NOT: Bu ciddi bir fantastik hikaye değil, can sıkıntısından yazdım. Bunun için aksiyondan çok psikolojik durum anlatıyorum, hem zaten bu bir günlük gibi, duygular ve düşünceler ağırlıkta olmalı
~
Yolcu, görebildiğim kadarıyla merakına engel olamamışsın. Dinleme zahmetine tekrar tekrar katlanacağın ve pek değerli zamanını lüzumsuz işlerime ayıracağın için teşekkürler.
Ne diyorduk? Ha evet… Kapıyı tekmeleyerek açtım. Yine karanlık, mistik bir ortama düşmüştüm. Devasa bir oda gibiydi burası. Ama çok yüksekti, farkında olmadan yerin çok derinlerine inmiş olmalıydım. Dört tarafı da devasa kitaplıklarla çevriliydi, üzeri tozla kaplanmış ve uzun süredir hiç ellenmemiş gibi duruyordu bütün kitaplar. Tam ortada ise dikdörtgen şeklinde bir masa vardı, masanın üzerinde de diğerlerinden farksız bir kitap açık bir şekilde duruyordu, yanında da bir şamdan vardı. Avizeyi kaplayan örümcek ağlarından her köşede görmek mümkündü, ara sıra ayaklarımın altında böcekler ve fareler görebiliyordum. Köşede dikkat çekici kocaman, eski bir kazan vardı.
Biraz daha araştırınca küçük bir kapı daha buldum, oraya girildiğindeyse küçük bir aktara benzeyen bir yere çıkıyordum. Her çeşit bitki mevcuttu, sadece bitki değil canlı hayvan vücudu parçaları ve ne olduğunu hiçbir zaman çözemediğim değişik maddeler vardı. Bunlara bir anlam veremiyordum bir türlü, neden bu zamana kadar haberim olmamıştı ki? İçimde bastıramadığım bir öfke vardı, sert bir şekilde ortadaki masanın üzerindeki kitaba yöneldim. Ama kitap sayfalarından çok, kitabın üstüne katlanarak konulmuş kâğıt dikkatimi çekti. Alıp hızlıca göz gezdirmeye başladım ve sen durumu daha iyi kavrayasın diye aynen buraya aktarıyorum:
“Ufak ufak fark etmiş olman lazım. Ailemizde kuşaklar boyunca kara büyü icra edilen bu kutsal mekândasın. Unutma ki herkes karanlık büyücü olamaz, bu ancak kan yoluyla geçer. Evlatlarımızın genç yaşta bu işe bulaşmalarını istemeyiz çünkü hata riski yüksektir. Ve ölmeden önce de çocuklarımıza burayı bildiririz. Temel bilgileri bu kitapta bulacaksın, ondan sonra da istediğine başlayabilirsin. Sana bu kan benden geçti, babanı suçlama. Ve sonra da senin çocuğuna geçecek. Sana bir pislik gibi görünebilir ama zamanla hayatını daha da kolaylaştıracak. Sevgiler, annen.”
Kaşlarımı çatıp öfkeyle düşünmeye başladım. Bende hiçbir kara büyü yatkınlığı oluşmamıştı daha önce. Hiç denememiştim, hiçbir zaman da meraklı olmadım. Annem yanılıyor olmalı, onun gibi ucubenin teki olamazdım ben. Bu apaçık karanlık daveti reddettim ve bir daha gelmemek üzere bu sözde kutsal mekândan ayrılıp sıradan hayatıma devam etmek istedim. Ama olmuyordu… Bir şey beni aşağıdaki sırlara bağlıyordu. Merak ediyordum nasıl yapıldığını, neler yapabileceğimi. Gerçekten damarımda karanlık büyücü kanı var mı diye merak ediyordum. Annemin karanlık büyülerden nasıl keyif alarak bahsettiğini hatırladıkça merakım daha da artıyordu, acaba o kadar müthiş bir şey miydi?
Bu pisliğe bulaşmayacaktım, söz verdim kendime. Ama bozsam ne olacaktı ki, değil mi? Kendime engel olamadan tekrar gittim oraya, karanlık büyülerin kucağına. Gerçekten de o kitapta her çeşit temel bilgi vardı, karanlık büyülerin anlamları, kullanım alanları falan gibi. Sık kullanılan Latince terimleri ayrıntılarıyla açıklıyordu, bazı pratik büyüleri anlatıyordu. Kitabı bitirdiğimde konsantre olarak ışıkları söndürmeyi yada sessizlik sağlamayı öğrenmiş durumdaydım.
O kitap bittiğinde başımı kaldırıp şöyle bir etrafa bakındım, dört duvar dolusu kitap vardı önümde, ve bana gerekebilecek her çeşit madde de arka odadaydı. Kim tutar beni diyip rasgele birinden başladım. O andan itibaren hayatımı onlara adadığım söylenebilir, sürekli daha çok büyü öğrenmeye çalışıyordum. Yemek ve tuvalet ihtiyacı dışında çıkmıyordum oradan artık, neredeyse uyumuyordum bile. Ama tabi uykusuzluğu giderecek bir iksir yaptığımda bu dert ortadan kalkmıştı. Pek çok şey yapabiliyordum iksirlerim ve büyülerimle, bir süre sonra sözlerde de ustalaştım. Fareleri ve örümcekleri öldürebiliyordum, dışarı çıksam bunu bir insan üzerinde yapabileceğimin de farkındaydım. Birini bana zorla aşık edebilirdim, yada tam anlamıyla bir şehvet iksiri yaratabilirdim.
Gittikçe daha da güçleniyordum ama güç isteğim dinmek bilmiyordu, oradaki bütün kitapları hatmetmek istiyordum, o zaman yapabileceklerim harika olurdu. Gece insanların rüyalarını kontrol edebilecek ya da bir insanın iradesini tamamen kendi kontrolüme alabilecek kadar güçlendiğimde bu bende tam bir hastalık haline gelmişti, büyülerime tapıyordum artık. Annemden kanıma geçen bu yeteneğe de tapıyordum ve bunun bir lanet olduğunu fark etmeden şükrediyordum durmadan.
Şükretmek… Bir süre sonra bunu da yapmamaya başladım. Bir Tanrı’ya ne gerek vardı ki? Hangi Tanrı bana engel olabilirdi ki? Aptalca düşünüyordum, ama farkında değildim. Gözlerim kör olmuştu adeta. Her şeyi kontrol edebileceğimi düşünüyordum, hiçbir şeyin bana engel olamayacağını. Kitaplara taparcasına gömülmeye devam ettim, kendime olan hayranlığımı da arttırarak, gözümü daha da karartarak. Gücümün doruğundaydım. Kim tutabilirdi ki beni? Sokağa çıkıp önüme geleni büyülemeyi düşünüyordum zevk için, ya da insanlara Tanrı olduğumu iddia etmeyi. İnkâr edemezlerdi, bir Tanrıya eşdeğer olduğuma emindim.
Sonunda ölümsüzlüğü aramaya karar verdim. Büyük büyük dayım tarafından yapılmış, içtikçe bütün dokuları ve hücreleri yenileyen, geçici olarak hayatı uzatan aşırı zor ve kritik bir iksirin peşine düştüm. Yeni öldürülmüş penguen kanı da dâhil olmak üzere bir sürü saçma maddeye sahip olmalıydım. Ne olduysa o zamanlar oldu zaten. Kuzey kutbuna bir seyahat yaptım, gerekli her maddeyi alıp geldim.
İnanılmaz bir sahneydi… Evim yoktu. Yokluğumda devasa bir deprem ortalığı silip süpürmüştü. Şansıma tüküreyim! Komşular evimin havaya uçtuğunu, ne varsa çöktüğünü, bütün hurdanın da sonradan imha edildiğini söylemişlerdi. İnanamıyordun, yarattığım ve olduğum her şey bir anda yok olup gitmişti adeta. Öylesine bir öfke krizi geçirdim ki, kendime geldiğimde etrafta depremden sonra sağlam kalan ağaçlar ve evler alevler içindeydi. İnsanlar bana korkarak bakıyordu, bir ucubeymişim gibi.
Buydum aslında, bir ucube. Ama öfkem çok büyüktü, gücümü kontrol edemiyordum. Yoktan alevli bir kılıç yarattım ve etrafımdaki herkesi kıyımdan geçirdim. Parçalanmış vücutları dağıttım ortalığa, onları da parçaladım, kanlarını içtim, ezdim, yaktım, yok ettim. Sokakta amansızca koştum, her yeri yoktan var ettiğim alevlerle yıktım, yarattığım fırtınalarla parçaladım. Deli gibiydim, bağırarak bütün şehri kısa süre içinde yerle bir ettim.
Gücümün büyüklüğünü bir kez daha görmüştüm, ama engel olamadan. Geri dönüp harabeye çevirdiğim şehre baktım. Karanlık büyü denen şeyin bir lanet olduğunu ancak o zaman anlayabildim, geriye dönüp büyülerimin sınırını zorlayabileceğim bir yer olmadığında. Eğer yıkılmasaydı daha neler yapabilecektim, belki de gerçek bir Tanrı olurdum. Evet, şu anda olduğu gibi hala ilgi duyuyor ve özlüyorum büyülerimi ama hayır, bir daha asla yapmayacaktım. Söz verdim kendime, ama olmuyordu. Yine bir büyü yapma isteği, doğadan o depremin intikamını alma isteği kaplıyordu içimi.
Dünyayı benden ve karanlık büyü sanatımdan kurtarmanın tek bir yolu var ve yapacağım. Kendi büyümle öldüreceğim kendimi. Bunu yapacağım, evet. Belki de annem de bu sebeple ölmüştü, babam öldükten sonra içinde büyüttüğü öfkeden. Ve öfke büyücüler için çok daha canlıdır, somuttur çünkü. Ve ben de kendimi öldüreceğim. Çocuğum olmadı, yani karanlık büyücülük sanatı bizim ailemizde benimle birlikte son bulacak. Böyle bir şey yaşanmayacak artık, kendimi lanetleyeceğim sonsuza kadar.
Bu şehir belki de gelecek yıllarda kalıntı olarak ortaya çıkar, bilemem. Yarattığım vahşeti defalarca anlatmak istemedim sana, sen de benden nefret etme diye. Ama bu sayede utanç verici bir ucubenin hayatını dinlemiş oldun. İnsanlara anlat, özürlerimi ilet insanlara. Asla telafi edemeyecek olduğum hatamı bir nebze azaltacak bir şey olur bu.
Buralarda bir orman var, denize bakar. Senin zamanında da kalır mı bilmem ama ruhum orada yaşıyor olacak. Öyle bir büyü yapacağım ki kendime… Cesedim bulunamayacak, ama ruhum her daim sizlerle, iyi insanlarla birlikte.
Elveda yolcu, dinlediğin için tekrar teşekkürler…