Kayıt Ol

Öksüzler

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Öksüzler
« : 19 Kasım 2010, 02:08:21 »
Sahne: Sıfır
Üvertür

    Bir zamanlar şimdi adları unutulmuş iki kardeş vardı. Michael küçük olandı, büyük olana ise George derlerdi. Güneşli ama kısmen yağmurun çiselediği sarı bir ekim akşamında doğmuşlardı. Önce George annesinin acı çığlıklarına kendi sessizliğiyle karşılık vermişti. Ebe nefes almadığını düşünüp işaret parmağını göğsüne uzattığında gayet sağlıklı bir şekilde elini tutmuştu. Ancak çok geçmeden güneşin ışıkları tamamen yok olurken, anneden son bir korkunç çığlık duyuldu. Kadın sessizliğe gömülüyordu ama ortalığın sakinleşmesini istemeyen bir kişi daha vardı. Küçük Michael acı çeken bir bebekten çok, öfkeli bir adamın karanlık çığlıklarıyla ebenin kollarına yerleşti. Birini yolcu ederken, iki kişilik yer açmışlardı kalabalık dünyada.

   George sarı saçları ve açık, griye yakın gözleriyle sevimli bir bebekti. Fazla ses çıkarmaz, sürekli gülümserdi. Bakımevi yetkilileri onun ses tellerinin doğumda hasar gördüğünü düşünürlerdi. Hatta sekiz yaşına gelip de radyodan duyduğu o anlamsız şarkıyı kusursuz tekrarlayana kadar bundan oldukça eminlerdi. Zaten yaptığı en iyi şey tepki vermek ve tekrarlamaktı. Beş aylıkken yanındaki daha büyük bebekler yürümeye başladığında o da karşılık olarak onlarla yarışa girmişti. Bahçe oyunları sırasında matematik çözen bir büyüğünün yanında on dakika durmuş ve basit hesapları tekrarlar olmuştu. Bunu yaptığında ise henüz altı yaşındaydı. Ne zaman okumaya başladığınıysa kimse bilmez. Sadece ilk defa okurken görüldüğünde, elinde onlarca yıl önce yazılmış ünlü bir öykünün kopyası vardı. Bu ise beş yaşındayken olmuştu.

   Michael’ın ise yıldızsız bir kış gecesinden daha karanlık saçları, içlerine bakanı uçurumun dibine çeken derin, siyah gözleri vardı. Onda bir katilin sessizliği var yazmıştı bakımevi müdürü dosyasına. Michael ağabeyine göre daha konuşkandı, en azından insanlarla iletişimi kuvvetliydi. Ancak tek bir kelimesi bile içinde bulunduğu ortama karanlık bir sükunetin çökmesi için yeterliydi. O konuşurken herkes dinlerdi. O sustuğundaysa herkes susar ve düşünürdü. Yurtta iyi bir arkadaş çevresi edinmişti, ancak diğerlerinin aksine arkadaşlarıyla paylaşmayı değil, onları yönetmeyi seviyordu. Onları korkutmaktan ise kesinlikle vahşi bir zevk alıyordu. Sık sık kısa süreli de olsa gülümserdi ancak kahkaha attığı hemen hiç görülmemişti. Daha altı yaşındayken geleneksel kamplardan birinde yedi arkadaşını ateşin başına toplamış ve onlara tamamen o an uydurduğu bir hikaye anlatmıştı. Hikayeye göre o sahilin yakınlarındaki bir mağarada hüzünlü bir yaratık ve kızı yaşıyordu.

“Bu yaratık öylesine iğrençmiş ve öylesine çirkinmiş ki hayatını devam ettirmek için içtiği suda kendini gördüğünde öfkeden çılgına dönüyormuş. Ancak daha sonra her zamanki gibi hüzünlenip ağlıyormuş. Kızıysa dünyalar güzeliymiş. Bayan Kendrick’in saçlarına benzeyen sapsarı saçları ve tarif edilemez güzel bir yüzü varmış.” Michael burada durmuş ve çocukların yüzlerindeki hayranlık ifadelerine bakarak gülümsemiş. “Evet çocuklar, o kadar güzelmiş o kadar güzelmiş ki babası kızını gördükçe daha da hüzünleniyor daha da nefrete boğuluyormuş. Kızın annesi güzel bir kadınmış, ancak o pis yaratıktan kaçmış. Biliyor musunuz? Bence bu Bayan Kendrick olabilir. O yüzden belki bu kadar çok ağlıyordur?” Bir çocukların kahkahalarına bir de ileride burnunu silen bakıcıya bakmış.”Bakın. Kızın annesi kaçtığında, yaratık çok sinirlenmiş. Kızı o mağaradan asla çıkarmayacağına yemin etmiş.” “Peki onu neyle besliyormuş? Bisküvi tatlıları var mıymış?” diye sormuş küçük kızlardan birisi. “Onu çikolatayla besliyormuş. Evet, bisküvi tatlısı olup olmadığını bilmiyorum. Ama orada, yaratığın mağarasında tüm dünyanın yüzyıllardır aradığı çikolata nehri varmış.” Bunu öyle bir fısıltıyla söylemiş ki tüm çocuklar sadece çikolata kelimesiyle irkilmişler ama sonra hayranlıklarını belirtmişler.

Sonra hepsini mağaradaki kızı kurtarıp yaratığı dışarı çıkarabilirlerse, ay ışığının –ki o gün dolunay varmış.- canavarı eritip yok edeceğine ve mağaradaki tüm çikolatanın kendilerinin olabileceğine ikna etmiş. Sonra onları tuvalete götürmesi için bir hemşireye yalvarmış ve onu da kandırmış. Hep birlikte gittikleri tuvaletlerin arka pencerelerinden kaçan çocukları, daha önceden gördüğü küçük mağaraya sokmuş ve ilginç sesler çıkararak hepsinin altlarını doldurmalarına ve ağlayarak sahile koşmalarına sebep olmuş. Bunun üzerine bir hafta ceza alsa da tatlısız geçirdiği o bir hafta boyunca suratından bakanların, özellikle George’un kanını donduran o vahşi gülümseme hiç eksik olmamış.

Elbette iki kardeşin ilişkisi diğerleriyle olan ilişkilerinden tamamen farklıydı. İnsanların daha çok sevdiği ama daha az aralarına aldığı George, Michael’in yapmaya çalıştığı her şeyi ilk kelimesinden anlardı. Bazen ona engel olur bazense güler geçerdi. Michael ise ergenlik çağına kadar çocuksu şakalarına rağmen hep bakımevinin en ünlü üyesi olmuştu. Başlarda iki kardeş birlikte yattıkları için kendi kendilerine oyunlar oynarlardı. En uzun süre sessiz kalma, birbirlerine uzun süre bakma, önce emekleme sonra da koşma yarışları gibi çocuklar için ilginç oyunlardı. Çoğunu George kazanırdı ama bebek Michael hiçbir zaman aldırmazdı. Büyüdükçe daha da umursamaz oldu.

Yavaş yavaş birbirlerinden ayrıldılar. Aslında Michael George’un büyük bir potansiyeli olduğunu biliyordu. Herkes onun sekiz yaşında konuşmaya başlayan bir zeka özürlü olduğunu sanıyordu ancak ikisi bebekliklerinden beri konuşuyorlardı. Aslında tam bir konuşma denemezdi ama George her derdini Michael’a anlatabiliyordu. Küçük, bir süre sonra bundan sıkılmaya başladı, ağabeyinin tek dert tahtası kendisiydi. Ancak onun da kendi hayatı vardı ve ondan uzaklaştı. Bu, George’un konuşmaya başladığı zamanlara denk geliyordu. Bundan sonra iki kardeş, masum ya da değil, sürekli birbirlerinin eğlencelerini bozmaya başladılar. George, diğerinin arkadaşlarını korkutma çabalarını engelliyor, planlarını bozup diğer çocukları uyarıyordu. Michael ise ağabeyinin alması gereken her şeyi istemese bile alıyordu. Bazen diğer çocukları ona karşı kışkırtıyor ve küçük kavgalara sebep oluyordu.

 İki çocuk on beş yaşlarındayken gerçek bir kavgaya tutuşmuşlardı. Bu kavganın sebebiyse insanlık tarihinin yazdığı en eski duygu olan kıskançlıktı. İki kardeş, Sophie adında aynı kıza aşık olmuşlardı. Siyah kıvırcık saçları, yuvarlak beyaz bir yüzü ve dairesel hatlarıyla güzel bir vücuda sahipti Sophie. Tabi on beş yaşında erkekler için. Çok güler yüzlü ve sıcakkanlıydı. Aslında kız, diğer tüm kızların da olduğu gibi Michael’dan hoşlanıyordu. Michael, büyüdükçe eskisine göre daha sessiz, karanlık ama daha etkileyici bir hal almaya başlamıştı. Buna karşın kardeşi George daha konuşkan ve daha sıcakkanlı olmuştu. Herkese aynı sevgiyle yaklaşan genç, Sophie ile tanıştığında bir ikileme girmişti. Çünkü onun da kardeşinden hoşlandığını biliyordu. Yine de bir gece kendini tutamayıp kıza onu sevdiğini söylemişti. Sophie gülümsemiş, ama aralarında bir ilişkinin mümkün olmadığını çünkü bu sabah, Michael ile çıkmaya başladıklarını söylemişti. Sonra gözlerini devirip George’a bir öpücük vermişti.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #1 : 19 Kasım 2010, 15:32:27 »
Son kısım hafiften klasik de olsa güzel olmuş. Başında, "Şimdi adları unutulmuş iki kardeş vardı..." dedikten sonra, adlarını söylediğin zaman. "E sen nerden biliyorsun madem unutulmuş?" diyesim geldi.

Ama güzel, bakalım ne olacak devamında... Tabi devam edecekse?
May the force, be with you.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #2 : 19 Kasım 2010, 19:43:17 »
Teşekkür ettim okuduğun ve yorumladığın için.

Okuyucular eseri içinde bulunduğu gerçeklik ve anlatım biçimi üzerinden düşünmeliler. Yine de böyle düşünüyorsan saygı duyarım.

Devam etmeyi düşünüyordum hatta yazdım bir kaç sayfa daha da aldığım iki yorum beklediğim gibi olmadı, fikir hoş aslında ama belki tekrar yazabilirim.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #3 : 19 Kasım 2010, 20:18:23 »
Teşekkür ettim okuduğun ve yorumladığın için.

Okuyucular eseri içinde bulunduğu gerçeklik ve anlatım biçimi üzerinden düşünmeliler. Yine de böyle düşünüyorsan saygı duyarım.

Devam etmeyi düşünüyordum hatta yazdım bir kaç sayfa daha da aldığım iki yorum beklediğim gibi olmadı, fikir hoş aslında ama belki tekrar yazabilirim.

Anlatım tarzın oldukça akıcı ve konu kendini merak ettiriyor. Kardeşlerin çocukken ki masumlukları ve yaş ilerledikçe karakterlerindeki farklılıkların daha çok açığa çıkması gayet mantıklı. Ergenlik çağı gibi karmaşık bir çağda, birbirlerine karşı kıskançlık duymaları da yine aynı mantık çerçevesinde yerini alıyor.

Hikaye bittiğinde "böyle bir öykü neden Kurgu İskelesi'nde?" diye düşündüm. Sonra bunu ilk bölüm olduğunun farkına vardım. Bundan ne gibi fantastik öğeler çıkacak doğrusu oldukça merak ettim.

Birbirlerinden gece ve gündüz kadar farklı kardeşler klasik bir konu olsa da, ben herzaman böyle hikayeleri sevmişimdir. Kurgun ne şekilde olacak bilmiyorum ama, insanın en büyük düşmanının kardeşi olması harika şeylere yol açan hikayeleri tetikliyor.

Belki, demişsin ama bence gayet de devam etmelisin. İlk bölüm, özellikle kullandığın kelimeler açısından oldukça iyi.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #4 : 19 Kasım 2010, 20:40:19 »
Eee, yarım kaldı bu? Sağa baktım sola baktım, hatta klavyeyi kaldırıp altına bile baktım ama devamını göremedim. Böylesine enteresan ve büyük merak uyandıran iki karakterin hikayesi burada kalmamalı bence...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #5 : 20 Kasım 2010, 00:37:06 »
Daha önce okumadım kardeşlerle ilgili bir yazı (DL okumuyorum evet .p) ama çok benzer konulu bir film izledim, ismini hatırlamıyorum, temel olarak ondan esinlendiğimi söyleyebilirim. Ve evet ileride fantastik olacak bu öykü.

Teşekkürler :)
try again fail again fail better

Çevrimdışı Bardes

  • **
  • 210
  • Rom: 13
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #6 : 21 Kasım 2010, 18:24:10 »
Yazmaktan vazgeçmiştim ama tutamayacağım kendimi. İnsanın ilk satırda aklına "Hey George versene borç, olmaz Michael ben de yok." gibi bir abukluğun gelmesi normal midir bilmiyorum ama isim konusunda biraz dikkatli olmak lazım :P .

Çok güzel cümlelerin var!

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #7 : 21 Kasım 2010, 18:44:06 »
Klasik olması açısından öyle yapmıştım.

Teşekkür ettim.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #8 : 30 Kasım 2010, 11:20:53 »
Hiç zaman dilimi belirtmemene rağmen hikayeyi okurken hep 1950 civarını düşündüm niyeyse. Anlatım ve giriş bölümü açısından ele alırsak karakterleri tanıtıp hikayeyi kurgulaman çok güzeldi. Hikayenin bundan sonra ne yönde gelişeceğini gerçekten merak ettim. Bu arada girişi tam da bitirmen gereken yerde, hafif de olsa bir gizemin ortaya atıldığı yerde kesmen güzel olmuş :)

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #9 : 30 Kasım 2010, 14:58:40 »
Öykünün duruluğu çok hoşuma gitti. Devam edip etmemen senin tercihin tabii, ama bence böyle kalması -bana- daha anlamlı gibi geliyor.

Kalemine sağlık, uzun zaman sonra senden bir şeyler okumak keyifliydi. :)

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #10 : 30 Kasım 2010, 21:28:59 »
Malkavian, hikaye tam da o dönemde geçecek, burada anlatılan kısım 30lar-40lar arası, aslında hiç belirtmeden anlatacaktım ama sanırım öyle olmayacak. Anlaşılır olması iyi olmuş. Darly, daha uzun planlamıştım öyküyü ve açıkçası buraya koymak aklımda yoktu. Devamı olacak yani.

Teşekkür ettim ikinize de.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #11 : 01 Aralık 2010, 22:59:49 »
Sahne: Bir
Alberto Pellini’nin anılarından..


“O zamanlar halk arasında söylenti yayılmaya başlamıştı. Almanların garip bir çeşit ordusu olduğunu söylüyordu. Tabi bizim bir bilgimiz yok. Müttefiğiz elbette ama Almanların şeytani projelerinden asla haberimiz olmaz. En azından halk ya da biz gazeteciler. Yine de gazete köşelerine bu söylentileri de sıkıştırmak zorundayız. Biz yazdıkça insanlar endişelendi, insanlar endişelendikçe biz yazdık. Bu konuda en kapsamlı yazıyı dostum Luigi Catugno yazmıştı. Ben de o yazıdan sonra araştırmaya gitmiştim zaten.

23 Aralık 1941 tarihli yazısından alıntılıyorum;

“Führer’in übermenschi için doktorlarına özel bir ilaç hazırlattığına dair söylentiler geziyor. Bu ilaç tüm kontrolleri düzenli olarak yapılmış hamile kadınlara enjekte ediliyor. İlacın ilk etkisi bireyin mantıklı karar verme gücünü kuvvetlendirmek. Başarılı bulunan denekler hamileliğin getirdiği tüm duygusallıklardan ve zayıflıklardan uzaklaşıyorlar. Bunun yanında oldukça sert kararları endişeye kapılmadan verebiliyorlar. Zihinsel yapıları kuvvetleniyor.

Hamile kadınların tercih sebebiyse ilacın asıl etkisinin ceninler üzerinde olması. Böylece bireyler henüz doğmadan yetiştirilmeye başlanıyor. Doğduklarındaysa yaşlarının ötesinde güçlere sahip olacaklar. Bunun için özellikle kullanılan 30 kadından bir daha haber alınamıyor. Kiminin öldüğü kimininse hala yaşadığı ama delirdiği söyleniyor. Sonuç olarak  doğan çocukların şimdi küçük SS subayları olarak görev yaptığına dair iddialar sokaklarda kendine bolca yer buluyor.

Elbette yetkim olmadan Führer’i böyle bir şeyle suçlamak bana düşmez. Sadece duyduklarımı anlatıyorum.”

Böyleydi Luigi, tehlikeli şeyler söyler ama özür dilemesini de bilirdi. Başından tek kurşunla vurulup öldürülene kadar da öyle kaldı. Berlin’in işgalinden sonra çok meslektaşımı benzer sebeplerle kaybettim. Neyse, buna zaten ileride değineceğim.

Birkaç hafta içinde savaş yazıları yazmak için gazeteden emir aldım. O zamanlar İtalya’dan çok gazeteci cephelerdeydi. Ben de devletten bir bölüğe yerleştirilmeyi istedim. Birkaç günlük bekleyişten sonra küçük bir inzibat bölüğüyle Berlin’e gittik. Berlin’de bir süre konakladıktan sonra aceleyle kurulmuş ufak bir bölükle birlikte doğuya doğru yola çıktık. Doğuda durum kötüydü. Führer sürekli destek yolluyordu. 3 Milyona yakın askerin savaştığı söyleniyordu. İçinde bulunduğum bölük asıl savaş destek bölüğünden çok farklı bir havaya sahipti. İki gazeteci, iki doktor, işlevlerinin hala gizemini koruduğu soğuk ve dondurucu bakışlı iki sarışın kız, yirmiye yakın da asker vardı.

Birkaç haftalık ilerleyişimizde sürekli toplama kamplarında duraklıyorduk. Anlayamadığım bir şekilde kamplarda kaldığımız her gece bir esir alınıp iki kızın odasına getiriliyordu. Odadan dehşet verici sesler geliyordu. Takip etmeyen birisi kolaylıkla canlı canlı derilerin yüzüldüğünü sanabilirdi. Ancak iki kızın kahkahaları aradan çok iyi seçilebiliyordu ve her seferinde sesler kesildikten on beş dakika sonra esir dışarıya oldukça mutlu bir şekilde çıkıyordu. Kapı önünde bekleyen bölük komutanıysa iki kıza bakıp gülümsüyor ve başını sallıyordu.

Alman sınırlarını bolca geçtikten sonra birkaç hayalet kasabaya uğradık ve kamp yaptık. Kızların çadırlarından her seferinde kendimi kötü hissettirecek kadar tahrik edici kokular ve ışıklar geliyordu. Neler olduğuna bir türlü anlam veremiyor ve buna yazılarımda yer verip vermeme konusunda kendimden emin olamıyordum. En sonunda sessiz kalmaya karar verdim. Yalnızca savaşın verdiği dehşetten bahsediyordum. Onlarca genç yerlerde delikler içinde yatıyordu. Yanmış binalar, dağılmış şehirler, yok olmuş bir doğa.

Bütün bunlar askerlerin bile ilgisini çekerken, ergenliğin başlarında olan bu kızlar her gün görüyorlarmış gibi sakindiler ve komutanın yanından ayrılmıyorlardı. Ona ayrı bir özellik kattıklarını söyleyebilirdim.

Komutan daha önce çok savaşa katılmış Camgöz lakaplı bir Almandı. Tek gözünü kaybetmişti ve yerine camdan bir göz takmışlardı. İşte yaşadığım en etkileyici olay bu adamın ve gözün çevresinde gelişmişti.

Rusya’nın batı köylerinden birine yaklaşıyorduk ve köy tamamen boşalmış görünüyordu. Ancak etrafta bolca yıkık bina ve ölü asker vardı. Blitzkrieg’in etkileri gözümüzün önündeydi. Tank izleri, at izleri, kurşunlar..

Tam köye gireceğimiz sırada bir ıslık sesi duyduk ve ardından bağırarak yere yığılan bir askerimiz. Bacağına kurşun yemişti. Herkes yere yattı ve komutan bağırarak askerleri hizaya sokmak için uğraşıyordu. Belli ki savaşmak için hazırlanmakla uzaktan yakından alakası olmayan bir bölükteydik. Bir süre ateş altında kaldıktan ve köyün her tarafını mermi yağmuruna tuttuktan sonra bunun tek bir tüfek atışı olduğunu fark ettik. Yerini tespit etmek uzun sürmedi. Aslında kızlardan birisi tüm o kurşunların arasında ayağa kalkıp sakince parmağıyla bir yeri gösterdi ve üç asker oraya ilerlediler.

Kısa süre içerisinde bir ellerinde tüfek, diğer ellerinde dokuz-on  yaşlarında bir çocukla geldiler. Çocuğu hızla komutanın önüne atıp dizlerinin üzerine çöktürdüler.

Camgöz çocuğa baktı ve bir kahkaha attı.

“Ein kind!” diye bağırdı, ‘bir çocuk’.

Sonra çocuğunun omzundan tutup ayağa kaldırdı. Yaşlı gözlerine baktı ve çaresiz bir ses tonuyla konuştu.

“Bak çocuk. Yapabileceğim bir şey yok ki. Aileni ben öldürmedim. Savaş yaptı, savaşın sorumlusu ben değilim ki. Seni öldürmek istemiyorum.”

Çocuk hiç kıpırdamadan durdu. Komutan Rusça konuşmuştu, anladığından emindim.

“Sana bir soru soracağım. Eğer bilirsen, seni serbest bırakacağım.” Dedi ve gülümsedi. Askerlerine dönüp baktı ve onlar da zorla gülümsediler. Kızlar ise sessizliklerini koruyordu.

“Pekala, ben çok savaşa katıldım. Ve bunlardan birinde bir gözüm zarar gördü. Şimdi o gözüm camdan. Hangisi olduğunu bilirsen serbestsin. Söyle bakalım, hangisi?”

Gerçekten komutanın iki gözünü birbirinden ayırmak çok zordu ancak çocuk hiçbir tereddüt belirtisi göstermeden cevap verdi.

“Sol.”

Komutan oldukça şaşırmıştı. “Nasıl bildin?” diye sordu.

“Çünkü o gözünüz daha insancıl bakıyor.” Dedi çocuk yine tereddüt etmeden.

Herkes donmuştu; ama komutan sanılanın aksine sakince gülümsedi ve arkasını döndü. Birkaç adım attıktan sonra sarışın kızlara bakıp başını salladı. Kızların bakışları çocuğa doğruldu ve çocuk bir an acı içinde bağırdı, küçük gözleri yuvalarından fırladı. İki saniye sonraysa yerde başı olmayan küçük bir beden yatıyordu.

Evet, bunu ilk kez açıklıyorum ama sanırım artık her şey gün yüzüne çıkmaya başladı. Kim ne derse desin, o söylentilere her zaman inanmıştım. Korkutucuydu. Savaşın getirebileceklerini görmek gerçekten dehşet vericiydi.."


(Bir Korkağın Defteri, Alberto Pellini, 1976 – Kukuleta Yayınları)
try again fail again fail better

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #12 : 01 Aralık 2010, 23:17:07 »
İlk bölümü gördüğümde fazla bir fikrim olmadığı için yorum yapmamıştım. Konunun nereye bağlanabileceğini çıkartamıyordum. Ancak şu ara geçiş bölümüyle birlikte çoğu şey açıklık kazandı. Denek olarak kullanılan hamile kadınlar, o ikiz kızlar ve bütün bunların Michael ve George'la olan ilişkisi çok ustaca bağlanmıştı. Bu yönden bayağı beğendim. Ayrıca hikayenin yavaş yavaş kaymaya başladığı tarih aralığı da farklı bir özgünlük katmış yazıya. Umarım devamını çabuk görebiliriz. Merakla bekleyeceğim. Ellerinize sağlık. :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #13 : 02 Aralık 2010, 00:53:44 »
Teşekkür ettim. Olayları birbirine anlaşılır bir şekilde bağlamak istedim bu kez. Sadece dolu bir eser çıkarmaya çalışıyorum.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öksüzler
« Yanıtla #14 : 03 Aralık 2010, 15:44:37 »
Hikayen çok güzel. Özelikle ilk bölüm. Hikayeyi okurken sanki biri bana masal anlatıyormuş gibi bir hisse kapıldım. Karekterleri en küçük ayrıntısına kadar anlatış tarzın, iki karekteri de hayal etmeme neden oldu. Genelikle hikaye okurken gelişen olayları gözümde canlandıramam. Ama bu sefer tam tersi oldu. Kendimi olayın içinde hissettim. (Özelikle kapm sahnesinde bende diğer çocuklar gibi korktum. :P)

Spoiler: Göster
  Michael’ın ise yıldızsız bir kış gecesinden daha karanlık saçları, içlerine bakanı uçurumun dibine çeken derin, siyah gözleri vardı. Onda bir katilin sessizliği var yazmıştı bakımevi müdürü dosyasına.

Michael!! :klp

Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe