Kayıt Ol

Sanal Gerçeklik

Çevrimdışı Beyaz Gölge

  • **
  • 56
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Sanal Gerçeklik
« : 03 Aralık 2010, 18:34:22 »
Sanal Gerçeklik

   Pürüzsüz çelik kapı açıldı ve iki siyah takım elbiseli adam yürümeye başladı. Önden giden yol gösteriyordu ve elinde bir kart tutuyordu. Kısa saçlarını olduğu gibi bırakmış, sakallarını sinekkaydı yapmıştı. Yakışıklı bir tipti. Otuzlu yaşlarının başında ya da yirmili yaşlarının sonlarında olmalıydı. Tepedeki beyaz ışıkta parlayan ayakkabılarıyla gri yolda rehberlik ederek ilerledi.

   Diğer adam da siyah takım elbisesinin altına süit bir ayakkabı giymişti; siyah ve düzdü. Ahenkle attığı adımları boyunca sağ eli hep cebindeydi. Sükûnetle önündeki adamı izliyordu. Uzun saçlarını jöle ile geriye doğru yatırmış ve otuzlu yaşlarının sonunda gelmesi olağan olan bir iki tane beyaz saç telini saklamıştı.

   Dar yolda bir süre daha ilerledikten sonra bir tür asansör kapısına geldiler. Öndeki adam durdu ve kartı kapının yanındaki kart geçiş yerinden geçirdi. Daha sonra elini koyu mavi renkteki tarayıcıya koydu ve yapı tıslayarak açıldı. İçeriye loş bir mavi hâkimdi. Parlak ayakkabılı adam arkasını döndü ve “Önden buyurun Toygar Bey.” dedi.

   Toygar hiç itiraz etmeden eli cebinde ilerledi. Bir asansöre göre geniş olan kutucuğun dibine geldiğinde karşısında duran aynada kendisine bir göz attı ve kısa bir hareketle geriye doğru döndü. O döndüğünde diğer adam da içeri girmişti.

   Genç adam kartı cebine koydu ve yandaki tuşlardan ikisine birden bastı. İlk başta bir şey olmadı ancak ardından asansör biraz yukarı doğru çıkmaya başladı. Pek hızlı sayılmazdı. Toygar aslında gideceği yerin yeraltında olacağını düşünüyordu ancak yukarıda olmasında da bir problem yoktu. Yukarı doğru çıktıkları yaklaşık on saniye boyunca hiçbir ses çıkmadı. Ardından asansör durdu fakat kapı açılmadı.

   “Bu biraz tuhaf gelebilir Toygar Bey.” Genç adam geriye dönmüş ve mavi gözlerinde ki bilmişlik yüzüne gülümseme olarak yansımıştı. Tuhaf bir şeylerin olacağı belliydi. Zaten Toygar da pek olağan şeyler beklemiyordu. Sonuçta onu normal bir yer değil, bazılarına göre anormal bir yer çağırmıştı.

   Adam sustuktan ve gözlerini yine kapıya diktikten sonra ışık sarıya döndü ve loşluk kayboldu. Toygar’ın gözleri biraz sızladı ve gözlerini kırpıştırdı. Ardından biraz öne sendeledi. Çünkü sanki asansör geriye doğru gidiyordu. Önündeki adam kendisine döndü ve pişkin pişkin gülümsedi. Toygar bunun teknik olarak nasıl olduğunu anlamaya çalışıyordu. O daha bir tane fikir bile yürütememişken asansör bir kez daha durdu.

   “Yandaki korkuluklara tutunsanız iyi olur Toygar Bey,” dedi genç adam arkasını bile dönmeden. Toygar da biraz garipsemesine rağmen denileni yaptı. O tutunur tutunmaz neden öyle bir komut aldığını anladı. Asansör aşağıya doğru hızlanmıştı. Toygar ilk başta tutunmasa belki de havaya bile uçabilirdi.

   Gereğinden hızlı bir şekilde yaklaşık otuz saniye ilerlediler. Toygar, ilk baştaki yer altı fikrinin doğruluğunu anlamıştı artık. Merkez, yeraltındaki gizli bir yerdeydi. Zaten her zaman öyle olurdu. Asansör otuz saniye sonra yavaşlayarak durdu ve ışık yeniden loş mavi halini aldı. Sonra sağ taraftaki gizli bir bölme harekete geçti ve bir tür kutu çıktı ortaya. “Lütfen üzerinizdeki tüm elektronik eşyaları burada bırakınız Toygar Bey, güvenlik için gerekli,” dedi ve bekledi genç adam.

   Toygar anlamasa da denileni yaptı. Telefonunu, müzik çalarını, arabasının kartını ve diğer metal eşyaları bıraktı. Ardından tamam anlamında kafasını salladı ve adam yan taraftaki bir düğmeye bastı. Toygar’ın daha önce fark edemediği bir düğmeydi bu. Adam düğmeye bastığı anda bazı sesler başladı. Toygar tarandığının, üzerinde metal bir şey olur olmadığına bakıldığından emindi. Onay sesinden sonra kapı tıslayarak açıldı ve adam hoş bir gülümsemeyle beyazlarla çevrilmiş alanı göstererek “Sanal Dünya’ya hoş geldiniz Toygar Bey,” dedi.

   Toygar genç adamın buyur edici sesindeki sıcaklığı hissederek adımlarına başladı. Artık önde olan oydu fakat adam kısa sürede onu yakalamıştı. İçerisi ellerinde dosya ile dolaşan insanlarla doluydu. Hepsinin üstünde beyaz önlükler vardı. Yüksek tavanda yüksek kapasiteli beyaz ışıklar duruyordu. Sağda solda bir sürü bilgisayar vardı. İrili ufaklı tuhaf görüntüler duvarlara yansıyordu. Bazı insanlar da bu görüntülere elleriyle yön veriyordu. Genç adam artık Toygar’ın önündeydi ve ona tuhaf gelen hiçbir şey yokmuş gibiydi. Ama Toygar geriden gelirken hayret dolu gözlerle inceliyordu bu görüntüyü. Amerikan filmlerinde örmeye alışık olduğu teknolojik aletlerin çoğunu burada görüyordu. Hatta öyle ki, görmediği onlarca şey de vardı.

   “Burası genel çalışma alanımız. Bilgisayarlar dâhil her malzeme biz tarafından üretildi. Bu türdeki teknoloji dünyada sadece on iki ülkede mevcut. Bu ülkelerdeki çalışma alanları halktan gizleniyor. Sadece dönemin yöneticilerinden gerekli görülenler bilgilendiriliyor. Öncülüğünü ilk başlarda Amerika yapmıştı ancak daha sonradan Avrupa ülkelerinin işlevi arttı. Biz yaklaşık yedi yıldır bu işlerdeyiz ve daha şimdiden büyük işler başardık. Mesela yandaki duvarlarda gördüğünüz görüntüler tamamen normla bir duvara aktarılıyor ve duvara çarpan görüntüde insan eliyle temas sağlanabiliyor.” Genç anlatarak ilerlemeye devam etti. Gerçekten uzun bir yoldu ve herkes meşguldü.

   “Biz iki yıl kadar önce onu bulduktan sonra diğer üstlerle bunu paylaştık ve iyi bir prestij edindik. Bizim de bir şeyler başarabileceğimizi öğrendiler. Yaklaşık bir yıl kadar önce de Fransa’daki üstten bir toplantı haberi geldi ve oraya gittik. Onlar da projektörden yayılan görüntünün önüne insan geçince görüntünün gölgelenmesi problemini aşıp, insan vücudunu bir engel olarak görmeyen bir sistem yapmışlar. Yani elinizi uzatırsanız görüntüde elinizin gölgesini göremezsiniz. Bu da onlara var olan mevkilerinde yükselme şansı tanıdı. Şuan için öncülerimiz Amerika ve Rusya. Biz sekizinci sırada geliyoruz. Ancak üzerinde çalıştığımız bir ürünle daha da ileri gitmeyi planlıyoruz. İki yıl önce bulduğumuzla, Fransızlarınkini birleştirerek daha gelişkin bir şeyler yapmak umudundayız. Başarı uzak değil.

   “Fakat sizin çağırılma nedeniniz bunlar değil. Her üssün kendine has gizlilik hakkı vardır. Bazı araştırmalarını gizlemekte serbesttir. Biz de o hakkımızı kullanarak beş yıldır üzerinde çalıştığımız bir üründe büyük bir ilerleme kat ettik. Üç boyutlu film evrenine yeni bir bakış açısı kazandıracak bir ürün. Bu yüzden de sizi çağırdık ve fikirlerinizden, film yapımı için gerekli bilgilerinizden yararlanmak istedik.”

   Genç adam sanki konuşmasını önceden prova etmiş gibi düzgün konuşuyordu. Ayrıca son cümlesinin ardından gri bir kapının önüne gelerek kalabalığı geride bırakmışlardı. Adam yine kartı çıkartıp okuttu ve elini ekrana dayayıp tarattı. Sonra kapı ardına kadar açıldı.

   Yine dar bir koridor vardı önlerinde. Sadece bir iki kişi dolaşıyordu etrafta. Sağda solda kapılar vardı ancak genç adam dümdüz gidiyordu. Toygar bir an konuşmayı dinlerken ne kadar gittiğini düşündü; baya büyük bir yerde olmalıydı.

   Sonunda soldaki bir kapıdan geçtiler ve boş bir koridorda biraz daha ilerledikten sonra bir kez daha metal taramasından geçtiler. Sonra retina ve parmak izi taramasıyla önlerindeki kapı açıldı. “Retina taraması İngiltere’nin buluşuydu. Aslında herkes tarafından araştırılıyordu fakat ilk onlar bulmuş.” Genç adam ilerledikçe bilgi vermeyi sürdürüyordu.

   O son kapıdan da geçince beyaz ve gri renklerinden farklı bir renkle karşılaştı Toygar; mavi. Her yer maviydi. Aslında bu mavi tonunu çok iyi tanıyordu. Bir dijital film yapımındaki uygun arka planlardan biriydi. Ancak burada film çekilmediğinden emindi.

   “İşte burası da bizim gizli bölmelerimizden birisi. Aslında en önemli buluşumuz. Hoş, henüz tam manasıyla buluş sayılmaz çünkü tamamlanmadı ancak sona çok yakınız. Bu yönden,” dedi ve sağ tarafı gösterdi. Tavanda beyaz ışıklar vardı. Adamın gösterdiği yönde duvar bitiyordu. Sağa döndüler ve içerideki kalabalığa girdiler. Grileşmiş renkteki sakallarıyla beyaz önlüklü yaşlı bir adam Toygar’a doğru geldi.

   “Hoş geldiniz Toygar Bey, umarım şoka filan girmemişsinizdir.”

   “Aslında girdim diyebilirim Cenk Bey. Gerçekten tebrik ederim. Böyle bir çalışma… Ülkemizin dünyanın sayılı teknolojilerine katkı sağladığına şahit olmak beni biraz şoka soktu.” Toygar sözlerinden sonra maviden başka bir renk aramak ve etrafı incelemek için etrafına bakındı. Birkaç bilgisayar vardı. Ama en önemlisi Cenk’in arkasında devasa bir cam fanus duruyordu. Arkasındaki şeyler buradan seçilemiyordu.

   “Senin için tamam Kemal, sen işine dönebilirsin.”

   “Tabi efendim, iyi eğlenceler Toygar Bey.” Ardından Kemal arkasını döndü ve o büyük cam fanusa doğru gitti. Ardından Cenk Toygar’a doğru döndü ve tebessümle gülümsedi.

   “Dışarıda ufak bir tur atmışsınızdır, Kemal de size buranın dünyadaki yerini açıklamıştır umarım.”

   “Evet, açıkladı. İnanın böyle bir başarıya imza atabileceğimiz aklımın ucundan bile geçmezdi.” Toygar konuşurken bile nezaket gereği Cenk’e bakmayı bırakıp etrafına bakındı. Hala duvar renklerine bir anlam veremiyordu.

   “İyi bir araştırmacımızdır Kemal de. En önemlisi de hayal gücü ileri seviyede olan birisi. Aslında birazdan şahit olacağınız aletin ilk tasarımı ona aittir. Geliştirmede diğer profesörlerimiz de yardımcı oldu tabi ki.

   “Ama şu ‘böyle bir başarıya imza atabileceğimiz’ kısmından hiç hoşlanmadım Toygar Bey. Biz burada halk bilmese de önyargılarınızın çok ötesine geçiyoruz. Sonuçta dünya çapındaki ileri uzay teknolojisinde sekizinci sırada olmak her ülkenin harcı değildir. Tabi bu sıralama bilinen icatlara yöneliktir. Genel olarak kim bilir hangi sırada oluruz.” Konuşurken bir yandan da yürüyordu. “Türk insanının hayal gücü o kadar geniş ki, doğru kullanıldığında diğer bütün ülkeleri alt edebilir. İki farklı nesneyi birleştirip yeni bir şeylerin üretildiği bir çağdayız. Ve biz de bunu çok iyi yapıyoruz. Nasıl derler, fantastik olan her şey, burada gerçeğe dönüştürülüyor. Bilim, rüyaları gerçek yapıyor.”

   Cenk gerçekten de haklıydı. Son yıllardaki ilerlemeler gözle görülür cinstendi. Hayal gücünün varlığı kanıtlandıktan sonra bu gücün kullanımının nasıl olacağını bulmak kalmıştı. Yıllar içinde her ülke bunu farklı bir biçimde bulmuştu. Ancak Türkiye’deki bu üs, belki de bulunabilecek en mükemmel şeyi bulmuştu.

   Büyük cam fanusun öbür tarafına geçtiklerinde Cenk büyük makinenin hazırlanması için emirleri vermişti. Derinlerden geliyormuşçasına yoğun sesler başlamıştı o anda. Toygar merak dolu gözlerle fanusa ve önündeki koskoca bilgisayara bakıyordu. “Biz buna Fiziksel Düşünce diyoruz. Biraz garip bir şey evet ama adındaki anlamı hak ediyor.”

   Toygar biraz ilerledi ve bilgisayarların yanındaki dişçi koltuğu gibi bir koltuk vardı. Yanında bazı başlıklar vardı. Etrafında da yaklaşık on kişi dolaşıyordu. Genç bir bayan koltuğun yanındaki bilgisayardaydı. Dört tanesi cam fanusa bağlı olan bilgisayarlara birer birer oturmuş bir şeyler yapıyorlardı. Üç tanesi koltuğu hazırlıyor iki tanesi de fanusa bakıp bilgisayarın başındaki üç kişiye komutlar veriyordu. Bir süre sonra o iki kişiden bayan olanı Cenk’in yanına geldi ve “Her şey hazır efendim,” dedi.

   “Pekâlâ, Toygar Bey, birazdan yaşayacaklarınız daha önce sadece bu üste çalışan seçkin kişiler tarafından denendi. Bizim amaçlarımız doğrultusunda dijital film sektöründe çığır açacak bir buluş bu.” Sustu ve koltuğa doğru ilerlemeye başladı. Gri olan koltuk hafif yatırılmıştı ve yanındaki başlıklardan birisi hazırlanmıştı. “Sizden ilk olarak bu koltuğa oturmanızı ve bu başlığı kafanıza geçirmenizi istiyorum. Gözlerinizi örten kısmına bakmanıza gerek yok. Yani, gözleriniz kapalı olursa daha iyi olur.”

   Bu sözler üzerine meraktan artık çatlayacak olan Toygar ceketini çıkarttı ve yanlarındaki bayana verdi. İçindeki beyaz gömlek pürüzsüzdü. Siyah kravatını biraz gevşetti ve koltuğa gidip ona oturdu. Rahatlık gerçekten hoştu; evindeki en rahat koltuktan da rahat bir yapısı vardı. Sonra yavaş yavaş geriye yaslandı ve kafasını da yasladı. Neler olacağını merak ediyordu gerçekten.

   Kendisini hazır hissettiğinde gözlerini kapattı ve “Hazırım,” dedi. Bunun üzerine fanusa bakan iki kişiden diğeri geldi ve başlığı Toygar’ın başına geçirdi.  Büyük bir şey değildi. Jöleli saçlarının bir kısmını kapatsa da rahatsız etmiyordu. Her şey hazır olunca adam geri çekildi.

   “Şimdi size bazı komutlar vereceğim Toygar Bey. Gözlerinizi hiç açmadan sadece komutlara yoğunlaşın. Bütün dikkatiniz o komutlarda olmalı. Düşünceleriniz çok önemli.”

   “Tamam,” diye cevap verdi Toygar kısaca.

   “Başlatın.” Emir geldikten sonra derinden gelen sesler sanki daha yakından gelmeye başlamışçasına arttı. Toygar fark etmese de başlıktan loş bir mavi ışık yayılmaya başladı. O anda Toygar sanki beyni boşluktaymışçasına gibi bir hisse kapıldı. Aynı uçağın kalkışta iç organlarının uçuyormuş gibi bir his vermesi gibi beyni ona, o hissi veriyordu. Hoşuna da gidiyordu açıkçası.

   “Tamam, Toygar Bey, ilk başta size, nasıl bir makine ile uğraştığınızı anlamanız için basit bir şeyler söyleyeceğim. Bir küp düşünün. Tek renk bir küp olsun. Hangi renk olduğuna siz karar verin ve bize kesinlikle söylemeyin. Sonra boyutlarını hayal edin. Fazla büyük de olmasın, fazla küçük de olmasın. Şimdi rengini ve boyutunu gözünüzün önünde görüyormuş gibi düşünün. Ona hükmedebilirsiniz. O sizin eseriniz.  O sizin düşünce gücünüzün dönüşümüyle oluştu. Bir enerji dönüşümü yaptınız. Şimdi onun kendi çevresinde döndüğünü hayal edin. Rengini ve boyutlarını unutmayın. Ve onu döndürün…”

   Cenk’in dediklerini aynen yapıyordu Toygar. Turkuaz renginde, yaklaşık otuz santime otuz santim bir küp hayal etmişti. Şimdi gözünün önünde o küpü döndürüyordu. Başka bir şey düşünmedi. Turkuaz ve otuz santim… Turkuaz ve otuz santim…

   “Tamam, çok güzel, sabitleyin.” Cenk gururla eserlerine bakıyordu. Bunu Toygar’a açıklamak için sabırsızlanıyordu.

   “Sabitlendi efendim.” Diye narin bir ses geldi. Bu ses büyük ihtimalle koltuğun yanındaki bilgisayarda oturan bayana aitti.

   “Başlığı çıkartın. Toygar Bey, Turkuaz küpünüz gerçekten çok hoş. O rengi ben de severim, evet.”

   Nasıl diye düşündü ilk başta Toygar. Hangi renkte bir küpü hayal ettiğini nasıl bilebilirdi ki? İlk başta bun etrafındaki mavi ortamın bir şartlılığından kaynaklandığını düşündü ancak içinden bir ses Cenk’in tahminde bulunmadığını söylüyordu. Sanki emindi.

   Başlık çıkınca koltuk doğruldu ve Toygar cam fanusun içindeki görüntüye baka kaldı. Aynen onun düşüncelerindeki gibi bir küp dönüp duruyordu. Hem de aynen Toygar’ın hayalindeki gibi dönüyordu. Tam anlayamasa da boyu da muhtemelen aynıydı; otuz santim. Ama… Nasıl?

   “İşte Fiziksel Düşünce budur Toygar Bey; Düşüncelerinizdeki nesneleri görüntüye döken bir alet. Uzun yılların ardından ulaştığımız sonucumuz budur. Ve bu teknikle o küpü bir piramide çevirişinizi de kaydedebiliriz.”

    Toygar hayret dolu gözlerle karşısındaki şey izliyordu. Bu gerçekten de film dünyasına yeni bir soluk getirebilirdi. İnanılmaz, müthiş bir şeydi bu. Düşünceleri görüntüye çevirmek bazen onun da aklına geliyordu. Ama bunu gerçekten yaşamak aklına gelmiyordu, düşünemiyordu böyle bir şeyi. Fakat az önce onu denemişti. “Şoktayım,” dedi sadece.

   Cenk gülerek yanına geldi. “Toygar Bey, bir kez daha deneyeceksiniz ve ne düşüneceğiniz size kalmış. Ama geometrik şekiller olsun ve biraz hareket katın için içene.” dedi.

   Toygar hiçbir şey demedi. Sadece yaslandı ve başlığın takılışını bekledi. Beyni yine o hale geçince başlama komutunu aldı ve düşünmeye başladı.

   İlk başta büyük bir piramit hayal etti. Taşlardan yapılma devasa bir piramit. Sonra yukarıdan inecek ateşler içinde bir ateş topu hayal etti. Ardından da ateş topunun piramide çarptığını ve piramidin bu çarpmanın etkisiyle parçalanışını düşündü. Ateş topu düşüyor ve piramit parçalanıyor…

   “Çok güzel. Bir kez daha tekrarlayın Toygar Bey. Ben tamam diyene kadar aynı senaryoyu kafanızda döndürün.”

   Toygar denileni yaptı. Gözünün önünde piramidi parçalıyordu devamlı. Parçalarının dağılışını düşündü teker teker. Ateş topunun aşağı doğru süzülürken etrafı aydınlatışını hayal etti. Ve durma komutu geldiğinde başlığı çıkarttı.

   Karşısındaki görüntü akıl almaz bir şeydi. Gerçek bir piramide sanki gerçekten de bir gök taşı çarpıyordu. Bunu bir filmde görse günlerce üzerinde çalışılmış bir görüntü sanırdı ancak en fazla bir dakikada yapılmıştı bu görüntü. Bir çağ kapanmıştı sanki.

   “Evet, Toygar Bey, henüz tamamen bitmedi. İnsan yüzlerini, savaşları ve daha nicelerini burada yapabilirsiniz. Ama şuan için şöyle bir sorun var. Bir filmi yapacaksanız, filmi baştan sona her ayrıntısıyla tek seferde yapmalısınız. Bunun dışında muhteşem çalışıyor.”

   Koltuktan kalkan Toygar yavaşça Cenk’in yanına geldi ve ceketini bayandan geri alıp üstüne giydi. “Gerçekten de çığır açacak bir icat bu. İnanın hala nasıl olduğunu anlayamadım. Anlatmanızın da bir farkı olacağını sanmıyorum. Bu derin teknoloji ile başarabileceklerimizi düşünemiyorum bile. En mükemmel üç boyutlu filmleri yapabiliriz burada. Normal bir filmden çok çok çok kısa bir sürede tamamlanabilir. Ve kıvamında tutulursa, değeri paha biçilemez bir şey olur. Sizi en içten duygularımla tebrik ediyorum Cenk Bey. İmkânsızı başarmak böyle bir şey olsa gerek.”

   Ardından icadın yapabilecekleri hakkında konuştular. Birkaç bardak çay içtiler ve biraz kurabiye yediler. Üssü biraz daha gezindiler. Bazı yerlere girişler yasaktı ancak gördükleri Toygar’a yetecek kadar fazlaydı. Hatta öyle ki, gördükleri çoğu şeyi hayal bile edemezdi. Cenk, Toygar’a yeni gelişmelerden onu haberdar edeceğini söyledi ve beraberce dışarı çıktılar. Yine o değişik asansörü kullanmışlardı. Bu Toygar’ın midesine yeni giren kurabiyelerle çayı biraz allak bullak etmişti ama gördüklerine değerdi.

-----0-----
   Tek başına yaşadığı evde akşam yemeğinden sonra plazma televizyonunda bir film izliyordu. Film nanoteknoloji hakkında aksiyon ve heyecan dolu bir filmdi. Ufak kapsüllerin içindeki yapay şeylerle yapılanlar gerçekten de inanılmazdı. Filmde de aynı iki hafta önce gittiği üs gibi bir yer vardı. Ama orası çöldeydi ve anlaşılan tek başına bir kuruluştu. Fakat kendini filme kaptırmıştı Toygar.

   Filmin sonlarına doğru aksiyonun doruğunda telefonu çaldı. ‘Pause’ tuşunu buldu ve gri kumanda da o tuşa bastı. Sonra telefonunu açıp iki haftadır beklediği haberi alma umuduyla “Alo,” dedi.

   “İyi akşamlar Toygar Bey, bir an önce buraya gelmelisiniz. Yirmi dakika içinde Kemal kapınızda olacak. Kimseye bir şeyler demeyin, gerçekten tuhaf şeyler oluyor.”

   Tuhaf ve bir o kadar da esrarengiz gelen bu konuşmaya Toygar’ın pek bir cevabı yoktu. Sadece “Tamam,” demekle yetindi.

   Yaklaşık on beş dakika sonra kapının zili ahenkle çaldı ve Toygar ceketinin son düğmesini de ilikleyip kapıyı açtı. O genç adam yine karşısında duruyordu. Yüzünden önemli bir şeylerin olduğu belliydi. Ama soru sormadı ve sadece selamlaşıp arabaya doğru gittiler. Araba ilk seferdeki gibi siyahtı ve baya iyi bir markaydı.

   Hiç konuşmadılar yol boyunca. Toygar kafasında nasıl bir şeyler olduğunu canlandırmaya çalışıyordu. Belki de film yapmak için kolay bir yol bulmuşlardı. Ya da bakla bir şey…

   “Geldik Toygar Bey,” dedi arabadan indi Kemal. Ardından Toygar da indi arabadan ve girişe doğru yürüdü. Derken bir anda Kemal’in telefonu çaldı. Karanlığın sessizliğini bozan, huzursuzluk dolu bir ses gibi geldi o telefonun sesi.

   “Alo,” dedi Kemal tanımadığı numaraya cevap vererek.

   “İyi akşamlar Kemal Bey,” dedi telefondaki ses. “Bu gece yanınızdaki yolcu buraya ait olmayan birisi ve bu yüzden sizden bir ricam var; ben burada sizin eşsiz icadınızın tadını çıkartırken lütfen buralara girmeyi denemeyin. Çünkü bu alet, doğru kullanıldığında dünyaya hükmedebilir. Sizin sayenizde tabi ki.”

   “Kimsin ve ne istiyorsun aşağılık herif?” diye bağırdı Kemal birden. Yüzünde korku ve sinir karışımı bir görüntü vardı. Toygar adeta şoktaymışçasına izledi sadece gecenin karanlığında.

   “Lütfen, Kemal Bey, terbiye sınırlarımızı aşmayalım. Sizden sadece bu aletin planlarının saklı olduğu yeri benim için bulup, planları size söyleyeceğim adrese götürmenizi istiyorum. Basit değil mi? Sonuçta etrafımda özel polisler varken bu aletle bu odadan çıkamam. Şimdi, yapacaklarınıza iyi karar verin, yarım saat sonra arayacağım!” Telefondan artık sesler gelmiyordu. Karşıdaki adam kapatmıştı telefonu. Kemal bulduğu şeyin nasıl olurda böyle bir şeye yol açtığını anlamıyordu. Ama belki de blöf yapıyordu telefondaki ses?

   “Bir açıklama yapacak mısınız Kemal Bey?” dedi tedirgin bir sesle Toygar. Biraz önceden beri gelişen olaylar ortama hiç de rahat bir hava yaymamıştı.

   “Bakın Toygar Bey, makineye eklediğimiz bir iki parça ve yeni geliştirdiğim yazılımla bir kılıç yapmayı denemek istedik. Ben denek oldum ve bir kılıç hayal ettim. Kılıcı öylesine ayrıntılarıyla hayal ettim ki, gerçeklik oranı %97’e çıktı. Bu, bu güne kadar elde ettiğimiz en güzel sonuçtu. Yani gerçek bir kılıçtan farkı ancak hassas ölçeklerle anlaşılıyordu.

   “Sonra yeni yazılımla sabitlemeye çalıştık ve bir iki ters giden şeyden sonra sabitlendiğini söylediler bana. Ardından bir sessizlik çöktü. Sessizlikten hemen önce de bir demirin yere çarpması gibi bir ses duyulmuştu. Endişeyle başlığı çıkarttım ve etrafıma bakındım. Herkes fanusa bakıyordu. İlerledim ve fanusa baktım. Yerdeki kılıcı görünce dona kaldım. Gerçek bir kılıç, hayal ettiğim gibi bir kılıç zeminde duruyordu. Hayal, maddeye dönüşmüştü.”

   Bu sözler üzerine Toygar anlamakta güçlük çekti. Hayal gücünün enerjisini çevirip, madde mi elde etmişlerdi? Bu imkânsız gibiydi. Lisedeki hayatından kalan bir iki fizik bilgisi bağıra bağıra olamaz diyordu. Ama olmuştu galiba… “Siz- siz ciddi misiniz?”

   “Sonuna kadar. Ancak anlaşılan dışarıya bilgi sızıntısı olmuş. Adam odayı ele geçirmiş ve makine elinde. Toygar Bey, o makine, benim yazılımımla her şeyi yapabilecek kapasitede. Ve şimdi benden o yazılımın ve makinenin planlarını istiyor.”

   O sırada karanlıktaki binanın kapısı açıldı ve ağır adımlarla ilerleyen bir adam belirdi. Karanlıkta parlayan kızıl nokta onun sigara içtiğini söylüyordu. Yaklaştıkça duman da yavaşça belirmeye başladı. “İyi akşamlar beyler, hanginiz Kemal?” Sigara tuttuğu sağ eliyle bir Toygar’ı bir Kemal’i gösteriyordu. Durum pek fazla sürmedi.

   “Ben,” diyerek öne çıktı Kemal. “Bir sorun mu var acaba?”

   Adam sigarasından bir nefes daha aldı ve konuşmasına devam etti. “A, evet bir sorun var.” Duraksadı. “Binanın üs olarak kullanılan kısmındaki odalardan birisine lanet olası bir adam girdi ve içerideki yedi profesörü esir aldı. Bilmem size göre bu bir sorun mu?”

   Bir süre sessizlik oldu. Ardından karanlığın içindeki gökyüzü mora boyandı ve ardından gelen gök gürültüsü ortalığın tozunu aldı adeta. “Bunları içeride konuşsak daha iyi olur gibime geliyor Bay…”
   “Jourluck. Joseph Jourluck.”

   “Bay Jourluck.” Ardından hiç konuşulmadan asansöre kadar gidildi. Sonrasında aynı Toygar’ın ilk geldiğindeki gibi bir rota izlediler. Ancak bir fark vardı; kartlı geçişin olduğu her kapıda iki tane silahlı asker bekliyordu. Sigara içen adam yabancı olduğuna göre askerler de muhtemelen yabancıydı. Anlaşılan tehlike gerçekten de büyüktü.

   “Odanın kapısının bulunduğu koridora silahlı adamlarımızı yerleştirdik. Ancak görmeniz gereken bir şey var. Bu gerçekten çok tuhaf.”

   Joseph’in ardından mavi duvarlı odanın kapısının bulunduğu yere doğru gittiler. Silah sesleri bir an da başladı ancak Joseph gayet sakin gibiydi. Kemal ile Toygar birbirlerine şaşkınlıkla baktılar ancak duraksamayıp ilerlediler. Bir köşeyi dönüp kapıyı aşınca silah seslerinin kaynağını gördüler.

   Kapının kenarına doğru ilerleyen Joseph’i takip ettiler ve içeride kanlar içinde yatan bir adam gördüler. Orta Çağdan çıkış gibi bir hali vardı adamın. Kılıcı kenara düşmüştü.

   “Ne kadar zaman sonra olacak?” diye sordu Joseph kapıdaki askere. Asker ilk başta saatine baktı ardından “Yaklaşık on iki saniye sonra, efendim,” dedi.

   “İyi izleyin beyler,” dedi sadece Joseph. Kemal ile Toygar yerdeki cesede dikkatle baktılar. Adamdan akan kan yavaşça kapıya doğru süzülüyordu.

   Sonra birden, yok oldu. Sanki eriyormuşçasına sıvılaştı ve tamamen şeklini kaybedince sanki havaya karışıp buhar oldu. Ama havada da bir değişiklik yoktu. Bir süre sessizliğin ardından Joseph konuştu. “Kemal Bey, bana bunu açıklayabilecek tek kişinin siz olduğu söylendi.”

   “Bu… Bu Fiziksel Düşünce’nin ürünü, o sadece bir düşünce gücüydü. Bu kadar ayrıntıyı düşünebildiğine inanamıyorum.” Durdu ve hayret dolu gözlerle biraz önce kanlar içinde adamın durduğu yere baktı.

   “Ne demek istiyorsunuz Kemal Bey? Fiziksel Düşünce de neyin nesidir? Türkiye üssündeki gizlilik alanında ne tür bir araştırma oluyordu?

   Kemal gözlerini kapattı ve bir süre derin derin nefes aldı. Ardında kafasını ve göz kapaklarını kaldırıp konuşmaya başladı. “İlk amacımız dijital film dünyasına yeni bir soluk getiren düşünceyle film yapmaktı. Başardık da. Ancak sonrasındaki gelişkin yazılımlar sayesinde bir şeyler oldu. Düşünce ile üretilen film maddesinin gerçekliği belirli bir oranı geçince maddeye dönüştü. Elle tutulur, kullanılır bir madde halini aldı. Bu… Nasıl oldu anlayamadık. Ama müthiş bir şey gibi geldi. Sonra dün gece bir telefon aldım. Planları istedi birisi. Tehdit etti. Bu gün de Toygar Beyi makineyi parçalayacağımızı görmesi için çağırmıştık fakat biraz geç kalmışız anlaşılan.”

   “Geç mi kalmışsınız? Şaka mı yapıyorsunuz, makinenin maddeleştirdiğini anladığınız anda yok etmeliydiniz onu!” Adeta kükreyen bir kaplan gibi bağırmıştı.

 O anda silah sesleri yeniden başladı ama bu sefer tek taraflı değildi. Sesin geldiği alan bir göz attıklarında elinde tekli ile ateş etmeye çalışan bir adam gördüler. Ama kısa sürede adam yere yığıldı. Her seferinde gelen adamların gücü artıyordu. Hayal gücü ile nasıl savaşılabilinirdi ki?

   “Anlaşılan bir an önce harekete geçmeliyiz,” dedi ve adamlarının yanına doğru ilerledi Joseph. Ardından bir sigara daha yaktı. “Buranın jeneratörü nerede Kemal Bey?”

   Joseph’in ardından giden Kemal ile Toygar o duraksayınca durdular. Toygar sadece şaşkınlıkla şahit olduğu şeyleri izliyordu. “Giriş yaptığımız yerin solundan devam edince karşınıza bir kapı gelir. Diğerlerinden daha büyüktür. İçerisi buranın her türlü ihtiyacı için donatılmıştır. Devasa odanın yarısında da bir jeneratör bulunur. Elektrik kesildikten on saniye sonra yeniden her yeri aydınlatabilecek kapasitede bir alet.”

   Joseph o anda bir el işareti yaptı ve birkaç adam giriş tarafına doğru gitti. “Elektrik kaynağınız nerede?”

   “Elektriği kesip mi girmeyi planlıyorsunuz? İçeride rehineleri var!” diye bağırdı Kemal.

   “Kemal Bey! İçerideki alet dünyayı tehdit edebilecek bir şey. Bizler boşuna Türkler hayal etmesin demiyoruz. Sizin hayalleriniz dünyayı değiştiriyor hep. Ve korumasını bilmediğiniz bu şeyler dünyaya hep tehdit salıyor. Şimdi bana o kaynağın nerede olduğunu söyleyin yoksa ben buldurtmasını bilirim!”

   Bir süre sessizlik oldu. “Tamam,” dedi sonunda Kemal. “Ama sistem şehir merkezindeki dağılım şebekesine bağlı direk, yani, sadece ana merkez kapatılırsa kapanır.”

   “Sorun değil. Beyler, gerekli vaziyeti bir dakika içinde hazır istiyorum. Bu iş, en fazla yarım saat içinde bitecek.”

   Bilgisayar başındaki adamlardan onay sesleri geldi ve hareket başladı. Joseph bu üssün ne kadar tehlikelerle dolu olduğunu hayal edebiliyordu. Ona kalsa bu üslerin korumalığını üstlenen komitenin başkomutanı olarak burayı kapattırırdı ancak Türkler büyük işler başarmışlardı ve diğer üsler bunu asla kabul etmezdi. Her yeri karartıp içeri gireceklerdi ve adamları öldüreceklerdi. İş de burada bitecekti. Nokta.

   O anda Kemal’in telefonu çaldı. Yine o numara arıyordu. “E, Kemal, ne yapmayı planlıyorsun? Küçük çapta bir ülkeyi ele geçirecek kadar güçlü bir ordum oluştu bile. Siz dışarıda neler karıştırıyorsunuz?” Sesteki neşe algılanamayacak gibi değildi. Oldukça mutlu gözüküyordu telefonun diğer ucundaki kişi.

   “Ben… Ben düşünüyorum. Planları alacaksın ama orduyu yok etmelisin. Makine bir tehlike, bir hasar var. Yanlış çalışıyor.”

   “Yanlış mı? Bana göre tam istenilen şekilde çalışıyor. Öylesine mükemmel bir makine yapmışsınız ki profesör, size sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bu yüzden size bir iyilik yapacağım, kaçın. Çünkü kısa bir süre sonra ordum oraya gelip, her birinizi teker teker doğrayacak.  ” Telefon kapandı.

   “Blöf yapıyor,” dedi telefon konuşmasını duyan Joseph.

   Ardından arkadan her şeyin hazır olduğuna dair onay sesi geldi ve Joseph askerlere hazırlanmasını söyledi. Biraz önceki telefon görüşmesi hiç olmamış gibi davranıyordu.

   Kısa süre sonunda her şey hazırdı. Kemal ile Toygar uzaklaştırılmıştı. Yaklaşık yirmi kişiden oluşan üslerin ileri teknolojili silahlarıyla çevrili askerleri baskına hazırdı. Bütün bu işler sadece tek bir şey içindi; düşünceler.

   Kemal o anda düşüncelerinin vardığı noktayı kavramaya çalıştı. Sadece birkaç yıl önce önemsenmeyen o düşüncelere karşı şimdi bir ordunun yapıldığını izliyordu. Düşüncelere engel olunuyordu. Olunmalıydı da. Düşünceye karşı savaş… Her döneme has bir tipi var. Ama yaradılıştan gelen bir özellik bu, insanı insan yapan bir özellik bu; düşünmek…

   Etraf karardı ve ıssız bir sessizliğin ardından silah sesleri duyuldu. Çığlıklar yayılıyordu etrafa. Beş dakika sonunda ışıklar açıldığında Kemal kapının ağzından akan kanı gördü. Kanın hangi tarafa ait olduğu önemli değildi. Önemli olan bir tarafta düşüncelerin olmasıydı…




Not: Bunu yaklaşık dokuz ay önce filan yazmıştım. Tekniklerim o zamandan bu zamana oldukça değişti ama en nihayetinde bu benim özüm. Yorumlarınızı bekliyorum. Her türlü yorumu yapın lütfen, çünkü açıklarımı görmek için ekliyorum bu yazıyı. Umarım okurken sıkılmazsınız ya da sıkılmamışsınızdır.  :D

...Hayal Edebildiğin Kadarını Gerçekleştirebilirsin...

Çevrimdışı Beyaz Gölge

  • **
  • 56
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #1 : 04 Aralık 2010, 19:36:36 »
Çok uzun olduğunu görüp okumadan çıkıyor musunuz? Yoksa okuyup, yoruma değer bulmadığınız için çıkıyor musunuz?

Merak ettim de. Lütfen beni aydınlatır mısınız? :)
...Hayal Edebildiğin Kadarını Gerçekleştirebilirsin...

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #2 : 04 Aralık 2010, 19:46:21 »
Çok uzun olduğunu görüp okumadan çıkıyor musunuz? Yoksa okuyup, yoruma değer bulmadığınız için çıkıyor musunuz?

Merak ettim de. Lütfen beni aydınlatır mısınız? :)

Daha öyküyü dün koymuşsun, hemen yorum gelmesini beklemen çok yanlış. Öykünün okunmasını beklemek sabır işidir, beklemen gerekiyor. Herkesin okumaya vakti olmayabilir veyahut okuyanlar da yorum yapmıyor olabilir. Okuyanlardan cevap bekleme, sadece bekle :).

Ayrıca daha dün yayınlayıp bugün bir karşılık beklemek kötü bir imaj çizebilir.

Çevrimdışı Beyaz Gölge

  • **
  • 56
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #3 : 04 Aralık 2010, 19:56:13 »
O zaman özür diliyorum. Zaman şuan için çok. Bekleriz. Ve teşekkürler. :)
...Hayal Edebildiğin Kadarını Gerçekleştirebilirsin...

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #4 : 04 Aralık 2010, 20:04:58 »
Çok uzun olduğunu görüp okumadan çıkıyor musunuz? Yoksa okuyup, yoruma değer bulmadığınız için çıkıyor musunuz?

Merak ettim de. Lütfen beni aydınlatır mısınız? :)

Bu ne acele yahu, ben hikayeni oldukça beğendim fakat bazı yerlerde anlatım kopuklukları vardı. Bunu da ilk deneyimin olmasına bağlıyorum tabi.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #5 : 04 Aralık 2010, 20:09:12 »
İtiraf ediyorum ki hikayeni tam okumaya başladım ki, dış etkenler yüzünden sadece yarısını okuyabildim.
O dış etkenler annem ve kardeşim oluyor maalesef. Tam okumaya başlarken ikide bir rahatsız edip durdular. Okuyamadım.
Spoiler: Göster
Gizem çayını iç, soğudu, Abla ingilizce ödevimi bulabilirmisin, nereye koydun ödevi mi!... :hemk
Sonra baştan okumaya başlarken gözlerim sulanıp ağrıdı.(Bütün gün bilgisayarın başında kalınca göz yorgunluğu ve sırt ağrısı başlıyor.) Soğudum ve lanet olsun diyip okumayı bıraktım. Ama söz şimdi üşenmeyip tekrardan okuyacağım ve yorumumu yapacağım.
Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı Beyaz Gölge

  • **
  • 56
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #6 : 04 Aralık 2010, 20:11:46 »
Aslında ilk deneyimim değil. :) Oldukça deneyim var. Yani ilk filan diye hoş görmeyin derim.

Anlatım kopuklukları derken?

Gizem galiba. :) Bende de var öyle bir kardeş. Bırak hikayeyi, kardeşin gönlü daha önemli bence. Ne istiyorsa yap derim. Ama yine de teşekkür ederim.

(Acelemin sebebi de hafta için bilgisayarın tamamen kapalı olması. Kaç günde bir açabilirim artık bilmiyorum. O yüzden hazır açabiliyorken alayım diyordum yorumları. O yüzden. Tekrar özür diliyorum.)
...Hayal Edebildiğin Kadarını Gerçekleştirebilirsin...

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #7 : 04 Aralık 2010, 20:19:46 »
Anlatım kopukluğu değil de, nasıl denir, biraz cümlede kopukluk söz konusu. Örneğin;
 
“Sorun değil. Beyler, gerekli vaziyeti bir dakika içinde hazır istiyorum. Bu iş, en fazla yarım saat içinde bitecek.”
 
Gerekli vaziyet derken?
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Beyaz Gölge

  • **
  • 56
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #8 : 04 Aralık 2010, 20:23:33 »
Gerekli vaziyeti ...

Gerekli vaziyet olmalıymış. Ve şey demeye çalışmıştım. Gerekli bütün işler halledilsin ve saldırıya hazırlanılsın. Demek istemişim galiba.

Ve, evet tam olarak ne demek istediğini anladım, sağol. :)
...Hayal Edebildiğin Kadarını Gerçekleştirebilirsin...

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #9 : 04 Aralık 2010, 21:00:15 »
 Düşünceye karşı savaş… Her döneme has bir tipi var. Ama yaradılıştan gelen bir özellik bu, insanı insan yapan bir özellik bu; düşünmek…

Gerçekten hikayenin sonunda çok şaşırdım. Ben okurken sonunda düşündükleri herangi bir şeyin somut olarak oluşacağını düşünüyordum. Ama yanılmışım. Olayların gelişme süreci bana biraz yavaş geldi. Daha doğrusu dialoglar çok az ama anlattığın tüm herşey gözümde canlandı. Bina, koridorlar,asansör...
Güzel bir hikaye beğendim. :)


Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı Beyaz Gölge

  • **
  • 56
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sanal Gerçeklik
« Yanıtla #10 : 05 Aralık 2010, 00:07:21 »
Dialoglar :) Tamam. Teşekkürler. Umarım okurken sıkılmamışsınızdır.
...Hayal Edebildiğin Kadarını Gerçekleştirebilirsin...