Kayıt Ol

Düş : Kristal Kılıç Serisi [Bitti]

Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Düş : Kristal Kılıç Serisi [Bitti]
« : 24 Şubat 2010, 23:28:14 »
Bunu koyup koymamakta emin değilim aslında, çünkü yaklaşık bir 100küsür bölüm kadar başı olan bir hikaye bu. Her ne kadar hepsi Düş evreninde geçen, az çok bağımsız hikayeler olsa da, ister istemez karakter geçmişleri ve Düş hakkında bilgiler için öncesine bakmak gerekiyor. Ben yine de bu yeni başladığım hikaye serisini buraya koymak ve fikirlerinizi almak istiyorum.

Hikayemiz, Pentacle şeklindeki Düş adasının tam merkesindeki, yıldız şekilli başkentte geçiyor. Kelebek bu ülkenin kraliçesi, eskiden o kenti yöneten liderin şampiyonuydu [tahtı devirerek kraliçe olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.] Kelebek'in Kraliçe olması ile birlikte Sonsuz İlkbahar geldi, barış ve huzur dönemi başladı.

Kelebek'e Kan Cadısı Kraliçe Kelebek dendiğini de ekledikten sonra hikayeye başlayabilirim sanırım.

Hikayeye baştan başlamak isteyen olursa diye bir link ekleyeceğim yazının sonuna, umarım sorun olmaz.

***

Kristal Kılıç I - Hançerler

Gün yeni doğmuştu. Saray hizmetkarları kahvaltıyı hazırlamak için gerekli hasatları yaparken, Kelebek çoktan kalkıp giyinmiş, Ağaç'ın köklerinin arasında tekrardan kurduğu gül bahçesinin günlük bakımıyla uğraşmaktaydı. Bir yandan tek tek yaprakları inceliyor, zarar görmüş dalların bakımını yapıyor, bir yandan da şarkı mırıldanıyordu. Ağaç'ın dallarındaki kuşlar ona eşlik ediyor, onlar şakıdıkça Kelebek'in keyfi yerine geliyordu.

Düzenli yaptığı bakım bittiğinde eşyalarını toplamaya başladı. Budama makası; her ne kadar ihtiyacı pek olmasa da, eldivenleri, fısfıs, taze su kabı. . . Tek tek kutusuna koydu kelebek onları ve son olarak üzerini başını silkmek için başını eğip elbisesine baktı, tozlu yerlere pat pat vurarak üzerini düzeltti. . . O an gözleri gül dallarının dibine kilitlendi; bir şeyler yanlıştı.

Ağaç'ın gibinde yaşayan bitkilerin, özellikle Sonsuz İlkbahar döneminde, kurumalarına imkan yoktu! Yavaşça kuru dalların yanına çöküp inceledi; herhangi bir hastalık yoktu. Kaşları çatıldı, Ağaç'a döndü.

"Düş'ü rahatsız eden bir sorun mu var, Anne?" diye sordu heybetli Ağaç'a.

Ağaç sadece rüzgarla birlikte yapraklarını titreterek cevap verdi. Kelebek eşyalarını kucakladı ve düşünceli bir surat ifadesiyle merkez bahçeden çıkarak arkasından kapıları kapattı. Bir şeyler tersti. Yanlıştı. Ama ne?

Eşyaları odasına bıraktıktan sonra rutin kontrolleri yapmak için çalışma odasına çekildi; eğer bir sorun vardıysa birileri mutlaka görmüş ve rapor etmiş olmalıydı. Yapılan kontrollerin üzerinden geçmek en sağlam yol olacaktı. Kağıt tomarlarını deşti, bir kaç gün öncesinin raporlarını çıkardı, hepsini birbirleriyle karşılaştırdı. Yanlış görünen bir şey var gibi görünmüyordu hiç. . .

"Hanımım!" Kalenin kapı muhafızı soluk soluğa yarı açık kapının kenarına eliyle dayanmış duruyordu. Gözlerinde endişe vardı. "Kuzeybatı kolcusu... Geri döndü hanımım..." dedi derin derin nefes almaya çabalarken. "Ağır yaralı."

Kelebek hemen yerinden fırladı. "Herhangi bir vahşi hayvan saldırısı olmadığından emin misiniz?" diye sordu bir yandan revir kanadına doğru yürürken.

"Hayır hanımım. Pek çok kesici silah izi var, sırtında ise bir hançer saplıydı. Sanırım kaçmaya çalışırken onu durdurmak istemişler."

"O hançeri görmek istiyorum." dedi kızıl saçlı kadın aceleyle revirin kapısından girerek. Şifacılar tek bir yatağın etrafında toplanmışlardı. Zavallı kolcunun çığlıkları revirde yankılanıyordu. Kelebek yaklaştığında şifacılar yana çekilerek ona yol açtılar.

"Kesiklerde zehir kalıntıları bulduk." dedi baş şifacı. "Sırtından çıkardığımız hançerle uyuşuyor bulduğumuz zehir. Ancak bir türlü tanımlayamadık türünü. Sanki yaraları içeriden yanıyormuş gibi bir his yarattığını teşhis edebildik fakat ne yazık ki zehri bilmediğimzden bir panzehir bulamadık."

Kelebek başıyla onayladı ve bir elini adamın alnına koyarak adamın vücudundaki yara izlerini inceledi. Zehirin yayıldığı yerler damar damar olmuş ve kızarmıştı, dokunduğunda sıcak ve yumuşak olduğunu hissedebiliyordu bu yara izlerinin. Adamın çığlıkları gittikçe artıyor, daha bir kulak tırmalayıcı oluyordu. Kadın iç çekti; ne olduğunu öğrenmesi gerekliydi. . . En azından biraz zaman kazanmak için zehirin yayılışını geciktirebilirdi?

Eli zavallı adamın alnını sıkıca kavrarken, diğerini diyaframının üzerine koydu ve hafifçe bastırarak gözlerini kapattı. Dudakları tek bir cümle sözü sürekli mırıldarken hafifçe kıpırdıyor, kaşları konsantrasyonunu toparlamak için çabaladığını belli edercesine çatılıyordu. Şakaklarında boncuk boncuk terler birikirken, şifacılar adamın yaralarından çıkan damarların ve kızarıklıkların yavaşça geri çekildiğini, kaslarının gevşediğini ve adamın rahatladığını gördüler. En sonunda Kelebek derin bir nefes alarak gözlerini açtı.

"Zehrin hemen teşhis edilmesini istiyorum." dedi zorlukla kenara oturarak. Her ne kullanıldıysa oldukça agresif bir zehirdi ve gücüyle savaşmak her ne kadar güçlü olsa da kadını yormuştu. Şifacılardan birinin onun için getirdiği suyu yudumladıktan sonra cam fanus içine konularak özenle saklanmış olan hançeri incelemek için yan odaya geçti.

Ufaktı. Siyahtı. Metal değil, garip, yarı şeffaf bir taştan yapılmıştı ancak metal hançerlerden daha düzgün kesebilecek kadar keskindi. Üzerinde kurumuş olan zehrin izlerini ve zavallı adamın kan pıhtılarını görebiliyordu. Cam fanusu kaldırdı, hançeri kabzasından tuttu yavaşça.

Hançer önce basitmiş gibi durdu. Sonr hafifçe, mor mor parladı ve üzerinde gümüş rengi harfler belirdi. Tıpkı ormanda bulduğu kristal kılıç gibi bir tını çıkarıyordu bu hançer de fakat farklıydı. . . Sanki daha az güçlüymüş gibi.

"Hanımım!" Şifacılardan birisi kızıl saçlı kadına korkuyla bakıyordu. "Dış kapı nöbetçilerinden biri sizi görmek istiyor, acil olduğunu söyledi."

Kızıl saçlı kadın hançeri yerine yerleştirdi, can fanusu özenle kapattı ve çabucak dış kapıya doğru koştu. Yüksek ve geniş kapılardan çıktığında gördüğü manzara bir an gözlerinin kocaman açılmasına neden oldu.

"Kolcular, hanımım." dedi gözleri dolu olan dış kapı nöbetçisi. "Hepsi ölmüş."

Dört yönü ve ara yönleri araştırması için gönderilen kolcuların hepsi, kuzey-batı kolcusu hariç, üzerlerine örtülmüş beyaz örtülerle kalenin avlusunda yatıyorlardı. Hepsinin yanlarında aileleri yaslarını tutup ağlarken, Kelebek'in dikkatini çeken şey hepsinin ayak ucuna konmuş olan hançerlerdi. Birbirinin aynısı gibiydi hançerler ama minik detaylar vardı farklı olan. Kelebek iç çekti. Sessizce ölen kolcuların vücutlarıın etrafında dolandı, hepsinin tek tek alınlarına dokunarak iyi dualarını sundu. Ailelere gerekli olanın yapılacağına dair söz verdi ve yanındaki nöbetçiye bu ailelerine yardım edilmesini istediğini belirtti.

"Başka kolcu gönderilmesini istemiyorum. Zehir teşhis edildiğinde iyileşen kolcu ile konuşup olanları öğrenmeliyiz. Gerekli alan keşfini ben yapacağım."

"Ama hanımım?!"

"İtiraz istemiyorum. Düş'ün daha önce karşılaşmadığı bir şey var şu an karşımızda. Önce ne olduğunu çözmeliyiz. Şimdi, dediklerimi yap."

Nöbetçi başıyla kadını selamlayıp aceleyle verilen işleri yapmak için ayrıldı.

Kelebek ise kalenin girişindeki merdivene ilişti, yorgun bedenini dinlendirmesi gerekliydi biraz. Ellerini gözlerine bastırıp derin bir iç çekti.

***


Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi
« Yanıtla #1 : 27 Şubat 2010, 15:07:09 »
Kristal Kılıç II - Panzehir

CamaeL gün ağarırken uyanmış, erkenden üzerini giyinip hazırlanmış, kaleyi kolaçan ediyordu. Elindeki not defterine kontrol edilecek, bakımı yapılacak ve düzeltilecek şeylerin bir listesini çıkarıyor, bir yandan kahvaltı için ne hazırlanmasını istediğine karar vermeye çalışıyordu. Loş koridora düşen ışığı farkettiğinde duraksadı; Kelebek'in çalışma odasından geliyordu. Kaşları şüphe ile çatıldı, kapıya doğru yürüdü, hafifçe ittirdi kapıyı ve içeri baktı.

Kelebek, çalışma masasının üzerine kafasını koymuş, orada öylece uyuyakalmıştı. Önünde sayfalar dolusu karalanmış kağıt, yarım kalmış deneyler, kalın kitaplar ve kolcuları öldüren hançerlerden biri duruyordu. Tıpkı sabahlayan şifacı bölüğü gibi, Kelebek de gece uyumamıştı. Camy gülümsedi. Yavaşça kadını yattığı yerden kaldırıp az ilerdeki kanepeye bıraktı onu, üzerine yün bir battaniye örttükten sonra masaya oturup araştırmaları okumaya başladı. Çok geçmeden yüzü hayal kırıklığı ile asıldı; Kelebek bile zehre çare bulabilmiş gibi görünmüyordu.

Camy, yatan kadını bir kere daha kontrol etti, sonra kapıyı arkasından kapayarak odayı terk etti.

***

Bir kaç saat sonra Kelebek gözlerini araladı. Dudaklarından gece boyunca denediği formüller dökülüyordu. Hiçbiri ama hiç biri işe yaramamıştı, bir şeyler eksikti. Ne yapacağını bilmez bir biçimde yattığı yerden doğruldu, üzerine çekidüzen verdi revire doğru yollandı.

Baş şifacı ile yaptığı görüşme de kısa sürdü; onlar da bir şey bulamamıştı. Kelebek, kuzey-batı kolcusunun durumunu kontrol etti; dün yaptığı büyü işe yaramış, zavallı adamın damarlarındaki zehrin dağılması yavaşlamıştı. Şifacılar, uyku ilaçları ile adamı baygın vaziyette tutuyor, böylece çektiği acıyı hafifletiyorlardı. Kelebek iç çekti; bir çare bulamazlarsa bu adamın sonu da diğerlerinden farklı olmayacaktı. Tek bir yol kalmıştı aklında. Aceleyle merkez bahçeye doğru yollandı.

Yüksek ve geniş kapılardan geçtikten sonra, Ağaç'ın yaşadığı merkez bahçeye gelmişti kızıl saçlı kadın. Heybetli ağacın köklerinden birine ilişip uzun uzun anlattı derdini. Hissettiği şeyin o olup olmadığı sordu ve bir çare sunması için yalvardı ona. Çünkü eğer düşmanı böyle bir zehir kullanıyorduysa, geldiği yerde daha çok olmalıydı bu zehirden. İç çekti kadın ve başını kaldırıp Ağaç'a baktı, hançeri gösterdi.

"Söyle Anne, kim sorumlu bundan? Nasıl iyileştireceğim bu zehirin. . . Ne olur yardım et bana, çünkü başka bir çözüm yolu bulamadım."

Ağaç'ın yaprakları hışırdadı, Kelebek'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Emin misin bundan?" diye sordu kadın, Ağaç bir kez daha hışırdadı. Kelebek ayağa kalktı, elindeki hançeri savurarak Ağaç'ın köküne sapladı. Beyaz bir sıvı aktı yaradan, yavaşça mavileşti zehrin karışmasıyla. Kelebek korku dolu gözlerle, titreyen Ağaç'a baktı. Çok geçmeden bir dal ağildi kadının önüne ve bir meyve salkımı bıraktı. Ufak, yeşil taneleri olan bir meyveydi bu.

"Panzehir bu mu?" diye sordu kadın, cevabı aldığında yüzü gülmeye başladı. "Teşekkür ederim. . . Çok teşekkür ederim!" Ağaç'ın köküne sarıldı büyük bir minnettarlıkla, sonra koşarak revire gitti. Baş şifacıya meyveden bir ilaç yapıp adama vermesini, kalan meyvenin özenle saklanmasını söyledi. Geriye tek bir şey kalmıştı; beklemek ve meyvenin adamı iyileştirmesini umarak bunun için dua etmek.

***

Gün ilerlerken saatler geçti. Zehrin etkileri adamın vücudundan yavaş yavaş kaybolurken, adam yavaşça gözlerini araladı.

"Hanımım, kolcu uyandı!" diye haber verdi baş şifacı Kelebek'e. Kızıl saçlı kadın hemen adamın yanına gitti, elini adamın alnına koyarak adamı kontrol etti.

"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu adama.

"Ben... İyiyim hanımım. Ama burası...?"

"Düş kalesindesin. Yaralı bulduk seni, zehirlenmiştin. Neyse ki panzahiri zamanında bulabildik. Kim yaptı bunu?"

"Ben. . . bilmiyorum, hanımım."

Kelebek'in kaşları çatıldı. Hançeri gösterdi adama."Kime ait bu?"

Adamın gözleri korkuyla açıldı. "Bir. . .bir kadın, hanımım." diyebildi kekeleyerek. "Siyah cüppeli. . ." korkuyla ellerini göğsünde kavuşturdu adam. "Kızkardeşler..." ve adam sayıklamaya başladı.

Kelebek hançeri alıp kaldırdı, sonra şifacılara başıyla onay verip odasına çekildi. Kolcudan bilgi alamayacağı apaçıktı ve siyah cüppeli bir kadın tanımı da çok açıklayıcı olmamıştı. Anlaşılan kolcuların gönderildiği alanlara bir de kendisi gidip neler olduğunu yerinde görmeliydi.

Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi
« Yanıtla #2 : 02 Mart 2010, 18:51:18 »
Kristal Kılıç III - Kızkardeşler

Ertesi gün gün ağarırken Kelebek ufak çantasını sırtlanıp revire gitti. Kolcu iyiden iyiye iyileşme gösteriyor, çok yakında eskisi kadar sağlıklı olacağa benziyordu. En azından birini kurtarabilmiş olmanın sevinciyle reviri terk etti Kelebek ve avluya çıktı.

Şehir hala yarı uyur bir vaziyetteydi. Buz gibi soğuk ayaz vardı, esen rüzgar jilet gibi dokunduğu yeri kesiyordu. Bulutlar sakin sakin toparlanmaya başlamıştı ufukta; günün ilerleyen saatlerinde yağmur yağacaktı belli ki. Kelebek düşünceli bir biçimde gözlerini ufuktan idirip cebinden çıkardığı haritaya çevirdi. Gümüş komutanlardan biriyle konuşmaya başladı.

"Ben yokken bu sekiz yöne takviye gözcü yerleştirin." dedi Kelebek şehrin haritasında yerleri işaret ederek. "Zorunlu olmadığı sürece surların dışına çıkış olmasın, içeri girenler içinse ekstra önlemler istiyorum; kim olduğunu, nereden geldiğini onaylayana kadar içeri kimseyi almayın; zira bilmiyoruz kimin sebep olduğunu. Her ne kadar panzehiri bulmuş olsak da, daha fazla acıya gerek yok."

Gümüş komutan başıyla onayladı. Kelebek gülümseyerek haritayı katladı ve surlara çıktı. Son bir kez şehre baktıktan sonra kanatlarını gerek havalandı, kuzeye doğru kolcuların devriye gezerken geçtiği yolların üzerinden uçtu. Kuşbakışı baktığında belki bir iz bulabileceğini umuyordu hem kim bilir, belki saldırganlarla o da karşılaşırdı...

Bütün gün uçtuktan sonra yemyeşil ormanların arasında göze batan bir manzara ile karşılaştı Kelebek. Aceleyle gördüğü garip yere doğru pike yaptı ve ayakları yere bastı; ormanın ortasında, daha önce varolmadığını bildiği bir açıklıktı burası. Oluşum şekli ise şüphe uyandırıcıydı; ağaçların olması gerken yer kupkuru ve ölüydü. Etrafta gezindikçe hançerin yapıldığı kristalden tozların olduğunu fark etti açıklıkta. Kaşları çatıldı; bu ne demek olabilirdi?

"Ah, Kraliçe Kelebek."

Kelebek elini baltasına atıp saldırı pozisyouna geçip tedirginlikle etrafa baktı.

"Saldırganlığın gerekli olduğunu sanmıyorum."

"Kolcularıma saldırdığınızda pek öyle düşünmüyordunuz ama?" diye cevapladı Kelebek kızgın bir sesle, bir yandan sesin geldiği yeri anlamaya çalışırken; bir kadın sesi olduğunu çözebilmişti... Ama başka?

"O sadece kendimizi korumaktan başka bir şey değildi."

"Tabii, o yüzden sırtından çıkardık hançeri, değil mi?"

"Dövüş stilimiz bunu gerektiriyor ne yazık ki."

"Neden yüzünü göstermiyorsun?"

"Ateşkes?"

Kelebek baltasını indirdi. "Pekala. Umarım size güvenebilirim."

Hafif bir kahkaha duydu, sonra ağaçlardan birinin arkasından siyah cüppeli biri çıktı. Cüppenin başlığı gözlerine kadar çekilmiş, yüzünün yarısını gölgede bırakır haldeydi ve başlığın altından beyaza kaçan sarı saçları dökülüyordu. Yüzünün seçilebilen hatlarından 20lerini biraz geçkin olduğu anlaşılıyordu. Cüppe, belinden siyah bir korseyle tutturulmuş, eteklerinden korseye kadar serin yırtmaçlarla etek katlandırılmıştı; tıpkı kolları gibi. Kolları da bilekten dirseklere kadar ayrıktı ve yere kadar uzanıyordu. Korsenin üzerinde zincirden yapılma bir kemer vardı, kemerin iki yanından kristal hançerler sallanıyordu. Cüppenin altından siyah pantolonu ile deri çizmeleri seçebildi Kelebek; etrafta görmeye alışkın olmadığı bir giyim tarzıydı bu.

"Kimsin sen? Düş'de ne işiniz var?"

"Bize Karatoprağın Kızkardeşleri derler." diye cevap verdi kadın. "Ve Düş'e ait değiliz."

"O zaman burda işiniz ne?! Ne hakla halkıma rahatsızlık veriyorsuuz!"

"Sizde, bize ait olan bir şey var." dedi kadın sakince. "Onu almadan dönmeye niyetimiz yok."

"Kristal Kılıç..." diye mırıldandı Kelebek.

Kadın onayladı başıyla ve gülümsedi. "Onu bize ver, ve biz de barışçıl bir biçimde burayı terk edelim."

"Bana ne planladığınızı, nereden ve nasıl geldiğinizi anlatmadıkça böyle bir şeyi yapamam."

Kadın başını kaldırdı ve beyaz gözleri Kelebek'in gözleriyle buluştu. "Fazla merakın iyi olmadığını biliyorsun tecrübelerinden... Neden zorluyorsun?"

"Ben sadece halkımın iyiliğini ve güvenliğini düşünüyorum."

Kadın bir anda Kelebek'in önünde belirdi, eli onun boğazını kavradı ve en yakın ağaca dayayıp ayakları yerden kesilinceye kadar havaya kaldırdı. "O zaman sanırım bize ait olanı bize vermen gerekiyor."

"Gerekirse hepinizi bir bir avlarım, barışçıl bir çözüm istiyorsanız siz de benim istediğimi vermelisiniz."

"Düşünmek için bir gecen var." Kadın ortadan kayboldu, Kelebek ayaklarının üzerine düştü. Eliyle boğazını ovuşturup nefesini düzenlemeye çalıştı. Kimdi bunlar? Ne istiyorlardı? Düş'e ait değiliz... demişti kadın, o zaman nereye...? Başka bir ülke? Başka bir...Evren? Düşünmek için bir gecen var...

"Daha fazla zaman kaybetmesem iyi olacak." diye mırıldandı kızıl saçlı kadı kendi kendine ve kanatlarını gerek Düş'e ulaşmak için var gücüyle yol katetti.

Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi
« Yanıtla #3 : 14 Mart 2010, 02:07:56 »
Kristal Kılıç IV - Yıkım

Kelebek yolun yarısına geldiğinde, çok uzakta olmayan bir köyün üzerinden yükselen kara dumanları fark etti. Duyularını açıp dikkatli dinlediğinde etraftaki tüm hayvanların orayı terk ettiğini, hatta orada yaşayan insanların çığlıklarının bile sustuğunu algıladı. Zamanı azdı belki, ama sorumluluklarının bilincinde olan Kraliçe, dumanın olduğu yere doğru ilerledi.

Ufak bir köydü bu, avcılık ile karın doyururlar, geçimlerini avladıkları hayvanların derilerini satarak karşılarlardı. Kısa bir süre önce başlayan bir hastalık salgınını önlemek ve hastaları iyileştirmek için bir kaç şifacı gönderdiği için iyi biliyordu Kelebek bu köyü. Aldığı son haberler pek iç açıcı değildi, hastalığın nedeni bulunamadığı gibi, tedavisi de yoktu. Gerçi, artık geriye sadece küller kaldığına göre, hastalık bir tehdit oluşturamayacaktı, artık ölü olan halkına.

Dumanı hala tüten binaların etrafında yavaş adımlarla yürüdü kızıl saçlı kadın. Bir keresinde ziyaret etmişti bu köyü; meydandaki havuzun etrafında çocuklar oynuyordu o gün. Çember biçiminde dizilmiş binaların alt katları pazar tezgahlarıyla doluydu o zaman. Taze topladıkları böğürtlenleri sunmuşlardı ona, ve bir kadın kendi ineğinden taze süt sağmıştı. Fırıncı en son pişirdiği tatlı ekmeği getirmişti koşarak. Şimdi, gözlerinin önünden gitmeyen o anıların yerini, kömürleşmiş binalar ve havada uçuşan küller almıştı. Bir de, ölüm sessizliği.

Eskiden bir evin eşiğine doğru yükselen basamak taşlarından biri olan isli taşa ilişti Kelebek. İç çekip etrafı dinlerken gözleri bunun sorumlusunu aradı uzunca bir süre. Kafasındaki şüpheler, yanık bedenlerden birinin sırtına saplı kristal hançeri gördüğünde kesinleşti; Kızkardeşlerin işiydi bu. Duman hala tütmekte olduğuna göre hala etrafta olmalıydılar... Çok uzağa gitmiş olamazlardı...

"Yerinde olsam, bizi aramak yerine kaleye koşardım."

Kelebek hızla ayağa fırladı ve saldırı pozisyonu aldı. Ama etrafına baktığında kimseyi göremedi.

"Bizi arama, istesen de bulamazsın. Kalene dön. Kristal Kılıç'ı bize getir."

"Siz halkıma saldırırken buna kayıtsız kalacağımı mı düşünüyorsunuz?!"

"Bu köyün insanlarının önümü zorunluydu. Bunun hakkında konuşmayacağız. Kristal Kılıç'ı bize getir."

Kelebek hiçbir şey söylemedi. Köyün artık ölü halkı için bir dua mırıldanırken kanatlarını açtı, kaleye doğru yola çıktı.

Ortada bilmediği bir şey dönüyordu, ama ne?

Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi
« Yanıtla #4 : 14 Mart 2010, 02:09:02 »
Kristal Kılıç V - Ceza

Kelebek Düş'e vardığında güneş batmaya başlamıştı. Surlara ayak bastığı gibi meydana doğru inen merdivenlere yöneldi.

"Leydim!" Merdivenlerden yukarıya doğru bir nöbetçi koşuyordu. "Leydim, hemen gelmelisiniz!"

Kelebek adamın peşine takılırken, ona her leydim diyen nöbetçinin kendisini izlemesini istediği ayrıntısının farkına vararak güldü kendi kendine. "Sorun nedir?"

"Kristal hançerlerden kullanan kadınlardan birini yakaladık leydim. Silahlarını aldık, ellerini bağladık, sizi bekliyorduk sorgu için."

"Camy'nin beni beklediğini hiç zannetmiyorum." dedi Kelebek sırıtarak. Nöbetçi sadece gergince gülümsedi ve zindana inen kapıyı açtı. "Burdan sonra ben giderim, sen görev yerine geri dön, teşekkür ederim."

Adam başıyla onaylayıp giderken Kelebek merdivenlerden aşağı indi. Karşılaştığı manzara onu pek şaşırtmadı; zincirlerle havada asılı duran bir kızkardeş ve kalın deri eldivenleriyle onu yumruklarıp tokatlayan bir Camy.

"Söyle, amacınız ne!" diye bağırıyordu Gümüş Komutan. "Kolcuları neden öldürdünüz!"

Kelebek elini Camy'nin önüne uzatarak onu durdurdu. "Konuşmuyor mu?"

"Tek bir kelime bile etmedi."

"Gidebilirsin. Gerisini bana bırak."

Camy omuz silkti ve eldivenleri aletlerin durduğu masaya fırlatıp zindanları terk etti. Onun uzaklaşan adımlarını dinledikten sonra, Kelebek, uzun sarı saçlı kadına döndü. "İki gündür sizinle karşılaşıyorum..." dedi, kadının etrafında yürümeye başlayarak. "Kristal Kılıç'ı aradığınızı söylüyorsunuz, beni tehdit ediyorsunuz ve köylerimi yakıp yağmalıyorsunuz."

"Amacımız yağma değil." dedi kadın aceleyle savunmaya geçerek. "Gerektiğinden fazla canı almayız biz."

"Öyle mi? Koca bir köyü yerle bir edip yakmaktaki mantık nedir peki?"

"Kristal Kılıç ait olduğu yere dönmezse daha fazlası olacak Kraliçe Kelebek. Daha fazla kişi can verecek hançerlerimizde."

"Neden?"

"Çünkü öyle olması gerekiyor."

"Neden?"

Kadın cevap vermedi.

"Neden?!" Kelebek kemerinden hançerini çıkarıp kadının boğazına dayadı.

"Sadece yapılması gerekeni yapıyoruz." Sarışın kadının gözlerinde hiçbir ifade yoktu. "İstersen beni öldür, ama daha fazlası gelecek. Buraya gelen ve ölen her bir kızkardeş Düş'e zarar verecek. O kılıç bu kalede, senin ellerinde kalmaya devam ettikçe nehirler kan olup akacak, suyunuz bizim zehrimize karışacak."

"Bana hiçbir cevap vermeyeceksin, değil mi?"

Kadın başını iki yana salladı.

"Öyleyse," Kelebek gülümsedi. "Suçlarınızdan dolayı seni yargılayıp cezalandırmaktan başka bir şey kalmıyor ortada." Kadının kelepçesini, asılı olduğu çengelden çıkarıp kadını ittirdi ve meydana çıkardı. Etrafında insanlar toplandığında kadını sertçe itekledi, kadın dizlerinin üzerine düştü.

"Bu kadın, ölen 7 kolcumuzun ve yakılan köylerimizin sorumlusu olan Karatoprağın Kızkardeşleri'ne mensuptur ve kristal hançerleriyle yıkım ve ölüm saçmaktadır. Cezasını Kraliçe olarak vermek bana düşüyor."

Sarışın kadın başını kaldırıp Kelebek'e baktı, gözlerinde hüzün vardı. "Ben gittiğimde daha fazlası gelecek Kraliçe, daha fazla zarar gelecek ülkene, kardeşlerimin dediğini yap. Kimsenin hançerlere dokunmasına izin verme, panzehir-"

Daha fazla konuşamadan elbiseleri ve saçları alev aldı kadının, ama hiç ses çıkarmadı, tek bir çığlık bile atmadı. Hareket etmedi, ayaa kalkmak dışında ve dudakları sadece bir dua ile kıpırdadı Karatoprak'a minnet ve şükran sunan.

En sonunda, rüzgar kadının küllerini savurdu, insanlar biraz korku biraz tatmin duygusuyla evlerine döndüler. Kelebek kenardaki bir basamağa ilişip etrafa saçılan küllere baktı, sessizce gözlerini kapayıp duvara dayandı. Kafası karma karışıktı artık.


Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi
« Yanıtla #5 : 17 Mart 2010, 22:55:37 »
Kristal Kılıç VI - Savaş

Yirmi siyah cüppeli kadın tek bir bedenmişçesine savuruyorlardı hançerlerini surların önünde onları engellemeye çalışan askerlere doğru. Açtıkları her bir yara cızırdıyor, oluk oluk kan fışkırıyordu zavallı adamlardan. Dudakları hareket halinde sürekli fısıldıyor, etraflarında hafif kırmızı bir pus bulutu dolanıyordu.

İlk bölüğün saldırısı başarısız olduğunda devreye Kelebek girdi.

"Savunması tam bir kaleye sadece 20 kişi saldırmak pek akıl karı gibi görünmedi bana." dedi kızıl saçlı kadın baltasını ellerinde döndürerek. "Büyüleriniz güçlü, okçularımı devredışı bıraktınız, ve evet, kabul etmeliyim, bir bölük askere karşılık iki kayıp verdiniz... Ama bana karşı çok fazla şansınız olacağını düşünmüyorum."

"Ve bir de ben." Camy hemen Kelebek'in arkasına yere inerek etraflarında çember olmuş olan kızkardeşlere baktı. Omuzlarını ileri geri hareket ettirip asasını çevirdi elinde. "Bir süredir iyi bir dövüşe girmemiştim."

Kelebek gülümsedi.

Savaş hızlı ve kanlıydı. Kızkardeşler bir anda etraflarını sarmış, kullandıkları büyülerle Camy ve Kelebek'i yavaşlatarak dengeleri şaşırtmışlardı. Fakat Kelebek için çok da zor değildi yaptıkları büyüleri kırmak; o konsantre olup büyüleri kırarken, onu Camy koruyor, asasının hareketleri bir anda gelen onlarca hançer darbesini savuşturuyor, yenilmez gibi görünen kızkardeşler bir bir yere düşüyorlardı. Fakat çok garip bir biçimde hep 20 kişiydiler; saldırıların sayısı hiç azalmıyordu.

Bir anlık bir boşluktan yararlanan Kelebek kanatlarını açarak yükseldi ve savaş alanına kuşbakışı baktı. Camy'nin etrafında toplanan kızkardeşleri izledi kısa bir an ve gördükleri karşısında gözleri şaşkınlıkla açıldı.

Ben ölsem de yerime yenisi mutlaka gelecektir, demişti idam edilen kadın, ve öyle de oluyordu. Verimli topraklar her bir kızkardeş öldüğünde yavaşça ölüyor, bir an beliren bir ışık hüzmesinden bir başka siyah cüppeli kadın geliyordu. Düş'ün önündeki yemyeşil çayırlar, artık verimsiz, çorak topraklardan ibaretti. Toprak çatladı, hançerlerin yapıldığı kristalden koca bir kaya belirdi savaş alanının ortasında. Kelebek kaşlarını çatarak savaş alanına pike yaptı.

"YETER!"

Kelebek'in baltasını bir çift hançer durdurdu. Kızkardeşlerin hepsi yeni gelen bu kadının önünde eğilerek silahlarını indirdiler.

"Lütfen, daha fazla ölüm istemiyorum."

Kelebek baltasını indirdi yavaşça ve bir adım geri çekildi. Camy hızlıca onun arkasına geçerek sırtını sırtına verdi ve dikkatli bir biçimde kadınları izlemeye başladı.

"Geldiğiniz ilk zamandan beri sadece ölüm getirdiniz topraklarıma." dedi Kelebek öfkeyle. "Gereksiz ölümler! Benden Kristal Kılıç'ı istediğinizi söylediniz, ama sorularıma cevap vermediniz! İsteklerinizi yerine getirmediğimde, halkımı öldürerek cevap verdiniz bana! Neden?"

"Eminim yakarak idam ettiğiniz kızkardeş de size cevap vermeyi istemiştir, ama geleneklerimiz buna izin vermiyori Kraliçe." dedi kadın. Cüppesinin başığı yüzünü örtecek kadar çekikti diğerleri gibi, bakır rengi saçları boynunun iki yanından aşağı iniyor, siyah cüppesindeki gümüş rengi işlemeler onun diğerlerinden daha üst olduğunu vurguluyordu. "Kardeşlerimin öldürülmesine daha fazla tahammül edemeyeceğim. Teslim oluyoruz, sizinle teke tek konuşmak istiyorum Kraliçe Kelebek. Belki tek bir ölümle diğer tüm ölümler önlenebilir; hem Düş için hem de bizim yurdumuz için."

"Silahlarını alın." dedi Kelebek başıyla nöbetçilere işaret ederek fakat cüppeli kadın elini kaldırıp itiraz etti. "Ahşap bir sandık bulun bize, hepsini alabilecek kadar büyük olsun. Başka kimse dokunmasın silahlarımıza."

Kelebek kaşlarını çattı, oldukça şüphe uyandırıcı bir hareketti bu fakat içinden bir ses ona güvenmesini söylüyordu. Garip bir şekilde yakın hissediyordu bu kadına kendisini, sanki daha önce tanışmışlar gibi...

Hançerler ve silahlar ahşap bir sandıkta toplandıktan sonra mühürlendi, kızkardeşler avluda nöbetçilerin gözetimi altında beklerken, Kelebek ve onların başı olan kadın Kelebek'in çalışma odasına gittiler. Kadın sessizce bir kenara ilişti, Kelebek ise perdeleri açıp odayı havalandırdı.

"Anlatacak, cevap verecek çok şey var." diye başladı söze Kelebek. "Neden kendinizi tanıtarak başlamıyorsunuz konuşmaya? Sanki bir yerden tanıyorum sizi."

Kadın hafifçe güldü. "Biz Karatoprak'ın Kızkardeşleriyiz, kendi yurdumuzdaki kendi tanrımıza hizmet ederiz. Kristal Kılıç'ın nöbetçileri sayılabiliriz... Tanıdık... evet." Kadın yavaşça başlığını indirdi. "Çünkü aynı kökü paylaşan iki gövdeden başka bir şey değiliz."

Kelebek şaşkınlıkla geriledi; aynaya bakıyordu sanki! İki kadın arasında gözle görülebilir tek fark saç renklerinin tonu olabilirdi, ama geri kalan her şey... aynıydı!

Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi
« Yanıtla #6 : 17 Mart 2010, 22:59:15 »
Kristal Kılıç VII - Ağaç ve KaraToprak

[Temple of the moon youtube = link ]

Birbirlerine ikizmişçesine benzeyen iki kadın uzun bir süre birbirlerine baktılar. Kelebek diğer kadına dokunmak için elini kaldırdı bir an fakat o da elini kaldırıp durdurdu Kelebek'i.

"Her şeyi anlatacağım. Fakat canlı kalabilmek için, en azından sözümü bitirene kadar, hançerlerin yapıldığı kristalden bir parçaya ve suya ihtiyacım var."

Kelebek bir anlam veremediyse de isteğini yerine getirdi; çok geçmeden kristalden bir parça ve bir sürahi su önlerinde duruyordu. Kadın kristali alarak bir şeyler mırıldandı, kristal önce bir silindir şeklini aldı ellerinde, sonra içi boşaldı; artık bir bardaktı. "Lütfen suyla doldur bardağımı." dedi. Kelebek yavaşça sürahiyi alıp içindeki sudan döktü kristal bardağın içine; artık şaşırtacak bir şey olamaz diye düşünüyordu ama olmuştu işte. Su, kristale değdiğinde toza dönüşüyordu. Kadın bardağı dudaklarına dayadı ve tozu ağzının içine boşaltıp yuttu. Şöminenin yanındaki koltuğa oturup bardaktaki tozdan biraz aldı ve ateşe attı; oda şimdi karanlık bir dumana boğulmuştu.

"Bir kökte büyüyen iki gövde, Kelebek, farklı evrenlerdeniz ama aynı kişiyiz." diye lafa başladı kadın, dumanın içinde görüntüler dönmeye başlamıştı. "Düş'ün Ağaç'ı gibi, bizim de bir annemiz var; Karatoprak koyduk adını çünkü bizim evimizde her şey gri ve siyahtır. Sizin Ağaç'ınız kadar yükseklere dalları uzanır annemizin ama yaprakları yoktur, sanki yanmış ve kurumuş bir ağaç gibi sallanır rüzgarda. Toprağımızda bitki yetişmez, su yoktur. Düş'de ne varsa, tam tersi bizim yaşadığımız yerdedir."

Kelebek kadının karşısına oturarak elini çenesine yasladı, dinlemeye ve etrafta oluşan görüntüleri izlemeye başladı; kadının kendi ülkesinden görüntülerdi bunlar, belki de anıları. Ağaç vardı tüm muhteşemliğiyle, eğer yansa ve kurusa böyle görünürdü... Kızkardeşlerin ibadetlerine şahit oldu bir süre ve sonra hançerleri nasıl dövdüklerini izledi. Kadın, sözlerine devam etti.

"Karatoprak ve Düş'ün Ağaç'ı birbirini tamamlayan kardeşler, Kelebek, sen ve ben gibi. Beraber olamayız, ayrı da yapamayız. Burada olduğumuz her saniye buraya zarar veriyoruz ve zarar görüyoruz... Kristal kılıç burada durduğu her saniye kalendekileri zehirliyor... Tıpkı yakmak zorunda olduğumuz köyün kristal kayayı köylerine taşıdıklarında başlayan hastalık gibi, tedavisi olmayacak bir zehirlenme. Çünkü kolcuları öldüren hançerin üzerindeki bir zehir değil, hançerin kendisiydi, Kelebek, bizim dokunuşumuzdu."

Kadın titredi, bir an nefesi kesildi, bardağı dudaklarına yaslayıp bir yudum daha içti.

"Tıpkı ateşin suyla birleştiğinde sönmesi gibi, bizim dokunuşumuz da size zarar veriyor, zararı büyüdükçe acı veriyor ve daha fazla yayılmadan... tıpkı o köye yaptığımız gibi..." sözlerini devam ettiremeden bir yudum daha içmek zorunda kaldı. Kelebek sürahiye uzanarak kadının bardağını doldurdu yine.

"Peki, Kristal Kılıç'ın bütün bunlarla alakası ne, materyalinin sizin evreninizden gelmesi ve bize zarar vermesi dışında?" diye sordu kızıl saçlı kadın sürahiyi kenara koyarak. İkizi az önce olduğundan çok daha yorgun ve solgun görünüyordu, derisi kuruyup gerilmiş, dudakları çatlamış, gözleri yuvalarına çökmüştü; bir anda asıl olmuştu?

"Kristal Kılıç, bizim liderlerimizden birine aitti; en güçlü ve en acımasızlarından birine. İlk başta halkını seven, kendinden önce onları düşünen, barışçıl biriydi. Sanırım o sıralar Düş'ün en karışık olduğu dönemlerdi. Fakat daha sonra sınır köylerinden biri bir maden buldu; kristal. Köyde bir salgın başladı, Lider, salgın yüzünden köyü boşalttırıp yaktırdı ve mağaralara giderek kristali araştırdı. O mağaraya girdikten sonra başka kimse giremedi oraya garip bir biçimde, girişi yok olmuştu." Bir yudum daha... "Altı ay sonra, ülke dağılmak üzereyken Lider çıkageldi. Elinde Kristal Kılıç'ı tutuyordu. Anlattığına göre kristali kullanmayı öğrenmiş, yaşamımızın devamlılığı için ondan nasıl yararlanacağımızı keşfetmişti. Artık daha zengin ve huzur dolu yaşayabilecektik. Tek tek kristalin zehrine dayanıklı hale getirildik, sınır köylerin erkekleri madenlerde çalışmaya başladı, bir kısım ise kristali kullanmayı öğrendi. Fakat çok geçmeden, bir şeylerin değiştiğini fark edecektik."

Kadın nefes nefese kalmıştı. "Çok vaktim kalmadı." diye mırıldandı.

"Ne için?"

"Ölüyorum, hissetmiyor musun?" Kadın gülümsedi yorgun bir yüz ifadesiyle. "İlk başta, zenginlik, bolluk içinde yaşadık. Daha sonra toprak öldü. Toprağın ölmesiyle karanlık baş gösterdi. Gökyüzü ince bir sisle örtüldü kristalin tozlarından... İlk başta bununla yaşamak zordu, acı verici ve can sıkıcıydı fakat gündüzleri sıcak, geceleri soğuk ışık oyunları yapardı havadaki kristal tozu. Onu soludukça onunla yaşamaya alıştık. Ama bu yetmedi Liderimize ve eski halinden eser kalmadığını yüklü vergiler ve ağır cezalar getirdiğinde anladık. Uzun yıllar boyunca çalıştık, yaşamaya çabaladık. Ama en sonunda iç savaş patlak verdi."

Duraksadı, derin bir nefes aldı. "Ben, Karatoprak tarafından yollandım evrenime, köylerden en güçlü savaşları toplayıp eğittim. Kristalden hançerler yaptık kendimize, kristal tozu ile bağışıklığımızı artıttırdık. Güçlendik. O kadar güçlendik ki artık göze batıyorduk. En sonunda Lider ile çarpıştık. Kristal Kılıç'ın gücü çoktu ama bizim de sayımız bunu dengeliyordu. Ve Lideri öldürdük. Onun kanı toprağa değidiğinde Karatoprak'ın yeşil son dalları da karardı. Liderimizi mezarına götürdük ve kılıcı ellerinin arasına koyduk. Karatoprak'ın Kızkardeşleri adını aldık ve Kristal Kılıç'ı koruyacağımıza dair ant içtik; çünkü onun açgözlülüğü ve derinden gelen fısıltıları karşı konulmazdır, Kelebek."

Sis yavaşça dağıldı. Kadın iyice çökmüş bir biçimde koltuğa gömülmüştü. Bardağı tutan elleri titriyordu, zorlukla son bir yudum aldı; gözleri dolmuştu. Kelebek kendi burnundan akan kanı hissetti; evet, ölüyordu.

"O yüzden. . . Kristal Kılıç hakkında konuşmak yasaktır bize, cezası ölümdür. Böylelikle biz dokunamayız ona, dokunsak da kullanamayız, onun hakkında bahseden öldüğü için başkasına da kullandıramayız... İzin ver, Düş'e daha fazla zarar vermeden geri götürelim onu." Gözyaşları yanaklarından akmaya başladı kadının. "Kızkardeşlerimi özgür bırak, kılıcı onlara ver, barış içinde ayrılacaklardır, eminim. Benim ölümüm onların ölümünü engellesin, Düş'e getirdiğimiz ölüm yetsin artık..." sesi bir fısıltıya döndü, kalp atışları iyice yavaşlamıştı. Sanki susuz kalmış bir dal gibi kuruyordu gözlerinin önünde.

"Hayır..." Kelebek ayağa fırlayıp kollarına aldı kadını ve iç bahçeye doğru koşmaya başladı. Yüksek ve geniş kapılar açıldı önünde, Ağaç tüm görkemiyle duruyordu karşısında.

"Yardım et!" diye haykırdı köklerinin dibine koşarak. "Ölmesine izin verme!"

Kadın gülümsedi. "Çok geç." diye fısıldadı ama Kelebek onu gül bahçesinin ortasına yatırıp haykırmaya devam etti.

"Bunu haketmiyor! Yardım et!"

Ağaç'ın kökleri kadını sardı yavaşça ve ayağa kaldırdılar onu. Kadının siyah cüppesi bedenini sardı iyice ve bid oldu bedeniyle. Kollarını yukarı kaldırdı kökler ve parmakları bir anda uzayarak gökyzüne yükseldiler. Saçları dalların aralarına dolandı, kadının derisi koyulaştı, katılaştı. Kökler geri çekildiğinde artık kadının yerinde simsiyah, kuru bir ağaç duruyordu. Sanki o dumandaki görüntülerde gördüğü Karatoprak gibiydi, ama tek bir farkla; turuncu ve kırmızı çiçeklerle bezeliydi ağaç.

Kelebek kırmızı çiçekli ağacın dibine çöktü, elini gövdesine yasladı, başını öne eğdi.

"Kardeşim."





Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi
« Yanıtla #7 : 17 Mart 2010, 23:01:47 »
Kristal Kılıç Epilog

[Young Ichabold Youtube: link]

Kelebek bir gece boyunca odasından çıkmadı. Kızkardeşler avluda, kristal kayayı çevreleyen ufak bir kamp kurmuşlardı. Herkes Kelebek ve Kızkardeş arasında ne geçtiğini merak ediyordu; en son bahçeye girerlerken görmüşlerdi onları, oysa bahçeden sadece Kelebek çıkmıştı. Genel kanı Kelebek'in Kızkardeşi öldürdüğü yönündeydi ama kızkardeşler gülümseyip "Eğer ölseydi, hissederdik." dediler sadece.

Gün ağarırken Kelebek kalenin yüksek kapılarında göründü. Koyu kırmızı resmi elbisesinin yanısıra Kwahu'nun verdiği yas kürküne* bürünmüştü. Kucağında çok büyük bir sandık tutuyordu. Kızkardeşlere doğru yürüdü, saray halkı ve Camy onların etrafını çevreledi merakla. Sandığı yere bıraktı kızıl saçlı kadın.

Ahşap bir sandıktı. Koyu renkteydi ağacı, garip bir metalden menteşeler ve kilitler yapılmıştı. İki yanındaki tutma sapları ise kristal kayadandı. Sandığın üzerinde bir oyuk, oyuğun içerisinde ise camdan bir bölme vardı; camın içinde ise donmuş bir dal, Kızkardeş'in ağacından kırmızı çiçekli bir dal. Kızkardeşler dalı gördüğünde bir çığlık atıp birbirlerine sarıldılar ve ağlaşmaya başladılar. Kelebek sadece başını öne eğmekle yetindi.

Onlara yeteri kadar süre verdiğini düşündükten sonra eğilerek sandığı açtı; Kristal Kılıç içindeydi.

"Kızkardeş bana her şeyi anlattı. Ağaç'a götürdüm onu, o yapabileceği her şeyi yaptı. Bu sandığı uygun gördüm saklamak için, iki dünyadan da parçalar taşıyor. Sapları kristalden, taşıyabilmeniz için ve kilitleri metalden, bir daha açılamaması için."

Kızkardeşler Kelebek'in kristali nasıl işlediğini merakla soracakken, kadının ellerindeki kanlı sargı bezlerini fark ederek sessizliklerini korudular. Kızkardeşlerden biri öne çıkarak selam verdi. "Teşekkür ederiz, Kraliçe Kelebek. Kardeşimize iyi bak."

Kelebek gülümsedi "Hiç şüpheniz olmasın."

Kızkardeşlerden ikisi sandığın saplarını kavrayıp kapıya doğru yürüdüler, bozulmuş kara toprağa geldiklerinde arkalarında kırmızı bir toz bulutu bırakarak bir bir yok oldular. Geriye sadece teşekkürlerini sunan kardeş kaldı, arkasını döndü, önce Kelebek'e sonra Camy'ye başıyla selam verdi, başlığını geriye atarak gülümsedi.

Aynı dudaklar Camy'nin suratında gülümseyerek cevap verirken o da bir toz bulutuna karışarak ortadan yokoldu.Kararmış verimsiz toprakta kırmızı çiçekler filizlenmeye başlamıştı...

***

Belki, diye mırıldandı Kelebek, tüm Düş evrenleri içinde bana gerçekten zarar verebilecek tek şey Kristal Kılıç.

Merak etme, dedi Camy gülümseyerek, gözlerini kadının yokolduğu yerden ayıramadan, o artık, emin ellerde.
---
*Yas Kürkü için Bkz: Liderler - Kartallardan Kwahu

Sleepy Hollow Soundtrack - Young Ichabold

Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi
« Yanıtla #8 : 17 Mart 2010, 23:02:43 »
Kristal Kılıç Hakkında Bilmedikleriniz;

Kristal Kılıç serisi aslında böyle bir seri olmayacaktı. Kılıcın varisi, mezarda yatan amcanın oğlu kılıcı geri istemeye gelecek ve turnuvada kılıç için yarışacaktı. Ancak, varis olarak düşündüğüm karakter parçalara bölününce, planladığım gibi olmadı. Kristal Kılıç elimde kaldı.

Kristal Kılıç serisinin ilk bölümleri tamamen, anlaşılabileceği üzere, yazılmış olmak için yazıldı. Gerçi son 2 hikayede biraz toparladım durumu.

Karatoprak'ın Kızkardeşleri, Legend of the Seeker'daki Confessor ablaların siyah cüppeli halinden esinlenilerek yaratıldı. Onlar gibi çift hançer kullanıyorlar ama Kızkardeşlerin herhangi bir büyü gücü yok. Zaten bıçaklar da aslında zehirli değil, zehir olan kristalin kendisi.

Kristal Kılıç serisi, yazdığım diğer serilere göre biraz daha gereksiz ölümlere sahne olmuş bir seri. Önceki serilerde kıyamama gibi bir durumum olmuştu ama bu seride öyle olmadı pek.

Kızkardeşlerin Anti-Düş gibi bir evrenden gelmeleri fikri, Kristal Kılıç'ın Düş için neden tehlikeli olabileceği fikrini aklımda çevirirken aklıma geldi. Pozitif ve Negatif kutuplar gibi düşündüm. Daha sonra da Savaşı durdurup kendini feda edebilecek bir başka Kelebek olması fikri oldukça cazip geldi.

Hikayenin en sonunda kılıcı teslim alan Kızkardeş aslında Camy'nin Anti-Düş versiyonu.

Kristal Kılıç, Kelebek'i öldürebilme ihtimali en yüksek olan silah. Bu yüzden Kelebek iki evrenden de kimse onu kullanamasın diye özel bir sandığa koydu.

Kızkardeş Kelebek'in ölümü Düş'deki Kelebek üzerinde ölümcül etki yaratacağından Ağaç onu bir ağaca çevirdi. Bir nevi Karatoprak ile bütünleşti o kızkardeş. Belki ilerde yeniden ortaya çıkabilir. Şimdilik siyah ve kuru dallar üzerinde onlarca kırmızı/pembe/mor çiçekler açmış bir ağaç kendisi. Çok yakında bir kaç resim yükleyeceğim buraya bunlarla ilgili.

Karatoprak da Anti-Ağaç aslında, Kelebek'in yaratıcısı Ağaç, kızkardeşleri yaratan da Karatoprak. Adının Karatoprak olmasının nedeni verimsiz ölü topraklarda yaşayan kuru ve yamış görünümlü bir ağaç olması yüzünden.

Lider'in hikayesi ve Anti-Düş'ün başına gelenler aslında çok klişe.

Kristal Kaya'nın aslında Ametistimsi bir görüntüsü var, WoW'daki Draenei'lerin gemlerinden esinlendim. Bkz.

Hançerler tamamen eğik bükük kırık kristal parçaları gibi görünüyorlar aslında. Bir ara onun da resmini yükleyeceğim.

Kelebek'in kılıcı vermesine neden olan şeylerden birisi de Kılıç'ın saray halkı üzerindeki kötü etkisi ve saklanıldığı odada yol açtığı büyük yıkım.


Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi [Bitti]
« Yanıtla #9 : 18 Mart 2010, 10:48:42 »
Neden kimse yorum yapmamış anlamadım? Sanırım bu aralar Rıhtım, gerçek dünyanın sorumluluklarına malup oldu. Ben de uzun zamandır girip de bir şeyler okuyamıyordum.

Hikayeni beğendiğimi daha önce de söylemiştim zaten. Kristal Kılıç Serisi de öncekiler kadar güzeldi. Kız kardeşler'in detaylı tasviri, konuşan ağaç (yeni bir şey değil belki ama beni hep etkiliyor) gibi şeyler oldukça güzeldi.

Eleştirilecek  noktaları da yok değil elbette. Kelebek, zehirli hançeri ağaca saplarken biraz tereddüt etmeliydi mesela... Bence tabii...

Bu güzel öyküyü burada bizimle paylaştığın için teşekkürler.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Roselyn

  • **
  • 73
  • Rom: 0
  • Blood Witch Queen
    • Profili Görüntüle
    • Düş
Ynt: Düş : Kristal Kılıç Serisi [Bitti]
« Yanıtla #10 : 18 Mart 2010, 15:50:26 »
Belki de başı başka yerde olan bir hikaye serisi olduğu içindir :\

Daha iyi olabilirdi bu seri, eğer biraz daha istekli yazsaydım =) Ne yapalımi bir sonraki seri emeinim daha iyi olacak bundan ^^

Zaman ayırdığın için teşekkür ederim <3