Kayıt Ol

Sürgün

Çevrimdışı Ropinie Hystria

  • **
  • 171
  • Rom: 10
  • Aut viam inveniam aut faciam
    • Profili Görüntüle
Sürgün
« : 29 Nisan 2010, 15:38:49 »
Sürgün

Bölüm I: Rey Şehri
Rey Şehri, Batı


Gök kan kırmızısı,burası Batı... Ropinie ilk defa bu kadar çok insanı bir arada görüyordu. Şehrin kapılarından içeri ilk adımlarını attığında,izleniyormuş hissi Ropinie'nin tüm bedenini sarmıştı. Oysa ki kalabalık, onun varlığını fark etmiyor gibiydi. Silik bir siluetten farksızdı bu haliyle…Hızlı ama sessiz adımlarla şehri dolaşırken, gözleri bir han tabelasına takıldı ve oraya doğru yöneldi.

Hanın kapısını aralayıp içeri girdiği anda burnundan içeri berbat bir yanık kokusu hücum etti. Kafasını kaldırdığı zaman da oradaki  herkesin ona baktığını gördü. Rahatsız olmuştu. İçinden bir ses derhal oradan çıkmasını fısıldıyordu fakat Ropinie bu sesi dinlemedi. Hancıya doğru ilerledi, önüne bir kaç altın bıraktıktan sonra kısık bir sesle;

''Oda istiyorum...''dedi.

Hancı hiçbir şey söylemeden bir anahtarı Ropinie'ye uzattı. O da anahtarları alıp merdivenlere yöneldi. İçerideki insanları dikkati dağılmışa benziyordu.Birkaç saniye sonra ise tekrar sohbete daldıklarını duydu.

Merdivenleri çıkıp odasını buldu. Anahtarı çevirip, kapıyı açtı. Kapı aralanırken büyük bir gıcırtı çıkarttı. İçi titredi Ropinie'nin...

İçeri geçtikten sonra yanık kokusunun geçtiğini fark etti bu sefer.

''Ya da ben alıştım...''

Odanın ortasına geçip gözlerini kapadı. Gözleri onun her şeyiydi, dinlendirmek zorundaydı.Hem bunu yaparken düşüncelere de dalabiliyordu. Düşünmek... Düşler.... Şekiller…

Onu bu huzurlu dakikalarından koparan şey, odanın kapısını yerle bir edip iki kişinin ellerinde kılıçlarla içeriye dalması oldu. Fakat daha ne olduğunu bile anlayamadan, biri, kanlar içinde yere yığıldı. Diğeri ise yanındakinin daha düşüşünü görmeden Rezipa’yı* boğazında hissetti.Fakat kılıç, daha ileri gitmedi. Adam dizlerinin üzerine çöktü.

Ropinie ne düşüneceğini bilmiyordu, dişlerini neden bu adamın boğazına geçirmediğini de. Aslında o bunu yapmak istemişti fakat görünmez bir güç bunu engellemişti sanki.

O anda adamın ağlayarak dua ettiğini gördü. Siniri bin kat daha arttı.Kılıcı adamın çenesine dayayıp, kendi yüzüne bakmasını sağladı Ropinie...



Devam Edecek...

*Rezipa: Orta Dünya’da goblinlerin, elf topraklarında dövebildikleri tek kılıç.

Çevrimdışı brisingr

  • ***
  • 655
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #1 : 29 Nisan 2010, 15:56:47 »
Ropinie erkek mi kız mı inşallah bir dahaki bölümde tanımlarsın...

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #2 : 29 Nisan 2010, 16:14:29 »
Hiç betimleme olmaması can sıkıcı... Kurguyu da biraz açmanı tavsiye ederim...  Ellerine sağlık... =) Sonraki bölümde umarım daha uzun olur...
May the force, be with you.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #3 : 29 Nisan 2010, 16:42:28 »
Biraz hızlı yazılmış gibi geldi bana. Onun dışında kurgunun henüz tam açılmamış olması, neyin ne olduğunu anlamamamız tamamen bunun ilk bölümü olduğundan, sanırım.

Asıl yorumu bir kaç bölüm sonra yapacağım, şimdilik beklemedeyim.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #4 : 29 Nisan 2010, 17:14:27 »
Sanki hikaye hakkında bilgi veren arka kapak yazıları gibi olmuş. Devam bölümlerinin daha ayrıntılı olacağına inanıyorum. Bir de bu Orta Dünya bildiğimiz Orta Dünya'lardan birisi mi?
try again fail again fail better

Çevrimdışı Ropinie Hystria

  • **
  • 171
  • Rom: 10
  • Aut viam inveniam aut faciam
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #5 : 29 Nisan 2010, 17:20:13 »
Aslında yorumlardan, bu hikayeye başlamadan önce bir arka kapak yazısı oluşturmam gerektiğini fark ettim ama biraz geç oldu. :)

Orta Dünya mevzusuna gelince, Tolkien'in Orta Dünyasıyla yakından uzaktan bir bağlantısı yok. Belki ilerleyen bölümlerde biraz daha netleşir, kim bilir ^_^

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #6 : 29 Nisan 2010, 17:48:22 »
Yeni bir yazar görmek çok güzel! Diğerlerinin dediği gibi, betimlemeleri biraz arttırırsan çok güzel olacak. Ve bana yapılmış olan bir yorumu sana yapma gerektiğini düşünüyorum, bölümleri uzun tut biraz =)

Umarım Kurgu kısmından etkin olursunuz, Frp bölümüne de bekleriz.
#rekt

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #7 : 29 Nisan 2010, 18:36:37 »
Ben beğendim açıkçası. Akıcı bir dille yazılmış olması okuyucunun sıkılmadan okumasını sağlıyor. Ama betimleme konusuna katılıyorum. Hiçbir şey olmasa bile ana karakterin betimlemesi, cinsiyeti yazılmalı ki okuyan kişi olayı gözünde daha iyi canlandırsın. Aynı şey saldırganlar için de geçerli. saldıranlar insan mı yoksa başka ırktan mı? Boyları posları nasıl? İnce yapılı hırsızlar mı yoksa iri yapılı dövüşçüler mi? Son olarak yazı rengini lütfen değiştirme. Gözleri acayip derecede yoruyor.

Aramıza hoş geldin hikayeci...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Ropinie Hystria

  • **
  • 171
  • Rom: 10
  • Aut viam inveniam aut faciam
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #8 : 29 Nisan 2010, 19:11:13 »
Sürgün-II.Bölüm:Kehanet

''Bağışla beni!''

Ropinie'nin öfkesi yerini anlık bir şaşkınlığa bıraktı. Bugüne kadar kimse canı için ona yalvarmamıştı. Ama onlara hiç bu fırsatı vermediğini düşündü birden..

''Sen kimsin, insan?''

Bunu apaçık bir merakla sormuştu Ropinie.

''Beni Batı'ya hükmeden gönderdi, seni ona götürmem için...''

Adam sakinleşmişe benziyordu. Fakat korkak gözleriyle Ropinie'yi izlemeyi sürdürdü.

O ise fark edilmediğini sanmakla yanılmıştı. Kendi aptallığına kızdı.

''Sen bir vampirsin! Nasıl fark edilmeyeceğini düşünürsün!''

Ropinie kılıcını adamın boğazından çekti ve pelerininin içine sakladı. İlk defa kullandığı kişinin kanını akıtmadan geri çekmişti kılıcını.  Kendisi de inanamadı buna, ama önemsemedi de. Gerçi bir keresinde babası, aileye yakışır bir erkek olmadığı için onu kırbaçlattığında da geri adım atmıştı. Ama babasını kılıç çekilecek biri olarak görmüyordu.

''Beni ona götür.''

Gece çökmüştü. Gündüz, baş döndürecek kadar kalabalık olan bu şehir, güneşin çekilmesiyle beraber ölmüştü sanki.

Uzun bir süre yürüdüler. Ropinie'nin kafası bomboştu. Hiçbir şey düşünemiyordu, düşünmekte istemiyordu zaten. Şehirdeki evleri geride bıraktılar. Ropinie, geldikleri tarafa doğru kafasını geri çevirdi. Ama neden arkasına bakma ihtiyacı duyduğunu anlamadı. Tekrar önüne döndüğünde ise muhteşem bir şatoyla karşı karşıya kaldı. Gözlerine inanamadı Ropinie. Yanındaki adam ise şatoya doğru yürümeye devam ediyordu. Sonra birden durdu. Ropinie'ye dönüp pis bir gülücük attı. Ropinie, adamın yosun tutmuşa benzeyen dişlerini gördü. Adamın öyle gülmesi değil de, o dişleri Ropinie'yi daha çok rahatsız etmişti doğrusu.

Gözlerini adamın iğrenç dişlerinden ayırdığında ikinci bir kez şaşırdı.Bu şaşkınlık paniği de beraberinde getirdi. Çünkü bir tabur atlı askerin, bir kaç saniyelik dalgınlığı yüzünden nasıl etrafını sardığı hakkında hiç bir fikri yoktu. Kılıcı kavramak istedi. Fakat daha elini pelerine bile götüremeden okların yüzüne doğru çevrildiğini gördü. O anda boynunda keskin bir acı hisseti. Elini boynuna götürdüğünde ise bir şeyin derisini delip geçtiğini anladı. Söküp çıkardı onu. Küçük iğneye benzeyen bir şey... Ropinie olduğu yerde sendeledi. Başı dönüyordu... Zehir... ?








Soğuk ve ıslak zemini teninde hissedebiliyordu. Ağır ağır gözlerini açmaya çalıştı. Başı o kadar çok ağrıyordu ki... Doğrulmaya yeltendi fakat ellerinden ve ayaklarından zincirlenmiş olduğunu fark etti. Sonra neler olduğunu hatırlamaya başladı yavaş yavaş...

''Yosun dişler, atlı askerler, boynumda bir acı ve şimdi de yer altında bir zindan...''

Ellerindeki zincirlere baktı. Onları tartarcasına ellerini çıkarmaya çalıştı, olmadı. Biraz daha zorladı kendini. Zincirler paslı görünüyordu ama hala sağlamdılar.Son bir kez daha ellerini kurtarmayı denedi. Ama bu, zincirin,Ropinie'nin bileğini kesmesine neden oldu. Kan, ıslak zemine süzülürken, o, bu zincirlerden kurtulamayacağını anlayıp, akan kanını izledi. Huzur verdi bu ona. Kan, kendi kendine pıhtılaşıp durunca gözlerini bileğinden alabildi.

Bir süre sonra ayak sesleri duymaya başladı. Gerildiğini hissetti. Birkaç saniye içinde elinlerinde meşalelerle üç asker belirdi. Ropinie'nin gözleri, zindanda kaldığı süre içerisinde karanlığa o kadar alışmıştı ki, askerlerden biri tuttuğu meşaleyi, Ropinie'ye doğrulttuğunda istemsiz olarak vampir dişlerini de göstererek hırladı. Bunun üzerine askerlerden biri Ropinie'yi tekmelemeye başladı.

''Hayvan!..''

''Haydi kaldırın şunu yerden. Hükmeden bizi bekliyor.''

Askerler Ropinie'nin boynuna başka bir zincir geçirip onu ayağa kaldırdılar. Boynundan çekeçeke zindandan çıkardılar. Ropinie birden üzerinde pelerin olmadığını farketti. Bu onu çok korkutmuştu. Vücudunu ışıktan koruyan tek şey oydu. Zindanda askerin elindeki ışığı görünce neden bu kadar çok etkilendiğini anladı.

Şatonun içinde ilerliyor, merdivenleri çıkıyor, koridordan koridora geçiyorlardı. En sonunda işlemeli, büyük bir kapının önüne geldiler. Ropinie, kapının önünde bekleyen askerlerden birinin, elinde onun peleriniyle, kendisine yaklaşmakta olduğunu gördü. Asker,Ropinie'ye bir kaç adım ötede durdu. Saldırıp saldırmayacağından kuşkulanıyordu besbelli. Anlık bir cesarete kapılmış olacak ki, iyice yanına gelip pelerini Ropinie'nin üstüne geçirdi. Ropinie hiç tepki vermedi. Pelerine ihtiyacı vardı. Sonra birden pelerin ağırlaştı.Sahibinin yokluğunda Rezipa, kendisini saklamıştı. Güveni yerine geldi ama olacakları beklemeye başladı.

Asker tekrar Ropinie'yi boynundan çekerek büyük kapıya yaklaştırdı.Kapı açıldı. Ropinie zenginliğin her zerresine işlenmiş olduğu, görüp göreceği en büyük odaya girdi. Ama odanın ihtişamı Ropinie'nin tam karşısındaki tahtta oturan kadının yanında hiçbir şey kalıyordu.Ropinie, gözlerini bir an olsun ondan alamadı. Her şey aklından çıkıp gitmişti. Bıraksalar, asırlarca o kadının yüzüne bakabileceğinden emindi.



Neden sonra kadın konuştu.

''Ropinie...Ben Eilanda, Batıya hükmeden. Ben ki her şeyi gören, bilen, duyan,anlayan ve hisseden; senin de neden burada olduğunu biliyorum. Kehanet seni buraya getirdi, nasıl diğerlerini de bana getirdiyse... Fakat o bizde değil Ropinie, hiç olmadı da. Bize geldin çünkü kehanet bize gelmedi istedi. İstedi ki onun burada olmadığını anlayasın ve insanlarımı rahatsız etmeyesin. Topraklarımıza gelirsen bir daha Ropinie, sonun ışıktır.''

O anda aynı keskin acıyı boynunda tekrar hissetti ve yere yığıldı.

Gözlerini tekrar açtığında, Orta Dünya'ya geçen kapılardan birinin önünde buldu kendini...



Devam edecek...

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #9 : 30 Nisan 2010, 12:41:11 »
Hmmm... Karakterin bir vampir olması olay örgüsü ile tam uyuşmuyor sanki. Zindanda akan kanını izlemesi (vampirlerin kanı akar mı?), meşale ışığı altında gözlerinin kamaşması, karanlığa gözlerinin alışması gibi şeyler biraz fazla "insanca" Tabi burası senin kurguladığın topraklar, belki de kurallar burada farklıdır. Bilemem...  Ama dildeki akıcılık halen devam ediyor, bu da oldukça iyi.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #10 : 30 Nisan 2010, 13:44:39 »
Hmmm... Karakterin bir vampir olması olay örgüsü ile tam uyuşmuyor sanki. Zindanda akan kanını izlemesi (vampirlerin kanı akar mı?), meşale ışığı altında gözlerinin kamaşması, karanlığa gözlerinin alışması gibi şeyler biraz fazla "insanca" Tabi burası senin kurguladığın topraklar, belki de kurallar burada farklıdır. Bilemem...  Ama dildeki akıcılık halen devam ediyor, bu da oldukça iyi.

Okumadım, kısa süre sonra okyacağım ama bir kaç yan bilgi vermek istedim.

Meşale ışığını altında vampirlerinin gözü kamaşır, sonuç olarak az ışığa alışkınlar ve en küçük ışık bile onlara gündüz gibi gelebilir. Bir de, vampirlerin kanı akıyor. Çoğu hikaye 'lanet', vampirin kalbinin atmamasını ama hareket edebilmek adına garip bir şekilde kanının akmasını sağlar. Tabi, 'Vampir Kanı' denilen mevzu, insan kanına oranla çok daha güçlüdür.

Yani Vampirler dış etkenlere insanlara yakın bir şekilde tepki veriyorlar sayılır. En büyük farkları, genellikle, üstün güçlere sahip olmaları, ışığa karşı duyarlı olmaları ve insani yön/cavarsal yön kavgalarını yaşamalarıdır. Bazılarının insani yönleri kazanır, bazıları ise canavara dönüşür; Bakınız Lestat.
#rekt

Çevrimdışı Ropinie Hystria

  • **
  • 171
  • Rom: 10
  • Aut viam inveniam aut faciam
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #11 : 03 Mayıs 2010, 21:24:40 »
''Siyaha kan karıştı ve güneş doğdu. İlk nefes işte o zaman var oldu. Lakin onun soluğu, tüm dengeyi bozdu. Çünkü O, Yaratan’ı konuşturdu. Adına Nerlinya kondu. Kendini ateşe sundu. Böylece İblis, Yaratan’ı susturdu.

Nerlinya duruldu. Gözlerine kırmızı vuruldu. Rengi soldu. Zamanı doldu, bedeninden iyiyi kustu.

Siyaha ışık karıştı ve güneş doğdu. Sadakat işte o zaman var oldu. Onun soluğu, dengeyi tekrar kurdu. Çünkü O, Yaratan’ı konuşturdu. Adına Ophen kondu. Kendini suya sundu.
Böylece Yaratan, İblis’i susturdu.

Ophen coştu. Dudaklarını aşkla boğdu. İlham doldu. Dönüşü yoktu, bedeninden kötüyü kustu.

Nerlinya ve Ophen birbirine kavuştu. Ama kaos yoğruldu. Savaş mecburdu ve oldu.

Işığa kan karıştı. Denge artık zordu. Geçmiş ve gelecek, iyi ve kötüyle kavruldu. Gözlere inen perde gri oldu. Nefes artık umutsuzdu. Ateş ve su, karşılıklı durdu. İblis korktu, Yaratan ise orada yoktu.''



Orta Dünya


Ropinie uzun zamandır yürüyordu. Amaçsız bir yürüyüştü bu, belki de geçmişinden ve sorumluluklarından kurtulmak için, onları geride bırakmak için yürüyordu Ropinie. Batıya yolculuğu çok da iyi geçmemişti. Kehaneti vardı elbet. Peki o peşini bırakacak mıydı?

Vampir bunları düşünerek ilerliyordu. Ayaklarını hissetmemeye başladığı anda dinlenmesi gerektiğine karar verdi. Ormanın içinde, kendini güvene alacak bir yer bulup oraya sığındı. Oturduğu yerde başını iki dizinin arasına alıp gözlerini kapattı, uyumak istiyordu.

Vücudunun ağırlaştığı, beyninin dış dünyaya tamamen kapandığı bir anda ormanın içinden gelen tiz bir çığlıkla uyandı. Hemen kalkıp gözünü sesin geldiği yöne doğru dikti. Kan gördü Ropinie, kanın parıltısını her yerden tanırdı ve bir yaprağın üzerinden yere doğru süzülüşünü çok iyi bilirdi. Hızlı bir şekilde o tarafa doğru ilerlemeye başladı. Fakat birden olması imkansız bir şey fark etti. Kana doğru yaklaştıkça kokunun artması gerekirdi ama tam tersine burnu iyice duyarsızlaşmıştı. O anda içine korku düştü. Olduğu yerde durdu. Etrafına baktığında ormanın içinde boş bir düzlükte olduğunu fark etti. Yüzünü göğe çevirdi Ropinie. Yıldızlar her zamankinden farklı değildi. Fakat orada yalnız olmadığını anlaması uzun sürdü. Ensesine değen nefes ile irkildi. Sert bir şekilde arkasına döndü ve tam uzun tırnaklarını düşmanının boğazına doğru sallarken kulağına melodi gibi gelen bir ses yansıdı, bir kız sesi.

‘’Glin..’’*

Sesle beraber yüzüne çarpan ışık süzmesiyle yere yığıldı. Yüzünün yandığını hissediyor, yerde kıvrınıyor, can çekişiyordu. Kendi kanını dilinin ucunda hissetti. O sırada ışığın üzerinden çekildiğini gördü. Fakat yerinden kalkamadı. Aynı ses tekrar duyuldu.

‘’Nereye gidiyorsun Ropinie?’’

Vampir korkmuştu. Kendini her zamankinden daha aciz hissediyordu. Güçsüzdü şu anda. Düşmanında ışık vardı ve kontrol ediliyordu.

‘’Konuş Ropinie. Biraz daha ışık ister misin?’’

Tekrar canının yanmasını göze alamazdı. Derinden gelen bir sesle konuştu.

‘’Kim..kimsin..’’

Vampirin ağzından zar zor çıkan bu bir iki kelimeyi tebessümle karşılandı kız.

‘’Ben Nerlinya. Kahinin kızı..Kahini biliyorsun değil mi Ropinie, kehanetini biliyorsun?’’

Ropinie çok şaşırmıştı. O kadar ki şaşkınlığı korkusunun önüne geçti. Kalkıp kızın yüzüne bakmaya yeltendi fakat beceremedi.

‘’Sen..öyle misin gerçekten..kahinin kızı?’’

Neşe dolu kahkaha ormanı çınlattı.

‘’Ne o Ropinie, inanmıyor musun bana? Ama sorun değil, inanmanı sağlayabilirim.’’

Tekrar yüzüne çarpan ışıkla inledi vampir. Fakat bu sefer, ilki kadar uzun sürmedi.

‘’Konuşmamız gerek vampir. Kalk hadi, beni izle, kaybedecek vaktimiz yok.’’

Ropinie zor da olsa yerinden kalkmayı başardı. Yüzünü kıza doğru çevirdiğinde bir elf ile konuştuğunu anladı.



Kız tekrar,

‘’Beni izle.’’ dedi ve Ropinie’ye sırtını dönerek ilerlemeye başladı.

Aslında bu elfe saldırmak için en uygun andı ama vampirin cesareti kırılmıştı. Sessizce isminin Nerlinya olduğunu öğrendiği elfi takip etmeye başladı.

Yol boyunca hiç konuşmadılar. Sonunda eski, tahta bir kulübeye geldiler.

‘’Burada dinlenebiliriz Ropinie. İyi uyumaya çalış. Yarın uzun bir gün olacak.’’

Vampir cevap vermedi, bir köşeye oturdu, başını tekrar iki dizinin arasına alarak gözlerini kapadı.

.....


.....


‘’Uyandın mı Ropinie?’’

Vampir yavaş yavaş gözlerini araladı. Aynı anda ayaklarının içten içe yanmaya başladığını fark etti..Işık..

‘’Beni bekletme Ropinie. Kalk, gidiyoruz.’’

Soluksuz kalan vampir zor da olsa yerden kalkmayı başardı.

Ne düşüneceğini bilmiyordu. Çoktan ona saldırması gerekirdi aslında ama güdüleri onu zincire vurmuş gibiydi. Hem ışık da vardı… Ayrıca adının Nerlinya olduğunu öğrendiği bu elf ona zarar vermeyecek gibiydi. Kızın şu ana kadar tek istediği Ropinie’nin kendisini takip etmesini sağlamaktı.

‘’Geliyorum, Nerlinya. Bana bir şeyler anlatacak mısın?’’

Sesi titrek çıkmıştı. Kız da bunu fark etti, fakat üstüne gitmedi.

‘’Yolda konuşacak çok vaktimiz olacak.’’ dedi ve ahşap kapıyı açarak kulübeden dışarı çıktı, Ropinie de bir an duraksadıktan sonra onu izledi.

Nerlinya hızlı ilerliyordu.Vampir,

‘’Nereye gidiyoruz?’’ diye sordu, bu sefer sesi daha güçlü çıkmıştı.

‘’Lynn Nehrini duymuş muydun hiç Ropinie, Ankaları duymuş muydun?’’

Vampir hayır anlamında başını sağa sola oynattı hafifçe.

‘’Geleceğin hakkında çok duyarsızsın.’’



Uzun süredir yürüyorlardı. Gece tekrar çökmek üzereydi. Ropinie kan istiyordu artık, bütün gün hiç durmadan yürüyebilirdi fakat kansız kalmaya dayanamazdı. Nerlinya, sanki vampirin aklından geçenleri okumuşçasına,

‘’Az kaldı, gelmek üzereyiz.’’ dedi fısıldayarak.

‘’Neden bö..’’

‘’Kes sesini!’’

Nehrin sesini duymaya başlamışlardı.

‘’Çok yaklaştık vampir, onları kaçırmak istemeyiz.’’

Birden durdu Nerlinya, hafifçe eğildi olduğu yerde. Ropinie de onu taklit etti. Neden durduklarını anlamamıştı. Dikkatle bu elf kızı izliyordu, o ise sık çalılıkların arasından ileriyi görmeye çalışıyordu.

‘’Şunlara bak Ropinie..’’

Vampir gözünü kapatan dalı yavaşça aşağıya indirdi. Yüzünü ortaya çıkarmasıyla beraber büyük bir anka kuşunun ona doğru hızlı bir şekilde uçtuğunu fark etmesi bir oldu.

‘’Yakala onu vampir!’’

Anka, gittikçe yaklaşıyordu. Ropinie kendini hazırladı; kuş, iyice yaklaşıp tam üzerine geldiği anda sıçrayarak kanatlarından yakaladı. Anka hiç çırpınmadı, usulca başını vampirin göğsüne yasladı. O anda Ropinie, ışıkta duyduğu acıyı hissetti kalbinde. Kıpırdayamıyordu, bağırmak istiyordu ama nefesi bile kesilmişti acıdan. Sonra birden kuş başını Ropinie’den çekti, aynı anda vampir yere yığıldı. Orman sıcaktı, fakat o karların içinde yatıyormuşçasına titriyordu.
Gözünü hafifçe araladığında Nerlinya’nın başında olduğunu gördü. Başı dönüyordu, o da yapacağı bir şey olmadığını fark edince, karanlığa bıraktı kendisini…




Kendine geldiğinde neler olduğunu hatırlayamadı bir an. Ama göğsünde duyduğu hafif sızı birkaç saniyede her şeyi anlattı.

Ayağa kalktı. Kimse yoktu etrafta, Nerlinya’yı merak etti. Sonra birden, çamurun içinde duran bir parşömen parçası fark etti. Eğilerek onu aldı.


‘’ Çabuk olmalısın Ropinie. Artık kehanetine ulaşman için gereken her şeye sahipsin. Diğerleriyle denksin. Yolunu kalbin belirleyecek. Sana ait olanlara ulaşman için, Ankalar iz sürecek. Artık yalnız değilsin.’’

Bir kez daha okuduktan sonra parşömeni yırtarak attı. Korkuyordu, kehanet onu bilmediği ve takip etmek istemeyeceği yollara sokuyordu. Ama artık dönüşünün olmadığını içten içe fark ediyordu.

Ne yapacağını düşünmeye başladı. Nehre tekrar baktı, Ankalar gitmişti. O sırada acıyı tekrar göğsünde hissetti ve neler olduğunu fark etti. Hızlıca üstündeki pelerini çıkardı ve yanılmadığını anladı. Göğsüne alev alev yanan bir kuş tüyü işlenmişti, Anka kuşunun tüyü.

Devam Edecek...