Kayıt Ol

Soluksuz Rüyalar: Rüya 1-2

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Soluksuz Rüyalar: Rüya 1-2
« : 07 Eylül 2010, 10:46:15 »
İşte yeni projem: Soluksuz Rüyalar. Yazılarımı paylaşmadan önce şunları söylemekte fayda var:
-Rüya diye tanımladığım parça, bölümlerden oluşacak.
-Bölümler çok uzun olmayacak.
-Her bölümde ayrı bir rüya sizlerle olacak.

to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Ynt: Soluksuz Rüyalar
« Yanıtla #1 : 07 Eylül 2010, 10:49:31 »


Rüya 1: Yalnızlık

Sonbaharın hakim olduğu bir kasabada, yapayalnız kalmıştı Zed. Mevsim tüm sertliğini hissettiriyordu her köşede. Öyle ki sokaklarda cinler at koşturuyordu.
Zed, yalnızlığında verdiği güçle kendini dışarıda buldu ansızın. Yürüdü, sonu belirsiz bir yolda saatlerce. Sanki hipnotize edilmiş gibiydi. Amaçsızca yürüdü sadece. Bilincini kaybetmişti. Gözleri bir heykel gözleri gibi donuk ve soğuktu.
Yolun iki yanı da sisle kaplıydı. Görüş mesafesi çok az olmasına rağmen aniden sola döndü Zed. Yolun kenarında beliren patikada ilerlemeye başladı. Şehirden uzaklaşmıştı ve şimdi bozkırın ortasında yükselen bir tepenin zirvesine tırmanıyordu.
“Ras menel” diye mırıldandı dudaklar. Sonra aynı sözü yineledi. Tekrar ve tekrar.
Ras menel yani göğün zirvesi. Kendini göklere adamıştı Zed. Ona kutsal gibi gelen bu sözü defalarca sayıklayarak göklere bir adım daha yaklaşıyordu. Her yalnız olduğu zamanki gibi yıldızlarla konuşmaya mı gidiyordu? Yoksa o an bir sevgiliymiş gibi görünen ayla sevişmeye mi? Hiçbir fikri yoktu heybetli evrene biraz daha yaklaşırken.
Vücudu soğumaya, gözleri yanmaya başladı birden. Neden sonra “Olamaz!” diye bağırdı. Parlak yıldızların altındaki tepenin zirvesindeydi. İnanılmaz bir soğukluk kapladı vücudunu. Kollarını birleştirdi göğsünün üzerinde. Dişleri zangır zangır titriyordu.
Ufka yakın duran ay olanca gücüyle parıldayarak göğün zirvesine tırmandı ve dolunay hâline büründü birden. Soğuktan kapanmaya başlayan gözler fal taşı gibi açılıverdi yuvalarında. Göz pınarlarında kalan son göz yaşı damlası da o an düşüverdi alaca toprağa.
Damlanın düştüğü yerde bir delik açıldı düşer düşmez. Açılan delikten de doğaya bembeyaz ışıklar saçan küremsi bir cisim fırladı. Son gördükleri Zed’in psikolojisinin dayandığı son duvarı da kırdı. Ve Zed, kutsal cisim karşısında dizlerinin üzerine çöküverdi.
“Neden?” diye bağırıyordu avaz avaz. “Neden ben?”
“Sen,” dedi ruh. “beni görmek için geldin buraya!” sesi tok ve derinden geliyordu. Açık havada bulunmalarına rağmen ses, yankılanarak ulaşıyordu çocuğa.
Zed anlamayarak başını kaldırdı. Beyaz cisim havada asılı duruyordu. Gözlerinin olmamasına rağmen tuhaftır kendisini izlediğini biliyordu.
“Ben kimseyi görmek için gelmedim.” diye haykırdı tepede. “Benim kimsem kalmadı bu dünyada!”
Tuhaf bir gülme sesi yankılandı tepede.
“Yanılıyorsun.” dedi ruh. “Biz senin aileniz. Ve her zaman yanındaydık. Sen dünyada doğdun ve o senin ailen. Şuan evrendesin ve evren senin ailen. Bu yıldızlar, onların altında uyuyorsun her gece. Onlar senin ailen. Üzerinde diz çöktüğün şu toprak. O da senin ailen. Bütün bunlar ortak bir yapıdır aslında. Her şeyin ortak hâli. Sende bende bu yapının unsurlarıyız. Ölsen de bu yapıdan ayrılamayacaksın çünkü öldüğünde, toprağa karışacaksın. Toprakta bunu bilecek ve kardeşini bağrına basacak. Bundan emin olabilirsin. ” dedi gizemli ses ve gitti gökyüzüne doğru hızla uzaklaşarak.
O, kaybolana dek izledi onu Zed. Yorulmuştu. Bu gördüklerine kimseyi inandıramazdı fakat anlatacak kimsesi olduğunu da sanmıyordu. Başı yorgunluğuna teslim oldu ve önüne düştü. Kuruyan göz pınarları tekrar dolmaya başladı. Eğildi alaca toprağa doğru. Alnını toprağa dayadı, kardeşine. Bir yandan da ağlıyordu. Toprağı avuçlarının arasına aldı, kaldırdı ona baktı. Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Başının döndüğünü hissediyordu. İçinde garip bir titreşim vardı. Karnından başlayarak yukarıya sıçradı. Gittikçe ağzına yaklaşıyordu. Dayanılmaz bir acı. Ve göklere döndü surat. Ağzından, gözlerinden bembeyaz ışınlar çıktı yıldızlara doğru. Ansızın kaybolup gittiğini sandığı ruhun gizemli sesini duyar oldu.
“Sen bizim kardeşimizsin, Zed. Ve bunu açıkça bize gösterdin.” dedi daha da yankı yaparak. “Artık ruhlar dünyasına girebilirsin. Sen bizim tohumumuzsun. Ruhlar dünyasının ebedi ruhu olacaksın!” diye gürledi ses. Dağlara, denizlere, çöllere kadar ulaşmış gibiydi sesi.
Zed artık bu dünyadan çekiliyordu. Cansız bedeni kardeşi kara toprağa düşerken yüzünden hâlâ ışınlar çıkıyordu ama zayıflıyordu zaman aktıkça. Ve son ışın zerresi de kaybolunca soğuk surattan, Zed ruhlar dünyasına ebediyen geçiş yapmıştı.

Ve sayfa karardı.

to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Ynt: Soluksuz Rüyalar
« Yanıtla #2 : 03 Şubat 2011, 20:55:21 »

Rüya 2: Son Parlak

Bulutların gökyüzünü kapladığı bir gece, karanlığın içinden tiz bir çığlık yükseldi. Çığlık, vadide inanılmaz bir yankı oluşturmuş olacak ki tüm kargalar dört bir yana savrulmaya başladı. Ve o, çığlığı atan kadın, bir kurt gibi karanlığın içinden fırlayıverdi.

Gözleri dört dönüyordu ve etrafa dehşet saçıyordu. Yırtılmış kot pantolonu ve tişörtüyle tam bir ucube gibi görünüyordu. Uzun siyah saçları dağılmıştı. Yüzünde ve kollarında derin çizikler vardı. Önünde sıralanmış çalıları da bir sıçrayışta geçtikten sonra yukarı bakarak hırladı ve koşmaya başladı. Hemen ardından genç bir erkek ağaçtan yere atladı ve etrafı sinsice dinlemeye koyuldu. Bu, Zed idi. Siyah saçları yüzüne düşmüş, saçlarının arkasına saklanmış gri gözlerinden alevler saçıyordu.

Birkaç saniye doğaya kulak verdikten sonra ucubenin peşinden koşmaya başladı. Koşarken arkasında gittikçe büyüyen bir toz bulutu oluşturuyordu. Her geçen an hedefine daha çok yaklaşıyordu. Yaklaştı, yaklaştı ve toprağa yaptığı sert bir hareket ile uçarcasına kadının sırtına çullandı.

Gecenin ayazında Zed adında bir alev topu etrafı ısıtıyordu. Kadını alaşağı etti ve üzerine kapaklandı. Gözleri öfkeden kudurmuş gibiydi. Hemen ucubenin kollarını etkisiz hâle getirdi. Yerde boşuna debelenen kadın, üzerine çıkmış yaratığa sivri dişlerine gösterdi. Karanlıkta bir yıldız gibi parlıyordu dişleri. Zed, bu gereksiz güç gösterisinden sonra sırıttı ve, “Bende daha keskin ve daha parlak bir şey var, tatlı yaratık.” diye tısladı. Aniden elini beline attı ve kemerinden ay gibi parlak bir hançer çıkardı. “İşte bu!” dedi hançeri göstererek.

Biraz önce çıldırmış gibi davranan kadın şimdi inine sinmiş, korkudan titriyordu. Tam dudakları aralanmışken, parlak nesne kalbine indi. Sert ve acımasızca. Bu, kadının yaşamında gördüğü son olaydı. Son Parlak.
to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Soluksuz Rüyalar: Rüya 1-2
« Yanıtla #3 : 18 Şubat 2011, 10:42:48 »
Birbiri ile kopuk anları anlatmışsın ama anlatımın gerçekten güçlü betimlemelerle güzel beslenmiş. Duyguları çeşitlendirerek anlatman güzel durmuş. Ayrı yazılacak -de -da lara dikkat edersen daha da güzel olacağını düşündüğüm bir yazı olmuş. Devam edecek gibi duruyor zaten. Bu haliyle iki puzzle parçası gibi duruyor. Bir şekilde birleştireceğini düşünüyorum.

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Ynt: Soluksuz Rüyalar: Rüya 1-2
« Yanıtla #4 : 18 Şubat 2011, 14:18:04 »
Bu yazıya başlamadan önce 'rüya' diye adlandırdığım her bölümün birbirinden bağımsız olacağını planlamıştım. Her ne kadar ilk iki bölümü birleştirmek zor gibi görünse de aklımdan geçmedi değil. Bir şeyler yapmaya çalışacağım. Teşekkür ederim yorumladığın için. :)
to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake