Kayıt Ol

Soytarının Sınavı

Çevrimdışı Mu

  • *
  • 26
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Soytarının Sınavı
« : 15 Şubat 2011, 12:49:09 »
“ Çoban Gulu! “ diye bağırdı kapı muhafızı.
Sırası gelmişti işte. Titreyen bacaklarla yerinden kalktı. İster istemez arkasındaki uzun koridora bir göz attı. Hala bu işten vazgeçip geri dönme şansı vardı. Cesaretini toplamak için gözlerini yumdu.

“ Hayır, “ dedi kendi kendine. “ Prenses için her şeyi göze almaya hazırım, “ Görmeyen gözlerle kralın karşısına çıkacağı kapıda durdu.

Muhafızın yüzü çobanın cesareti ve kendine güveni karşısında sempatiyle yumuşamıştı. Dostça omzuna vurup başını salladı. “ Cesur ol. “
Zırhlara bürünmüş kapı muhafızı tek bir hareketle üzerine kraliyet arması işlenmiş, gümüş oymalı dev kapıyı açtı.

İçeriden süzülen ışık Gulu’nun gözlerini kamaştırdı. Salonun genişliği ve ihtişamı o daha kapıdan girmeden gözlerini kör etti. Öylece kapıda durmuş içeri bakıyordu.

Muhafız çobanın tereddütünü görüp hızlıca sırtını dürttü. “ Hadi ne duruyorsun! Kralı bekletme. “
Gulu gözlerini kırpıştırdı. “ Kral... evet. “ dedi belli belirsiz bir sesle. Duyduğu korku ve heyecandan vücudu istemsizce kasılıyordu. Midesi bulanıyor, böyle bir çılgınlığa kalkışmış olduğu için kendini suçluyordu. Sıradan bir çoban, yüce kralın karşısında ha? Olacak iş değildi. Yavaş adımlarla büyük kabul salonuna doğru yürümeye başladı.

Kapıdan gördüğü ihtişam, içeri girdiğinde gördüğü manzara karşısında sönük kalıyordu. Huşu dolu bakışlarla dev salonu inceledi. Sıra sıra sütünlar sanki Tanrılara el açmışçasına yerden yükseliyor dev kubbeyi destekliyordu. Gümüş ve altın desenlerle süslü sütunların üzerinde yükselen kubbeye dev bir harita resmedilmişti. Duvarlardaki gözalıcı resimler ve heykeller sanatın duru ışığıyla aydınlanmıştı. Parlak mermerin saf beyazlığı üzerindeki mavi damarlarla yumuşuyordu. Salonun iki yanına dizilmiş dev pencerelerin renkli camlarından giren güneş ışığı tüm bu ihtişamı insanın içini ısıtan bir ışıkla dolduruyordu. Tam karşısında ise altın işlemeli dev tahtına oturmuş kral oturuyordu.

Kısa bir an için orada neden bulunduğunu unutmuştu. Gözlerini dev kabul salonundan zorlukla ayırıp başını önüne eğerek yürümek için kendini zorladı. Nefesi heyecanla kesik kesik çıkıyordu. Kralın huzurundaydı.

Tam o sırada kahkahalar atıp dans eden bir gölge yanından şimşek hızıyla geçti. Ne olduğunu anlamak için gözlerini yerden kaldırmaya cesaret etti. Kral tam karşısındaydı. Dev tahtına oturmuş, ipek giysileri içinde çok yüksek ve erişilmez görünüyordu. Pencerelerden sızan öğlen güneşi değerli taşlarla dolu altın tacından acımasızca yansıyıp kendisinin sadece bir çoban olduğunu kulağına haykırıyordu.

Sonra gözleri yanından geçen şeyin ne olduğunu gördü. Bu gürültücü bir soytarıydı. Üzerinde her renkten kumaş olan komik bir giysi giyiyordu. Kralı eğlendirmek için oradan oraya taklalar atarak koşuyor, komik olduğunu düşündüğü anlamsız bir şeyler geveleyip kendi kendine kahkahalar atıyordu.

Elleri üzerinde kalkarak krala doğru ilerleyip tahtın önüne geldi. Amuda kalkmış bir vaziyette konuşmaya başladı.

“ Kralımız bugün nasıllar? “  dedi soytarı poposunu aşağı yukarı sallayarak. Soytarının tiz, alaycı sesi salonda yankılandı. Gulu olan biteni yüzündeki dehşet ifadesiyle izliyordu. Görünüşte soytarının sorusu masum gibi gözükse krala soru soran kişi poposuymuş gibi davranıyordu!

Soytarı cevap almayı bekleyerek poposunu sabırsızca oynattı. Gulu korku içinde malum emrin gelmesi için bekledi. Krala yapılan böyle bir saygısızlık büyük ihtimalle ölümle cezalandırılırdı.

Üzerindeki gergin hava duyduğu kahkahayla paramparça oldu. Gözlerine inanamayarak krala baktı. Kudretli tahtında kral kahkahalarla gülüyor, vücudu sarsılıyordu.

“ Teşekkürler Gakguk, iyiyim“ dedi kral kahakahası arasından.
Soytarı halinden son derece memnun görünüyordu. Ceplerinden çıkardığı elmaları büyük bir ustalıkla elinde çevirmeye başladı.

Kral bir süre karşısındaki gösteriyi izledi. Daha önce orada durduğunu farketmediği kralın tahtının yanında duran bir adam öne çıktı. Krala bu kadar yakın olduğuna göre bir vezir olmalı diye düşündü Gulu. “ Tamam Gakguk. Bu kadar yeter. Çekilibilirsin. “

Gakguk alaycı ve abartılı bir selamla yere kapaklanıp sürünerek geri çekildi. Yanından geçen soytarının fırıl fırıl dönen gözlerle kendisine baktığını görebiliyordu.

Vezir derinden gelen kalın sesiyle elinde tuttuğu kağıdı okumaya başladı. “ Prensesi eline düştüğü acımasız ve korkunç yaratıktan kurtarmaya geldiğini söyleyen Çoban Gulu, “ okumasını bitirip Gulu’ya onu sorgular gibi kısa bir bakış attıktan sonra kralına döndü.

Kral vezirin okuduğu ismi duyar duymaz yerinde hafifçe kıpırdandı. Kralın kendisine bakmakta olduğu görüp hızla yere çevirdi bakışlarını. Kısa bir an için de olsa kral ile gözleri birleşmiş Gulu anlam veremediği bir sıcaklık ve sevgi hissetmişti o gözlerde.

“ Çoban Gulu, “ dedi kral gür sesiyle. “ Bir adım öne çık. “

Bacaklarının titremesine bir türlü mani olamıyordu. Usulca bir adım attı.

“ Bu şehirden misin? “
“ Evet, efendim, “ dedi ürkek bir sesle.
“ Prensesi kurtarmak için gerçekten gönüllü müsün? “
Gulu sorunun tam olarak ne anlama geldiğini anlamadı. Acaba kral onun basit bir çoban olmasına mı dokundurmak istemişti yoksa ürkek görünüşüne mi?

Üzerindeki baskıdan dolayı deri tüniğinin altında terlediğini hissetti.

“ Ben... şehir meydanında çığırtkanların halka yaydığı haberi dinledim. Prensesimizin zalim bir ork tarafından alıkonması çok korkunç bir durum. “
“ Haber doğru çoban. Kızım kötü kalpli ork tarafından alıkondu. Senden önce sayısız cesur savaşçı kızımı kurtarmak için o korkunç Karadağ’a doğru yolculuğa çıktı. “ Kral hafifçe iç geçirdi. “ Hiçbiri başarılı olamadı. “
“ Duydum ki... duydum ki prensesi kurtarmayı başaran kişi onunla evlenmeye hak kazanacakmış.“ dedi Gulu titrek sesiyle.

Kralın bakışları çoban üzerinde bir an sevgiyle dolaştı. “ Evet, bu da doğru çoban. “
Kral tahtında hafifçe kıpırdandı. “  Neden kızımı kurtarmak için hayatını tehlikeye atmak istiyorsun? Soylular ve savaşçılar dahi başarılı olamamışken? “
“ Ben... prenses... “ Gulu korku ve heyecandan kekelemeye başlamıştı.     
Salondan çıt çıkmıyor, soytarı bile zırıldamayı kesmiş, konuşmayı dinliyordu.
“ Ben... prensesi hasat günü yapılan büyük şenlikte görmüştüm. “ daha fazla konuşamayarak sustu.
Kral yumuşak bir sesle onun yerine devam etti. “ Ve ilk görüşte aşık oldun. “
Gulu’nun üzerinde hissettiği baskı ve heyecana bir de utanma duygusu eklenmişti şimdi.

Tiz bir ses konuşmayı böldü. Soytarı Gulu’nun yanına gelmiş ona inanmaz gözlerle bakıyordu. “ Hıh, basit bir çoban parçası işte! Daha orku görür görmez kaçacağına eminim.“
Kral kaşlarını kaldırmıştı. “ İsteyen herkes prensesi kurtarmak için Karadağ’a yolculuğa çıkabilir Gakguk bunu biliyorsun. “

“ Evet evet elbette biliyorum, “ dedi soytarı hızlıca tiz sesiyle. “ Ama bu adama bir şans tanımaya emin misin? O bir çoban! “ 

Gulu vezirler hariç kimsenin yüce bir kralla böyle konuşabileceğini sanmazdı. Soytarı ile kral arasında kendisinin
anladığı özel bir ilişki olmalıydı.

“ Bu adama da kızımı kurtarmak için Karadağ’a yollanan tüm soylular ve savaşçılara tanıdığım aynı hakkı tanıyorum. “ Kralın sesinde hafif bir hiddet seziliyordu. “ Ve sen Gakguk, “ eliyle onu göstererek “ bu adamın yolculuğunda onun yanında olacaksın. “

Gakguk inanmazlık dolu bakışlarla bir çobana, bir krala bakıyordu.

* * *



Dev gibi leyleğin gagasında taşıdığı sepet sert zemine çarparak hafifçe sarsıldı.

“ Hey çoban, uyan! “ dedi soytarı onu pek de kibar olmayan bir şekilde dürtüyordu.
Gulu yavaşça gözlerini açtı. Uyuyakalmış olduğu için kendini sessizce azarladı.

“ Geldik sanırım, “ dedi Gakguk. İkisi de yavaşça sepetten çıkıp sert kayalık zemine adım attı.

Gulu etrafına bakındı. Karadağ isminin buraya çok uygun olduğunu düşündü. Görünürde ne bir bitki ne de bir canlı vardı. Etrafta rengi siyaha çalan kayalardan başka bir şey yoktu.

“ Sen burada bekle, “ dedi Gakguk leyleğe. Yan gözle yanında durmuş etrafı inceleyen çobana bakarak, “ kısa süre sonra panik içinde kaçarak geri döneceğimize eminim, “
Dev leylek yolculuk etmek için kullandıkları sepetin yanında somurtarak onlara baktı.

Gulu’nun gözleri kayalık arazinin tepesinde puslar içinden zor farkedilen bir mağara girişini farketti.
“ Soytarı! Orkun ini orası olmalı. “ dedi parmağıyla uzaklardaki girişi göstererek.

Kısa bir süre sonra ikisi de mağara girişinin sert duvarına yaslanmış karanlık deliğe bakıyordu. İçeride hafif bir ışık vardı ve anlam veremedikleri homurtular yükseliyordu.

“ Bu ork, “ dedi homurtuları dinleyen Gulu tuttuğu nefesi arasından.
Soytarı sanki tüm bu olanlardan çok sıkılmış gibi rahatça esnedi. “ Eee? Ne zaman gidip onu öldürmek için saldıracaksın? “
“ Öldürmek mi? “ Çoban’ın gözleri kısılmıştı. “ Ben kimseyi öldürmem, “ mağaranın karanlık girişine kısa bir bakış atıp ekledi “ Ayrıca prensesi kurtarmak için o orku öldürmek zorunda olduğumuzu sanmıyorum. “
Mağaradan gelen homurtular devam ediyordu. “ Ben gidip bir göz atacağım burada bekle, “ diyip karanlık mağaraya sessizce süzüldü Gulu.

Soytarı arkasında durmuş düşünceli gözlerle ona bakıyordu.

Karanlık girişi hızlıca adımlayıp ilerledi. İleriden gelen loş ışık mağaranın nemli duvarlarından yansıyor, gizlenebileceği uzun gölgeler oluşturuyordu. Bir kayanın ardına doğru sessizce kayıp ışığın geldiği odaya doğru başını uzattı.

Odanın tam ortasında küçük bir ateş yanıyor ateşin yanında duran bir masanın üzerinde ise büyük bir sepet duruyordu. Daha iyi görebilmek için başını biraz daha uzattı.

Kocaman, yeşil derili bir ork masaya oturmuş şapırtılar arasında sepetten aldığı şeyi ağzına götürüyordu. Orkun gözleri loş ışıkta kırmızı kırmızı parlıyordu. Tel tel saçları, pislikten yol yol olmuş giysisi ve koca burnu ile tüm haşmetiyle orada durmuş elma yiyordu.

“ Elma? “ dedi Gulu kendi kendine. Masada duran sepet elma dolu olmalıydı. Dev ork kocaman ağzıyla elmaları büyük bir zevkle ısırıyor, ağzından damlayan sular giydiği paçavraya damlıyordu. Tam arkasında ise...

“ Prenses! “ dedi tuttuğu nefesini bırakarak. Prenses arkasında bir yatağa iplerle bağlanmıştı. Yaralanmamış gibi görünüyordu. Gulu kızın inip kalkan göğsünü görebiliyordu. İçinden tanrılara bir minnet duası gönderdi. Kızın bir heykel inceliğinde oyulmuş yüzü ve güzelliği onu ilk gördüğü günde olduğu gibi Gulu’yu soluksuz bırakmıştı. Onu büyük şenlikte, sarayın balkonunda gördüğünden beri kızı rüyalarında görüyordu. Tutulmuştu.

Hızla çıkışa doğru koşup soytarının yanına geldi.

“ Soytarı bana elmalarını ver! “ dedi heyecanla.
“ Ne? Elmalarım mı asla olmaz. Onlar benim cambazlık gereçlerim. Yemek için değil! Ayrıca nasıl böyle bir durumda karnını düşünebilirsin anlamıyorum. “
“ Prensesi kurtarmak için bir planım var. Çabuk ol. “

Soytarı istemeden de olsa cebinde taşıdığı elmaları çobana uzattı. “ Al, hepsi bu. “

Dört tane. Dört elma ihtiyacı olan zamanı kazanmaya yeter miydi? Yetmez zorundaydı. Aklına başka fikir gelmiyordu.

“ Hey baksana, neden bir kılıç alıp yaratığa saldırmıyorsun? “
“ Sana söylemiştim. Bu bir işe yaramaz. Ork çok güçlü. Aptal gibi görünebilir ama yetenekli bir dövüşçü olduğuna eminim. Prensesi kurtarmak için bütün savaşçıların kaba kuvvet kullandığına eminim. Belli ki işe yaramamış.“

Soytarı sessizce onu dinliyordu. Yüzündeki ifadeyi anlamak imkansızdı. “ Şimdi yaklaş Gakguk. Bir planım var. Sanırım orkun elmalara karşı zaafı var. Ama hızlı olmalıyız. “


* * *



Keyifle sepetteki son elmayı da ağzına götürdü. Ağzını şapırdatarak son ısırığı da yutup hayal kırıklığıyla sepete baktı. Elmalar bitmişti. Tam o sırada kırmızı gözleri loş mağarada yerde yuvarlanan bir nesneye takıldı.

“ Bir elma! “ diye böğürdü. Gürültüyle oturduğu sandalyeden kalkıp yuvarlanan elmayı almak için ileri atıldı. Tam eli lezzetli meyvenin üstüne kapanmıştı ki, gözüne uzaklarda mağara girişinin parlak ışığında duran yuvarlak bir nesne daha takıldı. “ Bir elma daha! “ diye zevkle homurdanıp iri adımlarla mağaranın girişine ilerledi. Parlak gökyüzünün altında, mağaradan uzakta bir elma daha gördü. Sanki rahatça görülebilsin diye bir kayanın üzerine özenle koyulmuştu. Bu harika bir şey diye düşündü. Gökten elma yağıyordu!

İki arkadaş mağaranın karanlık köşelerinden birine sinmiş dev orkun yemi yutmasını izliyorlardı. Ork hantal adımlarla mağaradan elmaların peşine düşmüştü.
“ Hadi Gakguk işte aradığımız fırsat! “

İkisi birlikte saklandıkları köşeden prensesin yattığı yatağa doğru fırladı. Gulu kızı ilk defa bu kadar yakından görüyordu. Kız ya baygındı ya da uyuyordu. Yüreğinde bir şeylerin kopmakta olduğunu hissetti. Kızın güzelliği karşısında yeniden büyülenmişti.

Soytarıyla birlikte hızla ipleri çözmeye başladı.

“ İşte oldu. “ Kızı kollarıyla kaldırıp mağaranın dışına olabildiğince hızlı taşımaya başladı. Soytarı yanında sessizce onu takip ediyordu.

Gulu, soytarının “ Kimse bu kadar ileri gidememişti, “ dediğini duydu. Soru sormak için kaydecek zaman yoktu. Hızla mağaranın dışına adımları attılar.

Tam o sırada ork gökten yağan elmalar bittiği için asık bir suratla mağaraya geri dönüyordu. Kırmızı gözlerini kaldırdığında iki adamı ve kollarındaki prensesi gördü.

Öfkeyle haykırdı ork. İkiside orkun hiddeti karşısında ellerinde olmadan sindi.

Kızı soytarının ellerine verdi Gulu. Ork belindeki kemerden sivri dikenleri soluk ışıkta parlayan bir topuz çıkardı. İri adımlarda iki adama doğru ilerliyordu.

Gulu soytarıya döndü. Sesi titrek çıksa da yüzü huzurluydu. Mutlu bile denebilirdi.
“ Kaç Gakguk. Onu da al ve kaç. Leylek sizi bekliyor. “

Soytarı çobana baktı. Yüzünde sessiz bir gülümseme vardı.

Büyü bozuldu.

Kayalık arazi paramparça oldu. Gulu’nun içini bir düşme hissi kapladı. Zemin yerini giderek beyaz mermere bırakırken karşısında ona öfkeyle yaklaşan ork yavaş yavaş gözden siliniyordu. Bir an sonra ise Gulu tanıdık bir salonda ayakta duruyordu.

Korkuyla etrafına bakındı. “ Ben... neredeyim? Ne oldu? “ Sonra korkunç bir şeyi hatırlamış gibi ekledi “ Prenses? “

“ Korkma çoban. “

Gulu gözlerini kırpıştırdı. Sersemliği hala geçmemişti. Tanıdık sütünlara, insanın nefesini kesen yüksek kubbeye baktı. Kabul salonundaydı. Kral tam karşısında tahtında, durmuş onu izliyordu. Nasıl gelmişti buraya? Neler oluyordu?
“ Ya da prens mi demeliyim? “

Konuşanın kim olduğunu görmek döndü. Soytarı tam karşısında durmuş yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kendisine bakıyordu.
“ Gakguk, “ diyebildi. Kafası hala karışıktı. “ Neler oluyor? “
“ Gakguk mu? “ soytarı hafifçe kıkırdadı. “ Kralım demek istedin sanırım. “

Gulu’nun inanmazlık dolu bakışlarının arasında soytarının bedeni dalgalandı. Yamalı paçavra yerini en iyi kalite ipekten cübbelere bırakırken soytarının yüzü de giderek değişti. Bir an sonra karşısında kral duruyordu.
Gulu bakışlarını hızla tahtında oturan adama çevirdi. Aklını kaybediyor olmalıydı. Birbirinin aynı iki kral görüyordu!
Soytarı –daha doğrusu kral- tahtda oturan adama hafifçe başını salladı. Adam yerinden kalktı. Yüzü giderek değişirken tıpkı soytarıda olduğu gibi vücudu dalgalandı, görüntüsü birbirine karıştı. Gulu kalbinin yerinden çıkacakmış gibi hızlı çarptığını hissetti. Bir an sonra prenses karşısında durmuş ona sevgiyle bakıyordu.

“ Anlamıyorum, “ dedi tuttuğu nefesi arasından.
“ Prens Gulu, “ dedi kral kalın sesiyle. “ Sen testi başarıyla geçtin. “
“ Test mi? “

Kral başını salladı “ Kızıma uygun bir aday bulabilmek için yaptığım test. Tabi değerlimin izniyle “  dedi prensesi göstererek. Prenses kibarca gülümsedi. Hala Gulu’ya bakıyordu.
“ Gördüğün ve yaşadığın her şey birer illüzyondu. Bir büyüydü, “

Gulu olan biteni az da olsa idrak etmeye başlamıştı. “ Siz bir soytarıya dönüşerek benim her hareketimi izlediniz. Karadağ denen yere -eğer öyle bir yer varsa benimle gelmeniz önceden planlanmıştı. “

“ Senden önce pek çok damat adayını ağırladık Gulu, “ dedi kral hüzünle.

Bir süre sessizlik oldu.

“ Testi... geçtiğimi söylediniz. Onlardan farklı ne yaptım ki? “
Kralın tebessümü arttı. “ Senin de söylediğin gibi herkes çözümü kaba kuvvette aradı. Ama sen zekanı kullandın. Zekanın vicdanını karartmasına izin vermeyecek kadar erdemli olduğunu düşünüyordum ama bundan emin değildim. Ork bize saldırdığında bizi kurtarmak için kendini feda ettin, orada ölmeye hazırdın “ kral duraksayarak ona gülümsedi. “ Artık eminim. “

“ Pek çok soylu ve savaşçı ağırladık Gulu. Hepsi de Karadağ’a kızımı kurtarmak için gittiklerini söylerken gözlerinde zenginlik ve ihtişam için yanıp tutuşan arzuyu görebiliyordum. Biliyorum çünkü yanlarındaydım. Ben soytarıyım. Sen farklıydın Gulu. Bunu rütbe ve para için değil kızım için yapıyordun. Başta kabul etmek istemesem de gerçek buydu. “
Kral hafifçe boğazını temizleyip devam etti. “ Kızım bunu benden önce farketti ve sana -yani bir çobana şans verdi.“
“ Tabi tüm bunları mümkün kılan güçlü büyücümü de unutmamak lazım. “ Arkalarda gruptan uzakta olan biteni sessizce izleyen vezir başını hafifçe eğerek takdiri kabul etti.

“ Şimdi Gulu, söyle bakalım. Prens olmaya hazır mısın?
Gulu prensesin gözlerinin içinde çoktan kaybolmuştu.


SON

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Soytarının Sınavı
« Yanıtla #1 : 15 Şubat 2011, 15:29:47 »
Gene güzel bir Mu öyküsü.. Sevgili kardeşim; öykünü, bildiğimiz Keloğlan masallarından farklı bir şeyler olacak umuduyla bir solukta okuyuverdim.. Ama, orklar, soytarı ve prensesin bu olaya gönüllü olarak katılması dışında pek de farklı bir şey göremedim. Ama gerek akızılığı gerekse betimlemelerin güzelliği, öyküyü okutuyor.. Biliyorum, öykü yazarken heyecanını kontrol edemiyorsun ve bir an önce sonuna gelmek istiyorsun ama en azından öyküyü bitirdikten sonra yavaş yavaş, dikkatlice bir kez daha okutsan ya da başka birisine okutarak eksiklerini ya da hatalarını düzeltsen, düzelttirsen çok daha iyi olacak. (=
Bu güzel öykü için teşekkürler :)

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Soytarının Sınavı
« Yanıtla #2 : 15 Şubat 2011, 19:28:48 »
Hikaye anlatım falan çok hoş gerçekten ama sanki okurken sonu çok belli oluyor ya.