Kayıt Ol

Bakış Açısı

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Bakış Açısı
« : 26 Temmuz 2010, 03:19:52 »
  ''Ellerini kaldır dedim Smith! Seni vurmak istemediğimi biliyorsun dostum.''

  Tek eliyle, kırmızıya boyanmış penyesinin sol omzunu tutan iri cüsseli adam yavaşça kendisine silah doğrultmuş kişiye doğru döndü. Üstü başı kir ve toz içindeydi, üzerindeki kıyafet yer yer yırtılmıştı ve omzundaki kurşunun açtığı yaradan akan kanla sırılsıklam olmuştu. Sol gözü, hemen altındaki sıyrıktan kan akıtacak şiddette seyirdi ve Smith gülümsedi.

  ''Yüzüne silah doğrulttuğun bir adama dostum demen çok yanlış. Bilirsin, dostlar genelde arkadan vurmayı tercih ederler.''

  ''Bunu yapmak zorunda olmadığını biliyorsun. Bırak şu aleti elinden.'' Adamın gözü sürekli Smith’in elindeki ufak tetikleme cihazına kayıyordu. ''Orada sevdiğin insanlar da var aptal herif! Milyonlarca sivili öldürerek ne elde edeceğini zannediyorsun!?''

  Adamın sol gözü bir kez daha seyirdi ve gülümsemesi büyüdü. Aldığı derin nefesler bütün vücudunu sarsıyor ve her sallanışında omzundan daha fazla kan geliyordu ama bu onun umrunda değil gibiydi. Patlamış dudağından ağzına akan kanı tükürdü ve umursamaz bir şekilde bağırarak cevapladı adamı;

  ''İnsanlar iyiyle kötünün farkını bilmez Jack. Şüpheye düştüklerinde birisinin onlar adına karar vermesini isterler. Doğrunun ne olduğunu sorarlar. Yanlış olduğunu düşündükleri şeyler için günah çıkartırlar değil mi? Peki doğru olduğunu düşündükleri fakat aslında yanlış olan davranışları için ne bok yiyorlar söyle bana!''

  Birden bağırmasıyla göz bebekleri büyüyen ve gülüşü bir anda yerini korkutucu bir öfkeye bırakan adam birkaç nefes alış süresi konuşmadı.

  ''Sakin ol. Yanlış bir şey yapmak istemezsin.''

  Adam bir an karşısındaki perişan olmuş FBI ajanına baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı.

  ''Asıl doğru olan şeyi yapmak istemiyorum!''

  Ve elindeki ateşleyicinin düğmesine hiç düşünmeden bastı.

-----
Uzun zaman önce...

  Beyaz renkli eski model minibüs toprak yolda takırdayarak ilerliyor, arkasından yerden kaldırdığı büyük bir toz bulutu da onu takip ediyordu. Sıcak havada arabanın hararet yapmaması için fazla hızlanmayan sakallı, esmer sürücü yanındaki pet şişeyi kafasına dikerek ılımış sudan bir miktar daha içti. Karşısında uzanan bomboş çöl arazisine tekrar kafasını çevirdiğinde sonunda varmaları gereken yere geldiklerini belli eden siyah bir cip gördü. Kalbi bir anda hızlanan adam heyecandan elindeki su şişesini düşürdü ve pantolonu bir anda sırılsıklam oldu.

  ''Sakin ol. Yalnızca yapman gerekeni yap, uzun sürmeyecek.''

  Minibüsün arkasından motorun sesini bastırmak için bağırarak söylenmiş bu sözler sürücünün heyecanını dindirmede pek etkili olmadı, hatta adamın kalbi daha da hızlı çarpmaya başlamıştı.

  ''Lütfen bana bir şey olmasına izin verme.'' dedi görünürde hiçbir şeyin olmadığı arka tarafa doğru dönerek. Fakat bir daha cevap alamadı. Kısa bir süre sonra ellerinde AK47 model otomatik tüfeklerle kendisini bekleyen iki militanın yanına vardı ve aracı durdurdu. Yüzlerini siyah bezlerle örtmüş olan adamlar oldukça tehditkâr görünüyorlardı. Minibüsün durmasıyla aracın yanına geldiler ve sürücü kapısını açtı içlerinden biri. Adam aracın arka kasasına üstün körü bir bakış attı ve sürücüye döndü.

  ''Her şey hazır mı?''  

  Sürücü kafasını yukarı aşağı salladı çaktırmadan yutkunurken. Militan bunun üzerine adamın kolundan sertçe tuttu ve minibüsten indirdi; zavallı adam korkudan ne yapacağını bilmez bir halde tökezleyerek bastı çöl zeminine. Militan bunun üzerine minibüse bindi ve ileride duran diğer adama ''Her şey tamam!'' diye bağırdı. Diğer militan kafasını tamam anlamında salladı ve ne yapacağını bilmez bir şekilde bekleyen sürücüye silahını doğrultarak hiç tereddüt etmeden tetiğe bastı.

  Araç tekrar hareket etmeye başlarken arkadaki kolilerin arasında saklı duran Smith ''Üzgünüm.'' diye fısıldadı.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bakış Açısı
« Yanıtla #1 : 26 Temmuz 2010, 03:30:39 »
Bu başlangıç mı, yoksa tek bir yazı mı?

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bakış Açısı
« Yanıtla #2 : 26 Temmuz 2010, 03:33:14 »
Bu başlangıç mı, yoksa tek bir yazı mı?

İyi ile kötü arasında karasız kalmış bir adamın hikayesinin yalnızca başlangıcı. Sonu baştan belli, kendimi zorluyorum. -.-

Ayrıca Kurgu İskelesinde olmasının geçerli bir sebebi var.  :P
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Nihbrin

  • ****
  • 1243
  • Rom: 43
  • [Infornography]
    • Profili Görüntüle
    • nihbr.in
Ynt: Bakış Açısı
« Yanıtla #3 : 26 Temmuz 2010, 07:48:21 »
Tek düşündüğüm şey Smith'in aslında o kadar da üzgün olmadığı.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Bakış Açısı - 1
« Yanıtla #4 : 26 Temmuz 2010, 22:48:06 »
  Sallantılı ve boğucu yolculuğu motorun susmasıyla biten Smith derin bir oh çekti. Kapalı alanlarda kalmaktan yana bir sıkıntısı yoktu fakat en ufak bir çıkıntıda dahi şiddetle sallanan bu minibüsün arkasında yol boyunca ses çıkarmadan durmaya çalışmak, bugüne kadar yaptığı en ağır idmanlara taş çıkartacak kadar zor olmuştu. Aracın ön kapısının hızlıca kapandığını duydu, birkaç saniye sonra bagaj kapıları açıldı ve bulunduğu yere belli belirsiz bir ışık huzmesi vurdu. Arabayı süren militanın sesini tanıdı bir an sonra.

  ''Şunların hepsini indirip arkaya yığın. İki saat içinde buradan gitmiş olacaklar.''

  Smith kendi kendine gülümsedi ve 'İki saat süre, neden asla zorlamazlar sanki?' diye düşündü. Önündeki kolilerden iki tanesinin dört kol tarafından kavrandığını görünce omuz silkti ve bağırarak konuştu: ''Umarım sizin birkaç numaranız vardır.''

  Minibüsün açılmış olan bagaj kapısının ardından, bagajı açan adamlardan biri elinde koca bir koliyle birlikte duvara doğru uçtu. Sert bir şekilde duvara çarptı ve elindeki kolinin üzerine kaburgaları kırılmış bir şekilde yığıldı. Diğer adam daha ne olduğunu anlayamadan kafasına aldığı darbe ile bilincini yitirip yere düşünce bulundukları depodaki diğer altı militan şaşkın bir şekilde silahlarını minibüse doğrulttular. İçlerinden birisi ''Yukarı haber verin hemen!'' diye bağırdı, fakat bağırdığı anda yanındaki koşmaya niyetlenen iki adam ile birlikte minibüsün arka panelinden gelen mermilerin hedefi oldu. Minibüsün diğer tarafında kalan üç militanın da bağırarak minibüsü yaylım ateşine tutmasıyla depo bir anda karışmıştı.

  Adamlar şarjörleri bitene kadar parmaklarını silahlarının tetiğinden çekmediler; hepsinin mermisi bittiğindeyse minibüs delik deşik olmuş durumdaydı artık. Kısa bir süre sessizlik oldu, bir anlık korkuyla ateş açan militanlardan biri dönüp hala ürkek bir biçimde ''Peki ya mallar?'' diye sordu. Diğeri ise az önce ne olduğunu kavramaya çalışır bir biçimde etrafına bakıyordu.

  ''Endişelenmeniz gereken şey mallara ne olduğu değil.''

  Smith, üzerinden dumanlar tüten minibüsten yeleğini silerek indi. Karşılarında bir anda dev cüssesi ve elinde otomatik tüfeğiyle az önce delik deşik ettikleri minibüsten inen bu askeri görünce militanlar bir an ne yapacaklarını bilemediler. İçlerinden biri titreyen bir sesle ''Nasıl?'' diye sordu, diğeri ise ateş etmek için silahının boşalmış şarjörünü zorluyordu hala. Dev cüsseli asker kafasını hafifçe eğip gaddarca gülümsedi.

  ''Hayat garip değil mi?''

-----

  ''Jean, şu an merdivenlerden bulunduğum binanın ilk katına çıkıyorum. İleride benim için eğlenceli bir şeyler olacağını söyle lütfen.''
  
  ''Çıkacağın koridorun başında bir güvenlik görevlisi var. Kapıya vardığında haber ver, destek çağırmamaları için ona görünmeden geçmen gerek.'' dedi Smith’in kablosuz kulaklığından gelen kadın sesi.

  ''Eğlenceden kastım bu değildi.'' diye cevap verdi Smith alaycı bir biçimde. Bu arada merdivenlerin yukarısındaki beyaz kapıyı da görmüştü.

  ''Ciddi ol 19. Zamanın kısıtlı.''

  Adam kapıyı yavaşça açıp ilerideki uzun koridora baktı. Güvenlik görevlisi koridorun en başında bir sandalyede uyuklamakla meşguldü.

  ''7. kata çıkmak için asansörü kullan. Oradan merdivenlere geçeceksin ve 8. katın başında özel güvenliği geçmen gerekecek.''

  Smith silahını omzuna asılı olan askısında sallanmaya bırakıp yavaşça asansöre ilerledi. ''Depodakiler gibi değillerdir umarım.'' Asansör’ün bir ‘bink’ sesiyle gelmesine kadar geçen sürede hiçbir ses oluşmamasını da, söylediği şeyin Jean’i kızdırdığı olarak yorumlayıp gülümsedi. Boş asansöre binip yedinci kata vardığında Jean tekrar konuştu:
 
  ''Sekizinci kattan yukarı çıktığında geldiğini biliyor olacaklar. Dikkatli ol ve hedefe kaçması için gerekli süreyi vermemeye dikkat et.''

  ''Bu işi neden ordunun halletmediğini söylemişler miydi bize?'' diye sordu Smith merdivenleri üçer üçer çıkarken, fakat Jean cevap vermedi. Sekizinci katın başına geldiğinde takım elbiseli bir güvenlik görevlisi durmasını işaret etti. Smith gülümsedi, karşısındaki adam bir an ona bakakaldı ve sonunda kafasını çevirip az ilerideki güvenlik odasına doğru bağırmayı akıl ettiğinde çoktan sesini kesecek olan şiddetli bir yumruğu midesine yemişti bile. Odadan, ellerinde hafif makineli silahlarla bir anda 3 görevli daha çıktı ve silahlarını yukarı doğru tuttuğu yumruğunun üzerinde baygın bir adam olan Smith’e doğrulttular.

  ''Dur ve indir onu!'' diye bağırdı bir tanesi üzerindeki şaşkınlığı atınca. Smith, elinin üzerindeki bedenin bütün karın boşluğunu kaplayan dev yumruğunu açtı ve adamı düşmeye bıraktı. Kendinden geçmiş adamın bedeni yere düşerken sağ elinin yanında sallanan makineli tüfeğine hızlıca uzandı ve üzerine kendisinden hemen önce ateş açmaya başlayan adamları teker kurşunla vurdu. Adamlar hareketsiz biçimde yere düştüklerinde silahını gene sallanmaya bıraktı ve sağ kolunun yüzeyinde saplı kalmış bir kurşunu iki parmağıyla tutarak çıkartıp cesetlerin üzerinden atlayarak ilerlemeye devam etti.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Bakış Açısı - 2
« Yanıtla #5 : 27 Temmuz 2010, 22:01:58 »
  Dışarıya bakan kısmı tamamen cam ile kaplı büyük kare ofisin kapısı ikiye bölünerek içeriye doğru açıldı. Smith’in asker botları parçalanan ahşabın arasında bir an görüldüğünde, silahlarını kapıya doğrultmuş bekleyen dört kişi hep birlikte ona doğru ateş açtılar. Mermilerin ve yeni parçalanmış kapı parçalarının havada uçuştuğu birkaç saniye göz gözü görmedi. Ofisin ortasındaki ağır ahşap masanın arkasında oturmuş kulaklarını tıkayan adam ''Yeter!'' diye bağırana kadar da ateş devam etti. Odadaki yan yatırılmış masa ve kanepe gibi eşyaların arkasına konuşlanmış birkaç asker, adamın emriyle ateşi kestiklerinde ortalık toz ile kaplanmıştı. Kapının arkası hiçbir şekilde görünmüyordu.

  Smith, kapının hemen yanında duvara yaslanmış, ateşin durmasını bekliyordu. ''Amatörler.'' dedi belindeki flaş bombalarından birinin pimini çekerken. Ateş kesilene kadar ayaklarını yere vurarak bekledi ve elindeki bombayı toz bulutundan içeriye yuvarladı.  Bombanın patladığını belirten o yankılı 'pat!' sesi geldiği anda da ayağa kalkarak odadan içeriye sıçradı. Kanepenin arkasında, gözlerini tutmuş eğilmeye çalışan bir adamı tam alnından iki mermi ile vurdu. Öbür yanındaki masanın arkasında biri göz ucuyla görüp silahını o yönde ateşledi hemen ardından. Bu sırada ileriye doğru kısa bir koşu yaptı ve aradığı adamın hemen arkasında saklandığı ahşap masaya yaslanarak, köşedeki dolabın alt kısmına tüfeğine takılı ufak bombalardan birini yolladı. Ağır dolabın alt kısmı parçalanarak önündeki adamın üzerine devrildiğinde, kalan son adam da boynundan iki kurşunla çoktan vurulmuştu.

  Smith, özel yapım makineli tüfeğini bırakarak belinin arkasından Desert Eagle'ını çekti. Sakince ayağa kalktı, masanın çevresinden dolanırken ''Kalk ayağa'' diye bağırdı. Ahşap masanın arkasından bir adam elleri havada yavaşça kalktı. Oldukça şık bir takım elbiseye sahip, uzun boylu, beyaz saçlı ve yaşlıca bir adamdı bu. Yüzünde biraz bilmişlik ve nasıl oluyorsa kendine güven var gibiydi.

  ''Jean, hedef elimde. Helikopter nerede kaldı?''

  ''Demek hakkında çok şey duyduğum 19 sensin.'' dedi yaşlı adam rahat bir ifadeyle.

  ''2 dakika.''

  ''Abarttıklarını düşünmüştüm ama sanırım dedikleri kadar varmış.'' dedi bu kez, Smith’in tabancayı tuttuğu çıplak kolundaki dövmeye bakarak. Gülümsedi ardından: ''Hep merak etmişimdir; sana bunu yapmalarını sen mi istedin yoksa zorla yapıp kabul mü ettirdiler?''

  Smith rahatsız olduğunu hissetti. Refleks olarak olması gerekenden çok daha farklı bir renk olan kırmızıya bürünmüş koluna baktı ama sonra kafasını kaldırıp silahını daha da sıkı kavradı.

  ''Her zaman kendine güvenen tavırlardan nefret ettiğimi de anlattılar mı sana?''

  ''Hakkında sandığından daha fazlasını biliyorum. Ama duyduklarım bazı yerlerde kendi içinde çelişiyor diyebilirim. Senin gibi dik başlı bir adamın nasıl böyle tek başına çalıştırıldığı gibi örneğin.'' Adamın yüzündeki gülümseme gittikçe büyürken Smith’in sinirleri de aynı oranda kasılıyordu. ''Ya da ne bileyim. Bu denli büyük bir gücü nasıl başına buyruk bir askere verdiklerini merak ediyorum mesela. Hele ki arkadaşının intikamı için bütün emirleri hiçe sayıp koca bir karargâha tek başına girecek kadar deli bir askere.'' Sinirleri gerilmişti ve bundan nefret ederdi. ''Sanırım onun yanına gitmek istiyordun. Eminim oradaki herkesle birlikte havaya uçmak isterdin, öyle değil mi?''

  Smith silahını kılıfına geri koydu ve adamın yanına iki büyük adımda vardı. Devasa eliyle adamın tüm boynunu kavrayarak vücudunu geniş cama doğru savurdu. Cam üzerine hızla çarpan bedenin etkisi ile çatladı, adamdan hafif bir soluk sesi çıktı darbeyle birlikte, fakat nasılsa hala gülümsüyordu. Smith'in eli daha da sıkıldı, adamın boynu neredeyse ortadan bölünecek gibiydi.

  ''Smith! Bırak onu. Ona canlı ihtiyacımız var Smith! Yere indir o adamı!'' Jean'in kulaklıktaki sesi telaşlıydı. ''Umurumda değil.'' dedi Smith elini biraz daha sıkarken.
  
  Adamın hafifçe solmaya başlayan gülümsemesinin vemoraran yüzünün ardından birden bir karaltı yükseldi ve büyük bir savaş helikopteri camekana doğru havada durdu. Smith bu manzarayla birlikte bir anda elinin gevşediğini hissetti, başının arka kısmına şiddetli bir sancı saplandı. Kolundaki dövmenin rengi kırmızıdan maviye dönmeye başlarken kolundaki tüm güç bir anda çekildi. Gücünü birkaç saniyede yitirmiş kolu titremeye başladığında adamın boynunu bıraktı ve bir adım geriye çekilerek yan dönmüş helikopterden ofise dalan askerleri gördü.

  Yanında elleri ve gözleri bağlı şekilde duran yaşlı adamla birlikte helikopterle karargâha dönerlerken, Smith bazı şeyleri daha iyi anlıyordu.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bakış Açısı
« Yanıtla #6 : 28 Temmuz 2010, 15:27:34 »
İş yerindeyim bu yüzden sadece ilk bölümü okuyabildim. Merak uyandırıcı bir anlatımın var ve tasvirleri yerinde kullanmıştın. Paragrafları biraz sık tutup okunabilirliği de kolaylaştırmışsın. Tek gözüme çarpan. Şu cümleler oldu :

''Kırık dişleri ve patlamış dudağından dolayı ilginç bir lehçeye dönmüş İngilizcesiyle cevap verdi.''

'’Her şey tamam mı?’’ diye sordu Arapça


Neden bilmiyorum ama zaten yabancı isimli kişilerin ingilizce konuştuklarını anlatıcıdan duymak insanı şaşırtıyor hele ki tüm yazı türkçe yazılmışken bi uzaklık hissi oluşturuyor. Benden kaynaklanıyor olabilir ama dillerin ne olduğunu yazmasan daha hoş olabilirdi. Adamı tanıtırken ya da mekanı Arabistan ya da Amerika laflarını kullansan daha hoş olabilirdi sanki. Küçük ayrıntı ama söyleyim istedim niyeyse :)

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bakış Açısı
« Yanıtla #7 : 28 Temmuz 2010, 16:12:33 »
İş yerindeyim bu yüzden sadece ilk bölümü okuyabildim. Merak uyandırıcı bir anlatımın var ve tasvirleri yerinde kullanmıştın. Paragrafları biraz sık tutup okunabilirliği de kolaylaştırmışsın. Tek gözüme çarpan. Şu cümleler oldu :

''Kırık dişleri ve patlamış dudağından dolayı ilginç bir lehçeye dönmüş İngilizcesiyle cevap verdi.''

'’Her şey tamam mı?’’ diye sordu Arapça


Neden bilmiyorum ama zaten yabancı isimli kişilerin ingilizce konuştuklarını anlatıcıdan duymak insanı şaşırtıyor hele ki tüm yazı türkçe yazılmışken bi uzaklık hissi oluşturuyor. Benden kaynaklanıyor olabilir ama dillerin ne olduğunu yazmasan daha hoş olabilirdi. Adamı tanıtırken ya da mekanı Arabistan ya da Amerika laflarını kullansan daha hoş olabilirdi sanki. Küçük ayrıntı ama söyleyim istedim niyeyse :)

Birinci cümlede adamın konuşmasındaki farklılığı vermeye çalışmıştım, ikinci cümlede de olayın gerçekleştiği yer hakkında bir ipucu olması için yazdığımı hatırlıyorum. Benim pek gözüme çarpmamıştı fakat ayrıntılara takılan bir insan olarak bunları görmem iyi oldu. Teşekkür ediyorum, bundan sonrasında bu konuda biraz daha dikkat etmeye çalışırım. :)

Bu arada sanıyorum ki bu yazıyı yazma amacım yalnızca kendimi denemek. Hevesim kaçmadığı sürece her gün bir bölüm koyma olasılığım var, geldikçe yazma modundayım bu ara. ^^
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Bakış Açısı - 3
« Yanıtla #8 : 29 Temmuz 2010, 06:49:50 »
  Beyaz renkli uzun koridorun sonundaki çelik kapı, parmak izinin pozitif sonucuyla birlikte bir ‘bip’ sesi çıkararak iki yana açıldı. General Haywood iki bilim adamı ve iki askerle birlikte çalışanların 'Mavi Bölge' adını verdikleri yer altı laboratuarına girdi. Büyük bir gölün altından geçen kalın cam panellerden oluşmuş tüneli sessizce geçtiler. Tünelin en sonunda koridorun başındakinin aynısı bir başka kapıdan geçtiler ve oval beyaz duvarlara sahip oldukça geniş bir alana girdiler. Bilim adamlarından birinin rehberliğinde, binlerce çalışanın bulunduğu alanın üzerinde bulunan asma bir köprüden geçerek 'Sunum Odası' isimli bir başka odaya girdiler. General ve askerler küçük salondaki koltuklara oturdu ve bilim adamı, Haywood’un görmek için geldiği projeyi anlatmaya başladı.

  ''Bildiğiniz gibi 'Solid' projesi biyolojik-askeri bir proje olarak, faaliyetlerine 9 yıl önce başlamıştır. Bugüne kadar sınır olarak belirtilen 20 denek asker üzerinde çalışıldı. Amerikan Hükümetinin vermiş olduğu gizli tam destek fonu ile kurulan bu laboratuarda gerçekleştirilen sayısız deneyler sonucunda gururla söyleyebiliriz ki 16. denekten itibaren istenilen sonuçları gözlemlemeye başladık.''

  ''Özet geçin bay Reese. Vaktim kısıtlı. Sonuçları görmek istiyorum.'' Bilim adamı sözünün kesilmesinden pek hoşlanmamış olacaktı ki yüzü asıldı, fakat karşısındaki generalin rütbesi ve kendi konumu gereği bozuntuya vermedi. Ufak bir öksürükten sonra ''Elbette.'' dedi ve yanındaki diğer beyaz önlüklü görevlilere başıyla bir işaret yaptı. Adamın konuştuğu yerin arkasındaki duvar yavaşça yükseldi ve cam bir koruma arkasında beyaz bir test odası görüldü. Odanın ortasındaki sandalyede üst kısmı çıplak olan oldukça cüsseli bir asker oturuyordu. Adamın kafasına ve vücudunun çeşitli yerlerine elektrotlar yapıştırılmıştı ve çevresinde beyaz önlüklü beş görevli çeşitli ekranlara bakıp ellerindeki kağıtları işaretliyordu. Reese cama yapışık küçük bir panele basıp ''Başlayın.'' dedi ve geri çekilerek anlattığı şeye devam etmek üzere generale döndü.

  ''Solid projesine bağlı olarak askerlerimize yapılan eklemeler savaş alanında onlara hayatta kalmalarına yardım edecek çeşitli özellikler sağlıyor. Örnek vermek gerekirse, askerlerin ön kol kemiklerine yerleştirilen mikrobiyolojik bir çip ve yapay olarak geliştirilen bir hormon salgı sistemi sayesinde tehlike anında beyin uyarılıyor ve kolda çeşitli değişiklikler meydana geliyor.'' Reese bu sözünden sonra susup cam duvara doğru döndü. Camın ardındaki odaya şimdi üniformalı bir asker girmişti. Reese'in paneldeki tuşlardan birine basmasıyla elindeki tüfeği ortada oturan adama doğrultup beklemeye başladı. ''Kollara dikkat edin.'' dedi Reese.

  General ayağa kalkarak cama yaklaştı. Ortadaki sandalyede oturan adamın kollarında siyah bir dövme bulunuyordu ve bu dövme yavaştan parlamaya başlamıştı. Adamın kolu hafifçe titredi, hacmi büyüdü ve damarları bir an görünüp yok oldu. Birkaç saniye içinde titreme durdu, artık ortadaki askerin kolu normal ten renginden çok daha koyu bir renkteydi ve üzerindeki dövmenin rengi kırmızıya dönmüştü. General dikkatle denek olan askere bakarken Reese bu şovun adamı etkileyeceğinden emin bir şekilde anlatmaya devam etti.

  ''Tehlikeyi hissettiğinde beyinden gelen sinirler öncelikle koluna yerleştirdiğimizin yapay hormonal sistemi uyarıyor. Bu sistemin çok kısa bir süre içinde salgıladığı hormon sayesinde kol kasları geriliyor, hücreler sıklaşarak gerginleşiyor ve kalınlaşıyor. Deri geriliyor, koldaki bu gerginlikten doğan açıklıkları da ön kol kemiğine takmış olduğumuz kapsüllerdeki milyonlarca mikrokapsül dolduruyor. Bu sayede kol normalden daha kızıl bir renk alıyor ve dövmenin altındaki boşluk ortama salınan mikro kapsüllerin rengi olan kırmızı hale geliyor. Şu durumdayken denek 18in koluna elektrikli testere ile dahi zarar verilmesi mümkün değil.''

  ''Gösterin.'' dedi general duygusuz bir sesle. Reese bir an şaşırdı bunun üzerine, fakat generalin kendisine yönelttiği sert bakışları gördüğünde başka bir çaresinin olmadığını anlamıştı. Halinden memnun olmayan bir şekilde içerideki askere kafasını salladı. Silahını doğrultmuş olan asker aynı şekilde bilim adamına karşılık verdi ve odadaki herkes geri çekildikten sonra silahını deneğin koluna doğrulttu. Ateşe başlayınca silahın sesi odada yankılandı, saniyeler boyunca basılı tuttuğu tetikten parmağını çektiğinde denek 18 hala sapasağlamdı; tamamiyle ifadesiz bir yüzle cam duvara bakıyordu ve kolunda hiçbir hasar meydana gelmemişti.

  ''Diğer özellikleri neler?'' diye sordu duygusuz bir sesle general. Reese elindeki kağıdı katladı, ''Bacaklara yapılan eklemeyle %74 daha hızlı hareket, kas sistemindeki geliştirmeyle %135 daha yüksek güç ve %68 daha yüksek çeviklik, yapay salgı sistemleri sayesinde neredeyse tamamen kurşun geçirmez bir deri.''

  ''Peki bu denekleri nasıl kontrol altında tutuyorsunuz?'' Camekanın önündeki duvar geri kapanırken general tekrar bilim adamına döndü. ''Sadakatin bu denli yüksek bir gücü kontrol altında tutmak için yeterli olmadığını düşündüğünüzü umuyorum.''

  ''Askerlerin hormonal sistemleri merkezi bir sistem tarafından kontrol altında tutuluyor. Herhangi aksi bir durumda buradan tüm vücudu kontrol etme yeteneğine sahibiz. Ayrıca denekler özel olarak seçilip çeşitli psikolojik testlerden geçirildiği için bu tarz durumlarla karşılaşmamayı umuyoruz.''

  General Haywood bir süre sessiz kalarak düşündü. Daha sonra yanındaki iki askerle birlikte hareketlendiler ve Reese’e elini uzattı.

  ''Çalışmalarınıza devam edin. Para konusunda sıkıntınız olmayacak.''

Büyük gölün yanındaki tesisten çıkan iki askeri cip, raporlara tatbikat gözleminden geri döndü olarak geçti.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Bakış Açısı - 4
« Yanıtla #9 : 30 Temmuz 2010, 16:39:24 »
  Mavi Bölge’nin -16. katındaki operasyon ofisinde oturan Jean için o gün pek de güzel geçmiyordu. Yönetiminden sorumlu olduğu operasyonda askerlerden birisinin emirlere karşı gelmesi her zaman yöneticinin başını derde sokmuştur. Jean ise bu konuda oldukça şanssızdı; elindeki yegâne asker tüm birimin en sorumsuz üyesi olan Smith’ten başkası değildi.

  Geniş ve dağınık çalışma masasındaki tüm açık dosyaları ve bilgisayarını kapatıp çalışma koltuğunda geriye yaslandı Jean. Ellerini başının iki yanına bastırıp gözlerini kapatarak baş ağrısının geçmesini diledi. Kısa bir süre hareketsiz durduktan sonra ofisinin cam duvarından gelen 'tık tık' sesleriyle gözlerini açtı. Kafasını çevirip cama tıklayanın Mavi Bölge’nin en nefret edilen çalışanlarından Johnson olduğu gördüğünde canı daha da sıkıldı. Johnson’ı insan kimyadaki tüm bilgisine ve zekasına rağmen yaratılıştan sapık bir insan olarak görürdü herkes. Zaten şu anda da cam duvarın arkasından koltukta oturan Jean’e rahatsız edici mimikler sunmakta ve bu personelin bu ortak kanısını doğrulamaktaydı.
 
  Jean diz hizasındaki eteğini düzeltti ve oturuş şeklini değiştirerek izleyicisine gitmesini söyleyen bir el hareketi yaptı. Johnson sırıttı, gitmeye pek de niyetli görünmüyordu. Ne var ki kaşlarını çatmış bir şekilde hızla Jean’in odasına yürüyen Smith’i görünce bir anda gülüşü soldu ve göz göze gelmekten kaçınarak oradan uzaklaşmayı tercih etti.

  Ofisin cam kapısı Smith’in koca eliyle çarparak açıldığında Jean, Johnson’ın karşısında durup onu dikizlemesini az sonra yapacağı tartışmaya kesinlikle tercih edeceğini biliyordu.

  ''Tüm bunlar ne demek oluyor Jean?'' diye bekletmeden söze girdi Smith.

  ''Yapabileceğim bir şey yoktu.''

  ''Beni bunca zamandır kontrol altında mı tutuyordunuz yani? Oturduğun yerden hareketlerimi tek tek kontrol de ediyor muydun?'' Smith’in öfkelendiği her halinden belliydi. Jean derin bir nefes aldı, yalan söylemenin herhangi bir faydası olmayacağını anlamıştı.

  ''Tamam, bak...'' Jean masanın sol tarafındaki küçük bir bölmeyi iterek altındaki panelden bir tuşa bastı. Camla çevrili ofis tavandan inmeye başlayan ince duvarlarla kapanmaya başladı; duvarlar inene kadar Jean de masasının üzerindeki bardakta duran içkisinin son yudumunu içti ve doğru sözleri bulmaya çalışarak Smith’e döndü.

  ''Bak, senden önceki denek askerlerin başına neler geldiğini biliyorsun. Projenin başına Barney geçtiğinden beri bazı değişiklikler oldu.''

  ''Ne gibi değişiklikler?'' Smith hala sinirinin geçmediği belli hâlde ayakta duruyordu.

  ''Askerlerin kontrollerini kaybetmemeleri için birkaç değişiklik. Her izleyici artık sorumlu olduğu askerin vücudunda kontrol sahibi.'' Jean gözlerini kaçırdı. ''Bunu yapmak benim de hoşuma gitmiyor, en başından beri de buna karşı çıkmıştım zaten. Bugün sana müdahale eden de Reese’di, ben değildim. Fakat senin de işleri pek kolaylaştırdığın söylenemez.''

  Smith yumruğunu masaya vurduğunda Jean yerinden sıçradı, ağır ahşap masadan ufak bir çatırdama sesi geldi ve koca yumruğun altında kalan birkaç kağıt ortasından yırtıldı.

  ''Beni bir kukla gibi oynattınız.'' dedi alev saçan gözlerle bakarak. Jean yutkundu.

  ''Mecburduk.''
  
  Smith bir süre öldürecekmiş gibi baktıktan sonra sertçe döndü ve odanın kapısını tüm gücüyle çarparak çıktı. Kapının çarpmasıyla birlikte ince duvarın tam ortasından geçip odanın sonuna kadar uzanan bir çatlak oluşmuştu.

  Jean derin bir nefes aldı. İçinden lanetler okuyarak yırtılan kağıtları toparladı ve viski şişesini bir bardak daha doldurduktan sonra ufak dolabına kaldırdı. Kısa, kızıl saçlarına parmaklarını geçirip koltuğuna oturdu ve gününün daha ne kadar kötüleşebileceğini düşündü.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Bakış Açısı - 5
« Yanıtla #10 : 04 Ağustos 2010, 12:29:28 »
  Uzun boylu yaşlı adam elleri arkasında bağlanmış bir şekilde oturtulduğu sandalyede gözlerindeki siyah bez yüzünden hiçbir şey göremiyordu. Uzun bir süredir aynı odada bulunuyordu ve odadaki hava boğucuydu. Alnında oluşan bir ter damlası daha gözlerini kapatan siyah bezi ıslatırken bir kapının açılma sesini ve ardından odaya giren bir kaç kişinin ayak seslerini duydu. Yakınına gelen bir adamın nefesini hissetti, ardından bir çakmak sesi ve yüzüne üflenen sigara dumanı... Göz bağları sertçe çözüldü.

  Odanın içi loştu. Tam önünde duran silüetin arkasından vuran hafif ışığın görüşünü bulanıklaştırması ve gözlerinin uzun süredir bağlı olması sebebiyle adamın yüzünü seçemiyordu. Birkaç kez gözlerini kırpıştırdı, gözleri ışığa alışıncaya kadar ses çıkarmadan bekledi. Odanın içinde üç kişi olduğunu seçebildi sonunda. Hiçbirinin yüzü görünmüyordu fakat sigara içenin konuşması ile onun kim olduğunu anlamıştı.

  ''Alexander Sledge.'' dedi alaycı bir tonla sigara içen adam. Kafasını yaklaştırdı, nefesini hissedebileceği bir mesafede durdu.

  ''Beni hatırladın mı?''

  Yaşlı adamın suratında ufak bir gülümseme oluştu.

  ''Eşin nasıl Brad?''  

  Adamın yüzü kasıldı fakat cani gülümsemesi tamamen solmadı. Yüz ifadesini değiştirmemeye özen göstererek sandalyeye bağlı adamdan biraz uzaklaştı. Sigarasının son nefesini çekti ve izmariti adamın yüzüne fırlatıp aynı ses tonuyla konuştu.

  ''Yolun sonuna geldiğini biliyorsun sanırım. Senden öğrenmek istediğimiz bir şeyin ya da bizim hiçin herhangi bir değerin olmadığını da.'' Yaşlı adam önce gülümsedi, sonraysa kahkahalarla gülmeye başladı. Brad yüzünde çarpık bir gülümsemeyle adamın son kahkahalarını dinlerken yanındaki iki adam ifadesiz duruşlarını koruyorlardı. Alexander bir süre güldü ve bundan zevk alırmış gibi Brad’e baktı.

  ''Benim de bu hayatta yapmam gereken başka bir şey kalmadı zaten eski dostum. Yakında başından beri güçlendirmek için uğraştığınız şey sizin sonunuz olacak.'' Az öncekinden çok daha güçlü kahkaha attı. Brad yüzündeki ifadeyi değiştirmedi, arkasını dönüp odadan çıkarken yanındaki adamlara ''Götürün.'' dedi. Kapıdan çıkarken Alexander'ın gülerek bağırdığını duydu.

  ''Eşine selam söyle Brad! Hahahaha!''

-----

  Jean kızıl saçlarını yeni giydiği paltosunun dışına atıp masasının üzerinden çantasını aldı. Bütün gün üzerinde biriken yorgunluğu atmak için sonunda eve gidiyor olmasına seviniyor olsa da, kafasındaki soru işaretleri huzur bulmasını engelliyordu. 'Tüm ihtiyacım sıcak bir banyo ve uzun bir uyku.' diye düşünerek camla kaplı kare ofisinden çıktı ve koridorun sonundaki asansöre ilerledi. Dijital kat numarası -16 olduğunda kapı tıslayarak iki yana açıldı ve Jean geniş asansör kabininde duran Johnson’ı görünce bir iç geçirip tek adımda içeri girdi. Johnson tesisteki çekici kadınlara has yerleştirdiği sapık gülümseyişi ile karşıladı onu.

  ''Zor bir gündü ha?''

  Jean cevap vermedi. Johnson’ın boş konuşmalarına ve flört çabalarına tesiste çalışan her güzel kadın gibi o da alışmıştı ve ondan kurtulmanın şu ana kadar bulunan en etkili yolu da görmezden gelmekti. Johnson kendi kendine güldü.

  ''Smith’in işleri batırdığını duydum. Gene başına bir sürü bela açtığına eminim.''

  Jean susuyordu. Asansörün kat numarasına baktı, -11. 'Belki bir bardak da kahve içerim.' diye düşündü.

  ''Bay Barney’nin projeyi genişletmeye karar verdiğini biliyorsundur. Duyduğuma göre tüm izleyiciler artık ikişer kişiden sorumlu olacakmış. Hem de en iyi çalışandan itibaren atamaya başlayacaklarmış.'' Tekrar güldü. ''İyi çalışmanın ödülü daha çok iş. Harika bir yönetim anlayışı.''

  Jean kısa bir of çekti içinden. 'Başımda Smith varken bana bir kişi daha verirlerse istifa mektubumu alırlar.' diye cevap verecekti ki bundan hemen vazgeçti. Johnson’a cevap vermek demek ona yüz vermek demekti, böyle bir durumda bir daha asla peşinden ayrılmayabilirdi. -5. Az kalmıştı, evine gidince bunların hiçbirini düşünmesi gerekmeyecekti. Johnson da pes etmiş olmalıydı ki, zemin kata geldikleri ana kadar başka bir kelime etmedi.

  Asansör zemin kata vardı. Kapılar tıslayarak açılmaya başlamıştı ki birden yer titredi ve patlama sesine benzer büyük bir gürültü duyuldu. Kapılar yarı açık halde kaldı, bir büyük gürültü daha duyuldu ve yer daha da şiddetli bir biçimde sallandı. Jean, titreyen asansördeki en yakın demire tutunarak yere çöktü, birkaç saniyede içinde bulundukları kabin bağlı olduğu ip ve yaylardan kurtulup aşağıya doğru hızla düşmeye başlamıştı.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Bakış Açısı
« Yanıtla #11 : 07 Ağustos 2010, 13:44:14 »
Güzel hikaye. Okurken akıma önce Smith'in umursamaz tavırlarından dolayı Sam Fisher geldi, mermilerin üzerinde etkisi olmadığı zamanda İskoçyalı filmi ile Crysis'i yad ettim hafif bir tebessümle. Solid projesi ise ister istemez Metal Gear'ı çağrıştırdı. Kısacası keyif alarak okudum. Kalemine sağlık...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Bakış Açısı - 6
« Yanıtla #12 : 03 Aralık 2010, 16:21:32 »
  Kapısı yarıya kadar açılmış olan asansör sonunda yere çarparak durduğunda Jean'in kafası, tutunmakta olduğu demire sertçe çarptı. Bir an gözleri bulanınca kendinden geçmekten korkmuştu fakat bu korkusu yersiz çıktı, kısa bir süre sonra adrenalinin de yardımıyla görüşünün yeniden netleştiğini fark etti. Asansör kabinin bu denli uzun bir düşüşten sonra bile sağlam kalabilmiş olmasına hayret etti, o an aklında ilk gelen şeyin bu olmasına da ayrı bir şaşkınlık yarattı kendisinde. Bir an sonra omuzuna değen bir el ile irkilerek durumun şokundan çıkmayı başardı Jean; Johnson'ın da orada olduğunu tamamen unutmuştu.

  ''İyi misin?'' diye sordu Jonson yarı telaşlı-yarı şaşkın bir ses tonuyla. Jean şu an iyi olmaktan ne kadar uzak olduğunu düşünmemeye çalışarak olumlu anlamda kafasını salladı. İçinde bulundukları durumu düşünmeye çalıştığında asansörün en alta, yani -25. kata kadar düşmüş olduğunu tahmin etti. Bu da demek oluyordu ki tesisin en gizli tutulan bölümündelerdi ve yukarı çıkışın tek yolu acil durum merdivenleriydi. Çöktüğü yerden kalktı Johnson'ın da yardımıyla, neler olduğunu tahmin etmeye çalışırken Johnson da durumun şokundan kurtulmuş, telaşlı bir gevezeliğe başlamıştı.

  ''Tesis saldırıya uğramış olmalı. Bu asansörlerin kaza ile böyle düşmesi imkansız! En alt kata kadar indik hem de, nasıl yukarı çıkacağız şimdi? Hem çıkabilsek bile kim bilir yukarıda durum nasıldır!? Lanet olsun. Lanet olsun!'' Jean, delirmiş gibi görünen Johnson'ın bacağına bir tekme savurdu; topuklu ayakkabının sivri burnu bacak kemiğine gelince bir an acıyla yerinde sıçradı Johnson.

  ''Kes sesini Johnson! Durumu daha da kötüleştirme ve kendine gel. Şu kapıyı biraz daha itmeme yardım et de neler olduğunu öğrenelim.'' diye bağırdı. Johnson bacağını tutarak acı ile birkaç kez sekti olduğu yerde ve ''Tamam tamam!'' diye mırıldandı; tekme onu kendine getirmiş gibi görünüyordu. Yarı yarıya açılmış olan kapıları birlikte iterlerken, Jean bu tekmeyi neden bu kadar zamandır atmamış olduğunu düşünüyordu.

  Sonunda asansör kabininden dışarıya çıkarak tesisin en alt katına ayak bastılar. Çıktıları koridorda her şey sakin görünüyordu, diğer 24 kattan hiç bir farkı yoktu aslında. Jean'in aksine Johnson buraya ilk defa gelmiyordu, aslında onun Ar-Ge ile olan ilişkisi bu kattaki kapılardan geçiş izni almasını da sağlamıştı. Temkinli bir şekilde koridorun sonuna kadar yürürlerken artık ilk anın şokundan kurtulmuş olan Jean'in aklında korkutucu bir düşünce geldi, fakat belli etmeyerek ve kendine de kızarak bu düşünceyi aklından hemen savuşturdu. Sonuçta tüm bunlara Smith neden olmuş olamazdı ya...

  Koridorun sonuna geldiklerinde Johnson parmağını kapının yanındaki sensöre tuttu. Kapılar bir 'tıs' sesi ile kayarak açıldı; en alt katın ana salonu şimdi önlerinde uzanıyordu. Diğer tüm katlarda olduğu gibi burası da daire şeklinde dizayn edilmişti, fakat diğerlerinden farklı olarak bu salonun çevresi çeşitli ofislerle ve odalarla değil, bir saatin üzerindeki sayılar gibi dizilmiş on iki uzun koridorla çevriliydi. Bu kat tesisin beyni sayılırdı aslında, Ar-Ge bölümü tamamiyle bu koridorların ardındaki kapılara yayılmıştı. Ayrıca biyoloji ve kimya dalındaki tüm araştırmalar da bu salondan girilen koridorlardan ikisi boyunca uzanan büyük laboratuvarlarda yapılıyordu. Yanında Johnson olduğu için sevineceğini asla tahmin etmezdi Jean, ama burada o olmasa bu salona bile girmesi mümkün olmazdı.

  Salona girdikten bir süre sonra oldukları yerde durarak nereye gitmeleri gerektiğini düşünmeye başladılar. Johnson'ın yolu göstermesini bekleyen Jean ilk kez geldiği bu salona göz atıyordu. Yerler ve duvarlar tesisin geri kalanı gibi beyaz ağırlıklı olmaz üzere döşenmişti ama her nedense burası daha az resmi görünüyordu. Bir süre etrafa göz gezdirdikten sonra beklenti ile Johnson'a döndü, fakat Johnson gözlerini kaçırıyor, sanki bir şeyleri hatırlamaya çalışıyor gibi bir sağa bir sola bakıyordu.

  ''Bana merdivenlere giden yolu bilmediğini söylemeyeceksin herhalde?'' diye sordu sonunda Jean. Johnson kafasını iki yana salladı; ''Elbette yolu biliyorum. Fakat bu salonun yedi/yirmidört mavi önlüklülerle dolu olması gerekirdi. Neden kimse yok?''

  ''Acil durum protokolleri uygulandığı için olmasın?''

  ''Bu durumda...'' Johnson'ın omuzları düştü. ''Çelik bölmeler kapandı ve kat kapatıldı. Burada kapalı kaldık.'' dedi titreyen bir sesle.
  
  Jean'in her yere bakmadan pes etmeye niyeti yoktu, fakat şu an düşündüğü tek şey; kendisine sorduğu 'Günüm daha ne kadar kötüleşebilir?' sorusunun şu an kulağa ne kadar saçma geldiğiydi.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Bakış Açısı
« Yanıtla #13 : 14 Aralık 2010, 11:58:36 »
Geç yorum için özür fakat geç gelen bir devam bölümüne de ancak geç bir yorum yakışırdı! :P Gibi abuk sabuk bir cümleden sonra hikayenin üzerinden bayağı bir geçtiği için konuyu unuttuğumu utanarak söylemek istiyorum. Neyse ki gerçekten ilgimi çeken bir hikaye söz konusu olduğunda sadece birkaç satır okumam tüm konuyu hatırlamama yetiyor. Aynı durum burada da gerçekleştiğine göre hikayeyi gerçekten sevmişim :)

Konu oldukça iyi gidiyor. Kendimi iyi bir macera romanı hatta daha da iyisi, bir sinema filmi izlermiş gibi hissediyorum okurken. Bir daha ki sefere bu kadar ara vermemeni dilerim.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bakış Açısı
« Yanıtla #14 : 14 Aralık 2010, 15:01:08 »
Ah, beklemiyordum bunu. :P Teşekkür ederim öncelikle bu hikayenin okunduğunu bana fark ettirdiğin için, biraz üvey evlat muamelesi yapıyor gibi hissediyorum bu hikayeye. Şu anda aynı anda 4-5 farklı yazı işiyle ilgilendiğim için hepsi uzun uzun aralarla geliyor, bunun için de özür diliyorum. Aslında bu hikayenin devamı için aklımda belki şu ana kadar yaptığım en güzel olay örgülerinden biri var fakat zaman bulup geçiremiyorum bir türlü. Teşekkür ederim tekrar okuyup yorumladığınız için, düzenli bir şekilde devam etmeye özen göstereceğim.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.