(DEVAM)
Eliot sırt çantasını çıkarıp elinden düşürürcesine çamur kaplı yere bıraktı, ardından dempsey e dönüp;
‘’bir adım daha atmaktansa, nazilerce kurşuna dizilmeyi yeğlerim’’ dedi.
Onu onaylarcasına ‘’ al benden de o kadar ‘’ dedi Onbaşı Robert ve o da sırt çantasını yere bıraktı.
‘’kız gibi zırlamayı bırakın, isteseniz de bi yere gidemeyiz, burası son durak, burda bekleyeceğiz bizimkileri ‘’ diyerek yüreklerine su serpti dempsey.
‘’teşekkürler tanrım’’ dedi fısıldarcasına içlerinden biri. Marcus ise her zaman ki ketumluğuyla hiç bir tepki vermeden sessiz kaldı.
‘’ hava kararmadan etrafı kontrol etmeliyiz, süpriz kaldıracak durumda değiliz, zaten bakacak pek bişeyde kalmamış, mayın ve tuzaklara dikkat edin yeter. tomy, robert kaldırın kıçınızı, Eliot sen kiliseye, Marcus biz de yeni evimizi kontrol edelim ‘’ diyerek başıyla nazi karargahını işaret etti. 5 adam söylenenleri yapmak üzere birbirinden ayrılırken gün yerini yavaş yavaş karanlığa bırakmaya hazırlanıyordu.
Yarım saat kadar sonra tomy ve robert neşeli bir muhabbet eşliğinde yavaş yavaş binaya doğru gelirken, eliot kiliseden arta kalan harabeyi kolaçan etmiş, çavuş dempsey ve marcus la birlikte ateşin başına çöreklenmişti.
‘’ hareket yok, canlı emaresi yok, bomba yok, mayın yok kısaca hiç bi bok yok bu lanet yerde’’ diyerek raporunu vermişti dempsey e. Ardından ekledi ‘’ siz de bişeyler var mı ?’’’
‘’bildiklerin dışında bişey yok, çamur, moloz ve leş ‘’ diye cevap verdi dempsey. Robert ve tomy de ateşin başında ilişecek bir yer buldular kendilerine. Lanet ettikleri botlarını çıkardılar, binanın bahçesindeki kuyudan su çektiler, katran karası yüzlerini yıkadılar sırayla, olabildiğince temizlediler kendilerini, ateşin üzerindeki çaydanlık içindeki suyun kaynadığını belli edercesine sesler çıkartmaya başlayınca, çantalarında kalan son kahveleriyle, uzun bir aradan sonra ilk defa keyif çattılar.
Cılız odun ateşinin aydınlattığı yüzleri insan formuna bürünmüştü yıkanınca. ‘’ seni zenci zannediyordum tomy’’ dedi robert ‘’meğer beyazmıssın’’ diye ekledi , bıyık altından güldüler birbirlerine bakıp.
Bu takımın neşe kaynağı ve en çok konuşanıydı robert. bir asker için cılız sayılırdı, boyu da kısa gibiydi ama keçi gibi inatçı katır gibi güçlüydü. Sıska bacakları hiç beklenmeyecek kadar hızlıydı. bu özelliği sayesinde bir çok çarpışma da yaralanmadan kalabilmişti. Siperden sipere atlarken ceylan gibi sektiğini söylerdi arkadaşları, alay konusu bile olurdu zaman zaman. Gönüllü olarak katılmıştı orduya, içindeki enerjiyi savaşarak kullanmayı seçmişti ama hayata bağlı, yaşamayı seven bir yapısı vardı. İçindeki maceracı ruhu bir çok kez ölümle burun buruna gelmesine sebep olsa da, gamsızlığı onu ölümü düşünmekten alıkoymuştu hayatı boyunca.
Dempsey ateşi karıştırıken tam karşısında, dans eden alevlere dalmış, gözünü diktiği yerden ayırmayan marcus a dikkat kesilmişti. Onun hakkında çok şey bilmiyordu. Beraberlikleri henüz yeniydi, aralarına katılalı 2 hafta kadar olmuştu. Vücudunun bir parçası gibi hiç yanından ayırmadığı M1 i ile oldukça tehlikeli bir keskin nişancıydı. Tanışmadan önce de bu adamın meziyetlerini duymuştu, beraber çalışmaya başladıklarından bu yana ise, bizzat şahit olmuştu bu ketum, buz adamın meziyetlerine. İşte yine M1 ini kucağına almış, dans eden alevlerde belki de sevgilisini izliyordu. Gerekmedikçe konuşmayan, konuştuğunda ise gereksiz hiçbir şey söylemeyen bu uzun boylu, atletik yapılı sarışın askerin yüzündeki derin yara izinin hikayesini merak etmiyor değildi Ama sormakta istemiyordu . marcus konuşmaktan hazzetmediğini her fırsatta belli ediyordu çünkü. Nereli olduğunu bile bilmediği bir adama hayatını emanet ediyordu diğer arkadaşları gibi.
Yaklaşık 10 dakikadır ayak parmaklarına masaj yapan eliot a takıldı dempsey in gözü. Aralarında bombacı diye çağırdıkları bu melez asker, defalarca hayatlarını kurtarmıştı sinsi nazi tuzaklarından. Sanki 6. Hissi ile eliyle koymuş gibi buluyordu tuzaklanmış bombaları, mayınları. Gömülü bir mayın yada patlamaya hazır bir bomba bulduğunda sevinçten deliye dönerdi. Her seferinde bakalım bu kez neyimiz var diyerek ağzına sıkıştırdığı küçük pensesi ile işe koyulur göz açıp kapayana kadar işini bitirirdi. Zaman zaman nazilere küfrederdi. Sürekli aynı şeyler, yaratıcı olun, çocuk oyuncağı gibi tuzak mı kurulur diye söylenirdi. Ölümle alay eder gibi bir hali vardı, kimbilir belki birgün etkisiz hale getirmeye çalıştığı bir bomba patlayacak, eliot işte o gün çok mutlu olacaktı. Mutlu ölecekti.
Dempsey in en yakınında bulunurdu hep tomy. Okumuş ilim irfan sahibi birazda entel bir askerdi. Orduya katılması birazda milliyetçi babasının zorlamasıyla olmuştu. Hangi baba oğlunu bile bile ölüme göndermek için uğraşır ki diye düşündü. Ama iyiki göndermişti. Bir çok kararı onunla birlikte alır, beraber plan yaparlardı. Çok cesur olduğu söylenemezdi, hele ilk zamanlarda çarpışma başladığında kafasını siperden bile çıkarmaya korkan bu adam zamanla ürekekliğini üzerinden atmış, ne yapması gerekiyorsa onu yapan, lüzumsuz kahramanlık peşine düşmeyen, elinden geldiğince hünerlerini sergileyen tam bir görev adamına dönüşmüştü. Takımda olmasının en büyük sebebi , sırtında taşıdığı kocama seyyar telsizdi. İrtibat onun işiydi. Bu tarz karmaşık cihazları kullanmayı iyi biliyor olmasının yanında, arıza giderme konusunda da epey yetenekliydi. Şifreli mesajların şifresini çözen, şifreli mesaj gönderen kısaca, takımla bağlı olduğu tümeni birbirine bağlayan yegane adamdı tomy. Zaman zaman cüzdanından çıkardığı nişanlısının fotoğrafına bakıp gizli gizli göz yaşı dökerdi. Oldukça duygusaldı, bu özelliği savaş alanında ölümcül bir özellik olsa da birbirini tamalayan bu 5 kişi için sorun teşkil etmemişti şimdiye kadar.
Kasaturasını temizleyip parlatmaya çalışırken, kendisiyle göz göze geldi dempsey. Kasaturadan yansıyan gözlerine baktı uzun uzun. Kendi gözlerinde yabancılaşıyordu gitgide. Gönüllü olarak katıldığı orduda bu 4. Senesiydi. İlk yılında nazi öldürmek zevkli geliyordu, savaş sanki hobisi gibi oluvermişti. Rutine bağlandığında kendini bir anda alman hatlarının ardında düşmanın kucağında bulduğunda yaptığı çılgınlık onu orduda efsaneleştirmişti. Düşman ikmal karagahını tek başına havaya uçurduktan sonra peşindeki yüzlerce nazi yi atlatıp, tek bir yara bile almadan geri döndüğünde onun bir büyücü olduğu bile konuşulur olmuştu. Çavuş rütbesini kendisi istemişti. Aldığı bir kaç madalya onun umranda olmamıştı.
Küçüklüğünden beri tek idolü olan babası da bir çavuştu. bu yüzden çavuşluk onun gözünde genelkurmay başkanlığından bile daha yüce bir rütbeydi. Çavuş olmak istediğini bildirdiğinde, tümen komutanı oldukça şaşırmıştı. benzer şekilde başarı göstermiş askerlerin eve dönmek ten başka isteği olmamıştı çünkü bu güne kadar. Bu adam eve dönmeyi değil kalıp savaşmayı isteyince tuhaf görünmüştü.
1.75 boylarındaydı dempsey. Orduya ilk katıldığı günlerde , kamuflajını özel olarak terzi de tam üstüne oturacak şekilde tamir ettirmiş, botlarını özel olarak demir pençeyle kaplattırmış, thompson unun üzerine babasının adını kazımıştı. Jilet gibi bir askerdi. Aynanın karşına geçtiğinde kamuflaj içinde kendini seyretmeyi çok severdi. Peki ya şimdi dedi içinden. ‘’Şu halime bak.’’ Postallarım yırtık, demir pençeleri bile düşmüş, kamuflajım param parça, keşke üzerime tam oturmayan sağlam bir kamuflajım olsaydı... peki ya thompson un??? Bir kaç önce çatışmada kaybetmişti , üzerinde babasının adı kazılı tüfeğini. Elindeki thompson ona çok yabancıydı, soğuk bir demirden fazla birşey ifade etmiyordu ona. ölmüş bir askerin yanı başından almıştı çatışma devam ederken. Takıntılı derecede askerlik mesleğine düşkündü. Belki savaş bitince de orduda kalmayı sürdürürdü kimbilir. Tabi savaşın bittiğini görebilirse...
Geri çekilen nazilerin kaçarken bıraktığı mayın, tuzaklanmış bombaları bulup yok etmek, arkalarından gelen birlikleri olası pusulardan korumak dahası kurulmuş hertürlü pusuyu ve tehlike yaratacak herşeyi bertaraf etmekle yükümlü bu öncü birlikteki beş adam, hücrelerinin herbirine sirayet eden yorgunluk ve bıkkınlıktan biraz olsun kurtulabilmek için yanıp tutuşuyordu. 4 adam ev dedikleri eski nazi karargahında inzivaya çekilmek için ağır adımlarla binaya yürürken, dempsey ateşin başında gönüllü olarak nöbete kalmıştı...
Çok uzaklardan gelen tok uçak savar sesleri ve zaman zaman patlayan bombaların kendisine ulaşabilen boğuk yankıları gecenin sessizliğini rahatsız etmeden bozuyordu. Bomba ve silah sesleri... Askerlerin hiç bitmeyen nağmeleriydi... rahatsız olmuyordu...
(Devam Edecek)