Kayıt Ol

Kanıt

Çevrimdışı

  • *
  • 27
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Kanıt
« : 25 Ocak 2013, 15:13:05 »
   Sevginin ilk baharında...

   "Bana beni ne kadar çok sevdiğini kanıtla o zaman..." dedi bir kız utangaçlığının dibine vurmuş bir ses tonuyla. Ellerini tuttu sevdiğinin,gözlerine bakamadı.

   Sevginin en gözde aylarında...

   "Bana beni ne kadar çok sevdiğini kanıtla!" dedi genç bir kız çoşkulu ses tonuyla. Elini tuttu sevdiğinin, çocuklar gibi koşmaya başladılar sahil boyunca.
   
...
   Uzun yıllardır süregelen bir alışveriştir bu. Yeni yeni konuşmayı öğrenen çocuğa gülümseyerek bakar bir anne ya da bir baba; "Beni ne kadar çok seviyorsun söyle bakalım?" der. "İşte bu kadar!" derken çocuk alabildiğine kollarını iki yana açar. Kendince koskocaman bir dünya yaratmıştır çocuk. O minik kulacı en büyük sevgi göstergesi sanır.

   Her zaman  bir kanıt peşindedir insanoğlu. İyi ya da kötü emin olmak isteriz; her söylenenden, her duyduğumuzdan,her gördüğümüzden...

   Derin düşünceler içinde kıvranırken ruhumuz, aklımız mı bize oyun oynuyordur yoksa gözlerimiz mi?Anlayamayız büyük bir darbe almadan. Bazen çok ısrarcı oluruz. Hata üzerine hata yaparız veyahut hata üzerine hata yapanları affedici oluruz. Her iki durumda insanı uçuruma sürüklemeye yeter aslında o an için. Ama her şey geçince... Hataların üzerine bir çizik atarız, elbetteki kendi yaptıklarımızın. Başkasının yaptığı hatalar gün geçtikçe daha da büyür, büyür ve kocaman olur gözümüzde. Hele ki hata yapan bunları hafife alıyorsa... İşte o zaman içinizde sakladığınız kötü ruh dışarıya çıkar. Bunca zaman bu kadar affedici olmanın verdiği huzursuzluk bütün bedeninizi sarar. Kimisi pişman olur bu kadar iyi olduğu için, kendinden nefret eder. Onu değil de kendini hiç affedemez.

...
   Bir sonbahar akşamı sızlayan ayaklarını hiçe sayarak, emin adımlarla bir kız yürüyordu kalabalık caddede. İşten çıkmıştı, günün uğultusu beynine ağrılarla saplanırken sigarasından son nefesini de çekip fırlattı, koşarak otobüsüne yetişti. Gözleri oturacak yer arıyordu ve buldu. Sallanarak körüğü geçti ve boş koltuğa odaklanarak yürüdü. Bir erkek oturuyordu yan koltukta, cinsiyetini kaba görüntüsünden seçmişti. Daha fazla ayrıntı onun için gereksizdi. Çünkü; gün içinde gördüğü insanlar görüş odaklı seçici algısını fazlasıyla dolduruyor, iş çıkışı gördüğü insanları inceleme zahmetinde bulunmuyordu.

   Koltuğa oturdu, başını koltuğun arka kısmına yasladı ve onu düşündü, kendisini heyecanladıran o adam ne yapıyordu acaba şu an? Elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Ve sonra fark etti ki, o adam artık yoktu. İstemsiz bir öfkeyle dişlerini birbirine sürttü.

...
   Menekşe onu daha fazla affedemeyeceğini anladığından beri kendinden nefret ediyordu.Nasıl görmezden gelebilmişti hatalarını,yaptığı haksızlıkları nasıl kabullenmişti bilmiyordu. Aşk her şeyi affederdi belki ama dünyanın bile bir sonu olduğu gibi bu bağışlayıcılığın da bir sonu vardı elbet. En başından uyarmıştı onu.

   "Çıtalarım vardır benim. İnsanları o çıtalara oturturum. Sınırlarım var..."

   Daha fazlasını dinlemeden kahkahayı basmıştı. Halbuki dinleseydi... Dinlemezdi, dinlese de anlamazdı,hiç bir şey değişmezdi.

   Kızıyordu kendisine. Bu kadar affedici olmasaydı, o gerçek anlamda onunla dalga geçerken o da onunla dalga geçseydi...

"Daha fazla ne bekliyorsun benden Oğuz? Bu nasıl sevgi? Kanıtla o zaman! Hem seviyorsun hem bana yalan söylüyorsun!" demeseydi...

   Genç adam aylardır hata üzerine hata yapmıştı, farkındaydı. Ve uzun zamandır kendisine katlanan kadına sevgisini kanıtlamak istiyordu. Bugüne kadar hiç bir şeyi kanıtlayamamıştı. Yalandan da olsa bir şeyler uyduramamıştı çünkü her şey apaçık ortadaydı. Onu her zaman buluştukları yere çağırdı. İskelenin önüne. Bu kez iskelede buluşup başka yerlere gitmeyeceklerdi. Aklındaki bambaşka bir şeydi.

   İlk defa erken gelmişti buluşmaya. Sonbaharı iliklerine kadar hissetmişti Menekşe gelene kadar. "Onu sadece ilk buluşmamızda bekletmedim." dedi içinden. Uzun zaman olmuş. Bir yandan her zaman yaptığı gibi gelen geçen kızları süzüyor, bir yandan da Menekşe'nin geleceği yöne doğru bakıyordu.

 "İşte göründü benim kız!" deyip gülümsedi.

   Menekşe bugünün önemini çok iyi biliyordu. Bugün bir doğum kadar huzurlu, mutlu veya bir ölüm kadar soğuk,içler acısı bir şeyler olacaktı. Ya bir başlangıç ya da bir bitiş noktasıydı bu buluşma. Her zamanki gibi, yani ilk buluşmaları ve daha sonraki buluşmaları gibi özenmişti her şeyine. Tastamamdı. Yüzündeki sahte gülümsemesi bile tamamdı.

   Uzun zamandır olduğu gibi tokalaştılar iki yabancı gibi. Bu Menekşe'nin Oğuz'a verdiği bir cezaydı. Bugüne kadar yaptıklarını affetmişti ama onu cezasız da bırakamazdı,belli bir süre için en uygun ceza birbirlerini tanıyan iki yabancı gibi olmalarıydı.

   Oğuz kuralı bozmadı,tokalaştılar. Bakıştılar ve:

   "Eee... Ne yapıyoruz? Planın nedir?"

   "Vapura biniyoruz Menekşe,gel."


   Oğuz önden, Menekşe arkadan bindiler vapura. Yağmur atıştırmaya başladı bir taraftan. Rüzgar içini ürpertiyordu. Ama Oğuz vapurun en arka kısmına doğru ilerliyordu.  Ses etmedi Menekşe. Ondan bir kanıt istedi. O da kabul etti. Bugün bütün kontrol ondaydı.

   Vapur hareket etti,on dakika kadar yol aldı. Şimdi gri denizin ortasındaydılar. Büyük dalgalara dalmıştı gözleri Menekşe'nin ve artık sabırsızlanıyordu. Ayakta, denizle aralarına giren kenar demirlerine kollarını dayamışlar, yan yana duruyorlardı. İkisi de vapurun altından çıkan azgın köpüklere gözlerini dikmişlerdi. Bu hüzünlü gökyüzü çoktan yaşlarını bardaktan boşalırcasına dökmeye başlamıştı bile. Birilerine ağlıyordu yine bulutlar. Bütün yolcular çoktan içeriye girmişti. Aynı anda birbirlerine döndüler. Oğuz boğazını temizledi ve söze başladı:

"Benim seni sevdiğime inanmıyorsun ve bugün bu ilişkiyi bitirmek için buradasın biliyorum. Benden bir kanıt istedin Menekşe. Ben de sana bu kanıtı sunacağım. Göreceğin şey seni tatmin edecek mi bilmiyorum, hiç bir zaman da bilemeyeceğim sanırım. Beni sevmediğini söylüyorsun. Şimdi sana tekrar soruyorum. Tek şahidimiz yağmur ve bu berbat hava olsun. Ben senden kanıt istemiyorum Menekşe. Şimdi bana bak ve söyle. Beni seviyor musun?"

   Daha önce hiç bu tarz konuşmalar yapmamıştı Oğuz ama onu o kadar iyi tanıyordu ki bu konuşmanın oyun olduğuna yemin edebilirdi. Perde onu sevdiğini söylediği anda kapanacak, Oğuz yine eski Oğuz olacaktı. Daha önce bu sahneyi defalarca görmüştü. Ağlayan suratının bir anda kahkahalara boğulan kocaman bir ağız olduğuna defalarca şahit olmuştu. O rolünü çok iyi oynardı. Derin bir nefes aldı:

"Seni sevmem için bana bir neden göster."

   Oğuz sesini çıkarmadı. Anlamsız ve sersemleşmiş bakışlarını Menekşe'ye dikmişti, bir taraftan da ceplerini karıştırıyordu. Sonunda aradığını buldu. Dörde katlanmış kağıt parçasını Menekşe'ye verdi ve kendini sonsuz griliğe bıraktı. Şiddetli yağmur, azgın dalgalar yutmuştu onu.

    Hayal ettiği son perde bu değildi ki! Bir bitiş değil, yine yeniden bir başlangıç hayal etmişti oraya gelirken. Aylarca ona katlanmış, her hatasıyla onu kabul etmişti. Her insan gibi belki düzelir, belki hatalarından ders çıkarır  diye düşünmüştü. Kabul etmişti onu, her rezilliğine göz yummuştu. Ama o, yine yapmıştı yapacağını, yine bencilce düşünmüştü. Dişlerini birbirine kenetledi, köpüklere baktı ve; "Aptal! Aptal! Aptal!" dedi. Gözyaşlarını sakladı, sakin olmaya çalışarak içeriye, yolcuların yanına girdi:

   "Adamın biri intihar etti!" diye bağırdı.

   Kalabalığın koşuşturma sesleri, dedikodulara karışmış, Menekşe'nin beyninde çınlıyordu. Yağmurdan sırılsıklam olmuş kağıdı açtı ve birbirine karışmış yazıları mırıldanarak okudu; "Seni ne kadar çok sevdiğimi anladın mı şimdi?"

   Sevginin bittiği yerde...

   "Bana beni ne kadar çok sevdiğini bu şekilde kanıtlayamazsın!" dedi bir kız içindeki nefretini kusarcasına.

   Oğuz'un cenazesi bulunamamıştı. Haftada bir gün olayın yaşandığı saatteki vapura biniyor, vapurun arka kısmına geçip demirlere kollarını yaslayıp azgın köpüklere bakarak dakikalarca o günü yaşatıyordu kendine. Tekrar tekrar düşünüyordu olanları...

   Meşguliyetsiz olduğu her an bu sahneyi defalarca hafızasında yaşatıyor, unutmamak için elinden geleni yapıyordu. Kendisine bir ders çıkarmalıydı,elbette ki bu ders onun hayatına ışık tutacaktı ama Oğuz'un ona yaşattığı bu olaydan kendisine pay çıkarmakta zorlanıyordu. Yıllardır sevginin kanıtının sevdiği için ölmek mi, yoksa sevilen için yaşamak mı olduğuna karar veremiyordu. Monoton hayatını her gün bu düşüncelerle cenaze törenine dönüştürüyordu.

   Olanları düşünürken içi geçmişti yine Menekşe'nin.  İneceği yere geldiğini anons eden tiz sesi duyunca oturduğu yerden kalktı, kapıya doğru ilerledi, otobüs durdu ve indi. Her zaman ki sakinliğiyle evinin yolunu tuttu.
bir fincan fala kimse hayır diyemez.. :)
meraklısın meraklıyız---da.. bilirsin! fazla merak iyi değildir.
bazen meraktan değil de merak edilenden gelir iyi olmayan şeyler, sen sen ol fazla merak edip kurcalama benden sana söylemesi...