içgüdüsünden kaynaklandığını biliyordu. Neden bir korumaya ihtiyacı olduğunu bilmiyordu. Aslında bu mevzunun aslını da babasıyla konuşmuş değildi. Bildikleri de hislerinden ibaretti. Sürekli korunmak ve saklanmak zorunda olduğunu biliyordu. Kendisi gibi olan diğer insanlardan daha da tehlikeli bir durumdaydı. Onlardan daha dikkatli olmalıydı. 'Keşke bütün bunların nedenini bilseydim.' diye düşünmeden edemedi.

   Adam ona cevap vermedi. Onun bazı şeyleri anlamadığı çok açıktı. Yaşı yüzünden kızının üzerine fazla gitmek istemiyordu ama Allah biliyor ya bazen bütün neşesini alıp götürebildiği için ona gerçekten çok kızıyordu. Otoyoldan sağa doğru dönen küçük bir yolun başındaki Rüzgarköy tabelasını gördüğünde kızgınlığı geçti. İçine yine o bildik duygu yansıdı. Çocukluğunun rahatlığı...

XXX

   Ayça'dan ayrıldıktan sonra yol çok hızlı geçmişti. Aslında buna sevinmesi gerekiyordu. Onunla olmadığı vakitlerin kolay geçeceğinin bir göstergesiydi. Yine de içinde onu görmek için şimdiden başlamış isteği bastıramıyordu. İyi bir liseye girebilmek için yıllardır sınavlara hazırlanıyorlardı ama elbette en önemlisi geride bıraktıkları en son seneydi. Sekizinci sınıf hayatlarında birçok bakımdan dönüm noktası olmuştu. Kendilerini her yönden keşfetmişlerdi. Hayat olduğundan çok daha karmaşık hale gelmişti. Ve birbirlerine olan duyguları gün geçtikçe güçlenmiş onlar bu konuyu konuşamadıkça daha da heyecan verici bir hale gelmişti.

   Bütün bunları düşünürken evlerinin kapısına kadar gelmişti. Müstakil bir evde oturuyorlardı. Bahçesinde iki tane çok güzel yasemin ağacı vardı. Bu da yılın hatırı sayılır bir kısmında bu güzel kokuyla yaşamalarını sağlıyordu. Bahçedeki birkaç metrelik yolu hızla geçip zili çaldı.

   Çok geçmeden annesi kapıyı açtı. Babası da hemen arkasındaydı. Tolga onların yüzünü görür görmez bir terslik olduğunu anladı.

   “Gitmiyor muyuz?” diye sordu endişeli görünmeye çalışarak. Aslında bir terslik çıktığını duymayı gerçekten çok isterdi. Ama annesi gülümseyerek:

   “Bunu da nereden çıkardın? Tabi ki gidiyoruz. Ama...” dedi. Sonlara doğru yüzündeki gülümseme yerini yine o garip ve rahatsızlık verici yüz ifadesine dönmüştü.

   “Ama ne?” diye üsteledi Tolga iyice meraklanarak.

   “Ama önce, seninle konuşmak istediğimiz bir şey var.” dedi babası, eşinin az önceki kararlılığının kalmadığını görünce ipleri eline alması gerektiğini fark ederek. Bu sırada ikisi de oğullarının girebilmesi için kapının önünden çekildi. Tolga içeri girip ayakkabılarını çıkardı. Konuşmayı onların açmasını bekliyordu. Salona doğru ilerledi. Evde birdenbire çok gergin bir hava oluşmuştu. Koltuğa oturduklarında hala açılmamış olan ama önemli olduğu çok rahat hissedilen konunun açılması için Tolga ailesini cesaretlendirdi.

   “Benimle her şeyi konuşabileceğinizi biliyorsunuz. Hep demiyor musunuz, 'artık kocaman oldun' diye?” dedi gülerek. Ama anlaşılan bu ailesine komik gelmemişti. Yüz ifadelerinde bir değişiklik olmadı.

   “Hadi artık.” dedi Tolga gerilerek. Söylenmesi bu kadar zor olan ne olabilirdi ki?

   “Bak, her ne olursa olsun seni gerçekten çok seviyoruz. Bunu biliyorsun değil mi?” diye sordu Mine. Tolga kafasını salladı. O an aklına çok kötü bir fikir geldi ve elinde olmadan sesli düşündü:

   “Boşanıyor musunuz yoksa?”

   “Hayır. Bu başka bir konu.” dedi babası.

   “Söyleyin o halde.”

   Mert ve Mine birbirlerine baktı. Mine söyleyebilecek gibi görünmüyordu. Mert hiç gönüllü olmamasına rağmen bir kez daha Mine'nin görevini üstlenerek belki de hayatının en zor cümlesini kurdu:

   “Biz senin biyolojik ailen değiliz.”

   Söylemişti işte. Söylemişti ve her şey değişmişti. Tolga'nın yüz ifadesinden korktuğu için gözlerini kapadı. Fakat bu Mine'nin aklına gelmemişti. Oğlunun hakkındaki gerçeği öğrendikten sonraki her ifadesini saniye saniye görmüştü. Onun acısı beynine kazanmıştı. O an Mert'in ne kadar haklı olduğunu fark etti. Psikolog yanılmış olmalıydı. Bu kesinlikle yanlış bir karardı. Aradan birkaç gergin ve sessiz dakika geçti. Soner çiftinin daha fazla konuşmaya cesareti varmış gibi görünmüyordu.

   Tolga ise duyduğu şeyi idrak edip bir cevap vermek zorunda olduğunu biliyordu. Babasının söylediği cümle kafasında sürekli tekrarlanıyordu: 'Biz senin biyolojik ailen değiliz.' Her tekrarlanışında ses daha da yükselip ona daha fazla acı veriyordu.

   “Bunu niye şimdi söylüyorsunuz?” diye bağırdı, biraz öfkesi yüzünden, biraz da kafasındaki o korkunç sesi bastırabilmek için. Fakat bu tepkiyi vermesi hiçbir şeyi daha kolay hale getirmemişti. Yıllar boyu övündüğü ve neredeyse taptığı ailesi onun gerçek ailesi değildi işte. Tek gerçek buydu. Gece şehre atlı bir ordu hızıyla çökmeye devam ederken onun kalbi de kararıyordu. Artık biliyordu. Bu dünyada yapayalnız biriydi. Hayatı koca bir yalan üzerine kurulmuştu.

Çevrimdışı deanna

  • **
  • 324
  • Rom: 9
  • ***
    • Profili Görüntüle
Anlatımın güzel bölümünde beğendim. Güzel yazıyorsun :)
Ama Özge'nin bir gücü olduğunu daha doğrusu böyle bir şeyin çıkacağını beklemiyordum.
Rüzgarköy de sanırım bir şeyler var Tolgada da birşeyler çıkabilir. Merak ettim bak şimdi devamını :)
Devamını bekliyorum...

.


Çevrimdışı kusad

  • ***
  • 487
  • Rom: 5
  • Kendimi Kaybettim!Hükümsüzdür!
    • Profili Görüntüle
Aman tanrım...Kısa sanıpta birazını okuduktan sonra bölümün o kadar uzun olduğunu görünce vazgeçtim.Bence bölümleri kısaltmalısın.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
kusad,

Ben hikayelerimde her bölüm içi küçük hikayeler de hazırlıyorum. Her bölümün bir başlangıcı ve bir sonu olmalı. Aradaki olaylarda bu başlangıç ve sonu birbirine bağlamalı. Ben kısa bölüm yazamıyorum. Yazınca kendimi eksik hissediyorum. Bu hikayenin bir bölümü diğer hikayemin bir bölümünden kısa zaten. Daha da kısaltırsam bölüm başına vermek istediğim anlamı veremem.

deanna,

Okuduğun için teşekkür ederim gerçekten. Sanırım hikayeyi sana yazacağım =) Devamı gelecek tabi ki. Zaten bu hikayenin önceki versiyonunda nerdeyse elli bölüm yazıldı. Sadece otuzu bu sitede yayınlandı. Şimdi onlar da en baştan yazılıp düzenlenerek yeniden oluşturulacak. Ama sınavlarım yaklaşıyor bu yüzden iki hikayemde de bölümler gecikmeye başlayabilir. Şimdiden özür dilerim =)

Çevrimdışı deanna

  • **
  • 324
  • Rom: 9
  • ***
    • Profili Görüntüle
Bu aralar herkesin sınavları, finalleri falan var o yüzden pek okunmaz ama moralini falan bozma. Şu sınavları falan atlatsın millet okunur :)
Önemli değil yeterki yayınlamaya devam et ;)
Alıntı
Aman tanrım...Kısa sanıpta birazını okuduktan sonra bölümün o kadar uzun olduğunu görünce vazgeçtim.Bence bölümleri kısaltmalısın.
İlla kısa olacak diye de bölümün akışı kesilemez ama bence önemli olan uzunluğu değil içinde yazanlar.

.


Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Yok yahu moralimi bozmuyorum =). Kasabanın Karanlığı gerçekten sağlam bir hikaye. Zaman içinde sitedeki yerini bulacağına inanıyorum. Tek korkum diğer hikayemle çakışmamaları. İkisine aksatmak istemiyorum. Neyse ikinci bölümün fragmanını vereyim buyrun:

~Kasabanın Karanlığı~
Sezon 1: Geçmişin İzinde
Bölüm 2: Kabus?

Hayatınızın Gördüğünüz Kabuslardan İbaret Olduğunda

"Nerde O? O'nu getirmelisin."

Ya da Tüm Hayatınız Bir Anda Bir Kabusa Döndüğünde
"Yapma artık Tolga. Bir yerlerden başlamak zorundayız."

Elinizde Olan Tek Şey
"Orası Kara Konak!"

Dostluklardır
"Merhaba. Adım Tolga. Tolga Soner."

Rüzgarköy Adlı Sakin Kasaba İçin
"Bir terslik var."

Tüm Zamanlarının
"İyi uyudun mu, bir tanem?"

En Karanlık Hikayesi Başlıyor
"Oraya nasıl giderim?"

Çok Yakında, Buralarda Bir Yerlerde

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Kayıp Ruh,

Ergen karakterler üzerinden çok güzel örülebilecek, felaketlerle de süslenebilecek bir senaryo bu bence... Ben yazmışım gibi iştahlandım! :)

Tek bir şey, parantez kullanımından kaçınıp parantez içinde verdiğiniz bilgileri başka bir cümle içinde, ya da aynı cümle içinde kısaltılmış olarak belirtirseniz daha güzel olacak gibi.

Hikayenin kuruluşuydu bu... Devamında sizin hayal gücünüzün ürünlerini daha net görüp yorumlamak daha güzel olacak.

Dolayısıyla,

Yeni bölümleri bekliyoruz... :)
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Hikaye devam edecek ve önceki versiyonundan çok daha karanlık olacak. Adının hakkını daha önce çok fazla verememişti ama bu sefer öyle olmayacak. En azından buna çalışacağım.

Hikayenin daha ilk bölümü. İlk bölümler bu şekilde ana karakterleri hikayeye bir yerlerden bağlamakla geçecek. Sonraki bölümlerde karakterler toplanıp ana hikayeye dalacaklar =)

Ama tabi diğer hikaye gibi bunun da biraz beklemesi gerekecek. Bunun kurulum aşamasında olması nedeniyle, daha fazla beklemesi bile gerekebilir. 1. sezonu kafamda tam bitirmeden çok fazla ilerlemek istemiyorum.

Parantez kullanımı da çok fazla yaptığım bir şey değil. Amaç değişik şeyleri denemek =) Dikkat ederim bundan sonra...

Teşekkürler okuduğunuz ve yorumladığınız için

Çevrimdışı veritaserum

  • ****
  • 1112
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ayy ben bu başlığı görmemişiim :D Uygun olduğum bi zaman hemen okuyucaaam :D Ne sıklıkta yazıyorsun?
Önce, büyük büyük düşündüm;
Sonra büyük büyük yaşadım.
Ne varsa, onlar aldı.
Şimdi bana küçük bir ölüm kaldı.

Çevrimdışı mimoza

  • **
  • 56
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Hmm Kayıprıhtım'da Okuduğum 2. Hikaye Buda diğer Okuduğum Kadar Etkileyici Fakat Ben Okuduğum Hikayelerde Birden Fazla Türk İsimli Karakter Olunca Okuyasım Kaçıyor (Neden Böyle Olduğunu İnan Bende Bilmiyorum) Ama Seninkini Madem Girdim Emeğe Saygısızlık Olmasın Diye Okudum Bana Göre Daha Deminde Dediğim Gibi Türk İsimler Hariç Herşey Dört Dörtlük Diğer Bölümleride Bekliyoruz Başarılar!!!

Magicians!!! Göklerde Bir Yerde!!!

http://www.kayiprihtim.org/forum/joel-robert-magiciansin-kurtulusu-bolum-12345-t6728.0.html
Magicians!!! Göklerde bir yerde!!!

http://www.kayiprihtim.org/forum/joel-robert-magiciansin-kurtulusu-bolum-123456-t6728.0.html

Yorumlarınızı bekliyorum...

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Bunu çok sık yazamıyorum maalesef. Şu sıralar diğer hikayemin başlığında açıkladığım gibi tatildeyim ve internet erişimim çok az. Elimden geleni yapacağım. Devam etmek istiyorum.

Okuduğunuz için teşekkürler...

Türk karakterlere gelince, bu hikayelerimin ortak özelliğidir ana hikaye Türkiye'de geçer ve karakterlerin tamamına yakını Türk'tür. Ben de neden böyle olduğunu bilmiyorum ama böyle oluyor işte =)

Çevrimdışı veritaserum

  • ****
  • 1112
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Bence bu iyi bişey şu sıralar ben de ona kasıyorum :D Okucam okucam merak etme :P
Önce, büyük büyük düşündüm;
Sonra büyük büyük yaşadım.
Ne varsa, onlar aldı.
Şimdi bana küçük bir ölüm kaldı.