Kayıt Ol

Turkuaz

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Turkuaz
« : 31 Mayıs 2010, 15:15:06 »
Bölüm 1 - Yanlış Zaman, Yanlış Yer
Bölüm 2 - Borç (I. Kısım)  
Bölüm 2 - Borç (II. Kısım)
Bölüm 3 - Mezuniyet
Bölüm 4 - İstanbul Geceleri
Bölüm 5 - O'nun Hikayesi
Bölüm 6 - Tahammülün Sınırı
                            


Bölüm 1 - Yanlış Zaman, Yanlış Yer
 
  ''Son 5 dakika arkadaşlar, isterseniz yavaş yavaş toparlayın.''
 
  Gözetmenin yaptığı duyuruyla sınıftan oflayıp puflama sesleri çıktı belli belirsiz. Hedefine ulaşamayacak olan çok insan girmişti bu yıl sınava. Erken ısınan havaların da etkisiyle bir çok kişi çalışmayı erken bırakmıştı ve hepsinin zihni şu an ‘keşke’ler ile doluydu. Orta kısmın en arka sırasında oturan beyaz tişörtlü genç hariç herkesin kafası, önlerindeki sınav kitapçığına gömülmüştü. O ise sınavı çoktan bitirmiş, ellerini kafasının arkasında birleştirmiş, etrafı izliyordu. Gözetmenlerden biri yavaşça yanına gelene kadar, kapıya en yakın sırada oturan kahverengi saçlı kızı izlemeye devam etti.

  ''Bitirdin mi?'' diye kulağına biri fısıldayınca birden irkildi Selim. Kafasını çevirdi, gözetmen yanındaydı. 'Bi milleti dikizlediğimizi düşünmedikleri kalmıştı, tam oldu şimdi.' diye düşündü ve gülümseyerek ''Evet, çok zor değildi.'' diye cevap verdi.

  ''Kontrol etmiyor musun?'' diye sordu gözetmen gene fısıltıyla.

  ''Daha fazla kaldırabileceğimi düşünmüyorum açıkçası.'' diye cevap verdi Selim. Aslında şu an düşündüğü tek şey bir an önce dışarı çıkıp sigara içmekti. Gözetmenin ''İyi bakalım.'' deyip yanından ayrılmasıyla cebini yokladı, sigarası olmadığını hatırladı. Sadece kendisi duyabilecek şekilde bir küfür savurdu, kapıdan girerken cep telefonları için üzerini arayan adam sigaraya izin vermemişti. Uzun süre ısrar etmesine rağmen adam bana mısın demeyince kapıdan geri dönmek zorunda kalmıştı. Sınava girmemeyi düşünmüştü en başta, ama sonra kendisine bir 'oha' çekip, sigarayı saklayacak bir yer bulmanın daha mantıklı olacağını düşünmüştü.

  Kahverengi saçlı kıza baktı tekrar. Elini çenesine koymuş kağıdını gözden geçiriyordu. Sınıftaki diğer herkes gibi telaşlı bir havada değil gibiydi. Sınava girerken bir an göz göze geldiklerinde kızın zümrüt yeşili gözleri Selim’in beynine kazınmıştı, öyle ki sınav başladıktan 5 dakika sonra ancak ilk soruya bakabilmişti.

  ''Son 1 dakika.''

  Kız elini çenesinden çekti – bu kez de bileğindeki mavi bilezik çekmişti dikkatini Selim’in – kalemini alıp küçük el çantasına koydu, kitapçığını kapattı ve cevap kağıdıyla üst üste koyarak geriye yaslandı. Selim kızın her hareketini dikkatle izliyordu, hareketlerinde bir zerafet var gibi gelmişti ona. Neden sonra kafasını iki yana salladı ve her zaman yaptığı gibi kendisiyle çelişkiye düştü. 'Hakkaten kızı dikizliyoruz yuh abi ya'  diye düşündü ve gözlerini kızdan alarak masanın üstünde kendisine ait olan şeyleri toplamaya başladı. Sadece bir kalem ve silgiyle gelmişti zaten sınava, onları cebine attığı anda da zil çaldı. Ayağa kalkıp cevap kağıdını ilk veren o oldu, bir an önce çıkıp sigara içmesi gerekiyordu. Ne var ki kapıdan çıkacağı sırada gene mavi bilezikli kız çarptı gözüne ve olduğu yerde bir anda durup zaten bağlı olan ayakkabılarını tekrardan bağlamaya koyuldu. Kız kağıdını verdi, sakin ve yavaş bir şekilde kapıya doğru ilerledi, kapıdaki kalabalık dağılana kadar kenarda bekledi. Sonunda sınıftan çıktığında Selim ayakkabılarını 3 kez çözüp yeniden bağlamıştı.

  'Hay sonunda.' dedi Selim kendi kendisine ve sınıftan en son çıkan kişi oldu. Ama koridordaki kalabalığı hesaba katmamıştı, öyle ki hemen arkasından çıktığı kız çoktan kaybolmuştu kalabalıkta. Sesli bir 'of' çekti ve 'Sapık gibi milleti takip edersen böyle olur işte Selim efendi..' diye düşünerek kalabalığa karıştı.

  Okulun bahçesi oğullarını ve kızlarını bekleyen ebeveynlerle doluydu. Sınavdan çıkanlardan bazıları kısa bir süre kendilerini bekleyen kişileri aradıktan sonra bir kucaklaşma ve kutlama faslına girerken, bazıları bir an önce eve gitmek için acele ediyordu, bazılarıysa yarı ağlamaklı, yarı kızgın etrafta dolaşıyorlardı. Selim okuldan çıktı, çoğu kişinin yaptığı gibi merdivenlerin başında bir süre durdu ve etrafa baktı. Tek fark onun bir yakınını değil tanımadığı bir kızı arıyor olmasıydı.

  Okulun bahçesini dolduran büyük kalabalığa iyice baktı, aradı, aradı ama sonunda umudunu yitirdi ve merdivenlerden inip, kimseye çarpmamaya çalışarak okulun bahçesinden çıktı. Bir sokak yandaki küçük evin bahçesine doğru ilerledi, sigara paketiyle çakmağını sakladığı yere doğru. 'Kimse fark etmemiştir inşallah iki saat içinde' diye dua ederek sigarayı koyduğu küçük oyuğu buldu. Elini oyuğa soktu, içini yokladı ve yüksek sesle küfür etti. Birisi bulup almış olmalıydı. Ellerini beline koyup etrafa baktı, sonra yine kendi kendine kızdı. 'He adam sigarayı alıp burada bekler zaten.' Şansına ve kapıdaki görevliye içinden bir küfür daha yolladı ve köşedeki tekelin yolunu tuttu.

  Dükkana girdi, ufak bir mahalle bakkalıydı burası. Eski masanın başında gazete okuyan yaşlıca bir adam vardı ve onun girdiğini görmemişti.  ''Hayırlı günler dayı.'' diye birazda yüksek sesle bir selam verdi Selim. Adam gazetenin üzerinden Selim’e baktı, ağır hareketlerle ayağa kalktı ve ''Buyur.'' dedi.

  ''Bir paket Marlboro Light.'' diyerek yirmi lira koydu Selim masaya. Yaşlı adam arkasındaki sigara standında Marlboro’yu ararken, Selim sakız almak için döndüğünde dükkanın camından mavi bilezikli kızı gördü. Sokaktan yukarıya doğru tek başına yürüyordu. Sınıftan çıkarken olduğu gibi gene yavaş ve zarif adımlarla çıkıyordu yokuşu. 'Zarif mi? Abi zarif ne Allah aşkına, iyice paranoyak olmuşum ben ya.' diye düşündü.

  ''Bozuk var mı?''

  Kafasını çevirdi, yaşlı adam paketi masanın üzerine koymuş kasa olarak kullandığı çekmecede para arıyordu. ''Yok dayı.'' dedi ve kızı kaybetmemek için camdan izlemeye devam etti Selim. Yokuşun sonuna gelmişti ve görüş alanından çıkmak üzereydi. Adama baktı, hala para arıyordu.

  ''Dayı sen o on lirayı ver, üstü sende kalsın.'' dedi adamın elindeki on lirayı göstererek. Masanın üzerinden paketi alıp cebine attı. Adamdan parayı bir çırpıda aldı, hızlı adımlarla dükkandan çıktı ve kızın çıktığı yokuşu koşarak çıkmaya başladı. ''Ulan iyi ki sınav bitti, saniyesinde atraksiyon yarattın kendine yine.'' dedi seslice, yokuşun sonuna varırken. Yokuşun sonuna geldi, sağa sola baktı, kızın soldaki sokakta ağır ağır yürüdüğünü gördü. 'Hadi bakalım, ne kadar paslanmışsın görelim Selim.' diye düşündü ve kıza doğru ilerlemeye başladı. Cebinden sigara paketini çıkardı ve açtı, ağzına bir dal aldı. Cebini yokladı, ardından bir küfür daha savurdu..  Ateşi yoktu, bakkaldan apar topar çıkınca kibrit almayı da unutmuştu. Ateş sorabilecek birini bulmak için etrafına bakındı, sokak kız ve onun dışında bomboştu. 'Ulan kafa dinlemek istesem boş bir oda bile bulamam, ateş istiyorum Pazar günü koca sokak bomboş.' Sigarasını ağzında tutarak kızı takip etmeye devam etti.

  Kız yürürken arada bir çevresine bakıyordu ama Selim’i görmemiş gibiydi. Yavaşça ilerliyordu, 'Eve gitmeye can atmadığı belli.' diye düşündü Selim. 'Sınavı pek iyi geçmemiş anlaşılan.' Selim tam cesaretini toplamıştı ve kıza yaklaşıyordu ki, kız sağa saptı. Selim hızlandı, kızın döndüğü sokağa döndü.

  Uzun apartmanların gölgesinde kalan dar bir ara sokaktı burası. Selim etrafına bakındı, ileriye gidiyordu sokak yalnızca. Ama kız ortalarda yoktu. 'Haydaaa. Ulan daha yeni döndü buraya, takip ettiğimi sanıp kaçtı mı ki?' Etrafına bir kez daha baktı, birkaç adım yürüdü ama kızdan eser yoktu.

  'Eh Selim, yeter bu kadar aksiyon sana herhalde.' diye düşündü ve geri döndü ki, sokağın başında bir adam gördü.  Gölgede duruyordu ve üzerindeki siyah giysilerle şapkası yüzünü kapatıyordu. Ellerini önünde kavuşturmuş bekliyordu. Selim’in ilk dikkatin çeken şey ise adamın üzerindeki pardesü oldu. Hava sıcaktı, hatta bunaltıcı derecede sıcaktı ve öğlen vaktiydi ama adam kalın ve siyah giysiler giymişti.  Selim bir an durdu, adamın yüzü görünmese de kendisine bakıyor gibi hissetmişti. Arkasına baktı, kimse olmadığını görünce biraz daha huzursuz oldu. Sonra 'Ne olabilir ki.' diye düşündü, 'Üzerimde zaten azıcık para var, en fazla onu kaptırır eve otostop çekeriz.' Böyle ilginç olayların başına gelmesini severdi Selim. 'Fena mı abi? Anlatacak ilginç bir hikayemiz olsun şu hayatta.' Sokaktan çıkmak üzere yürümeye başladı, adam hareketsiz kendisini izliyordu. Adamın yanından geçip gitmeyi düşünüyordu Selim, ama biraz da çılgın bir düşünceyle durdu ve ''Pardon, ateşiniz var mı?'' diye sordu.

  Adamın yüzünü artık net bir şekilde görebiliyordu ve soruyu sorar sormaz bunu yapmaması gerektiğini anlamıştı. Adamın yüzünün sol tarafı tamamen deforme olmuştu. Uzunca bir yara izi ve büyüklü küçüklü yanık izleriyle kaplıydı yüzü. Boynu ve vücudunun görünen bütün kesimleri lekeler ve yara izleri içindeydi. Adamın çatlamış dudakları hafifçe büküldü, kısık gri gözleri Selim’e dikilmişti.

  ''Ateş mi?'' dedi buz gibi gırtlaktan gelen bir sesle.

  Selim’in ağzı açıldı, az önce koymuş olduğu dal dudaklarını arasından kurtuldu ve yere düştü. Adam elini bir saniye içinde havaya kaldırdı ve pardesünün kolundan uzun, kırmızı renkli bir kılıç çıkardı. Selim geriye doğru bir adım attı, ama adam boştaki eliyle onun yakasına yapışmıştı bile.

  ''Turkuaz nerede?'' diye sordu adam gene o gırtlaktan gelen boğuk sesiyle.

  Selim afallamıştı, fal taşı gibi olmuş gözbebekleri kılıca dikilmişti. Adam bir an gözlerini Selim’den ayırdı, aniden tuttuğu yakayı bıraktı ve geriye doğru sıçradı. Selim ne olduğunu anlayamadan yukarıdan tam önüne biri atladı ve parlak bir metali adama doğru fırlattı. Adam kılıcıyla tek bir hamle yaparak kendisine fırlatılan metali savuşturdu ve dudakları kıvrıldı.

  ''İzini bulmak düşündüğümden kolay oldu.'' dedi o boğuk sesiyle tane tane.

  ''İnan bana, seninkini bulmaları hiç kolay olmayacak!''

  Selim irkildi, önüne atlayan kişinin bir kız olduğunu ancak konuşunca fark edebilmişti, gözlerini adamdan alamamıştı o ana kadar. Önüne atlayan kız kahverengi saçlıydı, mavi bir bilezik vardı kolunda. Kız elini düz bir şekilde tutarak bacağına götürdü, pantolonun bacağını yanlamasına sıyırdı ve bacağına bağlı uzunca bir bıçak çıkardı. Bir hamlede pantolonunu geri kapattı. Selim şok üstüne şok geçiriyordu, önünde takip ettiği kız ile az önce kendisine kılıç çeken iri yarı bir adam bıçak ve kılıçlarla birbirlerine girmişlerdi!

  Adam üst üste hamleler yaptı kılıcıyla, kız hepsini savuşturdu ama geri geri gidiyordu yavaş yavaş. Adam kılcını ileriye savurdu, kız son anda bıçağıyla metali durdurdu. Adam kendisi etrafında yarım saniyede dönerek kızın bacaklarına savurdu kılıcını, kız geriye doğru sıçrayarak kaçındı, Selim’in yanına kadar gelmişti artık. Selim’e bir saniyelik bir bakış attı ve elini kaldırdı, Selim’in bilmediği bir dilde bir şeyler fısıldadı ve avucunun içini adama doğrulttu. Bir anda kızın elinde mavi bir dalga yayıldı, parça parça ışınlara bölündü ve adama doğru son sürat ilerlemeye başladı. Adam bir adım geri çekildi, gülümsemesi büyüdü. İlk ışını kılıcıyla durdurdu. İkinci ışından son anda yana doğru eğilerek kaçtı, kılıcını bir kez savurarak iki mavi ışını daha savuşturdu. Son ışın tam adamın yüzüne isabet etmek üzereyken adam olduğu yerde durdu ve tek hamlede eliyle ışını tuttu.

  Selim yavaşça küfretti, neler olup bittiğini anlamıyordu ve düşünebilme yeteneği şimdilik kaybolmuştu ama bu hamleden kurtulamaz demişti kendi kendine. Adam mavi ışını paramparça ederek kıza doğru yürümeye başladı,kız savunma pozisyonunu almıştı tekrar. Bir an adam durdu, kafasını çevirdi ve kıza dönerek tehditkâr bir ses çıkardıktan sonra tek hamlede duvara doğru sıçrayarak ortadan kayboldu. Kız adam görüş alanından çıkar çıkmaz elindeki bıçağı beline koydu ve Selim’in bileğinden tutup sokağın sonuna doğru koşmaya başladı.

  Selim düşünebilme yeteneğini geri kazanana kadar iki sokaktan ve bir caddenin ortasından koştular, en sonunda bir ara sokakta durdular. Kız tek kelime etmeden önündeki garajın kapısını açmaya uğraşırken Selim yavaş yavaş kendine geliyordu. Kafası yüzlerce düşünceyle dolmuştu ve beklemediği bu heyecanın ardından böyle bir koşu tamamen nefesini kesmişti. Elleri dizlerinde hızlı hızlı nefes alıp verirken olanları tekrar düşünmeye başladı, ama bir anlam veremeyince vazgeçti bundan. 'Selim.. senin izleyeceğin kızın..' diye düşündü ve kafasını kaldırdı.

  Bu kadar aksiyondan sonra nefessiz kalması normaldi ama karşısındaki manzara normalde Selim’i tek başına bile nefessiz bırakmaya yeterdi. Kız garajdan simsiyah son model bir hız motorsikletiyle çıkıyordu. Bir an kafasındaki bütün düşünceler gitti ve içinden ıslık çalmak geldi ama bunu yapmadı, içinde bulunduğu durumda kesinlikle abzürt bir hareket olurdu bu. Kız motoru sokağa çıkardı, Selim’e döndü ve bir kask fırlatarak ''Yolda sıkı tutunsan iyi edersin.'' dedi.

  Selim normalde olsa böyle bir kızla böyle bir motorsiklete binme teklifini aldığı için bile mutlu öleceğini düşünürdü, ama bugüne normal demek onun için bile ilginç olurdu. ''Dur az.'' dedi Selim. Normalde kullanacağı sözcükler kesinlikle bu kadar nazik olmazdı fakat karşısındaki kıza şu an hiçbir şey söylemeye hakkı yok gibi hissediyordu. Bir an durdu, hızlı ve tek seferde konuştu;

  ''Sen kimsin, o adam kimdi, nereye gidiyoruz ve n'oluyor burda?''

  ''Cevap istiyorsan kaskını tak ve motora bin.  En azından o adamla yalnız karşılaşmak istemiyorsan  benimle gelirsin.'' dedi kız ve motorun bağırtısı tüm sokakta yankı yaptı. Selim durdu, hayatı tehlikede olmasa bile bu sese karşı koyamayacağını biliyordu. Kaskı kafasına geçirdi ve motora bindi.

  ''Bu arada adım Selim.'' dedi öne eğilerek. Kız güldü, ''Ayça.'' dedi ve motora tam gaz asıldı.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #1 : 31 Mayıs 2010, 15:28:41 »
 Mükemmel ilk ben okudum galiba.
Gri

Çevrimdışı Jean Valjean

  • **
  • 281
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #2 : 31 Mayıs 2010, 17:06:08 »
Evet, ben de beğendim umarım çok geçmeden diğer bölümleri de okuyabiliriz. Aslında daha önce okuduğum bir yazıyı hatırlattı bana. İsmimin geçmesi de ayrı bir tat verdi. 8)
He Who Dwells Beneath The Waves

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #3 : 31 Mayıs 2010, 17:15:42 »
  Teşekkür ederim yorumlarınız için. Hikayelerimde hep yabancı isimler ve yabancı mekanlar kullandığımı fark ettim, şöyle tamamen Türk işi bir fantastik hikaye yazayım diyerek başladım bu yazıya. Beğenmenize sevindim, devamını uzunca getirmeyi düşünüyorum.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #4 : 31 Mayıs 2010, 17:58:06 »
Türkçe adlar kullanman özellikle hoşuma gitti.Aksiyonun dozu güzel ayarlanmış.Fazla abartmamışsın.Kahramanın düşüncelerini oldukça iyi aktarmışsın.Eline sağlık hoşuma gitti bu hikaye.Takipçinim :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #5 : 31 Mayıs 2010, 18:09:01 »
Türkçe adlar kullanman özellikle hoşuma gitti.Aksiyonun dozu güzel ayarlanmış.Fazla abartmamışsın.Kahramanın düşüncelerini oldukça iyi aktarmışsın.Eline sağlık hoşuma gitti bu hikaye.Takipçinim :)

Çok teşekkür ederim, bu çizgiyi kaybetmemeye çalışacağım.  :)
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #6 : 02 Haziran 2010, 20:41:00 »
                                                                    Bölüm 2 - Borç

  Honda marka siyah hız motorsikleti otoyolda makaslar atarak ilerliyordu. Motora kafasında yüzlerce düşünceyle binmiş olmasına rağmen, Selim’in şu an tek düşünebildiği motordan tek parça halinde inebilmekti. Motoru süren mavi bilezikli kızın yavaşlamaya niyeti yok gibiydi, bir kamyonu daha riskli bir şekilde sollayarak Selim’in yüreğini belki yirminci kez ağzına getirdi. Neden sonra motor hızını yavaşlatarak otoyoldan ayrıldı. Sessiz ağaçlık bir tepeyi yokuş yukarı çıkarlarken Selim’in kollarına motora tutunmaktan dolayı ağrı girmişti.
 
  Tepeyi çıktıktan sonra motor, ağaçlık bir alanın içerisindeki toprak yola dönüp biraz ilerledi ve uzunca bir ağacın gölgesinde durdu. Ayça motordan inip kaskını çıkardı, ağaçlığın içine doğru tek kelime etmeden yürüdü ve eliyle gel işareti yaptı Selim’e doğru. 'Abi bu motordan indiğim için seviniyorum ya, günün en garip olayı bu herhalde.' diye düşünerek kızın peşine takıldı Selim. Kısa bir süre yürüdükten sonra ufak bir açıklığa geldiler.
Ayça durdu, yüzünü Selim’e döndü ve ifadesiz bir yüzle bir süre onu izledi. Selim etrafına baktı, bir çeşit gizli kapı veya karargah girişi gibi bir şey görme ihtimali üzerinde duruyordu. Etrafta ağaçtan başka hiçbir şey olmadığına ikna olunca kendisini izleyen kıza soran gözlerle baktı. Ayça yüz ifadesini değiştirmeden ve gözlerini Selimden ayırmadan elini cebine attı ve küçük bir şişe çıkartıp fırlattı. Selim şişeyi havada yakaladı.

  ''Tek seferde hepsini iç, tadı kötüdür.''

  Selim şişeye baktı. Ufak silindir şeklinde cam bir şişeydi ve içinde yarı saydam sarı bir sıvı doluydu. Küçük tıpayı çıkarttı ve sıvıyı kokladı, çok hafif bir kokusu vardı. 'Matrixte hap vardı şimdide sıvısını mı yapmışlar?' diye düşünerek tıpanın ağzını kapattı ve kendisini izlemekte olan Ayça’ya döndü.

  ''Ne bu?''

  ''Yalnızca iç.''

  ''Ve sonra?'' Bu kez rahatsız olmuştu. İnsanların davranışları ve sakladıkları şeyleri bulma konusunda oldukça iyiydi Selim. Çoğu kez arkadaşlarının bir derdi olduğunda ya da gizli bir sürpriz partinin varlığında ilk öğrenen o olurdu. Çok düşünüp az konuşmasından kaynaklandığını düşünürdü bunun, her ufak ayrıntıya dikkat eder, üzerinde düşünürdü. Şu anda karşısında ona bakan kızın ifadesiz suratından anladığı şey, elindeki sıvının içmek isteyeceği bir şey olmadığıydı.
Ayça cevap vermedi, ufak bir of çekip kafasını salladı. Sonra daha kararlı bir şekilde kafasını kaldırıp hızlı ve sert bir biçimde konuştu:

 ''Bugün gördüğün şeylerin hiçbirini görmemiş olman gerekirdi. O sokakta bile olmaman gerekirdi. Araya girmeseydim o adamın gözünü kırpmadan seni öldüreceğini söylememe gerek yok herhalde?''

  'Bu kadar kızmasının ne anlamı var?' diye düşündü Selim. 'Orada olmamam gerektiğini biliyorum ama ordaydım işte. Hem neden bunları şimdi söylüyor?'

  Ayça derin bir nefes aldı, kontrolünü tekrar sağlaması uzun sürmedi.

  ''Elindeki sıvı sana bugün görmemen gereken şeylerin hepsini unutturacak, bugünü sıradan bir günmüş gibi hatırlayacaksın.''

  ''Ya bunu istemezsem?''

  ''Tek kelimemle seni felç eder boğazından aşağıya o sıvıyı ben dökerim!'' Kısa, net ve kesin bir cevap.

  Selim aldığı tehditin ciddiyetini anında kavramıştı ama kafası gene ayrıntılara kayıyordu. Madem her şeyi unutacaktı, neden buraya kadar gelmişlerdi ki? Hem burada bulunuşunu nasıl hatırlayacaktı? Kendisine dikilmiş zümrüt yeşili gözlere baktı tekrar. 'Mantıksız.' diye düşündü. 'Her zaman hayatımın sıradanlığından şikayet ederdim, şimdi elime geçen muazzam bir şans var ve bunu kendi isteğimle kenara itmemi istiyorsun benden. Hem de kızarak mı? Şansımı denerim arkadaş..'

  ''O zaman öyle yapalım.'' dedi Selim mümkün olduğunca kararlı konuşmaya çalışarak. ''Nasıl olsa eve gittiğimde hayatım değişecek. Bunun babamın elinden değil kendi elimden olması şansını tepemem.''

  Ayça yüzüne tekrar duygusuz bir ifade yerleştirmişti.

  ''Neden işimi zorlaştırıyorsun ki?'' dedi ve cevap beklemeden geldiği yerden geriye doğru hızlı adımlarla yürüdü. Selim içinden 'Üzgünüm.' diye geçirdi ve elindeki şişeye bir kez daha baktıktan sonra onun peşinden gitti.

  Toprak yola geri çıktığında Ayça motora yaslanmış onu bekliyordu. Geldiğini görünce önce herhangi bir tepki vermedi, sonra tek düze bir sesle konuştu;

  ''Hayatının sıradanlığını özleyeceğin bir dünyaya girmek üzeresin. Kararın kesin mi?''

  Selim elini cebine atıp şişeyi çıkardı, motora doğru yürürken Ayça’ya geri fırlattı. ''Birkaç soru sorsam yanıtlarsın herhalde?'' dedi. Ayça şişeyi tuttu, sonunda pes ederek gözlerini devirdi. Kaskını takıp motoru çalıştırdı ve ''Atla.'' dedi.
Selim olduğu yerde durdu, tereddütlü bir bakış attı motora doğru. Ayça Selim’in yüzündeki ifadeyi görünce ilk kez gülümsedi. ''Yavaş kullanacağım, söz.'' diye güvence verdi. Selim sırıttı, kaskını takıp motora bindi ve gök gürültüsü gibi bir ses çıkardıktan sonra geldiği yoldan geri döndü motor.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı nobody

  • *
  • 9
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #7 : 03 Haziran 2010, 17:14:01 »
İki bölümde harika. Bu arada isimlerin Türkçe olması güzel olmuş. Böyle hikayelerde hep yabancı isimler kullanılır ama seninkine ayrı bir hava katmış Türkçe isimler. Takipçinim. Böyle devam et :)

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #8 : 03 Haziran 2010, 20:54:49 »
Aslında epey güzelmiş öykü. Girecekleri dünyayı özellikle merak ediyorum çünkü, motorcu bir karakter fazla görülmüyor bu ortamlarda :)

Yalnız belirtmek istediğim şey, öykünün en başlarının çok daha güzel olması. Başlardaki hikaye ilerleyişi çok hoşuma gitmişti. Aksiyon kısımlarında hafif zayıflık sezdim ama toparlandı sonra. Güzel ilerleyen okunaklı bir hikaye olmuş, tebrikler.
try again fail again fail better

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #9 : 03 Haziran 2010, 21:32:20 »
Çok teşekkür ederim yorumlarınız ve eleştrileriniz için. Türkçe isimler gerçekten güzel bir hava katıyor, olayı özellikle İstanbul'da devam ettirmeye çalışacağım aynı zamanda. Haftasonu arkadaşlarınızla gittiğiniz mekanı bu hikayede de görme şansınız olsun istiyorum.  :)

Bu arada ikinci bölüm bu kadar kısa değil, maalesef 15 gün kadar bir ara vermem gerekebileceği için bu kadarını koydum. Diğer parça ikinci bölümün devamı olacak. Ayrıca bu hikayede çok fazla aksiyonluk bölüm olmayabilir, gene de elimden geldiğince katmaya çalışacağım.
Tekrar teşekkürler yorumlar için!
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #10 : 07 Haziran 2010, 18:14:50 »
                                              Bölüm 2 – Borç (Devam)
  Üsküdar sahilindeki tüm kafeler sınav stresini atmak için gelen gençlerle doluydu. Havanın güzelliğini fırsat bilip boğaz kıyısında gezmeye çıkan insanlara kalabalık öğrenci grupları da katılınca, kaldırımlarda bile adım atacak yer kalmamıştı. Sahil yolunda tıka basa dolu otobüsleri tek tek sollayarak geçti siyah motorsiklet, ve yarım saatlik 'yavaş' yolculuğunu boğazın hemen dibinde kurulu bir kafenin önünde bitirdi. Motordan indiklerinde Selim biraz rahatsız olmuştu çünkü tıka basa dolu kafedeki tüm gözler motora ve motordan inen kıza çevrilmişti.

  ''Senin dikkat çekmeyen bir tip olman gerekmiyor mu?'' diye sordu. Ayça hafifçe gülümsemekle yetindi, tüm meraklı bakışların arasından rahatça kafeye girdi ve sanki kendisi için ayırtılmış gibi boş duran tek masaya oturdu. Çalışanlarında bir gözü üzerlerinde olduğu için bir çay ve bir neskafe istemeleri hiçte uzun sürmemişti. Selim ayrıca gelen garsondan ateşte almış ve en sonunda hasretini çektiği sigarayı yakabilmişti.

  ''Başla bakalım.'' dedi Ayça.

  'Şimdi başlayayım da, nereden?' diye düşündü Selim, sonra henüz yeni söyledikleri içeceklerin gelmesiyle lafı bölünmesin diye biraz beklemeye karar verdi ve bakışlarını boğaza doğrulttu. Ayça sanki anlamış gibi üzerine gitmedi ve sakince bekledi. Garson bugünkü en hızlı servisini yapıp neskafeyi Ayça’nın, çayı da Selim’in önüne koyduğunda o hala düşüncelere dalmış boğaza bakıyordu.

  Çay kaşığının fincana çarparken çıkardığı ses kendine getirdi Selim’i. Düşüncelerden sıyrılıp döndü, Ayça sakince neskafesini karıştırıyordu. Kısa bir süre karşısındaki kıza baktı, sormayı düşündüğü ilk soru bir başkasıyla yer değiştirmişti.

  ''Sen'' dedi aniden. ''Kimsin, nesin?''
Kız sakinliğini bozmadı, neskafesini karıştırmayı bırakıp bir yudum aldı ve Selim’e bakıp konuşmaya başladı.

  ''Ne olduğumu tam olarak anlatabileceğim bir kelime yok. İster büyücü de, ister sihirbaz. Ya da herkesin beni tanıdığı şekliyle, Turkuaz diyebilirsin.''

  ''Turkuaz'' diye tekrar etti Selim. Kendisine saldıran pardesülü adam geldi birden gözünün önüne, kendisine ''Turkuaz nerede?'' diye sormuştu. 'Tahmin etmem gerekirdi' diye düşündü. ''Peki o yaptıkların neydi? O ışın mıdır büyü müdür elinden çıkan şeyler?''

  ''Bir çeşit büyü diye düşünebilirsin.''
  'Az daha açıklayıcı olsan.' Çayına iki şeker atıp karıştırırken ''Nasıl yani büyü?'' diye sorusunu açtı.

  ''Bak, bilimsel açıklamasını yapmak çok uzun sürer, sadece büyü yapabildiğimi düşünsen şimdilik daha rahat anlarsın her şeyi. Bu arada..'' diyerek lafını yarım bıraktı ve masanın üzerinden elini uzattı. ''Bileğini ver.'' Selim Ayça’ya bir bakış attı, kız gayet sakin bir şekilde elini uzatıyordu kendisine. Bir an tereddüt ettikten sonra yavaşça çayını bırakıp sağ bileğini Ayça’nın elinin üzerine koydu. Ayça bileği sıkıca kavradı ve gözlerini Selim’den ayırmayarak konuştu.

  ''Bugün gördüklerini ve sana anlatacaklarımı hiçbir şekilde hiç kimseye anlatmayacağına yemin etmen gerekiyor.'' dedi.
 
  'İyide bileğimi niye sıkıyorsun' diye düşündü Selim, soran gözlerle eline baktı Ayça’nın. ''Haydi'' dedi Ayça. ''Öğrenmek istiyorsan yemin etmek zorundasın. Ya da hafızanın silinmesini istemiyorsan.''

  'Oh, kızdan tehditi de yedik, tam oldu.' Masalarına kaçamak bakışlar attıklarını fark ettiği bir grup lise öğrencisine sert bir bakış attı ve hala bileğini tutan Ayça’ya dönerek ''Ne söylemem gerekiyor şimdi?'' diye sordu.

  ''Bugün gördüklerini ve duyduklarını bir sır olarak saklayacağına yemin et, lafı dolandırmadan.''

  ''Başka bir şansım yok sanırım?'' diyerek şansını denedi Selim.

  ''Hayır.'' Gene net ve kesin bir cevap. Bir of çekerek son kez etrafına baktı ve ne dediğine pekte dikkat etmeden yemin etti.

  ''Bugün gördüğüm, duyduğum, öğrendiğim hiçbir şeyi kimseye söylemeyeceğim. Görmedim, duymadım, bilmiyorum.'' dedi tek seferde. Ayça’nın eli biraz daha sıkıldı, bileği hafiften yanmaya başladı Selimin. Kafasını indirip baktı, kızın mavi bileziği parlıyordu. Bileği birkaç saniye daha yanmaya devam etti ama Selim istifini bozmamaya gayret ediyordu. Sonunda Ayça elini gevşetti ve bilezik parlamayı kesip eski haline döndü.

  ''Eğer bunlardan kimseye bahsedecek olursan, seni gördüğüm anda anlarım.'' dedi ve elini çekti. Selim bileğine baktı, neden yandığını anlaması uzun sürmedi. Siyah bir dövme gibi ince çizgiler sarmıştı bileğini. Elini kaldırıp dikkatlice baktı, ayaküstü dövme yaptırmış gibi hissediyordu. Dikkatli bir şekilde inceledi bileğini, 'Aslında iyi olmuş baya' diye düşündü. Kafasını kaldırıp Ayça’ya baktı.

  ''Geçecek mi bu?''

  ''Sana yeteri kadar güvendiğimde geçer.''

  'Yani buna alışsan iyi edersin olum Selim.' diye düşündü. ''Şimdi sorularıma devam edebilir miyim bari?'' Ayça kafasını evet anlamında salladı ve neskafesinden bir yudum daha aldı.

  ''O pardesülü adam kimdi?''

  ''Onu, 'Gölge' diye tanırlar. Gerçek adını bilmiyorum, ya da nereli olduğunu. Sadece istediği kişinin karşısına çıkar ve istediğini alıp gene kaybolur.''

  ''Seni neden istiyor peki?'' Selim bu adamı çok merak etmişti, baştan sona gizem dolu ve şimdi düşündüğünde epey karizmatik bir tarzı olduğunu söyleyebilirdi.

  ''O adam bir avcı. Bir çeşit koleksiyoncu gibi düşünebilirsin. İşine yarayacağını düşündüğü ya da istediği şeyleri topluyor. Bunu yaparken de istediği şeyin eski sahibine zor kullanmaktan çekinmez.''

  ''İstediğini eninde sonunda alır diyorsun yani?'' ‘Eski’ kelimesini kullanması dikkatini çekmişti.

  ''Genelde.'' diyerek kafasını çevirdi Ayça.

  'Senden istediği şeyi alamamış belli ki.' ''Peki senden almak istediği şey ne?''

  Ayça gözleri boğaza dönük şekilde sağ elini havaya kaldırdı. Mavi bileziğini gösterdiğini anlamıştı Selim ama güneş ışığının vurmasıyla bileziğin renginin biraz da yeşile çaldığını fark etmişti şimdi. Bilezik ışıkta turkuaz renginde görünüyordu. 'Şimdi anlaşıldı.' diye düşünerek kafasını salladı. Garson boş bardakları bir çırpıda masadan alıp uzaklaştığı sırada ikisi de konuşmadı. Yalnızca Selim sigarası için bir kez daha ateş istedi. Neden sonra, sessizliği bozanda gene o oldu.

  ''Bana bahsettiğin o dünya neyin nesi oluyor peki? Senin gibi güçleri olan insanların bulunduğu bir yer falan mı?''

  Ayça bir an sessiz kalarak düşündü, sonra gözlerini gene Selim’e dikerek konuşmaya başladı. 'Şöyle bakma be kızım, bakma şöyle' diye düşünerek çaktırmadan yutkundu Selim.

  ''Kız kulesinin hikayesini bilirsin herhalde?'' dedi Ayça.

  Selim düşündü, kız kulesiyle ilgili farklı hikayeler vardı. İçinde Yunan tanrılarının olduğu bir yasak aşk hikayesi, Battal Gazi ile ilgili bir şeyler ve bir kralın kızıyla ilgili olan bir hikaye. Açıkçası şu an bunlardan herhangi birinin doğruluğuna inanabilirdi. ''Birkaç farklı şey duydum'' diye cevap verdi.

  ''Bir kralın çok sevdiği kızının ölümüyle ilgili olanı biliyor musun?''
'Tabi ki biliyorum. Kralın çok sevdiği kızının 18 yaşında bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Kızını çok seven ve bu kehanetin doğru olmasından korkan kralda kızını yılanların ulaşamayacağını düşündüğü kız kulesine gönderir. Ama kıza yemesi için gönderilen bir sepet dolusu üzümün içine saklanan bir yılan gene de kıza ulaşır ve onu sokarak öldürür. Bu hikayeyi bilmeyip de kendisine İstanbullu diyen var mıdır ki?' diye hikayeyi tekrar hatırlayarak kafasını salladı.

  ''Bu hikayeye inanıyor musun?''

  'İnanmak mı? Bu bir hikaye, inanıp inanmamam neyi değiştirir ki?' ''Hiç düşünmedim.'' dedi dürüst olarak.

  ''Peki..'' diyerek geriye yaslandı ve ellerini kavuşturdu Ayça. ''Kehanetlere inanır mısın?''

  ''Kehanet mi? Kralın kızının bir yılan tarafından öldürüleceği gibi mi?'' Kız evet anlamında başını salladı. ''Bilmiyorum.'' dedi Selim. ''Düşünmemiştim. İnanmalı mıyım?''

  Ayça gülümsedi. ''Bak, insanlar bilmek istemedikleri şeyler hakkında düşünmüyorlar. Bu, benim gibilerin çoğu kişi tarafından bilinmemesini açıklar. Ve kehanetler gerçektir. Kahinlerde öyle, inanmak istemediğin diğer bir çok şey gibi.'' Selim’in hoşuna gitmişti bu konuşma, inanmak istemediği sanılmasına rağmen o her zaman böyle şeylerin gerçek olmasını hayal ederdi.  'Hayatı güzel kılan şey sıradanlığı kıran hareketlerdir.' Onun felsefesi buydu, bir çok insan tarafından ilginç karşılanacak hareketleri kimseyi takmadan yapabilmesini de bu düşüncesine borçluydu. Zevkle geriye yaslandı ve sevdiği bir masalı dinleyen bir çocuk gibi hissederek ''Mesela?'' diye sordu.

  ''Kahinler, benim gibi büyü yapabilen insanlar, hayalciler yani anlayacağın şekilde ilizyonistler diyebiliriz. Dünya bunun gibi insanlarla dolu, İstanbul da öyle. Sana bahsettiğim dünya bu işte, sokakta yürürken saç şeklinden dolayı yadırgayarak baktığın bir adamın geceleri yaptığı şeyler gibi. Ayrıca kimseye anlatmamaya yemin ettiğin şeylerde bunlar.'' diyerek manalı bir şekilde Selim’in bileğine baktı.

  'Mesajı aldım tamam' diye düşündü Selim. Daha çok konuşulan konuya odaklanmıştı ve zaten bunları birine anlatacak olsa doğrudan deli damgası yerdi. ''İlizyonistler derken?'' Ayça iç çekti.

  ''Bunları sana anlatabilecek başka birini tanıyorum.'' dedi Ayça. ''Seni onunla tanıştırırım, bir şeyler öğretmeyi de seven bir insandır. Bolca laf yaparsınız.''

  'Fazla mı heyecanlı davrandım acaba' diye düşündü Selim, sonra 'Ulan bana dünyanın acayip acayip insanlarla dolu olduğunu söylüyor, heyecanlanıcam tabi.' diye kendisini haklı çıkardı düşüncelerinde. ''Peki, merak ettiğim bir şey daha var.''

  Devam et dercesine başını salladı kız.

  ''Neden kimsenin olmadığı o ağaçlıkta değil de herkesin bizi duyma ihtimalinin olduğu bu kalabalık kafede anlatıyorsun tüm bunları?''
Ayça kafasını hafif yana eğdi, 'Bunu zaten anlamış olman gerekirdi' demiş kadar olmuştu.

  ''O adam ara sokakta neden birden kayboldu sanıyorsun?'' diye sordu Selim’e.

  ''Ütüyü fişe takılı falan mı unutmuş?''

  Ayça ifadesini hiç bozmadan devam etti. ''Arkadan gelen insanlar vardı. ‘Gölge’ hiçbir zaman insanların karşısına çıkmaz. Çıkarsa da o insanın gördüğü son kişi olur. Yani buraya gelme ihtimali yok.''

  ''Orda dur bir dakka. Benim karşıma neden çıktı o zaman?''

  Ayça bakışlarını kaçırdı. ''Beni takip ediyordu, seninde orada olmaman gerekirdi.''

  'Bu işte bir eksik var' diye düşündü Selim. ''O zaman neden benim önüme atladın?'' Ayça kafasını çevirdi, aynı bakışla gözlerini Selim’e kilitledi. 'Yahu bakma şöyle artık!' diye içinden isyan etti Selim ama bozuntuya vermedi gene.

  ''Gölge birisini takip ederken bunu kolay kolay hissettirmez. Ama bugün takip edildiğimi başından beri hissetmiştim. O ara sokakta kaybolmamla Gölge ortaya çıktı, ama ben onu değil seni fark ettiğim için saklanmıştım.'' Selim’in kafası karışmıştı, kaşlarını kaldırıp 'ee?' der gibi bir bakış attı. ''Farkında değilsin ama o adamın beni pusuya düşürmesini sen engelledin.'' dedi Ayça. ''Kendimi sana karşı borçlu hissetmeseydim şimdiye kadar çoktan olanları unutmuş evine gidiyor olurdun. Ama sana karşı zor kullanamazdım, çünkü buna hakkım yoktu.''

  'Oha' dedi Selim içinden. 'Karşıma ağzı yüzü yara içinde olan dev gibi bir adam çıkıp bana kılıç çekiyor, takip ettiğim kız birden önüme atlayıp hayatımı kurtarıyor ve bana hayal bile edemeyeceğim şeyler anlatıyor, şimdi ben bu kızın hayatını kurtarmış oluyorum.' 'E oha!'

  Ayça’nın oturduğu yerden kalkmasıyla Selim düşüncelerinden sıyrıldı.

  ''Artık kalkmam lazım. Evine git, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam et. Ben sana ulaşırım.'' dedi Ayça ve kafedeki neredeyse bütün erkeklerin bakışları arasından hızlı ve rahat bir şekilde yürüyerek çıktı.

  Selim hala olduğu yerde oturuyordu, kafası fazla mesai yapıyordu bugün. Ne kadar olduğunu bilmediği bir süre daha oturdu kafede. Dördüncü çayı ve altıncı sigarasından sonra kafasının yeterince topladığını düşünerek kalkmayı başardı. Hesabı ödeyip kafeden çıktığında arkadaşlarına verdiği söz aklına geldi, 'Şimdi git birde karambol ye bizimkilerden' diye düşünüp içinden küfretti. Yedinci sigarası için aradığı ateşi durağın yanındaki büfeden aldı ve kalkmak üzere olan tıkış tıkış otobüse arka kapıdan bindi.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #11 : 14 Haziran 2010, 12:51:26 »
 2 ve devamını hiç beğenmedim açık olacağım. Çok klasik bir fantastik hikaye olmuş. Yani tahmin ettim okurken. Bence olmamış en iyisi ilk bölümdü.
Gri

Çevrimdışı Jean Valjean

  • **
  • 281
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #12 : 14 Haziran 2010, 16:55:56 »
Ufak ayrıntılar bence klasikliği gideriyor ve daha önce de söylediğim gibi gayet güzel gidiyor.

  Devamını uzunca getirmeyi düşünüyorum.

Ama doğrusunu söylemek gerekirse merak ediyorum devamını.
He Who Dwells Beneath The Waves

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #13 : 14 Haziran 2010, 17:10:47 »
Yorum ve eleştri için teşekkür ederim öncelikle sizlere.

2 ve devamını hiç beğenmedim açık olacağım. Çok klasik bir fantastik hikaye olmuş. Yani tahmin ettim okurken. Bence olmamış en iyisi ilk bölümdü.
Hikayeyi uzun soluklu olarak düşünürsek, her bölümde bir süpriz veya merak konusu olması bayağı zor gibi geliyor bana. Bunu yapabilmenin zorluğunu geçtim, yapılabilinse bile diğer bölümlerde mutlaka açıklamaya ihtiyaç duyulur. Bunun dengesini parça parça yazılan bir hikayede sağlayabileceğimi zannetmiyorum. Biraz karışık oldu o yüzden toparlayayım demek istediğimi; her bölümde ilkinde olduğu gibi bir bilinmezlik ve devam gerekliliği getirirsem bir yerden sonra işin içinden çıkamam. Bu yüzden bazı bölümlerin diğerlerinden daha sakin veya nispeten daha sıkıcı olmasını normal buluyorum.  :)
Klasik bir fantastik hikaye derken, daha işin fantastik kısmıyla ilgili neredeyse hiçbirşey bilmediğinizi söyleyeyim bu arada. Sanırım 4. bölümde fantastiklikle nasıl bir ilgisi olduğunu anlayacaksınız olayların. Büyü bu işin çok ufak bir parçası.  :)

Ufak ayrıntılar bence klasikliği gideriyor ve daha önce de söylediğim gibi gayet güzel gidiyor.

Ama doğrusunu söylemek gerekirse merak ediyorum devamını.

Ayrıntılara özellikle dikkat etmeye çalışıyorum. Karakterlerin tanınmasını istiyorum en başta ki, ileride oluşacak olaylardaki tavırları belli olsun, kopukluk olmasın.

Teşekkür ederim tekrar ikinize de.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Turkuaz
« Yanıtla #14 : 14 Haziran 2010, 17:12:53 »
Açıklayıcı bir bölüm olmuş.Aklımdaki "Bu kız kimdir, hangi gezegendendir?" tarzı soruların çoğu da yanıtlanmış oldu.Kız Kulesi ve bu kız arasında bir ilişki var.Teorimi söylemeyeceğim. Süprizse bozmak istemem.Ellerine sağlık.Devamını bekliyorum :)
Spoiler: Göster