Kayıt Ol

Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!
« : 07 Mart 2011, 01:26:53 »

1.   Kinaye

Gözlerime ne oldu?

Neden göremiyorum?

Gözlerim açık, öyleyse neden göremiyorum? Yoksa gözlerim kapalı mı?

Belki de yalnızca gözlerinin karanlığa alışmasını beklemelisin.

2.   Küçük Yeşil Çanta

Bir kamyondayım ve arkama bakıyorum. Az önce küçük yeşil bir çanta düşürdüm. Bir arabanın plakasına çarpıp şarampole yuvarlandığını gördüm dehşetle. İşte gitmişti onca zamandır uğraştığım ve uğruna tüm o şeylerden vazgeçtiğim kazançlarım. En kötüsü de lanet çantayı bir kez olsun açamamıştım.  Doğrusunu söylemek gerekirse çanta çok da umurumda değildi. Umurumda olan onu isteyen kadındı. Sanırım ona kıymetlisini bir kamyondan düşürdüğümü söylediğimde gözlüklerini çıkarıp masasına koyacak, bana sakince dönüp şöyle söyleyecek:

“Neden kendini de düşürmedin?”

Hayır. Sanmıyorum. Bir kere o öğretmen değil. İkincisi gözlük takmıyor. Yani son gördüğümde takmıyordu, öyle değil mi Sivrisinek?

Ah, tam beklediğim gibi. Sivrisinek kıçına diğer arkadaşlarını toplamış zızlamaktaydı. Burnundan çıkan ve şişip sönen büyük beyaz baloncuğu görebiliyordum. Samanların üzerine uzanmıştı. Tulum peyniri, tezek ve gülsuyu kokuyordu. Neden onunla dolaştığıma dair hiçbir fikrim yoktu. Sanırım seviyordum piçi. Filmlerdeki Adam annesini ve babasını öldürmüş o daha bebeyken. Sonra da yanına almış. Klasik samuray hikayesi sizin anlayacağınız. Mafya artığı kendisi –ki böyle söylememden nefret eder.

“Ben hiçbir zaman o şerefsize çalışmadım.” der sürekli. Aslında haklıdır da. Herkesin anlattığına göre Filmlerdeki Adam bunu çok severmiş daha veletken. Onda gelecek görürmüş. İşleri eline alacağını düşünürmüş ama bu çocuk asiymiş epeyi. Öyle der herkes. Yine de adam bunu büyütmüş beslemiş falan bugünlere getirmiş. Geçen gün adamı filmlerde yaptıkları gibi öldürdüğümüzde Sivri’ye bakarak kahkahalar atmıştı. Acı çekmiyor, bağırmıyor diye öfkelenmişti bizim Sivri de. Kısmet dedim, geçtik o işi.  Ha, Sivri’nin başka düşmanları da varmış. Öyle der herkes. Bilmem ben, bana çantayı verdi sonra da peşime takıldı.

Kamyon çorak arazide kırmızı bir evin önünde durdu. Müstakil köy evi. Ama çevrede başka hiçbir şey yok. Dramatik film çeksen esas kadının dönüp gidebileceği en yakın yer dört kilometre ötedeki benzin istasyonu. Orada da bacım sen gel şöyle ben göstereyim yolu derler en fazla.

Neyse, bizim kamyoncu kadın öfkeli tabi. Ağır Metal Kraliçesi kamyonunun adı. Hep öfkeli yani. Sisteme öfkeli. Çok televizyon izlediğini sanmıyorum ama yine de o pazarlama ürünü ambalajlı kadınları biliyordur. Düşünür elbet beni burada direksiyon sallayıp kas yapmaya iten neydi diye. Sonra siktir eder bir sigara yakar. Koyar kasedi teybe. Kaset ya. Gerçi şimdi müzik falan duymuyorum.

“Hadi lan inin artık sizle mi uğraşacağım." Sivri uyanmış tabancasının kabzasıyla gözlerini ovuşturuyor. Mesaj veriyor aklınca. Kadın fıttırdı tabi. Bir gittiğini gördüm ön tarafa bir de elinde koca bir levyeyle üzerimize koştuğunu. İnanır mısınız, dostlar, o an kendimi top sakallı bilim adamlarından kaçan zombiler gibi hissettim. Kamyondan atlayıp kırmızı eve öyle hızla dalmışım ki silah seslerini sonradan fark ettim. Çıkıp bakamadım. Çünkü kapıyı açtığımda gördüğüm şey daha da garipti. Küçücük kırmızı bir evin içinde sadece yukarı doğru çıkan tek bir merdiven vardı. Bir de şu ilkokullarda notların yapıştırıldığı mantar panolardan. Pano boştu tabi, kim not bıraksın tanrının unuttuğu bu yere.

Merdivene şaşırılır mı dediğinizi duyar gibiyim. Amma öyle böyle merdiven değildi. Nereye gidiyor mu diyorsunuz? Eh bunu tırmanmadan bilemezdim elbet.

3.   Cennete Merdiven Yol

“Ahah abi yok böyle bir şey ama!”

Diye tepki verdi Özgür. Neye tepki verdiğini kendisi de bilmiyordu esasen. Kendi anlatıp kendi tepki vermişti. Diğerlerinin pek iplerine iliklediği yoktu konuyu. O da onları dinlememeyi seçti. Zaten dinleyecek bir şey de yoktu ortalıkta. Sahi müzik çalarını açsa yolun ortasında bu kadar adamın içinde ayıp olur muydu ki?

Yok ya ne olacak, diye düşündü. Bir otobanın kenarında öğlen vakti yolun ortasına stencil yapıyorlardı. Etrafına da koca koca yazılar. Nuri Alço İyi Yolculuklar Diler tarzı şeyler. Eh modası geçmişti de heves işte. Belki sokaklar tekrar bizim olurdu ya? Belki punk tekrar doğardı? Belki, belki ülkede sokak kültürü gelişirdi! Duvar ve Barış!

Özgür kafasına çakılların çarpmasıyla kendine geldi. Hepsi bağırışa çağırışa yol kenarından çekilmişlerdi. Bir şey düşüyordu tepeden. O şey puf diye yere kapaklanana kadar kamyon farı görmüş Alis tavşanı gibi gökyüzüne baktılar. Özgür zamanı yavaşlattı. Arka plana müzik koydu. Eh yavaş da olsa zaman akıyordu elbette ve  gökyüzünden yeşil bir şey geliyordu.

Bir dakika içinde beş arkadaş küçük yeşil çantanın başında daire oluşturmuşlardı. Başında garip bir renkli bere olanı –ki havanın oldukça sıcak olduğunu sürekli belirtirdi- yine renkli parmak uçları kesilmiş eldiveniyle çantaya doğru uzandı.

“Semih, ne yapıyorsun oğlum sen? Manyak mısın bomba falan olmasın?” dedi diş telleri olan ve saçının bir kısmı pembe diğer kısmı turuncu, boynunda fotoğraf makinesiyle takılan kız.

Onu da kimse umursamamıştı. Elbette o yükseklikten düşüp de patlamayan bir bomba fermuar sesiyle patlamazdı. Ha bu ülkede bazen durum farklı olabilirdi. Bazı bombalar cidden pantolonun fermuar sesiyle patlıyordu. Bomba uzmanlarının önerisiyse o yükseklikten düşmekti. Semih’in o an bunları düşündüğü yoktu. Bazı şeyler Japonya’da büyük olduğun zamanlar çok da önemli görünmez gözüne. Öyle derdi artist. Artist ya, grubun sanatçısı oydu. Stencilleri o hazırlardı. Fikirler ondan çıkardı, kafa dumanlıydı ve fermuarı çoktan çekmişti.

Hepsi başlarını kendisinden uçarken piyano eşliğinde nikah masasından bahsetmesi istenmiş köpek gibi eğmişti. Elbette içeride bir şey göremediler. Çünkü tam o sırada bir kargo arabası büyük, korkunç, dehşet verici bir korna çalmıştı ve hepsi olduğu yerden sıçrayarak otobanın kıyısındaki dağa yapışmıştı. Bıyıklı ve göbekli şoför yerdeki çantayı görmüş olacak ki inatla direksiyonu kırıp çantayı ezdi. Bu sırada da pis pis sırıtarak ağzındaki sigarasını camdan tükürdü.

Fotoğraf makineli kız büyük bir öfkeyle kendisine ait olmadığı sırıtan onlarca küfrü savurdu o an için. Kızın fark etmediğiyse, arkadaşlarının ona destek vermek yerine arkalarını dönmüş az önce fark etmedikleri dik dağı meydan okurcasına tırmanan kırmızı merdivene baktıklarıydı.

“Bu burada mıydı az önce ya?” dedi kısa siyah dağınık saçlı, tulumba tatlısına benzeyen yanaklara sahip kız.

“Nereye çıkıyor ki acaba?” dedi Semih. Bir yandan sinsice gülüyordu. Arkalarındaki ezilmiş çanta artık pek umurlarında değildi.

“Kısmet o işler abi.” dedi Özgür ve hızla merdivene tırmandı.

4.   Kaplanın Gözü

Söz vermişti kendisine. Bir erkek sözünde kesinlikle durmalıydı. Ya da yalnızca o durmalıydı. Çünkü eğer durmazsa anası avratı olacaktı ve avratı oldukça güzeldi. Onu çirkin anasıyla değiştirmek istemiyordu Osman.

“Anam avradım olsun geberteceğim seni, geliyorum ulan!” diye bağırmıştı telefonda. Gitmişti de, aslında yolunun üzerinde olması iyi olmuştu. O benzinci bozuntusu etmediği küfrü bırakmamıştı telefonda. Şimdi belasını bulmuştu. Benzin pompasını ağzına sokmuştu Osman herifin. Sonra da çükünden kamyonetine benzin doldurabilene kadar pompalamıştı. Kavganın doğası bu. Böyle bir cinayeti kimsenin çözebileceğini sanmıyordu. Aynada kendine bakıp gülümsüyordu. Sırıtmak daha doğru terimdi doğrusu. Bıyıklarını burdu ve göbeğini okşadı. Gömleğinin cebinden bir tek kamel soft çekti. Şimdi keyif sigarası zamanıydı. Kara kara olmuş ellerini sol aynasına astığı havluya siliyordu bir yandan.

Beyaz havlu her dalgalanmada biraz daha kararırken küçük kırmızı bir ev geçti Osman’ın gözünün önünden. Küçükken böyle bir evi olsun isterdi hep. Tabi küçük değil. Kırmızı da değil. Şehir dışında da değil. Evi olsun isterdi sadece. Apartman dairesi de olurdu. Devasa külotlarını asabileceği bir balkonu ve plastik çamaşır ipi. Sonra külotunu alt katın balkonuna düşürür, atleti ve pijamasıyla komşusunun kapısını çalardı. Kapıyı uzun dalgalı sarı saçları olan, neredeyse bir traktör kadar kırmızı ve tabi şişkin dudaklı, çay bardağı inceliğinde bele sahip, karpuz gibi memeleriyle sigara gibi tüten bir kadın açardı.

Osman kamelinden bir fırt alır, tek kaşını kaldırır, göbeğini kaşıyarak şunları söylerdi:

“Genç bayan, iç çamaşırım arka balkonunuzu ziyarete gelmiş.” Araya bir kahkaha koyar. “Onu görmeme izin verir misiniz?”

Ve sabaha kadar o evden sigara dumanları tüterdi.

Osman’ın sırıtmasına rağmen aslında bunlar tek bir detay dışında gerçekleşmişti.

Kapıyı açan kadın uzun sarı dişlere sahip, neredeyse bir traktör kadar siyah ve iri popolu, patlıcan gibi aşağı bakan memeleriyle yeşil soğan kokuyordu.

Osman ise buna karşılık “bacım külot düştü.” demişti.

Kargocu, kadının verdiği cevabı düşünmeye çalışırken bir kamyonun üst yoldan şeytan peşlerinde çıplak koşuyormuş gibi geçip üzerine taşlar fırlattığını gördü ve bildiği tüm küfürleri savurmaya başladı. Neyse ki bu sonsuzluk senfonisi, yolun ortasında duran beş tane garip çocuk sayesinde kesilmişti. Aniden kornaya bastı adam. Çocuklar çil yavrusu gibi dağılmıştı ama Osman öfkesini onlardan çıkartmakta kararlıydı. Sonuçta herkes bu dünyada şimdi orduda. Önce çocukların üzerine sürmeyi düşündü ama arkalarında dikilen takım elbiseli, elinde siyah evrak çantası olan çökük yüzlü adamı görünce içini bir an bir korku kapladı ve direksiyonu onlar yerine yerde yatan çantalarına kırdı. Tekerleğin altından hiç ses gelmemişti. Belki de küçük, yavru bir kediyi ezmişti. Bunun hayaliyle sırıttı Osman ve siyah çantalı adama bakarak sigarasını tükürdü.

Çocukları gözden kaybettiğinde düşünmeye başladığı şey dağın tepesinden gelen gürültüydü. Ancak neyse ki fazla çözümlemek zorunda kalmadı çünkü aniden frene basmıştı. Yan koltuğundan gökyüzüne doğru koca kırmızı bir merdiven çıkıyordu!

“Hay koduğum doğalgazcıları. Merdiven kargoyla mı yollanır?” diye düşündü ama içindeki şüpheye uyarak aracı durdurdu. Kısmet marka sakızından bir tane attı ağzına. Gördüğü şey karşısında sakinleşmesi lazımdı. Kırmızı merdiven dünden kalma silik aya kadar çıkıyordu neredeyse!

5.   Siyaha Boya Onu

Yalnızdım. Yalnızca biraz mutluluk aramıştım ve bulduğum tek şey yalnızlıktı. Yalnızca onunla uzaklaşmak istemiştim buradan, her yerden, herkesten. Bana her zaman gidilebilecek en uzak yerin ay olduğunu söylüyordu. Şimdi onun ayda olmasını dilerdim. Çünkü gökyüzü o kadar yakındı ki, ona dokunabiliyordum. Ay o kadar yakındı ki onu görebiliyordum. Ama komşu şehir. Öylesine uzaktı ki oradan buraya gelmeye çalışırken kendini öldürtmüştü.

Tanrım, senin aksine, ben ondan çok şey istemiştim. Bir çanta istemiştim. Filmlerdeki Adam ile mücadele etmek çok zordur. O aydınlığı karanlığa çevirebilir. Mutluluğu yalnızlığa çevirebilir. Güzelliği canavara çevirebilir. Onunla mücadele edemezsiniz. Tüm şehirlerden, tüm insanlıktan uzak bu küçük ormanda, bu küçük tapınağımda sen tanrım. Sen bile onunla mücadele edemedin.

Diğer bütün tanrılar tek tek uyum sağlarken, gözleri karanlığa alışırken ve karanlık dört bir yanlarını sardığında gözlerindeki o kırmızı ışık insanları korkuturken sen yalnızca hüzünle oturup aydınlığın bir gün geleceğini bekledin.

Tanrım, gökyüzü o kadar yakındı ki diğer tanrılar oradan uzanıp sana dokunabiliyorlardı.

O küçük mafya artığı onu öldürdüğünde o eller neredeydi?

Merdivenler, kralın tapınağında gökyüzüne doğru kırmızı kırmızı parladığında, saçlarımı kim okşayacak? Onları siyaha boyamak istiyordum.

Gözlerim onun kanıyla boyanmış merdivenleri görmek istemiyordu. Gökyüzü o kadar yakındı ki, oraya ulaşmak için merdivene ihtiyacım yoktu.

[*]kurgu iskelesine tamamlanmış bir öykü koymak ne kadar güzel[/*]
try again fail again fail better

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!
« Yanıtla #1 : 07 Mart 2011, 12:32:39 »
Okuduktan sonra hissettiğim iki şey vardı. Birincisi kafa karışıklığı, ikincisi ise garip bir haz.

Şarkılara yaptığın göndermeler, kargocu, zırt pırt ortaya çıkan merdiven ve "Filmlerdeki Adam" bu hikayede beğendiğim kısımlar oldu. Kafa karışıklığına neden olansa hikayenin sonuydu. Daha farklı bir şey beklediğimden de olabilir, sadece yazarın anlayabileceği derin anlamlar içerdiğinden de olabilir. Sonuçta değişik, okuması zevkli bir maceraydı.

Daha fazla tamamlanmış yazılarını görmek dileğiyle...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!
« Yanıtla #2 : 09 Mart 2011, 01:52:59 »
Biraz sembolik çoğunlukla absürd bir öykü. Ama fena olmadı diye düşünüyorum ^^

Teşekkür ettim İhsan abi.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!
« Yanıtla #3 : 09 Mart 2011, 22:14:34 »
1.   Kinaye

Gözlerime ne oldu?

Neden göremiyorum?

Gözlerim açık, öyleyse neden göremiyorum? Yoksa gözlerim kapalı mı?

Belki de yalnızca gözlerinin karanlığa alışmasını beklemelisin.

Diğer bütün tanrılar tek tek uyum sağlarken, gözleri karanlığa alışırken ve karanlık dört bir yanlarını sardığında gözlerindeki o kırmızı ışık insanları korkuturken. Sen yalnızca hüzünle oturup aydınlığın bir gün geleceğini bekledin.

Bu iki bölümün bağlantısı hoş olmuş. Bilinçli yapıldığını hissettim ancak biraz daha dikkat çekici yazılsaymış daha bir etkileyici olurmuş diye düşünüyorum. Belki küçük bir ayrıntı ama bu kaliteli yazı için el atmaya değer bence.

İmgeler ise ancak bu kadar eğlenceli olabilirdi. Oysa sonuna kadar bu simgesel kavramlara bir anlam yüklenecek diye bekledim, şaşırtıcı bir biçimde sonu da havada kaldı; ancak hikaye boyunca giden absürd, karmaşık düşüncelerin yerini iç burkucu bir duygu almayı başardı bu belirsiz sona rağmen. Mutlaka şu 'filmlerdeki adam', 'mafya artığı' ve diğer şeylerin aklında çağrışım yaptığı birer anlam olmalı sanıyorum ki. Yoksa da, her biri birbiriyle harbiden güzel ilintilenmiş yahu!

Spoiler: Göster
Ayrıca o yeşil çanta resmini unutup gitmiştim okurken. Sonradan baktım, bambaşka bir çanta çıktı hayal ettiğimden. Direk "Ben tikiyim!" diye bağırıyor, zaten bomba da sığmaz ki bunun içine. :hemk


Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!
« Yanıtla #4 : 14 Mart 2011, 18:30:54 »
Diyeceğim tek şey; yorum yapamadığımız zaman + veya - verebilmemiz gerçekten güzel bir özellikmiş, bu hikayede anladım. Gerçi yorum da yapmış oldum şimdi ama, eah.

Helel.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı

  • **
  • 89
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!
« Yanıtla #5 : 14 Mart 2011, 20:04:58 »
11:14 diye bir film vardı, onu anımsattı biraz.
Karmaşık ama çok zevkli bir yazı olmuş.
+ +

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!
« Yanıtla #6 : 29 Şubat 2012, 10:45:36 »
Absürtlüğü, kısmetlerin havada uçuştuğu vakitlerde bu hikayede de yer bulması ayrı bir güzellik eklemiş öyküye. Ellerine sağlık :)
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gökyüzü O Kadar Yakındı Ki!
« Yanıtla #7 : 29 Şubat 2012, 19:08:33 »
Neredeyse bir yıl sonra bu öyküye övgüde bulunduğun ve bana da bir nevi hatırlattığın için özellikle teşekkür ediyorum. Cevap vermeyi kaçırdığım diğer arkadaşlara da; eğlendirebildiysem ne mutlu :)

Spoiler: Göster
11:14 çok hoş bir filmdir
try again fail again fail better