Kayıt Ol

Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« : 28 Eylül 2010, 21:12:41 »
*Günlük hayattan tatlar, bazen saçmalıklar ve bazen de ciddi olmayan ciddi konular anlatacağım size. Kalemim kırılmadığı, zihnim yok olmadığı sürece.

1




 Onu farketmemin nedeni bana bakmamasıydı. Diğer insanların aksine, durakta öylece ellerine izleyerek ve ara sıra da kendi kendine söylenerek oturuyordu. Tuhaf görünüşlü bir kadın olduğunu söyleyebilirdim. Aslında diğer insanların yaptıklarından başka şeyler yapan herkesin tuhaf sayıldığı bir çağdaydık.

Toplumumuzda, otobüsle seyahat eden insanların yüzüne dik dik bakmak gibi bir fantezi vardır. Bu bakışların yarattığı yüksek dozajdaki rahatsızlığı, otobüsle sık sık seyahat eden insanlar bilir. İşte o kadın, dik dik bakanların aksine, beni rahatsız etmemesi sayesinde ilgimi çekmişti.

Yine bir öküz - tren çıkmazı içindeydik. İçimden bir ses camı açıp " Ne bakıyorsunuz ?" diye bağırma taraftarıydı. Ama ben taraf tutmam. O yüzden sadece oturup izledim. İnsanlar ilk önce yolculuğun nereye olduğunu öğrenmek için otobüsün ön camındaki ışıklı tabelaya bakıyor, “Taksim- Hamidiye Mah. “ yazısı içlerini açmayınca da trenin geçişini izleyen bir sürü gibi, boş ve hayattan bıkmış gözlerle bizi dikizliyorlardı.
 
Rahatsız ediciydi. İnsanda elleriyle yüzünü saklama isteği uyandırıyordu. Fakat benim, otobüste yaşanılan sahne korkusuyla ilk defa karşılaşışım değildi bu. Her Allah'ın günü aynı insanlar, aynı pozisyonda, aynı surat ifadeleriyle, oturdukları yerden “zavallı otobüs insanları” nı süzerdi. Hatta bir ara ciddi ciddi bu insanların sırf bizi izlemek için geldikleri gibi paronayak bir fikre kapılmıştım.

 Genelde otobüs hareket edene kadar devam eden bu rahatsızlık, İETT durağından çıktıktan sonra yerini hoş bir ferahlık ve özgürlük hissine bırakırdı. Ayı oynatıyormuşuz gibi otobüse bakanların aksine, bize tamamen kayıtsız kalan o kadın şu dünyada aklı başında insanların var olabileceğine de inandırmıştı beni.

 Duraklar giderek geride kalırken, kadını da karmaşık düşünce çöplüğümde geri plana atmam kolay olmuştu. Tabi otobüsün ilerlerken yarattığı sarsılmalar  ve aniden otobüsün önüne atlayan bir çocuğun yarattığı “ekşın”  da geri kalan düşünceleri unutmamda rol oynamadı diyemem.

Ertesi gün, okul çıkışı yine o durağa gittiğimde, kadını dün akşamki pozisyonunun aynısında buldum. Dikkatli bakınca ilgimi daha çok çekmişti doğrusu. Buruş buruş bir yüzü ve önleri grileşmiş, arkalarıysa simsiyah boyanmış saçları vardı. Ancak ilgimi en çok çeken şey, cart kırmızı leopar desenli kenarları siyah dantel işlemeli elbisesi, onun bir ton açığı deri, eskimiş bir ceket ve orta çağdan kalma gibi görünen siyah, dize kadar uzanan çizmelerdi. İnsan böyle bir kombinasyon gördüğünde diğer şeylere pek dikkat edemiyor.

 Merak kediyi öldürürmüş. Ölmeden önce yaptığım son şeyin o kadının yanına oturmak olmasını pek istemezdim doğrusu. Yine de gittim ve oturdum. Bir yandan da saatimi kontrol ediyor ve gelen otobüsü kaçırmayayım diye yolu kolaçan ediyordum.

Sonradan farkettim ki kadında paranoyak olan bir şeyler vardı. Kendi kendine söylenmeyi bıraktığı anlarda sağa sola bakıp duruyordu. Yüzüne peynir çalarken yakalanmış bir tilkinin kurnaz ve endişeli ifadesi yerleşiyordu.
 Bir an sanki ona baktığımı hissetmiş gibi aniden dönüp gözlerimin içine baktı. Sanırım şu anda da benim yüzüme repliğini unutmuş bir oyuncunun yüz kızarıklığı yerleşiyordu. Etme bulma dünyası neylersin.
 
Kadının kömür karası gözlerinde bir madencinin yılgınlığını buldum. Tuhaf, adını koyamadığım bir alev dans ediyordu o gözlerde. Bir saniye sonra gözlerini benden ayırdı. Tekrar öne eğilip bu sefer duyabildiğim bir sesle ve hiddetle konuştu.

“Pezevenk! Hala gelmedi. Ne zaman yüzüğü bulacak da gelecek. Pezevenk...”

Aynı cümleyi tekrar tekrar söylemeye başladı. Haliyle ben de irkilip bankta ondan biraz uzağa kaydım. Durağın önünden geçerken kadının söylediklerini  ve benim tepkimi farketmiş, hareket amirliğinde çalışan tonton bir memur amca gülümseyip, yanına gelmemi işaret etti. Normalde iyi bir çocuğumdur, yabancılarla konuşmam. Ama bu kadar tonton bir memur amcadan bu kadar sevimli bir gülümseme gelince insan şeker falan mı verecek diye merak ediyor doğrusu. Üşenmedim, kalkıp yanına gittim. Kulama eğildi.

“ Korkma kızım, o buranın delisidir. Her gün süslenip püslenip gelir, müstakbel koca adayını bekler. Beklediği koca adayı da gelmediğinde sinirlenip, küfretmeye başlar. Sen korkma zararsızdır. Bu dünyadakilerle işi yok onun.”

Amcanın dev cüssesinden arta kalan manzarada beklediğim otobüsün geldiğini görünce tüm şirinliğimi takınıp, teşekkür edip, otobüsüme koştum. Her zamanki gibi de cam kenarına oturdum. Fakat bu sefer gözünü dikip bana bakan insanlardan o kadar rahatsız olmadım. Sonuçta dünyada aklı başında insanlar olduğu varsayımım yine yanlış çıkmıştı. Diğer tüm varsayımlarım gibi. Otobüs hareket edip de durakta hala gelmeyen kocasını bekleyen kadın gözden kaybolurken iç geçirdim. Gelsin hayat, bildiği gibi gelsin!
Spoiler: Göster

Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #1 : 30 Eylül 2010, 15:04:33 »
O kadını merak ettim doğrusu. Kim bilir o koca adayını daha ne kadar bekleyecek? :) Hoş bir yazı olmuş.Hayattan bir kesiti sunmuşsun bizlere.Eline sağlık :)

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #2 : 02 Ekim 2010, 17:35:20 »
 
2




 Son zamanlarda insanların dilinde bir sevgi sözcüğü, almış başını gidiyor. En alakasız, biririne ölümüne kin besleyen insanlar bile “Seni seviyorum.” diyebiliyor. Yalanlardan sararmış maskelerinin ardından bsaşkalarına sevgi sözcükleri fısıldayabiliyorlar. Açıkçası iğreniyorum sevginin ne demek olduğunu bilmeyen insanların bu yalanlarından. Özellikle de paranın en büyük din olduğu şu devirde.

 Aslında beni yakından tanısaydınız bu sözlerime “Yürü git be!” tarzı bir tepki vermenizi anlayışla karşılardım. Ailemin ağzından düşmeyen “soğuk nevale” lakabını hakkıyla taşıyan biri olarak sevgi hakkında bir şeyler söylemem bana bile mantıksız geliyor. Ama bu çelikten zırhı giymiş olmamın tek nedeni kendi seçimlerim değildi.

Çocukluğum karamsar bir “sevgisizlik” teması üzerinde geçti. Annemin de babamın da öğretmen olması benim için erken yaşlarda başlayan bir disiplin çılgınlığına kurban gitmek demekti. Meslekleri dolayısıyla benim öğrencileri mi evlatları mı olduğuma bir türlü karar veremeyen ebeveyinlerim ilerideki soğukluk ve güvensizlik felsefemi oluşturacak ilk tohumları kendi elleriyle ektiler.

 Ailemin sevgi ve sadakatine bile güvenemediğim bir dönem yaşadım. Yalnızdım, hiç arkadaşım yoktu, sevgi göstermeye çalıştığım herkes beni bir şekilde yaralamıştı. Kardeşimi doğması ve çocuksu bir kıskançlıkla bütün ilginin onun üzerinde olmasına sinirlenmem bile ağır tepkilere yol açtı. Daha beş yaşında olmama rağmen “mantıklı düşünememek” le suçlandım.

Büyüdükçe zırhımın katmanları kalınlaşıyor, insanlara karşı içimdeki dur durak bilmeyen nefret de benimle bereber büyüyordu. İlkokul ve ortaokul yaşantısına adım atışım, sevginin insanın başına bela açmaktan başka bir işe yaramadığı kanımı güçlendirmişti. Dostum olarak sayabileceğim kimsem yoktu. Entirika ve hiyararşiyi “Ali topu at.” yazmayı öğrenmeden önce öğrendim. Sürekli okul değiştirdim. Hiçbir ortama tututnamadım. Ailemin seçiciliği ve katı baskıları yüzünden kimse beni arkadaşı olarak görmek istemiyordu.

 En sonunda, liseye kadar, yalnızlığı doruklarında yalın ayak dolaşacağım bir özel okula gönderildim. Sadakat artık benim için uçan atlarla aynı kefedeydi. O okulda fransızlar gibi kin taşımayı öğrendim.Ve aynı zamanda kibiri de. Yaşadığım yegane güzel şeyse kitaplarla tanışmam olmuştu.

Beş yıl boyunca dur durak bilmeden annemlerin başarı hayallerini gerçekleştirmeye çalıştım. Sürekli başka çocuklarla kıyaslandım. Ben ailemi başkalarının aileleriyle kıyasladığımdaysa ukala damgası yedim. Biraz daha büyüdüğümdeyse yaşımın gerekleri yüzünden iyice sinirli, tartışmaya açık ve her cümleye nükteyle karşılık veren biri olup çıkmıştım. Akrabalarımın gözünde “evil” bir karakterdim.

Yılların getirdiği güvensizlikle kimseye sevecenlik göstermemek konusunda demir kadar serttim. SBS yıllarıysa en korkunç zamanlardı. Düşünmeme, fikir üretmeme, bir ruhum olduğunu göstermeme ve en acısı kitap okumama izin yoktu. Kendimi kafese kapatılmış vahşi bir hayvan gibi hissediyordum. Mantıksal dünyaya sıkışıp kalmıştım.

SBS dönemi de bitti ve liseye geçmemle beraber üzerimdeki baskı da biraz azaldı. Yine de ben üzerimdeki gözle görülmeyen tonlarca ağırlıktaki zırhımla ve yüzümdeki acılı gülümemeyle dolaşmaktan vazgeçmedim.

Şimdi dönüp yanımda sevgiden bahseden insanlara şöyle bir göz atıyorum. Ya da benim de bir zamanlar sevgiye muhtaç olduğumu anlayamayan aileme. Beni soğuklukla suçlayan arkadaşlarıma...
Ne yazık ki benim neden böyle biri olduğumu hala anlayamadılar.

İnsanı şartlar şekillendirir. Sevgisiz bir ortamda büyürken sevginin de değerini anladım. Sevgi öylece çiçek tohumları gibi her yere saçılabilecek bir şey değildir. Sözcüklere ihtiyacı yoktur. Sevginin değerini anlayanlar bir anlamda ona muhtaç olanlardır.

Benim en büyük korkumsa içimde hala yaşamaya devam eden saf sevginin bu maddi dünyada kirletilmesi. Bu olmadığı sürece varsın insanlar beni "soğuk nevale" sansın. Mühim değil.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #3 : 05 Ekim 2010, 19:59:01 »
Çok doğru bir konuya değinmişsin. İnsanlar daha sevginin ne olduğunu bilmiyor.
O kadar güzel bir anlatış tarzın vardı ki kendimi senin yerine koyup empati yapabildim.=)
Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #4 : 05 Ekim 2010, 20:12:44 »
Eğer ne düşündüğümü anlatabilmişsem ve size ulaşabilmişsem ne ala. Aslında çok karamsar bir yazıydı bu. Ama abartı kullanmak düşüncelerimi daha rahat anlatabilmemi sağlamış demek ki :) Yorumunuz için teşekkürler.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #5 : 15 Ekim 2010, 21:49:32 »
*Büyük şair Ataol Behramoğluna. Şiirlerini hayatıma kattığı için.

3




Hayat kısa. Başkaları tabutumuzu sırtlayana kadar ne zaman geldi ne zaman geçti anlayamıyoruz bir türlü. Ruhunu şeytana satmış robotlar gibi bir hiçliğe uyanıyoruz her sabah, hüzünlü ve amaçsız. Hiç iz bırakmamacasına aynı boşluk ve hissizlikle ölüyoruz bi sonbahar sabahı. Belki de ilkbahar. Gri kaldırımlar gibi soğuk ve neşesiz geçiyor ömrümüz ne yazık ki.
  Oysa mavi gökyüzüne bakıp mutlu olabilmek, bir çocuğun balonunu izlerken yaşadığı sevinci tadabilmek, hayatın ardındaki gri fonu gökkuşaklarıyla değiştirebilmek ne kadar imkansız geliyor ademoğluna.
  “İnsan balıklama dalmalı içine hayatın,
   Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına.”

  Ne kadar haklı Ataol üstadın bu dizeleri. Hayatın akıntısında sürüklenmedikçe, dalgalarıyla bütünleşmedikçe ve bazen de panikleyip tuzlu suyunu yutmadıkça kim yaşamış sayr kendisini. Yaşamk bir piyanonun sesiyle gençleşmektir, sevginin her tonunda kaybolmak, ayrılıklarla olgunlaşmaktır.

  Bunları hissetmedikçe ancak bir ot kadar yaşamış sayabiliriz kendimizi. En büyük pişmanlığımız yapamadıklarımız olur. İşte bu da yaşamayı bilmeyen insanların hazin sonudur.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #6 : 01 Kasım 2010, 21:04:18 »
4

Yaşadığımız dünyada ilgimizi ciddi anlamda çekebilecek iki çeşit insan vardır. Verimli bir araştırma için bunları iki grupta inceleyebiliriz.
Birinci grup insanı para harcamak için doğar, ölmek için yaşar. Hayatını televizyon başında çekirdek çitleyerek yada borç batağında çırpınmasına rağmen, büyük bir umursamazlıkla aldığı cep telefonunun tuş kilidiyle oynayarak geçirir.

Sabah uyanmak için bir nedeni yoktur. Duygularını ve düşüncelerini anlatmak için ünlü harflereri kullanmadan yazdığı selam ve naber kelimeleri yeter de artar ona. Neden yaşadığını sorduğunuzda “Para kazanmak için.” der, neden para kazandığını sorduğunuzda da “İyi yaşamak için.” cevabını verir. Oysa ki televizyon ve bilgisayar başında pinekleyip at gözlüğü takmış gibi geçirdiği zaman iyi yaşamak mıdır?

Bu kısır döngünün bir sonu yoktur bu tip insan için. Elinden gelse mezara bile telefonuyla girer mezar taşına da “Ruhuna elli kontör.” yazdırır. Nehirde akıntının tersine yüzen balıklar gibi ruhuyla ve insanlığıyla çelişip durur. Teknolojinin haremindeki cariye, parmağında oynattığı sazan olmuştur.

Sorsanız elhamdülillah müslümandır ama gelen kutusuna hatim indirip, sim kartına tapınmaktan bir an bile vazgeçmez. Teknolojiyi kurtuluşun tek dini olarak görür.
Hayatında açıp da iki sayfa kitap okumamıştır ancak onlarca sayfa mesajı ve izdivaç programı altyazılarını okumaya üşenmez bile. Yediği çekirdek bile şikayet eder bu renksiz, amacından sapmış yaşantıdan.

Bir dakika elektirik kesilsin olağanüstü hal ilan eder adeta. İnternetinden, televizyonundan ve telefonunun şarjından uzak geçireceği anları yaşamamak için cehennemde çıplak koşmaya bile razı gelir. Tabi cep telefonu cehennemde de çekiyorsa. Yok eğer cehennemde kablosuz internet bağlantısı yoksa Azrail'i bile yoldan çıkarır.

Kitap okuyan, yazan, nefes aldığında yaşadığını hisseden ikinci grup insanını gören birinci grup ahalisi ya ölümüne dalga geçip “loser” etiketi yapıştır Ya da bozuk bilgisayar görmüş gibi kuyruğunu kıstırıp kaçar. Özgürlüğünü o kadar koşulsuz satmıştır ki teknolojiye kelimelerin getirdiği hürlüğü anlamaz, anlayamaz. Bir iki edebi söz görsün sudan çıkmış balığa döner. Teknolojinin tutsağı olmuş ve beynini gri monitörlere değişmiştir.

Ama birinci grup insanının bilmediği bir şey vardır. Teknoloji tıpkı bir baharat gibidir. Fazla kaçırıldığı taktirde yemeği güzelleştireceğine bayağılaştırır ve yenmez hale getirir. İyi bir aşçı olan ikinci grup insanı baharatı fazla kaçırdığında suyu arttırması gerektiğini bilir. Çünkü su teknolojiyi dengeleyecek olan edebiyat ve sanattır.

Birinci grup insanı bu gerçeği anladığında çok geçtir. Ömrünün en güzel yıllarını teknolojiye kurban etmiş ve üzerine çürümüşlüğün kokusu sinmiştir. Gerçeği gördüğündeyse ya kafasına bir kurşun sıkıp bu bağamlılıktan vazgeçmeye çalışır yada bunu bile yapacak cesareti olmadığı için çekirdeklere eziyet etmeye devam eder. Ta ki arkasında hiçbir şey bırakmadan öldüğünde teslim edeceği bir ruhu bile kalmayıncaya dek.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #7 : 05 Aralık 2010, 14:42:19 »
Ne zamandır, "bir okuyayım şurada yazanları" diyorum ve bugün vakit bulup okuyabildim.

Otobüs durağındaki deli teyzeye diyecek bir şey bulamadım. Kimbilir nasıl birtravma yaşadı da o hale geldi. Belkide, doğuştan öyleydi bilemiyorum. Ama insanların gözlerini dikip birbirlerine bakmaları, dalgınlık mıdır yoksa bakışma ihtiyacımızıdr karar veremiyorum. Belki iletişimin kolaylaştığı bu çağda, gerçek anladma bir "iletişimsizlik" yaşıyoruz ve bunun sonucu olarak sözlere ihtiyaç duyamdan sadece bakacak birini arıyoruz. Amaç sadece bakmak, ne yapıyor diye merak etme. Kesinlikle konuşmak değil. Pek tabii aynı zamanda magazin kültürünün yarattığı " kim nerede ne yapıyor" şeytan üçgeninde gezen fesatların da bakışları olabiliyor bunlar.

Sevgiye gelecek olursak, herkes herkesi hemen seviyor nedense. Hele şu havada uçuşan canımlar, hayatımlar beni benden alıyor. İlk defa gördüğün biriyle sunii bir sevgi ve samimiyet çerçevesinde kurduğun diyalog, az sonra kapıdan adım atar atmaz içindeki katran karası tiksintiyi dışar vuran cümlelere dönüşüyor.
Senin yazdıklarına dönecek olursak, aile yaptığın eleştiriye tek kelime edemem. Onları en iyi sen biliyorsun sonuçta. Ama arkadaşlarını soğuk diye suçlayan sınıftakiler (ben de benzerlerini yaşamıştım) sahte sevgilerin geçici insancıkları, bun da yaşayarak gördüm.
Birbirinden nefret eden inasnlar zamanla birbirini sevebilir. Bunu garip bulmuyorum, fakat daha önce bahsettiğim o suniiliğin gerçek olması hepsinden daha imkansız.

Son yazın için ise yine yine ilk paragrafta söylediğim nednei gösteriyorum. Çağın insanı yalnız, hem de yapayalnız. Hepimiz bunu bildğimiz için o 1 dakikalık elektrik kesintilerinde yalnızlığımızla gerçek anlamda baş başa kaldığımız için çıldırıyoruz. Çünkü o karanlık gecede bir anda etraftakilerle konuşacak bir konu bulamadığımızı, kendimizi oyalayacak başka hiçbir şeyin olmadığını görüyoruz. Ve bu gerçek hiç hoşumuza gitmiyor. Komşuluk ilişkilerinde bile görüyoruz bunu. Kim apartamanında oturanları gördüğün selam veriyor ya da onları tanıyorki? Ama internet, cep telefonu ve türlü icatlarla bunların eksikliğini yaşamadığımızı "düşünüyoruz".

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #8 : 08 Aralık 2010, 19:36:36 »
Öncelikle okuduğunuz ve ayrıntıyla yorumladığınız için teşekkürler Fırtınakıran :)

5. Kayboldum

Evet doğrudur, kayboldum. Kendimi kaybettim, kişiliğimi kaybettim, dostlarımı kaybettim. Kısacası her şeyi kaybettim. “ I want to play a game again. “ diyecek gücüm bile yok. Çünkü biliyorum ana ekranımda “ Game over. “ yazısı kalıcı olarak kayıtlı.

Yapmadığım şeyler için suçlanıyorum. Evet bunu söyleyebilirim. Bu tek gerçek. Bir tarafta insanlar yüzüme gülüyor. Merak ediyorum, altın kaplamasını kazıyorum gülüşlerinin ve altından çürümüş bir düzenin kokusu yayılıyor. Bıktım kardeşim, bıktım. Sahte sevgilerden, sarılmalardan, canım arkadaşım diyen ağızlardan yayılan yalanlardan. Popülarite uğruna satılan insanlar çöplüğünde, sırtıma saplanmış Macbethvari bir hançerle yan gelmiş yatıyorum.

Bazı insanların boktan egolarını tatmin edemediğim için kişiliğimi değiştirmem gerektiği uyarısını alıyorum. Ey kokuşmuş koyunlar, sürü psikolojisi mahkumları, kişiliği olmayan bir dünyada kişiliğinizin olması suçsa, bırakıp giderim hacı bu ne ya? Kağıttan maskelerinizin altındaki canavar suratlarınızı görme yeteneğine sahip olmam suç mu?
Sonuç mu? Sonuç monuç yok. Kayboldum sonuçta. Kesişen yolların ortasında ileriyi göremiyorum. Hengi yöne sapsam bir çıkmaz, bir tuzak. Bildiğim tek şey nefret, derin, sonsuz bir nefret.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #9 : 08 Aralık 2010, 19:52:54 »
Fırtınakıran ile aynı cümleyi kurmuşum;

Alıntı yapılan: Fırtınakıran
Ne zamandır, "bir okuyayım şurada yazanları" diyorum ve bugün vakit bulup okuyabildim.

Duraktaki kadın neden bilmiyorum ama İngilizce hocamızı hatırlattı bana. Herhangi bir sebepten değil, yalnızca dış görünüşünden dolayı. Duraktaki deliye bakıp 'yazık' demek de bizim elimizde, bir öğretmenin o anlatmış olduğun giysi kombinasyonunu giymesine katıla katıla gülmek de. Sadece neresinden baktığımız önemli sanırım hayata.

Yazıların arasında kullandığın benzetmeler çok hoşuma gitti. Okuyunca ''bu kadar uyar!'' tarzı tepkiler verdim.

Sevgi konusunda ise yalnızca saygı ile eğiliyorum.

Takip edilecek bir başlık daha. Çok hoş!
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #10 : 08 Aralık 2010, 20:08:22 »
Duraktaki kadın neden bilmiyorum ama İngilizce hocamızı hatırlattı bana. Herhangi bir sebepten değil, yalnızca dış görünüşünden dolayı. Duraktaki deliye bakıp 'yazık' demek de bizim elimizde, bir öğretmenin o anlatmış olduğun giysi kombinasyonunu giymesine katıla katıla gülmek de. Sadece neresinden baktığımız önemli sanırım hayata.

Yazıların arasında kullandığın benzetmeler çok hoşuma gitti. Okuyunca ''bu kadar uyar!'' tarzı tepkiler verdim.

Sevgi konusunda ise yalnızca saygı ile eğiliyorum.

Takip edilecek bir başlık daha. Çok hoş!

 Aslında size şöyle söyleyeyim, o deli teyzeyi her gün görüyorum ve asıl acı olan insanların onu görmezden gelmesi. Kendilerinden başka kimseye önem vermeyen bir topluma dönüştük maalesef. İnsanlar o kadına baktığında sanki arkasını görüyorlarmış gibi bir tepki veriyorlar, sanki o kadın orada değilmiş gibi. Yolda düşüp ölseniz ilgilenen olmaz anlayacağınız.
Benzetmelerimi beğenmeniz beni mutlu etti. Okuyucuya bir şeyler hissettirebilmem de. Size de teşekkürler okuduğunuz ve yorumladığınız için. :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Victoria

  • **
  • 316
  • Rom: 3
  • Peynir!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #11 : 13 Aralık 2010, 18:39:06 »
Maalesef toplumda ki diğer insanlara benzemeye zorlanıyoruz.
Onlar gibi bir imaj yaratmak, gerçek benliğimizi saklamak zorunda kalıyoruz. Maskelerin arkasına saklanan insanlara acıyorum. Çünkü  çoğunun  kişilikleri tam  olarak oturmuş değil.
Çevremdekilere baktığım zaman şunu görüyorum:
İnsanlar sizinle konuşurken; Zihinlerinde iğneleyici sözler ve bunları nasıl nazikçe dile getirecekleri üzerinde düşünürler. Bunları düşündüklerini nasıl mı anlıyorum?
Yüzlerindeki yapay gülümsemeden. Sizle konuştuktan sonra başka bir yerde dedikodunuzu yapar bu tür insanlar. Kendi eksiklerini, sizi başkalarına kötüleyerek kapatırlar.
 
Nefret etmen çok normal.
Kendin olmaya çalışırken seni engelleyip suçluyorlar.
Kişiliğini kaybedip bulmuş insanlar topluluğuna benim gibi katılmış bulunuyorsun.
Hoşgeldin. :P








Spoiler: Göster

''I do not suffer from insanity, I enjoy every minute of it."
- Edgar Allan Poe

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #12 : 22 Aralık 2010, 17:52:15 »



Yosun kaplı, emektar sandalları koynuna alan, her gün güneşi doğuran ve mavi saçlarını dört bir yana savuran, özgür insanların yurdudur deniz. Bu mavi gözlü, hırçın dalgalı güzel kadın, Poseidon'un yankısını taşıyan tuzlu sularıyla, denizde gezinen yalnız denizcilerin en sadık karısıdır. Ve hırçın lodoslarla kardeştir, kokusunu uzaklara taşıyan. Sonsuz maviliğine çeker insanı, bir sonu olmayan dalgalarıyla ehlileştirir.
Geceleri gümüş yakamozlarıyla dans eder Ay'ın. Sonsuz gençliğin simgesidir. Aynı zamanda da sonsuz bilgeliğin. Taştan banklara oturup bakın uzun süre bu gizemli kadına. Belkide göz kırptığını görürsünüz altın gülüşlü bir su perisinin, Odysseus'a yol gösteren.

*Derste on dakika içinde bir betimleme paragrafı yaz denildiğinde bu çıktı ortaya. Kendimi kaybediyorum cidden.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #13 : 25 Aralık 2010, 14:39:45 »


Geçen gün çok sevgili bir ağabeyimin tavsiyesiyle The Truman Show 'u izledim. Ve uzun süredir bilinçsizce düşündüğüm, ancak o anda aklımın dağınık köşelerini aşarak algılama kabinine girebilen bir fikir, ampül klişesi eşliğinde düşüncelerimi doldurdu.
Bir saatin akrep ve yelkovanı gibi şaşmaz bir doğrulukta işleyen bir hayat mıdır en iyisi olan? Çoğumuz -itiraz etmeyelim- hayatı bu şekilde yaşıyoruz eminim. Sabah kalkıyoruz ve tekrar yatağa kavuşabilmek için geçiriyoruz bütün bir günü. Uyan, çalış, uyu.
Kusursuz bir sistem gibi geliyor kulağa. Hiçbir pürüzü olmayan, kolay yaşanılabilen bir hayat. Fakat bu mudur yaşam amacımız?
Bir hadefimiz, yaşamak için bir nedenimiz olmadan bütün gün evde gerinip yatan, hayatının tek heyecanı bir küçük böcek görmek olan, semiz kedilerden ne farkımız kalır? Doğru mudur, yanlış mı? Diyeceksiniz bu kız neden bu kadar kasıyor, sabah sabah başka işi gücü yok mu? Yok kardeşim! İşte sorun da bu. Hergün bir ötekinin aynısıysa kusursuz olmaktan çok uzak bir yerdedir yaşantınız, bu sizin ot gibi yaşadığınızın göstergesidir. İşte bu yüzden The Truman Show'u izlemek beni uyandırdı.
Hayatta her duvarın aşılabilir, tek yapmamız gerekenin tatlı, pembe rüyalardan uyanıp, alışkanlıkları değiştirmek olduğunu gösterdi. Ve beni de Jim Carrey'nin oyunculuğuna bir kez daha hayran bıraktı.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kedi, Merak ve Ölüm Üçgeni
« Yanıtla #14 : 30 Aralık 2010, 20:52:20 »



Chopin - Nocturne Op.37 No.1 in G Minor üzerine,

Bir kadın vücudunun kıvrımları gibi yumuşakça dalgalanan müzik. Nocturne Op.37 No.1 in G Minor. Eğer hayatımda bir arka fon müziği olsaydı, muhtemelen bu olmasını tercih ederdim.
 Mütevazi, yumuşak ve sürerli. Herhangi bir hızlanma bölümü barındırmayan, aksiyonsuz bir müzik. Arada mutlu tonda tıngırdayan bir iki nota olsa da sonbaharda çiçek açan şaşkın ağaçlar gibi geçici. Sade,dikkat çekmek için yırtınmayan bir melodi. Özünde hep aynı tuşlarda gidip gelse de her döngüde farklı bir anlam barındıran bu eser Chopin'in en dikkat çekici eserlerinden biridir benim için. Ve beni anlatır dediğim tek parça.

Belki çok uzun, belki çok sıradan, ancak gerçekçi bir eser. Chopin'in piyanosunun üzerinde gezinen ince uzun parmaklarının ruhuma dokunabildiği nadir bulunan bir kapı. Yoğun ve boğucu bir günün ardında huzuru bulduğum sığınağım.
Spoiler: Göster