Kayıt Ol

Kartalın Ruhu (Tamamlandı)

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 9: Büyülü İksir
« Yanıtla #15 : 21 Şubat 2015, 19:02:42 »
Oklar gökten yağmur gibi yağıyordu, insanlar sağa sola kaçışıyor ve alevli okların hedefi olmamaya çalışıyorlardı. Şimdiden kulübelerin çoğu tutuşmaya başlamıştı. Bağrışmalar arasında askerler ok menzilinin dışına çıkarak bir düzen almaya çalışıyorlardı.

Ghia, Akina'yı uygun bir anda salarak uzaklaşmasını sağladı, etrafına bakınıp kendini koruyabileceği bir yer aradı ama her yer alevler içindeydi. Askerlerin toplandığı alana doğru gitmeye karar verdi.

Madencilerin bir kısmıda askerlerin yanına sığınmıştı. Askerler gergin bir şekilde ok yağmuru sonrası kılıçların konuşacağı anı bekliyorlardı. Bazı madenciler askerlerden kılıç istiyordu, Asaeb'de bunlardan biriydi ve şanslıydı kısa boylu bir asker ona bir kaç tane kılıç uzattı:

- Bunları savaşmak isteyenlere dağıt sende!

Ghia yanına gelince Asaeb ona da bir kılıç uzattı. Ghia hiç bir zaman savaştan yana olmamıştı ama bir gezgin her an tehlikeyle burun burunadır, insanların pek bilmediği tekin olmayan yerlerde gezdiği zamanlardan kılıçlara aşinaydı aslında. Kılıcı aldıktan sonra, yeni alev alan bir kulübe dikkatini çekti:

- Asaeb! Kulüben yanıyor...

- Neeeea olamaz, altınlarım, altınlarımm...

Asaeb, kulubesi diğer kulübelere göre biraz daha uzakta olduğu için okların kulübeye kadar gelemeyeceğini düşünmüştü ama yanılmıştı. Kulübenin yanına geldiğinde tekme vurarak kapıyı kırdı ve içeriye girdi. Her taraf alev içindeydi, hemen altınların olduğu alet sandığını açtı ve altınlarını kucağına doldurmaya başladı. Alevler çatıyı tutan kirişlere sıçramıştı, bir kalas parçası Asaeb'i sıyırarak yanına düştü. Hızlı hareket etmeye çalışıyor ve bir yandanda gerisinde altın bırakmak istemiyordu. Altınlara elbette alevler çok bir şey yapamazdı ama yağmacılar hepsini talan edebilirdi. Kapıdan çıkmak üzereyken alevlerin arasında parıldayan bir altın parçası dikkatini çekmişti, aceleyle altınları toplarken kucağından düşmüş olmalıydı. Tekrar geri döndü ve yerdeki altını almak için eğildi ama bu kez de diğer altınlardan bir kaçı yere saçıldı. Biraz çabayla hepsini tekrardan kucağında toplayıp , hızlıca dışarıya doğru koşmaya başladı. Yanarak düşen ilk kalas çatının zayıflamasına neden olmuştu, büyük bir gürültüyle tüm çatı Asaeb'in üzerine çöktü. Ama hayattaydı, giysileri tutuşmaya başladığında can havliyle kendini çatının yıkıntılarından kurtarıp, güçlükle de olsa ayağa kalkarak koşmaya başladı hala altınların bir kısmı kucağındaydı. Karanlığın içinde tüm vücudunu alevler kaplamışken amaçsızca koşuyordu. Artık acıya dayanamıyordu, gücünün tükendiğini hissetti ve tökezleyerek düştü, kucağında ki altınlar etrafına saçılırken, belkide son nefesinde de olsa öğrenmişti; asla özgür bir insan olamamıştı, değeri olan şeylere değer vermemiş, boş şeyler peşinde koşmuştu.

Ghia, Asaeb'i durduramayacağını biliyordu ve bu yüzden onu engellemeye çalışmamıştı bile. Ama evden alevler içinde çıkarak koşmaya başladığını görünce ona doğru koşmuştu. Şimdi alevler içindeki Asaeb'in yanındaydı. Pelerinini çıkarıp ateşleri söndürmeye çalışsada artık çoktan olan olmuştu. Bu sırada hızla ona doğru koşan bir madenciyi fark etti:

- Kaçın! geliyorlarrr! geliyorlarrr!

Ghia, bir an durdu; bu onun savaşı değildi. Bakeanlar masum insanları öldürmüştü ve bu yaptıklarının karşılığıydı. Şimdi onların yanında savaşamazdı. Koşarak, kulübelerin olduğu bölgeden uzaklaşmayı ve izini karanlıkta kaybettirmeyi umuyordu. Belki kimsenin umrunda bile değildi ama yinede kendini bu çorak topraklardan kaçıp kurtarmak istiyordu. Gidebileceği iki yoldan birinde okçular mevzilenmişti, tek bir seçeneği kalmıştı. Karanlığın içinden çıkan süvariler, bu yolun da kapalı olduğunu gösteriyordu. Kulübelerin etrafı sarılmış olmalıydı. Süvarilerden biri Ghia'yı fark etmişti ve atını hızlıca ona doğru sürüyordu, tam bu sırada Akina yıldırım gibi bir anda ortaya çıktı ve süvarinin atından düşmesine neden oldu. Süvari çaresiz şekilde yerde kendini toparlamaya çalışırken Ghia'nın kılıcı göğsünden girip sırtından çıktı. Ama diğer süvarilerde yaklaşmıştı, Ghia bir süvarinin en büyük silahının atı olduğunu biliyordu ve bir anda atın bedenine girerek süvariyi üzerinden savurdu. Hemen kendi bedenine dönmeliydi, gezgin ruhlar beden değiştirdiklerinde kendi bedenleri bir ölüden farksızdır ve savaşın ortasında sahipsiz bir beden ölmeye mahkumdur. Eğer başka bir hayvanın bedenindeyken kendi bedeni ölürse sonsuza kadar o hayvanın bedenine hapsolabilirdi. Bu anlık bir durumdu, Ghia bedenine döndüğünde, yere yığılmak üzereydi. Düşmesini engelleyemeyen Ghia atik bir hareketle yerde yuvarlandı ve kılıcıyla ona doğru saldıran süvarinin bacaklarını biçti. Akina başka bir süvariyi fark etti ve keskin pençeleriyle ona saldırdı ama süvari eğilerek Akina'dan kurtulmayı başardı, Ghia süvariyi fark ettiğinde artık çok geçti kılıç sol omzuna derin bir yara açtı ve yere düştü. Ghia kulübelere doğru baktığında karanlığın içinden ona doğru koşan Bakean askerlerini gördü ama kendinden geçerek bayıldı.

Bakean'lar hem atik hemde güçlüydüler, az bir kayıp vererek süvarilerin geri çekilmelerini sağladılar. Yedi tane süvariyi öldürmeyi başarmışlardı. Bakean askerlerinden biri yerdeki Ghia'nın yanına geldi ve kemerinden çıkardığı küçük yeşil şişeden içmesini sağladı, iksirin etkisiyle Ghia hemen kendine gelerek gözlerini açtı. Etrafındaki Bakean askerlerinin bazılarının gözleri tamamen yeşildi ve parlıyordu. Ghia'nın korktuğunu fark eden Bakean:

- Sakin ol madenci, bu bir kabus değil korkmana gerek yok, diyerek güldü ve şişeden bir yudum aldı. İksirin etkisiyle gözleri bir anda yeşil bir alev gibi parladı.

Ghia yerden kalkmak için kılıcından destek aldı ve ayağa kalkarken kılıçtaki yansımasını gördü, gözleri onların ki gibiydi üstelik kendini olduğundan daha enerjik ve güçlü hissediyordu. Omzundaki yara hala kanıyordu ama acısını hissetmiyordu.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (Dokuzuncu bölüm eklendi!)
« Yanıtla #16 : 22 Şubat 2015, 00:36:47 »
Bu bölümde çok güzeldi.Olaylar şaşırtıcı bir şekilde gelişiyor.Ghia ve akina karakterlerini şimdi daha iyi tanımaya başlıyorum.Okudukça kabaca şöyle diyorum."Oha la konu nereye gidiyor."
Emeğine sağlık.Her bölüm için haftasonunu beklemek gerekmesi dışında herşey güzel :)
Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Kartalın Ruhu (Dokuzuncu bölüm eklendi!)
« Yanıtla #17 : 22 Şubat 2015, 03:08:07 »
Selamlar.

Güzel bir kurgu olmuş. Bütün karakterler çok ilginç. Loretta'nın gözcülüğünün ne olduğunu, bebeğin bu hikâyede sonradan bir rolü olup olmayacağını ve Ghia'nın yaşayacağı maceraları merak ediyorum.

Bence anlatım açısından gayet sürükleyici, üslubun da harika.

Birkaç yazım hatası dışında pek bir şey yok sanırım.

Neyse, devamını merakla bekliyorum.
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (Dokuzuncu bölüm eklendi!)
« Yanıtla #18 : 22 Şubat 2015, 10:21:26 »
@seabiscuitxx her bölüm için üşenmeden yorum yazdığın için çok teşekkürler. Umarım sonuna kadar böyle keyif alarak okursun. Haftada bir yazmıyorum aslında stok bölümler var ama aksamaması için bu şekilde yayınlıyorum.

@cankutpotter karakterleri biraz  gizemli bir hikaye oluyor sanırım ama kafanızdaki tüm sorulara cevap bulacaksınız diye düşünüyorum. Anlatım konusunda çok olumlu yorumlar alıyorum ve ilk hikayem olduğu için bu tarz yorumlar bana çok gaz veriyor :)
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 10: Soğuk Ölüm
« Yanıtla #19 : 28 Şubat 2015, 00:15:50 »
- Efendim süvariler geri çekilmek zorunda kalmış. Beklemediğimiz bir direnç gösteriyor Bakean'lar. Bazı askerler kara büyü kullandıklarını söylüyorlar...Güney girişinin savunmasıda en az kuzey kadar güçlü... Yerleşkenin etrafı geçit vermez kayalıklarla çevrili.

Aza Sael bir kayanın üzerinde oturmuş elindeki kılıca bakıyordu. Dar Güney geçidinden giren süvariler kuzeydeki askerlerin de güneye kaymasını sağlayacak ve kuzey savunmasını zayıflatacaktı, sonrasında askerleri daha geniş bir girişi olan kuzeyden girerek, etkili bir hücum yapacaklardı. Her iki tarafı savunacak kadar askerleri olmadığını düşünmüştü Aza Sael ama kuzeydeki askerlerin çoğu hattını muhafaza etmiş ve az sayıdaki Bakean askeri süvarilere yetmişti. Başka bir planı ve seçeneği yoktu. Yaveri Quian'ın yüzüne bakmadan iki eliyle kılıcının kabzasını kavradı ve yere sapladı:

- Bu kılıcın adının neden "Soğuk Ölüm" olduğunu biliyormusun Quian?

Quian böyle bir soru beklemiyordu. Aza Sael'in yanında yeniydi ve onu iyi tanımıyordu. Şaşkınlığını belli etmemeye çalışarak soruyu yanıtladı:

- Hayır efendim.

- Çeliği o kadar soğuktur ki, kestiği her kimse sıcak kanı üzerinden akarken bir yılan gibi tıslar. O kadar keskindir ki bir saçı diklemesine ikiye bölebilir ve öylesine öfkelidir ki çıkardığı kıvılcımlar savaş meydanını aydınlatır. Ama bu kılıcı yapan ustanın çok sevdiğim bir lafı vardır; " Kılıçları efsane yapan ne yapıldığı cevher ne de maharetli demircilerdir. Bir kılıcı efsane yapan onu tutan eldir." der... Şu süvariler Knoha'nın en iyi at binen, kılıç kuşanan silahşörleri. Onlara harcanan gümüşlerle küçük bir kasabayı büyük bir şehire dönüştürebilirsin...

- Dri ve Sonagre'yi bana gönder, dedi ve eliyle çekilmesini işaret etti.

İstediği askerler gelince, ayağa kalktı ve zırhını düzeltirken bir yandan:

- Şu Bakean esirini alın ve Knoha'ya doğru yola çıkın. Yalnızca geceleri hareket edin ve dikkatli olun. Bu adam bugün burda ölecek her bir Knoha askerinin ölümünü anlamlı kılacak kadar değerli bir tutsak. Oraya varınca esirin konsey üyesi olduğunu ve sorgulanması için benim tarafımdan gönderildiğini söyleyin! Bir an önce yola çıkın!

Aza Sael, Soğuk Ölüm'ü kınına geçirdi ve atına binerek askerlerin olduğu yere doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Yenilgiye tahammülü olmayan, cesur bir savaşçıydı ve askerlerinin cesaretsizliği onu kızdırmıştı. Nasıl olurda onlarca süvari bir avuç Bakean'ı oyalayamaz diye düşünüyordu.

Doğduğu ve ailesinin hükmettiği güneydeki Drira topraklarından zoraki bir sürgünle Knoha'da Nure Sufi'nin himayesine girmişti. Sürgün edilmesinin nedeni Bake'ye biat eden toprak lordlarının ailesine sırtını dönmesiydi, tüm ailesi katledilirken gizlice Drira kalesinden ayrılmış ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Knoha'ya varmıştı. Topraklarını terk etmeyi bir acizlik olarak görmüyordu, intikam alacağı gün için yaşayacaktı.

Nure Sufi, Aza Sael'in değerli bir komutan olduğunu düşünüyordu. Onu öncü birliğin başına geçirmiş ve ilk emir olarak Obeth'e doğru yola çıkan Bakean'ları gözleyerek gerekirse savaşmasını emretmişti. Güçlü bir savaşçıydı ama askerleri arasında onun ayarında bir elin parmağı kadar bile askerin olmadığını düşünüyordu. Elini taşın altına sokma vakti gelmişti, mağlup bir şekilde Nure Sufi'nin karşısına çıkmak istemiyordu.

Askerlerin toplandığı alana vardığında, hiç bir şey söylemeden sadece onları süzdü. Süslü kelimelerle onları motive etmeye çalışmayacaktı. Askerler bakışları altında eziliyordu. Sadece dudağının bir tarafıyla alaycı bir şekilde gülümsedi ve atını döndürerek kuzey girişine doğru sürmeye başladı. Askerler şaşırmıştı, ne yapacaklarını bilmeden birbirlerine bakıyorlardı. Ama Aza Sael ne yapacağını biliyordu, kanının son damlasına kadar savaşacak ve ne kadar Bakean'ı kendiyle birlikte cehenneme götürebilirse götürecekti.

Bakeanlar ok yağmurundan sonra büyük bir hücum bekliyorlardı ama hiç bir hareketlilik yoktu. Knoha'lıların gelebilecekleri yerler belliydi. Güney geçidini yoklamışlar ve geçemeyeceklerini anlamışlardı Kuzey geçidinde ki Bakean'lar karanlığın içinde parlayan yeşil gözleriyle onları bekliyordu. Hava iyice kasvetlenmiş ve bulutlar ayın ışıklarını geçirmeyecek kadar çoğalmıştı, etrafa zifiri karanlık hakimdi.

Kuzey yolunu gözetleyen askerlerden ikisi konuşuyordu:

- Ben sana söyliyeyim Hildar, Knoha'lılar çoktan annelerinin kucağına dönmüştür, yoktan yere iksirleri heba ettik...

- Boşver tadı çok güzel, insanın içini ısıtıyor bu meret, diyerek şişeden bir yudum daha aldı Hildar.

- Ne yapıyorsun! Bence fazla abartma, Obeth'te ki çıldıran askerleri duymadın sanırım.

- Onlar uç güneyliydi, Boş Mezar ( Boş Mezar: Güneyde ki en uzak yerleşim yeri.) denilen izbe yerden. Ordakilerin insan eti yediğini duymuştum, dedi ve şişeyi sonuna kadar içti.

Odaren, Hildarın kolunu dürttü ve karanlığın içinden onlara doğru gelen silüeti gösterdi. Dörtnala onlara doğru gelen Knoha'lı Aza Sael'den başkası değildi.

- Geliyorlarrr! diye bağırarak Odaren diğer askerleri uyardı.

Komutan Mitar okçulara işaret verdi ve hazırlanmalarını istedi. Okçular Mitarın atış işaretini bekliyorlardı ama etrafta başka atlı olmadığını gören Mitar okçulara beklemelerini işaret etti. Tek başına bir atlı hiç bir şey yapamazdı. Gülerek yanındaki okçudan tek bir atış yapmasını istedi:

- Eğer tek atışta indirirsen benden sana iki gümüş...

Okçu kısa bir süre Aza Sael'i izledi, rüzgar kuzey doğudan esiyordu ama şiddetli değildi. Dik bir atış yapacaktı, yayını yavaşca gerdi ve uygun anın geldiğini düşünerek oku fırlattı. Ok o kadar yükselmişti ki karanlığın etkisiyle tamamen görüş alanından çıkmıştı, inişe geçmeye başlayan ok biraz sonra Aza Sael'in sol omuzunu sıyırarak bacağına saplandı ama Aza Sael atını sürmeye devam ediyordu. Bacağına saplanan oku çıkarmak için eğildiğinde bir anda askerlerini gördü. Quian önderliğinde komutanlarının arkasından gelmişlerdi.

Bakean okçuları seri atışlarla Knoha'lılara kayıp verdirmeye çalışıyordu, gökyüzünde onlarca ok Aza Sael ve askerlerinin üzerine yağıyordu. Kalkanlarıyla bekleyen Bakeanlarla, Knohalı'lar şidddetli bir ilk temas sonrası birbirine girmişti. Aza Sael atını sonuna kadar dört nala koşturmuş ve kalkanlara yaklaşınca atının üzerinden fırlayarak ilk önce ona uzanan bir mızrağı savuşturmuş ve sonra kıvılcımlar saçan Soğuk Ölüm'le ön safta bekleyen hazırlıksız bir askerin başını vücudundan ayırmıştı ama bu dengesiz atlayış bir mızrağında boşluğuna saplanmasına neden olmuştu. Diğer askerlerinde devreye girmesiyle Bakean'ların savunma hattı yarılmıştı. Aza Sael yaralarına rağmen daha şimdiden bir kaç Bakean'ı haklamıştı.

Destek çok gecikmedi neredeyse tüm Bakeanlar kuzey girişindeki savunmaya katılmıştı. Aza Sael önüne çıkan bir Bakean'ın savurduğu kılıcı kolundaki çelik plakayla karşıladıktan sonra kılıcı göğsüne sapladı ve ayağıyla ittirerek saplanan kılıcını çıkarttı. Arkasından gelen Bakean'ı fark etmemişti, Quian'ın uyarısıyla olduğu yerde eğildi ve arkasını dönmeden kılıcını adamın boşluğuna sapladı ve yaralarına rağmen olanca atikliğiyle dönüp kellesini uçurdu. Bakean askerlerinin sayısı arttıkça Knoha'lıların verdiği kayıplar artıyordu. İksirin etkisiyle bazen bir Bakean üç, dört Knohalı'yı öldürüyor, yaralansalar bile savaşmaya devam ediyorlardı.

Hildar içtiği fazla iksirin etkilerini damarlarında hissediyordu. İçinde bastırılamaz vahşi bir içgüdü vardı, kılıcıyla ya da başka bir savaş aletiyle değil düşmanlarını dişleriyle parçalamak istiyordu. Durdu ve ellerine baktı bir kaplanın pençeleriydi sanki. Kalabalığın arasından kendine bir av aradı ve Aza Sael'i seçti. Koşarak ona doğru ilerliyordu, önüne çıkan Knoha'lıları elleriyle savurduktan sonra Aza Sael'in karşısına çıkmıştı. Aza Sael kılıcını ona doğru savurduğunda, kenara çekilerek sol koluyla Aza Sael'in kılıç tutan kolunu sıkıştırdı ve diziyle karın boşluğuna sert bir darbe vurdu. Aza Sael yere yığılınca, üzerine atlayan Hildar çıldırmış gibi böğürerek dişleriyle yanağını parçaladı. Aza Sael'in acı çığlığı savaş meydanında yankılanırken Quian kılıcını hala Aza Sael'in üzerindeki Hildar'ın boynuna sapladı ve Aza Sael'in koluna girerek onu uzaklaştırdı. Aza Sael ilk kez ölümü bu kadar yakınında hissetmişti ve şu an Bakean'lara duyduğu lanet intikam hırsından eser yoktu. Savaş alanında ki karmaşadan yararlanan Quian, Aza Sael'le birlikte ata binerek karanlıkta gözden kaybolmayı umuyordu ama çok az uzaklaşmışlardı ki sırtına saplanan ok buna engel oldu. Quian, Aza Sael'i oktan korumuştu ama kendisi ölmekten kurtulamamıştı.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (Onuncu bölüm eklendi!)
« Yanıtla #20 : 28 Şubat 2015, 01:09:29 »
Çok iyi bir bölümdü. Aza Sael muhteşem girdi hikayeye. Hildarla kapışması ve ayrıca Hildarın ölümü fazla ani oldu. Bence uzatabilirsin. Savaşın anlatımına daha fazla hareket sıkıştırabilirsen son bölüm daha güzel olacak.

Bu kadar çok karakteri yönetmek zorlu bir iş olsa gerek. Gözlerimiz Ghia yı aradı herhâlde yaralıydı kenarda bekledi bu bölüm :) Yeşil iksir fikri çok orijinal ama iksirin nasıl yapıldığı nereden geldiği de merak konusu. İlerleyen bölümlerde göreceğiz galiba.

Fantastik türü sevmeye başladım.
Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (Onuncu bölüm eklendi!)
« Yanıtla #21 : 28 Şubat 2015, 01:32:23 »
Aslına bakarsan çok karakter var ama hikayenin akışını belirleyen bir kaç karakter sadece. Bazen rol çalan karakterler olmuyorda değil tabi :) hikayenin akışını değiştiren karakterler çıkabiliyor. Kendime bir sözlük hazırlıyorum şu an karakter isimleri ve diğer kullandığım özel isimler için.

İksir fikri çokta orjinal değil aslında, hikaye bittiğinde hiç bir soru işareti kalmayacak aklınızda ;)
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Kartalın Ruhu (Onuncu bölüm eklendi!)
« Yanıtla #22 : 28 Şubat 2015, 13:28:30 »
Merhaba.
Aksiyon dolu oldukça güzel bir bölümdü.

Ancak en önemli şeyi henüz bilmiyoruz hâlâ: bu savaş neden oluyor? Umarım onu da yakında öğreniriz.

Neyse, ellerine sağlık, devamını merakla bekliyorum.
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 11: Kan Kokusu
« Yanıtla #23 : 07 Mart 2015, 16:24:57 »
Güneşin ilk ışıkları sarp kayalıkları yavaş yavaş aydınlatırken, kuzgun güneşte parıldıyan kanatlarıyla yavaşca süzüldü ve yerdeki cesedin göğsüne kondu, etrafını kolaçan ettikten sonra açık yarayı gagalamaya başladı ama tedirgindi. Etrafta cesetleri taşıyan askerler vardı. Biraz gagaladıktan sonra kanlı gagasıyla etrafa bakınıyor sonra kaldığı yerden devam ediyordu. Kayalıklara tünemiş diğer kuzgunlar etrafın güvenli olmadığını düşünüyor olmalıydı, cesetlerin arasında dolaşan insanlar onları ürkütmüştü ama bir yandan da cesetlerin kokusu kuzgunları sabırsızlandırıyordu. Cesetler kulübelerin olduğu tüm alana yayılmıştı. Kimisinin kolu kopmuş, kimisinin vücudu ve başı ayrı yerdeydi, kimileride hala inleyerek ölmeyi bekliyordu.

Nedenini bilmedikleri bir savaşta kendilerine bir neden yaratmışlar ve o neden için ölmüşlerdi. Oysa sadece oynanan oyunda birer piyonlardı. Komutanları ve efendileri için savaşıp ölen diğer insanlar gibi hepsi aynı çukura gömülecek ve adları asla hatırlanmıyacaktı.

- Kısa ömrümüzü daha da kısaltıyoruz, dedi Ghia yanındaki Odaren'e dönerek. Sargılı omuzunda ki yara iksirin etkisi geçtikten sonra canını yakmaya başlamıştı, kendini iyi hissetmiyordu.

Odaren yüzükoyun yatan bir Bakean cesedinin yanında durdu, cesette tanıdık bir şeyler görmüş olmalıydı, cesedi yavaşca çevirdi. Yanılmamıştı, bu nöbet arkadaşı Hildar'dı. Aza Sael'in yüzünün bir kısmı hala ağzındaydı. "Ne kötü bir ölüm..." diye geçirdi içinden Odaren. Obeth'te böyle başka askerler hakkında hikayeler duymuştu ama şimdi yakın bir arkadaşını böyle görmek moralini bozmuştu:

- İksir... Şu lanet iksirden defalarca içmişti. Kara büyüden başka bir şey değil. Bir kaç yudumdan fazla içince kendini kontrol edemez bir hale getiriyor insanı...

- Obeth'te de bu tarz cesetler görmüştüm ama kara büyü değil bu... İksirdeki baskın Zalvia tadını alana kadar bende öyle düşünüyordum ama kesinlikle kara büyü değil. Tapınak Çölünün şamanları da ayinlerinde kullanır Zalvia'yı. Günlerce uykusuz ayakta kalabilirler onun sayesinde. Ama birbirini parçalayan şaman görmedim hiç. Gerçi Zalvia şurubunun rengi de mavidir bu iksirler yeşil renkte, demek ki başka şeylerde karıştırılıyor...

- Sen bir büyücüsün değil mi? Şu şaman dediklerinden... Onlardansın.

- Şamanlar hakkında ne duydun bilmiyorum ama hepsi büyücü değildir ve görüp görebileceğin en yüce ruhlu insanlardır. Zalvia'yı birilerini öldürmek veya zevk için değil ritüelleri gereği içerler. Bana gelirsek, hayır ben bir şaman değilim, sadece bir gezginim.

- Gezginlerin bilmediği tek şey Tanrı'nın ışığıdır, diyerek araya girdi komutan Mitar ve devam etti:

- Çok bilgili bir adamsın Ghia, üstelik cesursunda; süvarilerle nasıl başettiğini anlattılar. Şu meşhur kartalın ner... derken konuşması askerlerin sesiyle kesildi.

- Komutan Mitar!

Askerlerin olduğu yere doğru baktığında ellerinde bir dürbün olduğunu gördü. Ghia'da askerlere doğru bakıyordu ve bu dürbün ona hiç yabancı değildi. Obeth'te ki gizemli adamında buna benzer bir dürbünü olduğunu anımsadı hemen. Komutan Mitar askerlerin yanına gittiğinde, dürbünü eline aldı ve inceledi. "Naukra'nın dürbünü...", dedi alçak bir sesle, üzerinde Naukra'nın bıçakla kazıdığı "N" ve "K" harfleri vardı. Ama dürbün bir Knoha'lının üzerinden çıkmıştı. Dürbünü alarak daha ilerdeki karagah çadırına girdi. Çadırda onun gibi rütbeli iki asker vardı:

- Üstad Naukra Knoha'lıların eline düşmüş ve büyük ihtimalle öldürülmüş...

Bu sırada siyah atının üzerinde siyah pelerinli gizemli bir adam kuzey girişinde belirdi. Ağır ağır cesetlerin arasından geçerek Ghia ve askerlerin olduğu yere doğru ilerliyordu. Bir asker diğerini dürttü, Ghia dahil herkes gelen bu gizemli adama bakıyordu.

- Eğlenceyi kaçırdığımı söylemeyin sakın, diyerek kapüşonunu açtı ve yüzünü gösterdi. Bu Kai Han'dan başkası değildi. Kai Han ünlü bir kafa avcısıydı ve hakkında herkes iyi ya da kötü birşeyler bilirdi. Atından sırtını tutarak güçlükle indi ve yere tükürerek, hiç kimseye birşey demeden karargah çadırına yöneldi. Çadırın önündeki nöbetçiler mızraklarını çaprazlayarak geçmesine izin vermediler. Yaverlerden biri yanına gelerek:

- Ne istiyorsun!

- Komutanına bilmesi gereken önemli bir haberim olduğunu söyle...

Yaver çadıra girerek durumu Mitar'a anlattı. " Kai Han mı? Ne işi var o köftehorun burada... Bırakın gelsin bakalım haberi neymiş." Mızraklar yana çekildi ve giriş açıldı. Kai Han çamurlu çizmeleriyle içeriye girdi. Mitar Kai Han'ı görünce:

- Seni buraya getiren nedir Kai, kimin kellesini almaya geldin. Yoksa benim mi? diyerek kaba bir kahkaha patlattı.

- Kan kokusu beni her zaman heyecanlandırır biliyorsun... Şu Knoha'lılar savaşmayı ne zaman öğrenecekler.

- Sadede gel!

- Size Naukra hakkında söyleyeceklerim var.

- Ne yoksa yaşıyormu, gördünmü onu...

- Bunu söyleyebilmem için bir kese gümüşe ihtiyacım var.

Mitar kuşağındaki küçük bir keseyi çıkarttı ve Kai Han'a doğru fırlattı. Kai Han hızlı bir hareketle keseyi havada yakaladı. Kesenin içinde gümüş yoktu ama altın parçalarıyla doluydu.

- İnsanların nasıl gönlünü fethedeceğini biliyorsun Mitar... Naukra'yı dün gece yarısı iki Knoha atlısıyla birlikte gördüm. Elleri bağlı bir şekilde ata bindirilmişti.

Mitar oldukça düşünceliydi, askerleri bu toprakları daha yeni yeni tanıyordu. Hızlı hareket etmeliydiler. Mitar, Kai Han'ın iz sürmedeki hünerlerini biliyordu ama başına buyruk bir adam olduğunuda biliyordu. Bir ikilemdeydi, yapacak çok fazla şey yok diye düşündü, Naukra konsey üyesi ve keşif komutanıydı. Böyle bir adamı kendi kaderine terk edemezdi.

- Onu bulmamızı sağlarsan bu keseden çok daha fazlasına sahip olabilirsin, ne diyorsun?

Kai Han pis pis sırıttı ve gözleri parladı:

- Av başlasın!
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (11. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #24 : 07 Mart 2015, 22:29:33 »
Ya zaujas hangi dünyada yaşıyorsun. Bu bölümde de döktürmüşsün. Hayal gücüne hayranım.  Anlatım, diyalog ve geri dönüşlü anımsatmalar kusursuz olmuş. Karakterler çok olsa da takibi hiçte zor değil. Konunun sabit bir duruşu yok sanki sürükleniyor okuyucuyu da sürüklüyor. Merakta bırakan bir yolculuğa çıkarıyor.
Arada geçen köftehor kelimesine bile takılmadım. Olsun dedim.

Çok güzeldi. Eline sağlık.

Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (11. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #25 : 07 Mart 2015, 22:46:44 »
Güzel yorum için nedesem bilemedim, çok teşekkürler...

Köftehor kelimesine sen öyle deyince şimdi ben takıldım :) bu arada iksirle ilgili merakını biraz giderdim sanırım bu bölümde :D
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Kartalın Ruhu (11. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #26 : 08 Mart 2015, 14:44:06 »
Selamlar.

Öncelikle ellerine sağlık, çok güzel bir bölümdü.

Her şey gittikçe daha da merak uyandırıcı bir hal almaya başladı. Kafa avcımız da buralara geldiğine göre işler karışır gibi geliyor bana. Haydi bakalım, devamını merakla bekliyorum, görüşmek üzere!
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (11. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #27 : 08 Mart 2015, 14:53:51 »
Çok teşekkürler cankutpotter,
Bu bölümün çok fazla beğenileceğini düşünmemiştim yazarken aslında bir geçiş bölümü olduğu için biraz durağandı ama hikaye ilerledikçe artık önceki bölümlerde okuduğunuz şeyler daha çok anlam kazanıyor ve bu da merak duygunuzu artırıyor diye düşünüyorum.

Bakalım haftaya neler olacak :)
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 12: Gür Orman
« Yanıtla #28 : 12 Mart 2015, 16:34:49 »
Kai Han yerdeki nal izlerine bakarak:
- Üç atlı ve hemen arkalarından bir başka atlı daha... Knoha'ya gidiyorlar, dedi. Dikkatini yerdeki kan izleri çekmişti. Atından inerek parmağıyla yerdeki kana dokundu ve parmaklarına bulaşan kanı kokladı.

- Sonuncu atlı yaralıymış, çok fazla uzaklaşamamış olmalı... Ölüm kokuyor.

Komutan Mitar, yanına on adam vermişti ama Kai Han tek başına gitmek istemişti. Kendi işini kendi halletmeyi seven bir adamdı. Sonra Mitar'ın ısrarına dayanamayarak üç adamın onla gelmesini kabul etmişti. Benim onlara ihtiyacım yok ama onlar bensiz bir adım bile ilerleyemez diye düşünüyordu. Güneye indikçe Letha'nın çorak ikliminden daha yeşillik ama kuzeyle boy ölçüşemeyecek verimsiz topraklardan geçiyorlardı ve izler toprak zeminde rahatlıkla seçilebiliyordu. İyi bir iz sürücüydü, izleri bir kitap gibi okuyabiliyordu.

Bakean askerleri kendi aralarında Kai Han hakkında sağdan soldan duydukları şeyleri birbirlerine anlatıyorlardı:

- Bir keresinde sadece elleriyle bir adamın kellesini gövdesinden ayırmış diye duymuştum...
- Şu gözlerini oyduğu adama ne demeli, bu adam tam bir cellat.

Kai Han bu konuşulanları duyuyordu. Korkutucu ve herkesin çekindiği bir adam olarak anılmak hoşuna gidiyordu. Ama şimdi bunlar umrunda bile değildi. Sırtındaki ağrı aklına bir kadın tarafından nerdeyse öldürülüyor olduğu o anı getirdi. Sırtını tuttu, Loretta'yla kapışması sırasında sırtına saplanan bıçağın yarası hala ilk gün ki gibi ağırıyor ve canını yakıyordu. Ama o ünlü bir kafa avcısıydı ve küçük bir yaradan dert yanamazdı, hemen elini sırtından çekti ve kendine çeki düzen verdi.

- Siz soytarılar orada ne kaynatıyorsunuz, gözünüzü dört açın! Her an kafanıza bir ok yiyebilirsiniz...

                                                                    * * * * *

Kai Han izlerin belli bir noktada ayrıldığını fark ettiğinde neredeyse güneş batmak üzereydi. Yaralı atlı Gür Orman'a doğru gitmiş olmalıydı. Diğer atlılarsa Knoha'ya doğru devam etmişlerdi.

- Siz bu izlerin peşinden gitmeye devam edin... Şu yaralı adamın işini kolaylaştıralım, hiç kimse cehenneme gitmek için bu kadar acı çekmemeli...Geçitte size yetişirim.

Bu ormana Gür Orman denmesinin nedeni, etrafta çok az sayıda cılız ağaç varken, bir anda ortaya çıkan devasa ağaçlar ve bu ağaçlardan oluşan ormanın sık bitki örtüsüydü. Kai Han ormana doğru atı Sain'le birlikte ilerlerken, kendi uydurduğu bir şarkıyı mırıldanıyordu:

 "Ölmeyi bekleyen adam
  Kai Han gelecek
  Ormanda saklanan adam
  Kai Han seni öldürecek
  Korkudan altına yapan adam
  Canın çok acımayacak"

Aza Sael sık ormanda bir ağacın gövdesini kendine siper etmiş ve Kai Han'ı gözlüyordu. Nefes nefeseydi, takati kalmamıştı. Yüzünden kopan parça ağzı kapalıyken bile dişlerinin görünmesine neden olmuştu. Karanlık bir yaratık gibi soluyordu. Ormanın içine doğru ilerlemeye devam etti ve dayanamayarak dizlerinin üzerine çöktü, sürünerek bir ağacın yanına kadar ilerledi ve ağacın kovuğuna saklandı. Kai Han'ın söylediği şarkıyı duyabiliyordu. Aza Sael'in gözleri yavaşca kapandı, artık Kai Han'ın ayak seslerini de duyabiliyordu. Bu dünyada son duyacağı şeyin Kai Han'ın garip ölüm şarkısı olduğu gerçeği onu güldürmüştü. Eskiden yaşadığı güzel günleri hatırlamak istedi son kez, Drira'da geçirdiği mutlu çocukluk yıllarından herhangi bir anıyı.

Kai Han izleri takip ederek ağacın önüne kadar gelmişti, tam bu sırada ağacın arkasından fırlayan iri bir kurt Kai Han'ın atı Sain'i korkutmuştu, bir kaç tane daha kurtun geldiğini gören Kai Han kılıcını çıkararak kurtları savuşturmaya çalıştı ama kurtlar daha da sinirlenmişti. İçlerinden biri sıçrayarak Kai Han'ın kolunu ısırdı. Kai Han kolunda asılı duran kurdun bağırsaklarını deştikten sonra, diğerlerini haklamak için hamle yaptı ama nasıl bir şeyle karşı karşıya olduğunu anlamıştı. Kurtların sayısı gittikçe artıyor ve etrafı sarılıyordu. Ağaç kovuğunda yatan yaralı adama baktı, kurtlar için iyi bir atıştırmalık olacak diye düşündü. Sırtındaki ağrı dayanılmaz bir hal almıştı daha fazla burada kalmasını gerektiren bir şey olmadığını düşündü. Sain'i mahmuzladı ve hızla ormanın derinliklerinde gözden kayboldular.

Aza Sael kurtlar karşısında bir şansı olmadığını biliyordu, atlı ve kılıçlı bir adam bile onlarla baş edememişti. İri kurt hırlayarak Aza Sael'e bakıyordu ve yavaş yavaş yaklaşıyordu, diğer kurtlarda bundan cesaret almışlardı. Tam bu sırada ormana yayılan garip bir tınının ardından kurtlar küçük köpek yavruları gibi tehditten uzak bir hale büründü ve oldukları yerde kaldılar. Yine görünüşleri kurt gibiydi ama gözlerindeki nefret yok olup gitmişti. Hafif bir rüzgar ağaçlardaki yaprakları savuruyorken etrafındaki herşeyin hızlandığını hissetti Aza Sael. Sarmaşıklar hızlıca ağaçlara sarılıyor, karıncalar hızlı hızlı sırtlarındaki yaprakları taşıyor bir anda rengarenk mantarlar ortaya çıkıyor ve ağaçlar kabuk değiştiriyor gibi sesler çıkarıyordu. Yeşil bir parıltı hakim olmuştu ormana. Kurtların arasından yaklaşan silüeti fark etti Aza Sael. Yaklaşan şeyin ne olduğunu anlamaya çalışırken etraftaki bu yeşil parıltının kaynağının onun gözleri olduğunu fark etti. Bu yarı çıplak bir kadındı, düzgün vücudu ve güzel yüzüyle cennetten yeni düşmüş gibiydi yeryüzüne ve mucizevi bir ses tonuyla seslendi Aza Sael'e:

- Evime hoş geldin yabancı... Burası yeryüzünde görebileceğin en nadide yer...

                                                                    * * * * *  
Kai Han askerlerden önce gelmişti geçide. Sain o kadar hızlı koşmuştu ki, bir yıldırım gibi yol almışlar ve hemen geçide varmışlardı. Askerler geçide vardığında Kai Han bir kayaya sırtını vermiş uzanıyordu. Askerleri görünce kurt tarafından ısırılan elini gizlemeye çalıştı.

- Adamı hakladınmı Kai Han? diye sordu askerlerden biri.

- Bir kabus gibi üzerine çöktüm, daha ne olduğunu anlayamadan öbür taraftaydı...diyerek yanıtladı askeri Kai Han ve dikkatini ateş yakmaya çalışan bir başka asker çekti. Askerin yanına yaklaşıp kıçına sert bir tekme attı. Asker ne olduğunu anlıyamadan kendini yerde bulmuştu.

- Sizi aptallar gece gündüz durmadan yol alacağımızı size kaç kere daha söylemem lazım!

Kai Han yeni tutuşmaya başlamış çalı parçalarının üzerine işeyerek ateşi söndürdü ve:

- Herkes atlarına binsin ve bir daha benim iznim olmadan atlarınızdan inmeyin!

Kai Han, Naukra'yı Knoha'ya götüren adamları bir an önce bulmak istiyordu  ve gerekirse bunun için hiç uyumayacaktı.

Geçidin ilerisinde yer alan küçük bir koruluktan geçiyorlardı. Knoha'ya iki günlük yolları kalmıştı ve Naukra'yı kaçıran adamlarla aralarında yarım gün fark olduğunu düşünüyordu. Geceli gündüzlü hızlı bir şekilde ilerlerse bu açığı kapatıp onları yakalayabileceğini biliyordu.

Aniden karanlığın ortasından bir çığlık yükseldi, koruluğun güneyinden gelen bu ses Kai Han'ı harekete geçirdi. Koruluğun ilerisinde yer alan kayalık bir bölgeden gelmişti ses  ve sesin geldiği yerden dumanlar yükseliyordu. Bir anda yüzü gözü simsiyah olmuş bir adam atın önüne attı kendini ve nefes nefese bir sesle:
 
- Yardım edin, ne olur yardım edin...diyerek yere yığıldı.

Kai Han gözlerine inanamamıştı, bu Naukra'ydı.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (12. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #29 : 13 Mart 2015, 14:51:18 »
Bu hafta erken davranmışsın. Bölüm iyiydi ama Ghia ve akina nerelerde diye sormadan edemiyorum. Ayrıca bu bölüm aceleye gelmiş gibi ve acilen düzeltilmesi gereken yerler var.

Girişteki bölümlendirme güzel olmuş. Okumaya devam. Eline sağlık
Ölüm sadece başlangıçtır.