Kayıt Ol

Mariatus

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Mariatus
« : 11 Mayıs 2010, 23:44:36 »
                                                               Karakter Tanıtımı

Sonia: En büyük kız kardeş. Uzun, düz, kahverengi saçlara sahip. Yeşil gözlü. Uzun, ince, süper zeki. (İlerleyen bölümlerde diğer özelliklerini de göreceksiniz.)
   
Nora: En büyük erkek kardeş. Melanie'nin ikizi. Sonia'dan 1 yaş küçük. Açık kahverengi, dalgalı saçlara sahip. Göz rengi sarı-turuncu. Orta boylu, ince, çok hızlı. (İlerleyen bölümlerde diğer özelliklerini de göreceksiniz.)
   
Melanie: Ortanca kız kardeş. Nora'nın ikizi. Simsiyah, kıvırcığa yakın, uzun saçlara sahip. Mavi gözlü. Karanlıkta görebilme yeteneğine sahip. (İlerleyen bölümlerde diğer özelliklerini de göreceksiniz.)
   
Fergus: En küçük erkek kardeş. Thelma'nın ikizi. Melanie ve Nora'dan 1 yaş küçük. Siyah düz saçlara sahip. Göz rengi mor-eflatun. Hafif yapılı. Süper güçlü. (İlerleyen bölümlerde diğer özelliklerini de göreceksiniz.)
   
Thelma: En küçük kız kardeş. Fergus'un ikizi. Kırmızı saçlara ve aynı kırmızılıkta gözlere sahip. Sıcaklıktan etkilenmiyor. (İlerleyen bölümlerde Thelma hakkında bayağı birşey öğreneceksiniz.)
   
Julia: Anneleri. Zayıf. Düz sarı saçlara sahip. Göz rengi kahverengi.
   
Northan: Babaları. Uzun, kalıplı, yakışıklı, birazda korkutucu bir tip. (Sadece dışarıdan bakıldığında) Safkan insan değil, melez. (İlerleyen bölümlerde bu konuyla ilgili bolca birşey bulacaksınız.)
   
Vilnis: Dedeleri. Uzun, bembeyaz ama gür saçlara sahip. Yaşlı.  :P Ve tabiki bilgin bir insan. Daha doğrusu melez.




                                                                                  - Giriş -
  “Uzun yıllar önce, henüz insanların keşfetmemiş olduğu topraklar üzerinde, gökyüzü tanrıçası Calumdea’nın yaratmış olduğu bir uygarlık vardı. Mariatus olarak bilinen bu uygarlık insanların bildiği dünya düzeninden farklıydı, burada üstün bir ırk yoktu. İnsanlar bu düzeni keşfettiğinde ise her şey değişti.
  İnsanlar açgözlülük, bencillik ve daha zengin olma arzusuyla Maritus topraklarına sahip olmaya çalıştılar. Mariatus onlarca ırka ev sahipliği yapıyordu ve insanlar  bu ırkların hepsi için bir tehdit oluşturmaya başlamıştı.
 
  İnsanların açgözlülükle başlattıkları bu savaş Mariatus’daki dengeyi bozmuştu. Irklar arasındaki kadim barış bile yavaş yavaş yerini düşmanlığa bırakmaya başlıyordu. Calumdea bu duruma daha fazla seyirci kalmadı ve insanların yaşadığı topraklarla Mariatus topraklarını birbirinden ayırdı. Mariatusta kalan insanlara ise iki seçenek sunuldu; Ya barış içinde yaşayın ve bu düzenin bir parçası olun, ya da geldiğiniz topraklara geri dönün. Savaşın anlamsızlığını önceden fark etmiş bazı koloniler barış teklifini kabul ederek Mariatusta kalırken, diğer koloniler ana vatanlarına geri döndüler. Bazı insanlarsa barış teklifini kabul etmemelerine rağmen Mariatusta kaldılar. Nefretlerinden vazgeçmeyen bu koloniler gözden uzak topraklara yerleştiler ve Mariatusa hakim olma düşüncesinden asla vazgeçmediler.

  İnsanların topraklarıyla Mariatus toprakları ayrıldıktan sonra barış geri gelmişti. Mariatusta yeni olan insan ırkı geçmişteki acılardan ve nefretten uzak, mutlu bir yaşam sürmeye başlamışken, anavatanlarına dönen insanlar arasında bu topraklar bir efsane olarak kalmıştı artık. Bir çok kral ve hükümdar bu toprakları bulmak için dünyanın dört bir yanına seferler düzenlediyse de hiçbirisi başarılı olamamıştı.

  Öte yandan Mariatusta huzur bir süre sonra tekrar bozuldu. Mariatusta kalan ve kurak topraklara yerleşmiş olan insanların düşmanca tavırları Calumdea’yı rahatsız ediyordu. Bulundukları yerde bir uygarlık kurmuşlardı ve tek düşünceleri tüm Mariatus’a hakim olmaktı.
  Calumdea bu durumun sonsuza kadar süremeyeceğini biliyordu. Doğru zaman geldiğinde barışın sağlanacağından emin olmak için her ırkın liderine zihinlerinde şu kehaneti gösterdi;
 
''Mariatustaki eski barış ileride yeniden sağlanacak. Doğru zamana kadar güçlü olun ve bu kötülüğün sizi yıldırmasına asla izin vermeyin. Huzurun sembolü her biri insanlardan bir yönüyle üstün olan 5 kardeş olacak. Bu kardeşler ortaya çıkıp doğru zaman geldiğinde, gerçek huzuru sağlayacak olan son savaş başlayacak.''
 
''Eh'', dedi yaşlı adam okuduğu kitabı kapatıp yanındaki sehpanın üzerine koyarken. Gözlüğünü çıkardı ve gülümseyerek karşısındaki kanepede oturan beş çocuğa baktı.

''İşte hikaye bundan ibaret. Bu eski kitap nesillerdir bizim ailemizdedir. İçinde yazanlarında sıradan bir çocuk masalından ibaret olmadığını sanırım anlamışsınızdır. ''

''Biz olduğumuzu nereden anladınız peki dede?'' diye sordu kanepenin en solunda oturan kız. Uzun kahverengi saçları titrek ışıkta ipek gibi parlıyor ve dümdüz uzanıyordu. Yemyeşil gözleriyle içini okumak istermişcesine dedesine bakıyordu.

''Bir dakika yaa. O beş kardeş biz miyiz şimdi?'' diye araya girdi diğer başta oturan erkek çocuk. Onun saçları da kahverengiydi, fakat ablasınınkinin aksine dalgalı ve çok daha açık bir tondaydı.

''Evet öyle.'' dedi yaşlı adam. ''Hepiniz sıradan insanlardan bir özelliğinizle ayrılıyorsunuz. İkiz kardeşlerinize benzemiyorsunuz, her biriniz bir konuda diğerlerinizden üstün.''

''Ben o yüzden mi Nora’dan güçlüyüm?'' diyerek abisine sırıttı siyah saçlı küçük erkek kardeş. Gözleri mora yakın bir renkteydi ve capcanlı bir görünümü vardı.

''Bende senden daha hızlıyım işte.'' diye cevap verdi abisi.

''Dede'', dedi kanepenin tam ortasında oturan kız. ''Normal insanlar karanlıkta göremiyormu?''

''Hayır Melanie. Onlar ışık olmadan hiçbir şeyi ayırt edemezler.''

''Ama Melanie hariç hiçbirimiz karanlıkta göremiyoruz ki.'' dedi Nora.

''Hepiniz başka bir konuda üstünsünüz, sizi farklı kılanda bu.'' dedi yaşlı adam.

''Peki ben neyde daha iyiyim dede?'' diye sordu o zamana kadar hiç konuşmadan dedesini dinleyen en küçük kız kardeş. Kıpkırmızı gözleri ve aynı kırmızılıkta uzun saçları vardı. Gözlerinin kızıllığı ona keskin bakışlar vermiş ve onu anlaşılması güç bir biçimde etkileyici kılmıştı. Henüz çok genç olmasına rağmen doğa üstü bir şekilde tatlı, hatta güzeldi.

''Eh'', dedi dedesi. ''Ben bu yaşıma geldim, senin kadar tatlı bir torunu olan kimseyi görmedim.''
Küçük kız dedesine sırıttı.

''Haydi bakalım'', dedi adam. ''Yatma vakti geldi. Yarın çok çalışacağız, iyi dinlenin.''
Dört kardeşte dedesine iyi geceler dedikten ve onu öptükten sonra merdivenlerden yukarı, odalarına çıktılar. Hala kanepede oturan kardeş ise ortanca olan Melanie’ydi. Masmavi gözleri ve siyah, kıvırcığa yakın dalgalı saçları vardı. Az önce dedesinin kendilerine okuduğu kitabı okuyordu. Dedesi kendisine iyi geceler diledi ve uyumak üzere odasına gitti. Onun içinse gece yeni başlıyordu.


Yorumlarınızı esirgememenizi rica ediyorum, eleştirilere açığım ve yüzüme vurulmasından yanayım. Umarım okurken, benim yazarken aldığım keyfi alabilirsiniz.  :)
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mariatus
« Yanıtla #1 : 12 Mayıs 2010, 00:52:42 »
İlk yorum benden gelsin;

Öncelikle sayfa düzeni. Ardarda konuşma çizgileri pek hoş görünmüyor, okumayı zorlaştırıyor. Aralara betimelemer ya da durum belirten cümleler girerse daha hoş olacak gibi.

Ve yine, bazı şeyler çok hızlı geçilmiş gibi geldi. Kurgu konusunda bir yorumum yok, hele bir devamı gelsin.

Sonuçta bu senin ilk hikayen. Bu başlık vasıtasıyla hoşgeldin diyorum ve daha sık/çok yazmanı temenni ediyorum.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mariatus
« Yanıtla #2 : 12 Mayıs 2010, 01:12:12 »
Öncelikle çok teşekkür ederim yorumun ve eleştirin için. Konuşma çizgilerini karışıklık olmaması için kullanıyordum, aksi bir durum yarattığını düşünmemiştim, bir sonraki bölümde buna dikkat edeceğim. Ard arda konuşmalar olmasını ise özellikle istiyorum bu hikayede, bir konuşma havası, diyalog ortamı oluşması için. Ama göz yormaması için birşeyler düşüneceğim bu konuda.
Hızlı geçilmiş dediğin yerleride belirtirsen sevinirim, ona göre bir düzenleme yapabilirm böylece.
Tekrar teşekkürler yorum için.

Düzeltme : Konuşma çizgileriyle ilgili kısma hak verdim ve düzelttim. Bundan sonraki parçalardada dikkat edeceğim. Teşekkür ediyorum tekrar.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mariatus
« Yanıtla #3 : 13 Mayıs 2010, 12:18:18 »
'' Fergus, Nora acele edin biraz! '' diye yukarıya çıkan merdivenlere doğru bağırdı yaşlı adam.

'' Geliyoruz! '' diye bağırarak cevap veren Fergus oldu. Melanie, Sonia ve Thelma ile anneleri Julia kapının önünde paltolarını giyiyorlardı.

'' Şu zamazingoları da takmayı unutmayın! ''

'' Lens dede, lens. '' dedi Sonia ayakkabılarını giyerken.

'' Tamam işte o, acele edin de önemli değil. ''

'' Babam geldi! '' diye haber verdi pencereden dışarı bakan Melanie.

'' Fergus, Nora!! ''

Nora merdivenlerden şimşek gibi indi, son üç basamağı zıplayarak atladı ve bir anda kapının önünde durdu.

'' Yavaş Nora yavaş. Bir gün doğru yerde frene basamayıp üstüme uçacaksın! '' diye kardeşine kızdı Sonia.

'' Öyle bir durumda üstünden atlayabilirim ablacım, sen merak etme. ''

Nora kapıyı açtı ve arabaya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Sonia arkasından sinirle bir şeyler mırıldanırken Fergus’da ikişer ikişer basamakları indi, dedelerinin '' Sonunda! '' diye bağırışına sırıtarak karşılık verdi ve ayakkabılarını iki hamlede ayağına geçirerek minibüse doğru ilerledi.

Sonunda tüm aile station wagon tipi arabaya sığmış, evlerinden son kez çıkmışlardı.


-------


'' Daha varmadık mı? '' diye bıkkınlıkla sordu Fergus.

'' Daha doğrusu nereye varmamız gerekiyor? '' diye düzeltti Nora.

'' Cidden baba, niye söylemiyorsunuz nereye gittiğimizi? ''

'' Süprizi bozmak yok. '' diye cevap verdi dikiz aynasından bakan babaları.

Yola çıktıklarından beri 7 saat geçmişti ve hiç mola vermemişlerdi. Northan'ın kolay kolay acıkıp yorulmayan bir insan olduğunu bilen Julianın bir sonraki mola yerinde durması için onu ikna etmesinin üstünden yarım saat daha geçmişti, fakat bir türlü durmamışlardı. Bu arada arka taraftakilerde öyle acıkmışlardı ki her biri bir cama yapışmış dışarı bakıyor, bir sonraki benzinliği kaçırmamak için uğraşıyorlardı. Aradıklarını bulmaları bir 10 dakikalarını daha aldı, ileride bir benzinliğin büyük tabelasını gördüler. Arkadan koro halinde gelen ‘mola yeri, duralım, sağda, geçme’ gibi kelimelerden oluşan gürültü Northan'ı sonunda durmaya ikna etmiş olacaktı ki, araba yavaşladı ve mola yerine girdi.

Benzinliğin yanında otobüs yolcularının karnını doyurmak için kurulmuş olan geniş bir lokantada karınlarını doyurduktan sonra, kafeteryada kendilerine bir masa bulmuşlardı. Kafeterya az önce gelen otobüsün yorgun yolcularıyla kalabalıklaşmıştı. Northan ve Fergus içecek birşeyler almak için sıraya girmekte biraz geç kalmışlardı ve önlerinde uzun bir sıra oluşmuştu.

'' Anne, hazır babamda yokken, nereye gittiğimizi söylesene. '' Melanie bunu söylerken annesine daha yakın olabilmek için oturduğu sandalyenin arka ayaklarını havaya kaldırmış ve masanın üstüne doğru eğilmişti.

'' Babanızı bekleyip ona sorun. ''

'' Sanki söyleyecekte.. '' deyip oturduğu sandalyeye bıkkınca geri yaslandı Melanie.

'' Zaten pek uzun yolumuz kalmadı, bir saatte orada oluruz. '' diye teselli verdi dedeleri.

'' Gittiğimiz yer eski evimizden çok mu farklı olacak peki? '' Sonia bunu garip bir ciddiyetle sormuştu ve doğrudan annesinin gözlerinin içine bakıyordu. Julia geri adım atmadı, kaşlarını hafifçe kaldırarak doğrudan doğruya Sonia'nın gözlerinin içine baktı ve '' Bekleyip göreceğiz.  '' dedi.

'' Saat 6 olmuş. Daha bol bol vaktimiz var. Northan bu araba kullanma işini iyi kıvırdı neyse ki.. '' diye konuyu değiştirdi dedeleri.

'' Yolculara saldığı ölüm korkusunu da saymazsak mükemmel şoför hakikaten. '' dedi Nora.

'' Söylendiğinde evden çıkın o zaman beyefendi.'' dedi annesi gülerek.

'' Aklından bile geçirme Ferg.'' dedi Thelma elindeki bröşürü okumaya devam ederken. Oturduğu sandalyenin arkasından elinde üzerinde milkshake, kahve ve suların olduğu bir tepsiyle Fergus göründü.

'' Her seferinde nasıl anlıyorsun geldiğimi ya!'' diye isyan etti ve elindeki tepsiyi masanın üzerine koyarak kendine bir sandalye çekti. Northanda elindeki fişi ve para üstünü cüzdanına koyarak yanlarına geldi ve bir sandalyeye oturarak '' Yoruldunuz mu çocuklar?'' diye sordu.

'' Yoo müthişti.'' diye cevap verdi Nora.'' Bol bol aksiyon ve hız. Tam bize göre!'' Masadaki herkes güldü.

'' Yarım saat daha sabredin, yolculuğa değecek.'' dedi ve kahvesini önüne çekerken gülümsedi Northan. Yola çıktıklarından beri garip bir şekilde heyecanlı gibiydi. Aynı heyecanı dedelerinde de görmek mümkündü.

'' Baba, artık söyle nereye gittiğimizi..'' diye tekrar sordu Melanie.

'' Sen neyli milkshake içiyordun?'' diye cevabını zaten bildiği soruyu sordu Northan. Melanie cevap alamayacağını anlayıp bıkkınca ''Çikolata.'' dedi. '' Her zamanki gibi.''

'' Ferg, sana asla öğretemeyeceğim. O nasıl bir gülüş tarzı öyle! '' Fergus kafasını hızlıca çevirdi ve Nora'ya pis bir bakış attı, hemen arkalarından geçen genç kız gülüyordu.

'' Ben bir lavaboya gideyim, yola çıkmadan önce'' deyip masadan kalktı Fergus.

'' Dikkat ette yolu şaşırma.'' dedi Nora sırıtarak. Fergus masanın çevresinden dolanarak yolu uzattı, tuvalete doğru giderken Nora'nın kafasına hızlıca bir kez vurdu ve adımlarını hızlandırarak kafeteryadan dışarı çıktı.

'' Öğrenecek..'' dedi Nora ve milkshakeinin pipetini ağzına götürdü.

-------

'' Nora, git Fergusu bul. Northan benzini almıştır, bizi bekliyorlardır.''

'' Gelir az sonra, otobüs az önce kalktı. ''

'' Ne alakası var otobüsle?'' diye sordu Thelma.

'' Görürsünüz.'' dedi sırıtarak Nora.

Milkshakeinin son yudumunu aldı ve masadan kalktı. Beraber dışarı çıktılar, arabaya doğru ilerlerlediler. Fergus'ta ileriden arabaya doğru geliyordu. Arabanın yanına aynı anda vardılar.

'' Tuvalet öbür tarafta değil miydi Ferg?'' diye sordu Sonia.

'' Benzinliğin marketinden sakız aldım, fena mı?'' dedi ve cebinden farklı renklerde ambalajlanmış bir avuç sakız çıkardı. Fergus arabaya binerken Nora sırtına bir şaplak attı ve kulağına '' güzel bahane'' diye fısıldadı. Fergus istifini bozmadan arabaya bindi ve en arka koltuğa oturdu. Arabaya en son binen Nora kapıyı hızlıca kapattı ve '' Herkes kendini kollasın millet, dedemin 1 saatlik yolunu babamla yarım saatte alacağız!''
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mariatus
« Yanıtla #4 : 13 Mayıs 2010, 12:30:49 »
İki bölümü de ardarda okudum.Keşke karakterlerini hikayenin başında belirtsen. Çok karmaşık bu şekliyle.Hikayende biraz paragraf bıraksan okumayı kolaylaştırabileceğini düşünüyorum.Diğer bölümleri de okuduktan sonra daha kapsamlı bir yorum yapabilirim.Ellerine sağlık :D
Spoiler: Göster

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mariatus
« Yanıtla #5 : 13 Mayıs 2010, 12:51:04 »
Teşekkür ederim yorumun için. Karakterler konusunda kafa karışıklığı olabileceğini düşünmüştüm, tekrar elden geçirmiştim bazı kısımları. Pek işe yaramamış anlaşılan  :-X İlk bölüm zaten giriş sayılır.

Anladığım kadarıyla bu hikayeye önce bir açıklama sonrada bir düzen lazım. Hemen halledeyim, diğer bölümde de aynı sorunlar olmasın değil mi?

Tekrar teşekkür ederim yorumun için.

Düzenleme: Karakter tanıtımı eklenmiştir. Her yorumda bir kafa karışıklığını böyle düzenlersem  giderek daha iyiye gider diye düşünüyorum. O yüzden yorumlarınız önemli benim için, çekinmeyin yazin birşeyler lütfen.  :)
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mariatus
« Yanıtla #6 : 16 Mayıs 2010, 13:21:34 »
'' Manzarası güzelmiş.''

'' Daha hiçbirşey görmediniz.''

Minibüsün kapısını açan ve ilk inen Melanie oldu. Yola çıktıklarından beri sabırsızlığını gizleyemiyordu.

'' Beaufort'a hoşgeldiniz millet.'' dedi Northan güneş gözlüklerini takarken.

'' Ne yani, bir dağ köyüne mi taşınıyoruz?'' diye huzursuzca sordu Fergus.

'' Tam olarak değil '' dedi dedeleri.

'' Yarım saatte bu kadar yükseğe nasıl çıktık anlamadım. '' dedi az ötedeki uçurumdan aşağıya bakan Sonia. Uçurumun karşı yakasında iki yüksek dağın arasından alçalan güneşin son ışıkları çamlara vuruyordu. Öbür taraftaysa yüksek ağaçların arasından yukarıya doğru uzanan toprak yolu çıkmak Sonia'ya pek iyi bir fikir gibi gelmemişti. Başından beri düşündüğü yere gittiklerinden artık neredeyse emindi.

'' Eh, manzaraya doyduysanız önümüzde kat etmemiz gereken kısa bir yol daha var.'' dedi dedeleri ve toprak yola doğru yürümeye başladı.

Hep birlikte dedelerinin peşine düştüler ve ormanın içerisinden yokuş yukarıya yürüdüler. Yolu 15 dakika kadar çıktıktan sonra ileride bir açıklık göründü. İleride küçük tahta evleri, çakıl kaplı geniş yolu, iki tarafında uçurum, bir tarafında ise orman olan, küçük bir köy duruyordu. Evleri uzaktan eski görünmüyordu, fakat köyde otantik bir hava var gibiydi.

'' İşte Beaufort köyü. Merakınızın biteceği yer.'' dedi en arkadan gelen Northan.

Ağaçların seyreldiği ormanın son kısmında eski bir tahta bankta oturmuş gazete okuyan uzun, beyaz gür saçlı, yaşlıca bir adam vardı.

'' Eski dostuna bir merhaba yok mu Atvars?'' diye seslendi dedeleri adama doğru yürüyerek. Adam gazeteyi kaldırarak kendisine seslenene baktı, kim olduğunu görünce yüzündeki şaşkınlığın yerini memnuniyet aldı.

'' Bu yolculuklar için artık yaşlandığını sanıyordum Vilnis. Seni nasıl getirdiler hayret.'' diyerek yerinden kalktı adam.

'' Tuvalete uyanmamış olsam sıvışacaklardı zaten.'' diye karşılık vererek dostunun yanına geldi Vilnis. Gülerek birbirlerine sarıldılar.

'' Ooo, burada kimler varmış.'' dedi Julianın arkasından gelen çocukları görünce Atvars. '' Torunlarınla tanışmak sonunda bizede nasip oldu ha büyükbaba''

En önde gelen Julia; '' Nasılsın Atvars?'' diye selam verdi.

'' Bomba gibiyim. Sende görmeyeli hiç yaşlanmamışsın Jul.'' dedi ve birbirlerine sarıldılar.

'' Gelmedikmi hala? '' diye bağırarak sordu Nora kan ter içinde yürüyerek.

'' Geldik Nora geldik, artık şikayet etmeyi kes.'' dedi Melanie.

'' Bu çantayı sen taşıyor olsaydın görürdük senide!''

'' Bu mızmızlanan genç adam Nora herhalde. ’’ dedi Atvars muzip bir şekilde. Nora kendisine sıkması için elini uzatan bu yaşlı adamı gördüğünde önce afalladı, kendisine sorsalar en az 3 metre derdi çünkü. Daha sonra kendisine uzatılan eli sıktı ve Atvars’ın çantayı omzundan almasına izin verdi.

Atvars herkes ile bir selamlaşma ve tanışma faslından sonra çantayı sırtına taktı ve '' Haydi artık köye gidelim. Gelişinizi bekleyen tek kişi ben değildim.'' dedi.

------------------------------------------------------------------
 
Son Durak, Beaufort köyünün tek barı ve lokantası olmakla birlikte aynı zamanda tek oteliydi. Her ne kadar köye gelen yabancılar genelde otelde kalmayıp ertesi gün ortadan kaybolsalarda, arada bir yolunu şaşırmış bir turistin veya macera arayan birkaç dağcının burada konakladığı oluyordu. Bu ziyaretçilerde manzarasından başka görülecek hiçbir şeyi olmayan bu köyden ertesi gün ayrılırlardı.

Bugünse Son Durak’ın genelde boş olan eski moda lokantasında kalabalık bir grup vardı. İki yaşlı, bir çift ve beş genç. Garson kız Samantha elindeki içecekleri oturdukları büyük masaya  –üç masanın birleşmiş haliydi- doğru götürürken gözleri, içeri girdiğinden beri dikkatini çeken kırmızı saçlı kızdaydı. 17 18 yaşlarında gösteren bu kızın ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu. '' Gideceği yerde de buradaki kadar ilgi çekeceği kesin'' diye düşündü neskafesini önüne koyarken. Tüm içecekleri koyduktan sonra ''Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı? '' diye kibarca sordu. Northan’ın ''Hayır, çok teşekkürler'' demesiyle son bir kez kırmızı saçlı kıza baktı ve kıskançlık damarı kabarık bir şekilde mutfağa geri döndü.

'' Buradaki herkesin bizi tanıması normal mi? '' diye sordu Nora. '' Geldiğimizden beri kendimi rock yıldızları gibi hissediyorum. Bir imza istemedikleri kaldı. '' Thelma küçümser bir ifadeyle '' Sanki hoşuna gitmiyorda.. '' diye mırıldandı.

'' Bunu duydum Thelma. ''

Gerçektende Atvars’ın peşine takılıp köye girdiklerinden beri onları her gören önce dedelerine selam verip hal hatır soruyor, sonra onlarla tanışmak için inanılmaz şekilde istekli bir biçimde yanlarına geliyorlardı. Hatta küçük bir çocuk Fergus’a kendisini kaldırıp kaldıramayacağını bile sordu. Fergus için 6 yaşındaki bir çocuğu kaldırmak hiç sorun değildi ama bunu neden sorduğunu bilmediğinden pas geçmeyi tercih etmişti.

'' Baba artık çıkarın şu ağzınızdaki baklayı. '' diye isyan etti Melanie.

Atvars güldü, kahvesine iki şeker attı ve karıştırmaya başladı.

'' Bu köyün özelliğini merak ettiniz mi çocuklar? Neden bir pazartesi günü evinizden ayrılıp yanınıza hiç eşya almadan bir dağ köyüne geldiğinizi? ''

'' Bir haftadır bu soruyu kaç kez sorduk tahmin bile edemezsin.'' diye atladı Fergus. '' Heyecanlı olacak demişlerdi ama ondan da bir iz göremedim ben şu ana kadar. ''

'' Haksızlık etme Ferg. Babamın sürdüğü arabada geldik hatırlatırım. '' dedi Thelma.

'' Orası doğru. '' diye onayladı Julia. Northan gücenmiş gibi karısına baktı. '' Dünyadaki en iyi şöför olduğunu iddia edemezsin tatlım. '' Northan ‘pes’ dercesine ellerini kaldırdı ve masadaki herkes gülmeye başladı. Gülmeler kesilince Sonia iki elinin arasındaki bardağa gözlerini dikerek konuştu:

'' Olay aslında bu köyde değil, değil mi? ‘Son Durak.’ Burada kalmıyoruz. ''
Northan gülümseyerek evet anlamında başını salladı ve kahvesinden bir yudum daha aldı.

'' Kaderinizi daha fazla geciktirmemeye karar verdik. ''

Melanie’nin sandalyesinin ön ayakları hızla yere çarptı.

'' Mariatus’a mı gidiyoruz!? ''

'' Mariatus’a ‘taşınıyoruz’'' diye düzeltti Julia.

'' Hay lanet.. '' Nora üzerine döktüğü neskafeyle aniden yerinden sıçramış küfür ediyordu. '' İnsan böyle şeyleri söylemeden bir haber verir di mi ikiz kardeşim! '' diye bir yandan da Melanie’ye kızıyordu. Melanie’ninse Nora umurunda değildi. Yeni bir dünya keşfedecek olmanın verdiği heyecanla kendinden geçmişti. Sonia bunu zaten tahmin ettiğini belli eder biçimde heyecan belirtisi göstermezken Fergus’un ağzı açık kalmıştı. Thelma sırıtarak ikiz kardeşinin çenesini yukarı iterken, dedeleri bir kolunu Atvars’ın bir, kolunu Northan’ın omzuna atmış, torunlarının bu haline gülüyordu.

'' Yolculuğa değdi ama, değil mi? ''
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mariatus
« Yanıtla #7 : 18 Mayıs 2010, 14:59:23 »
Güneş , Beaufort köyünün bulunduğu vadiye günün son ışıklarını vururken, vadinin bilindik ‘Akşam Rüzgarı’da hafiften ağaçları sallamaya başlamıştı. Kuzeydeki ormanın derinliklerinde bir kuş batan güneşi şarkısıyla uğurlarken, Son Durak Hanı’nın kapısından kalabalık bir grup çıkıyordu.

Atvars ormanı göstererek:

''Sesi duyuyor musunuz?'' diye sordu.

''Daha önce hiç böyle bir kuş sesi duymamıştım. Sanki.. şarkı söylüyor gibi.'' dedi Thelma.

Vilnis (dedeleri) :
''Bu herkesin her zaman duyabileceği bir ses değildir çocuklar'' diye bilgilendirdi torunlarını. ''Gustor’un şarkısı bir mesajdır. Buradan ayrılacak olanları çağırıyor.''

''Biraz daha acele etsek fena olmaz'' diyerek hızlandı grubun başında yürüyen Atvars. Uzun bacaklarından dolayı onu yakalamakta güçlük çeken grupta hızını artırdı.

''Gustor da kim?'' diye sordu Nora önünde hızlı adımlarla yürüyen dedesine. Cevabı en arkadan gelen Northan verdi:

''Gustor, bizim dünyamızla Mariatus’u ayıran kapının bekçisidir. Tüm geçişleri sağlar ve kapının gizliliğini korur. Onun haberi olmadan hiç kimse Mariatus’a veya dünyaya girip çıkamaz.''

''Kapı derken?'' diye nefes nefese sordu Fergus. Hızlı yürüme temposu ve diğerlerine göre kısa olan bacakları yüzünden grubun hızına ayak uydurmakta zorluk çekiyordu.

''Kendiniz görün daha iyi.''

Sonia, Melanie’nin yanında yürümeye devam ederken dikkatini şarkıya vermişti. Melodik kuş sesini dinlerken bir yandan da bir şeyler mırıldanıyordu.

''Acele etmeliyiz, sanırım. ‘Güneş tamamen battığında orda olmalıyız.’ ''

Kardeşlerinin hepsi kafalarını şaşkınlıkla ablalarına çevirdi.

''Ne ?? '' Sonia’da şaşırmıştı.

''Güneş tamamen battığında orda mı olmalıyız. Sen nereden biliyorsun ki bunu?''

''Şarkıdan.'' dedi Sonia. Bunu normal bir şeymiş gibi söylemesi kendisine yönelmiş bakışları daha da şaşkınlaştırdı. ''Dinlemiyor musunuz siz?'' Tek tek kardeşlerine baktı, ''Anlamıyor musunuz?'' diye teredüttle sordu. Diğerlerinin tek duyduğu melodik bir kuş ötüşüydü.

''Cidden abla, eskiden çok bilmişliğin tüylerimi ürpertirdi ama şimdi hakkaten senden korktum.''

Grup ormanın sonlarındaki bir açıklığa vardığında melodik kuş sesi de iyice yakından duyulmaya başlamıştı. Açıklığın sonunda geniş bir mağara görünüyordu, arkasında da buraya gelirken gördükleri heybetli dağlardan biri uzanıyordu. Atvars sırtındaki çantayı yere koydu;

''Eh, yetiştik neyse ki.'' dedi.

Fergus nefes nefese sırtındaki çantayı yere fırlattı, ''Yürümek, bana, göre, değil!'' diyerek kendisini en yakın kayanın üstüne bıraktı. Yolu hoplaya zıplaya gelmiş olan Melanie Fergus’un bu halini onaylamaz gibi kafasını iki yana salladı ve açıklıkta tur atmaya başladı. Julia Northan ve Thelma yere oturdular, Sonia ise hala pür dikkat kuşun şarkısını dinliyordu.

Güneş ışıkları vadiye bugünlük son kez vuruyordu. Ormanın içi şimdiden kararmıştı. Açıklığın sonundaki mağaranın geniş girişiyse, alçalan güneşin ışığı doğrudan üzerine vurmasına rağmen kapkaranlıktı. Güneş alçaldı, alçaldı. Son ışık huzmesi de dağların arasından geçemez olduğunda zaman artık gelmişti.

Melodik sesin sahibi şarkısını aniden kesti. Akşam rüzgarı bir anda durdu, çimenler dans etmeyi bıraktı. Ormanda artık ses yoktu, her şey, herkes susmuştu. Beş kardeş merakla bir anne babalarına bir dedelerine baktılar. Hiç birisi konuşmuyordu, kimse sessizliği bozmak istemiyor gibiydi.

Çıt çıkmayan bir dakikanın ardından Vilnis kafasını kaldırdı ve gülümsedi.

''Gustor’la tanışın çocuklar.''

Tüm kafalar Vilnis’in baktığı yere döndü. Şarkıyı söyleyen kuş güçlü bir çığlıkla açıklığa doğru süzülmeye başladı.
Kıpkırmızı ve upuzun tüyleri, altın renkli sivri gagası, kartal gözleri ve büyük boyutuyla oldukça ihtişamlı bir yırtıcı kuştu bu. Pençesine bağlı eski bir ip ve ipin ucunda ceviz büyüklüğünde turuncu bir taş taşıyordu.

Nora ''Ssinden anlamam gerekirdi'' diye mırıldanırken, Gustor bir kez daha öttü, açıklığın üzerinde bir çember çizdi ve en uzun ağacın tepesine kondu.

''Dünyaları ayıran kapının bekçisi bir kuş mu yani? Kapı da bu mağaramı? Olaya bak be!''

Fergus daha ihtişamlı bir şey bekliyordu belli ki. Gustor’un bakışları bir anda Fergus’a kilitlendi, ve bir çığlık daha geldi kuştan. Sonia gözünü ilk kez kuştan ayırdı ve kardeşine güldü, ''Küstahlık etmesen iyi edersin.'' dedi. Fergus ablasına şaşkın bir bakış attı ama onun gözleri gene kuşa kilitlenmişti.

Bir an sonra Gustor havalandı. Pençesine bağlı olan ipin ucundaki turuncu taş parlamaya başlamıştı. İyice kararmış olan havada bir yıldız gibi parlıyordu artık. Gustor melodik bir biçimde öttü ve mağaraya doğru alçalmaya başladı.
Vilnis’in ''Vakit geldi.'' uyarısıyla herkes ayağa kalkıp çantalarını aldı ve mağaraya doğru ilerlediler. En önde her zamanki gibi Atvars vardı.

''İçeriye tek tek gireceğiz. Yapmanız gereken tek şey, turuncu ışığı takip etmek. Ne yaparsanız yapın ama ışığın peşinden ayrılmayın. İlk ben geçeceğim ve öbür tarafta sizi bekliyor olacağım.'' Gustor bu konuşma sırasında turuncu taşı pençesiyle tutmuş, mağaranın önünde bekliyordu. Atvars mağaraya dönerek ''Haydi bakalım.'' dedi ve Gustor bir çığlık daha atarak mağaranın içine doğru uçtu. Bir an sonra zifiri karanlık mağaranın içinde tek görünen şey ceviz büyüklüğündeki turuncu ışıktı. Atvars dönüp gülümsedi ve öbür tarafta görüşürüz diyerek mağaraya rahat adımlarla girdi.

Atvars’ın mağaraya girmesinden yarım dakika kadar sonra Vilnis, Julia’ya girmesini işaret etti. Daha sonra Sonia’yı çağırdı, sırasıyla Nora, Melanie, Fergus ve Thelma mağaraya girdiler. En arkadan da Northan ve Vilnis gelecekti.

Melanie dedesinin kendisine cesaret dolu gülümsemesine sırıtarak karşılık verdi ve mağaraya yürüdü. Aslında Mariatus’u göreceği için o kadar heyecanlanmıştı ki mağarayı koşarak geçebilirdi. Ama onu yürümeye iten bir şey vardı; Karanlık.

Melanie dünyada geceleri etrafı gündüz olduğu kadar net görebiliyordu, ama bu mağarada böyle değildi. Zifiri karanlık olan geçitte görünen tek şey hiç yer değiştirmeyen turuncu ışıktı. Hayatında ilk defa üstün körü ilerlemesi gerekiyordu. Genede içindeki merak duygusuyla, korkusunun üstesinden geldi ve zifiri karanlığa doğru ilerledi.

Melanie iki üç metre temkinli bir şekilde yürüdü ve arkasına baktığında artık hiçbir şeyin görünmediğini fark etti. Ne ormanın silüeti, ne mağaranın girişinde bekleyen kardeşleri. Hiçbir şey görünmüyordu ve o buna alışık değildi. İçini kaplayan bilinmezlik hissinin kendisini ele geçirmesine izin vermeyerek önüne döndü. Daha doğrusu önü sandığı yere. Hiçbir şey göremezken yön kavramı da kayboluyordu. Turuncu ışığı gördü ve ‘’sadece takip et’’ diye düşündü. Zaten yapabileceği başka bir şeyde yok gibiydi. Işığa doğru yürümeye başladı, yürüdü, yürüdü. Işık sinir bozucu bir biçimde parlaklık ya da boyut değiştirmezken Melanie ilk defa gördüğü karanlığın içinde üstün körü yürüyordu.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.