Kayıt Ol

Ele Geçirilmişler

Çevrimdışı ersin96

  • *
  • 34
  • Rom: 0
  • Kış Geliyor!
    • Profili Görüntüle
Ele Geçirilmişler
« : 17 Nisan 2014, 13:32:40 »
Öncelikle bu yazdıklarımın sadece taslak olduğunu bilmenizi isterim. Elbette ki değişiklikler yapılacak ve geliştirilecektir.

Kitap Arkası Yazısı

“Ele Geçirilmişler geldiğinde dünyayı bir karanlık kaplar! Gözlere perde iner. Kim iyi, kim kötü bilinmez. Baba oğlunu, oğul anasını, kardeş kardeşini katleder. Ele Geçirilmişler istilaya başladığında bir kapı açılır ve O “Ben Geliyorum!” der.

Izak Krallığı'nda bereketli bir bahar yaşanmaktadır. Hayat sıradan fakat güzeldir. Ancak kutsal kitaplarda bahsedilen kadim gün yaklaşmaktadır. Dünya felaketler çağına doğru ilerlemeye başlar. Kadim zamanlardan beri dünyaya egemen olmuş olan insanoğlunun gücü sorgulanacaktır artık. Cehennem orduları toparlanır, eski güçler uyanır ve büyük bir savaş başlar. Bu savaşın tam merkezinde yer alacak olan insanlar, büyük bir imtihana tâbi tutulacaklardır.

Bölümler

1.Bölüm
Kış Geliyor!

Çevrimdışı ersin96

  • *
  • 34
  • Rom: 0
  • Kış Geliyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ele Geçirilmişler
« Yanıtla #1 : 17 Nisan 2014, 13:33:08 »
Ethult

  Ethult, Tanrı Evi’ne girdiğinde gördüğü manzara hoşuna gitti. Erkeğinden kadınına, çocuğundan yaşlısına hepsi salondaydı. Bugün ki vaazını dinlemeye bir sürü insan gelmişti. Salondaki bütün sıralar doluydu, hatta ayakta kalmış birkaç kişi bile gördü Ethult. İnsanlar son zamanlarda Tanrı Evi’ne daha az geliyordu. Bugün ki vaaz ise uzun zamandır ilk kez kalabalık bir grup karşısında yapılacaktı. Kendini mutlu hissetti Rahip Ethult. İnsanların dine yaklaşması onu oldukça hoşnut ediyordu.
  Vaazlar oldukça büyük bir salonda yapılıyordu. Salon, içine yüzlerce insanı alacak kadar genişti. Salonun ortası, geçişler için boş bırakılmıştı. Bu boş alanın sağı ve solu yatay ve dikey olarak sıralanmış sıralarla doluydu. Sıralardan sonra küçük bir alan daha boş bırakılmıştı. Bu alan ise dikey olarak sıralanmış bir grup masaya ayrılmıştı. Her masanın üzerinde en az bir mum vardı ve bu mumlar odayı aydınlatıyordu. Mumlar her şeye rağmen aydınlatmada çokta yeterli sayılmazdı. Salona silik bir karanlık hâkimdi. Salonun duvarlarında birer büyük pencere vardı fakat vakit akşama yakın olduğu için dışarıdan da çok fazla ışık gelmiyordu, odadaki silik karanlığın sebeplerinden biri de buydu.
  Salonun duvarları kutsal sembollerle, dini resimlerle süslenmişti. Sağ tarafında bulunan duvarın tamamına Tanrıların Savaşı’ndan bir resim çizilmişti. Yeryüzünde melekler ve şeytanlar çarpışıyordu. İki ordu da epey kalabalıktı. Şeytanlar kapkaranlık gölgeler, melekler ise parlak ışıklar olarak çizilmişti. Epey üstlerinde ise bulutlar vardı. Bulutların üzerinde ise tanrılar savaşıyordu. Sol tarafındaki duvarda ise savaşın başlangıcı resmedilmişti. Duvar, ortadan ikiye ayrılmıştı, bir şimşekle.
  Duvarın ilk kısmı şeytanlara ayrılmıştı. Cehennem kapısından koşarak çıkan gölgelerin ellerinde ateşten mızraklar vardı. Biraz yüksek bir çıkıntının üzerinde epey iri bir şeytan vardı: Petahro. Petahro, Kaderci Tanrılar tarafından yaratılan ilk şeytandı, cehennemin ilk hükümdarıydı. Tanrıların Savaşı’nda, cehennem ordularına kumandanlık etmişti. Çok güçlü bir şeytandı Petahro, tıpkı duvarda resmedildiği gibi. Vücudu çok iri, kalan her şeyden daha karanlık, gözleri kan kırmızısı olarak resmedilmiş Petahro, omzunda iki tane ateşten mızrak, ellerinde ise 8 ip taşıyordu. İplerin her biri, birer cehennem köpeğinin tasmasına bağlıydı. Cehennem köpekleri, bilinen tüm köpeklerden daha vahşi, daha iri, daha korkunçtu. İnsan etiyle beslendiklerine dair efsaneler olan bu canavarları bizzat Petahro idare etmişti savaşta.
  Şimşeğin ayırdığı duvarın ikinci kısmı ise meleklere ayrılmıştı. Melekler ise cennette resmedilmişti. Cennetin kelimelerle, resimlerle anlatılamayacak kadar güzel olduğu söylenirdi, bu resmi çizen ressam da yapabildiği kadar yapmıştı işte. Resimde melekler bir meydanda toplanmıştı. Bembeyaz çizilmişlerdi öyle ki vücutlarının şekli hakkında bir yorum yapmak oldukça zordu. Gözleri kısmen fark edilebiliyordu. Taşıdıkları Nur Kılıçlarından dolayı ellerinin yerleri anlaşılabiliyordu ancak bunun dışında vücutlarının şekli tamamen belirsizdi, her biri ayrı bir ışık demeti gibi görünüyordu. Toplandıkları meydanın biraz arkasında cennetin kapısı görünüyordu. Meydanda toplanmış melekler, önderleri Yhufis’i dinliyorlardı. Yhufis, cennetin o zamanki önderiydi. Özgürlükçü Tanrıların safına meleklerin katılması onun çabalarının bir sonucuydu. O da diğer melekler gibi bir ışık demetinden ibaretti, vücudunun kıvrımları yoktu. “Cesur Yhufis!” diye mırıldandı Ethult, bir yandan yürürken.
  Kendi aralarında fısıldaşan birkaç insan dışında salona sessizlik hâkimdi. Rahip Ethult, insanlara selam vererek ilerledi. Salonun sonundaki, Vaaz Tahtı’na çıktı. Vaaz Tahtı, yarım çember şeklinde inşa edilmiş bir alanın üstünde kurulu olan koltuğun adıydı. Koltuğun kurulu olduğu yarım çember, salonun zemininden biraz daha yüksekti.
  Ethult koltuğa oturdu. Vaaz Salonu’nda görevli olan hizmetlilerden biri Tanrının Sesi kitabını getirdi ve ona uzattı. Ethult kitabı alınca hizmetli tekrar eski yerine döndü.


  Tanrının Sesi, Büyük Tanrı Azaraht tarafından insanlara gönderilmiş bir kitaptı. Azaraht, Tanrıların Savaşı’ndan sonra bu kitabı yazmış ve evreni savaşı kazanan tanrılara bırakmıştı. Tanrının Sesi bu yüzden diğer kutsal kitaplardan daha fazla önem arz ediyordu. Azaraht’ın köşesine çekilmeden önceki, insanlara ilk ve son seslenişiydi bu.
  “Sizleri burada görmek çok güzel! Tanrılar, dindar kullarını sever ve kollar. Bugün sizlere kadim geceden bahsedeceğim çünkü Tanrılar, insanların uyarılmasını emreder. Kıyamet denen kadim son gelmeden önce sizlere dinden ve iyilikten ayrılmamayı, daha da önemlisi kötülükten olabildiğince uzak durmayı emrederler. Kadim sondan sonra iyi insanlar ödüllendirilecek, kötülerse cezalandırılacaktır!” Elindeki kitabı açtı. Sayfalarını çevirmeye başladı. Kıyamet hakkındaki bölümü açtığında durdu. Başını kaldırdı ve salonu incelemeye başladı.
  Salon meraklı bakışlarla doluydu. Soru dolu gözleri görebiliyordu. İnsanlar nedense gelecekle ilgili konuları fazlasıyla severdi.
  “Tanrılar neden kıyameti başlatıyorlar? İnsanları sevmiyorlar mı? Dünyayı yok edeceklerse neden yarattılar?” Soruyu soran genç bir delikanlıydı. Siyah saçları kısa kesilmişti. Yüzü kir pas içinde kaldığı için yüzü hakkında bir yorum yapamıyordu. Vücudu epey yapılı gözüküyordu. Yapılı vücudundan, kıyafetindeki kirlerden, oturuş şeklinden bir maden işçisi veya demirci olduğunu düşündü. Büyük ihtimalle demirci... Vücudu fazlasıyla esmerleşmeye başlamış. Ateş başında fazla kaldığı için olmalı bu.
  Delikanlıyı süzmeyi bıraktıktan sonra kelimelerin üstüne basa basa cevap verdi. “Aksine bizleri çok seviyorlar. Kıyameti isteyen Hapsedilmiş Tanrılar! Hükmeden Tanrılar ise insanlığın devam etmesini istiyorlar. Sanırım öncelikle alametlerden bahsetmeliyim. Daha sonra sizlere Hapsedilmiş Tanrıların ve Hükmeden Tanrıların geçmişini anlatacağım. O zaman konuya daha çok hâkim olacağınızı düşünüyorum!”
  “Bu gerçekten iyi olur Rahip Ethult!” dedi genç adam.
  Ethult elindeki kitaba baktı ve okumaya başladı:
  “Ele Geçirilmişler geldiğinde dünyayı bir karanlık kaplar! Gözlere perde iner. Kim iyi, kim kötü bilinmez. Baba oğlunu, oğul anasını, kardeş kardeşini katleder. Ele Geçirilmişler istilaya başladığında bir kapı açılır ve O “Ben Geliyorum!” der.
  Geçmişin Köprüsü açılır. Geçmiş ve gelecek bir olur. İnsanlar zamanın tutsağıdır artık. Geçmişin orduları, geleceği istila etmeye başlar. Geçmiş ve gelecek bir olduğunda bir kapı açılır ve O “Ben Geliyorum!” der.
  Eski Güçler uyanır. Eski savaş tekrar başlar. Vaat edilmiş gün yaklaşır. Dünya artık daha da tehlikelidir. Eski Güçler uyandığında bir kapı açılır ve O “Ben Geliyorum!” der.
  Cehennem kapıları açılır ve şeytanlar yeryüzüne çıkar. Cehennemin ve cennetin savaşı başlamıştır. Şeytanlar vücutlarına kavuşur ve dehşet saçar! Şeytanlar istilaya başladığında son kapı açılır ve O “Ben geldim!” der.”
  Rahip Ethult alametleri okumayı bitirmişti. Kitaptan başını kaldırdı ve gözleriyle salonu taradı. Salona sessizlik hâkimdi. Herkes pürdikkat onu dinliyordu. Sonra anlatmaya başladı:
  “Büyük Tanrı Azaraht evreni yarattı. Gözünüzün aldığı her şey onun tarafından oluşturuldu. Azaraht daha sonra hayatı yarattı. İlk canlılar dünyada yaşamaya çok uzun zaman önce başladı. Azaraht bütün bu işleri yaptıktan sonra ilk insanları yarattı ve dünyaya yolladı. O her şeyi rayına oturttuktan sonra, daha önce kendisi için özel olarak yarattığı Tanrının Köşesi denilen insan aklının alamayacağı bir yere çekildi. Evrenin düzenini kendisinden küçük olan diğer tanrılara terk etti. Tanrılar, evrenin düzenini bir süre birlikte yürüttüler fakat sonra aralarında bir tartışma çıktı. İnsanlar kaderlerini kendileri mi çizmeliydi yoksa kaderlerini tanrılar mı yazmalıydı? Bu tartışma tanrıları böldü. İki grup meydana geldi. İnsanlar kaderlerini kendileri çizmelidir diyen tanrılar kendilerine Özgürlükçü Tanrılar dediler. İnsanların kaderlerini tanrılar çizmelidir diyen tanrılar ise kendilerine Kaderci Tanrılar dediler. Aralarında görüş ayrılığı kısa sürede kavgaya döndü. Kavgalar büyüdü ve büyük bir savaş başladı. Tanrıların bu iç savaşında cennetin melek ordusu Özgürlükçü Tanrılardan taraf tuttu. Özgürlükçü Tanrılar büyük güç topladığı için geri çekilmek zorunda kalan Kaderci Tanrılar, cehennemde kendi ordularını oluşturmaya başladılar: Şeytanlar! İlk şeytan Petahro yaratıldıktan çok kısa süre sonra cehennem şeytanlarla dolup taşmıştı bile. O sırada Özgürlükçü Tanrılar savaşı çoktan kazandıklarını düşünüyorlardı. Bu kısacık gafletleri onlara büyük bir savaş getirdi.”


  Rahip Ethult soluklanmak için durdu. Salondaki insanlar hala dikkatle onu dinliyordu. Ethult, anlattıklarını dinledikleri için övünç duydu.
  “Cehennem ordularını Petahro yönetti, cennet ordularını ise Yhufis... Gökyüzünün ötesinde, insan aklının alamayacağı tanrıların katında Özgürlükçü Tanrılar ve Kaderci Tanrılar çarpıştı. Dünya ise melekler ve şeytanlar için savaş alanı olarak kullanıldı. Dünyada dört çarpışma oldu. Son çarpışmada Petahro savaş alanında ölünce şeytanlar savaşı kaybetti ve dağıldılar. Melekler, şeytanları cehenneme kadar sürdüler. Şeytanlar cehenneme kaçtıktan sonra, cehennem kapıları kilitlendi.
  Bu sırada gökyüzünün ötesinde tanrılar da savaşıyordu. Bir tanrının öldürülmesi mümkün değildir ancak esir alınabilir veya çıkması mümkün olmayan bir yere hapsedilebilir. Özgürlükçü Tanrıların, Kaderci Tanrılara yaptıkları buydu işte: Esir aldılar! Büyük Tanrı Azaraht, geri dönmek zorunda kaldı. Savaşı kaybeden tanrıları, daha önce kendi yazmış olduğu kurallar gereği hapsetti. Daha sonra Tanrının Sesi kitabını insanlara indirdi. Evrenin kontrolünü Özgürlükçü Tanrılara bıraktı ve tekrar köşesine çekildi. O tarihten sonra Kaderci Tanrılar, “Hapsedilmiş Tanrılar” adını, Özgürlükçü Tanrılar ise “Hükmeden Tanrılar” adını aldılar.”
  Ethult soluklanmak için biraz durdu. O sırada kapının açık bırakılmış aralığından içeri soğuk bir rüzgâr girdi. Tenine çarpan bu soğuk hava titremesine sebep oldu. Fakat soğuk havanın etkisi kısa sürdü ve Ethult son sözlerini söylemeye hazırlandı. Vaazın sonuna gelmişti artık.
  “Anlayacağınız üzere kıyameti isteyen Hapsedilmiş Tanrılar… Kutsal kitaplar böyle söyler.
  Azaraht, kıyamet hakkında bazı bilgiler vermiş fakat bu bilgiler yetersiz olduğundan dolayı kıyametin geleceği bir muamma! Kitapta kıyametin kesinlikle gerçekleşeceğine dair bir bilgi yok. Kıyamet alametlerinin gerçekleşeceğini biliyoruz ancak kıyametin bir kesinliği yok. Kıyametten önce bir…”
  İçeri bir gölge girmişti. Bir gölgeden ziyade bir boşluk gibiydi. Kapkaranlıktı ve içinde çok daha karanlık şeyler taşıyor gibi görünüyordu. Vücudunda karanlık dışında iki kan kırmızısı nokta vardı.
  Bu gölge ne zaman içeri girmişti? Nasıl girmişti? Ethult hayal görüp görmediğini anlamak için elleriyle gözlerini ovuşturdu. Gözlerini açtığında gölge hala oradaydı. Tanrılar! Bu korkunç!
  İçeride gölgeyi gören tek kişi o muydu? Gölgeden bakışını kaçırarak salona baktı. İnsanlar ona meraklı ve endişeli gözlerle bakıyordu. Salonda gölgeyi gören tek kişi oydu galiba.
  “İyi misiniz Rahip?” dedi salonda ön sıralarda oturan bir yaşlı adam. Gerçekten de iyi miydi Ethult? Gölgeye baktı. Olduğu yerde bekliyordu. Kalbi deli gibi atmaya başlamıştı Ethult’un. “Eee, Evet, iyiyim galiba!” dedi. Salondaki görevlilerden birinden su istedi. Salon hizmetlisi elinde bir bardak suyla geldi. Ethult, bardağı alıp içindeki suyu bir dikişte içti.
  Gölgeye baktı tekrar. Hala oradaydı. Tıpkı salonun duvarlarına çizilmiş şeytan çizimlerine benziyordu ama onlardan daha korkunç ve daha gerçekçiydi.
  Gölge hareketlenmeye başladı. Arka sıralardaki bir adama yaklaştı. Adamın omzuna dokundu ve ortadan kayboldu birdenbire. Gözleri ovuşturdu tekrar. Gölge yok! Ah Ethult! Kendine gel, çocuk gibisin. Bir hayal görmüş olmalıyım ama beni epey korkuttu.


  “Bugünlük bu kadar yeterli… Sorularınız varsa daha sonra sorabilirsiniz. Tanrılar sizinle olsun!” dedi. İnsanlar sıralardan kalkmaya başladı ve salonun çıkışına doğru yürümeye başladılar. Salonun kapısı bir sürü insanla dolmuştu kısa sürede. Ethult oturduğu yerden, insanların dışarı çıkmasını izledi. Salon kısa sürede boşaldı. Salonda bir kişi kalmıştı sadece.
  Ethult salonda kalan adama doğru yürüdü. “Evet?” dedi.
  “Rahip!” dedi adam. Üzgün bir hali vardı. “Vaazınızı dinledim. Hükmeden Tanrılar bizi gerçekten seviyor mu?” Sesi epey kederliydi adamın. Normalde bugün soru cevaplamayacağını söylemişti fakat adamın sesi, onu kararından döndürmüştü.
  “Tüm tanrılar merhametlidir ve kullarını severler.”
  “Hapsedilmiş Tanrıların kıyameti başlatmak istediğini söylemiştiniz.”
  “Kaderci Tanrılar bir zamanlar insanları severdi. Savaştan yenik çıkmalarından sonra hapsedildiler. Azaraht, bu hapis hayatının onları büyük bir öfkeye boğduğunu söyler Tanrının Sesi’nde. Kıyameti başlatacak olan da bu öfkeleridir zaten. Hapsedilmiş Tanrılar bile bir zamanlar insanları sevmişse Hükmeden Tanrıların sevgi ve merhametinden şüphe edilemez. Ve Hükmeden Tanrılar bizi korur.”
  “Cevabınız mantıklı geliyor kulağa fakat hala şüphelerim var!”
  “Şüpheler kötüdür. Şüphelerini gidermek için elimden geleni yapabilirim. Siz de isterseniz.”
  “Bunu kesinlikle çok isterim!” dedi adam. Sesindeki hüzün kaybolmuştu ve yerini biraz neşeye bırakmıştı. Ona neşelendirebildiği için mutluluk duydu Ethult.
  “Şüphelerini söylersen, seni aydınlatırım.” dedi Ethult.
  “Hükmeden Tanrılar gerçekten merhametliyse şeytanları niye cehenneme kilitlediler? Onlar da yaratılmış diğer varlıklar gibiydi. Onlara niye merhamet gösterilmedi? İnsanlık tarihi boyunca hep aşağılandılar. Nedenini söyler misiniz Rahip?”
  Ethult biran ne diyeceğini bilemedi. Adamın yüzüne dikkatle baktı. Bu gölgenin dokunduğu adam olabilir miydi? “Kendine gel Ethult. Çocuk gibi davranıyorsun. Hükmeden Tanrılar seni kötülüklerden korur. Bu kafası karışmış bir adam sadece.” diye içinden geçirdi. “Çünkü şeytanlar kötüdür. Onlar dünyaya kötülükten başka bir şey getirmediler.” dedi sonra.
  “Hayır!” diye bağırdı adam. Sesi çok öfkeli çıkmıştı. Etrafına baktı Ethult. Salonda kimse kalmamıştı. Hizmetliler de vaaz bittiğinde salondan çıkmış olmalıydı. Bu durum Ethult’u iyice tedirgin etti. “Şeytanlar, Hapsedilmiş Tanrıların safında savaştılar ancak diğer tanrıları da yok saymış değillerdi. Cehennemin nasıl bir yer olduğunu bilir misin Rahip? Ateş, kül ve dumandan yaratılmış şeytanlar için bile azaplarla dolu bir yerdir. Hükmeden Tanrılar bizi oraya hapsetti. Af dileyebilirdik, merhamet dilenebilirdik ancak bize asla acımadılar.” Yüzü nefretle dolmuştu. Salondaki sıralar titreşmeye başlamıştı. Bu adam bir şeytan olmalıydı çünkü nefreti salondaki sıraları titretiyordu. Titreme sesleri Ethult’un korkusunu artırdı.
  “İnsanların bir suçu yok! Hükmü veren tanrılardır.” dedi Ethult gücünü toparlayarak. Şeytan nefret doluydu ancak bu nefreti ona yapılanlardan dolayıydı. Ona yapılanların sorumlusu tanrılardı, Ethult’un ve kalan insanların herhangi bir suçu yoktu.
  “Siz her zaman değerli olandınız!” dedi şeytan. “Azaraht’ın şaheseri!” Sesi kıskançlık, öfke, nefret kokuyordu. Bu Ethult’un kalan son gücünü ve cesaretini kırmıştı. Şeytanı itekleyerek kaçmaya başladı. Salonun kapısını açtı ve hızla dışarı çıktı. Son sürat koşuyordu. Odasına çekilip kapıyı kilitleyecekti. O zaman kurtulabilirdi. Şeytan şuan peşinden geliyor olmalıydı.
  Durup soluklanmak istiyordu ama koşmaya devam etti. Peşindeki şeytandan kurtulmalıydı. Rahiplerin kaldığı yatakhaneyi görünce cenneti görmüş gibi sevindi.
  Yatakhane, bir bahçenin ortasındaki iki katlı bir yapıydı. Biraz eskiydi belki ama yakınlarında bulunan bir askeri kışladan dolayı güvenliği de sağlam bir yerdi. Buralarda, asker hiç eksik olmazdı. Ethult’un da güvendiği şey buydu. Yatakhaneye girmeye çalışan bir yabancı mutlaka dikkat çekerdi ve bir yabancının asla yatakhaneye girmesine izin verilmezdi.
  Ethult, yatakhanenin bahçesine de koşar adımlarla girdi. Bahçedeki birkaç rahibin ve hizmetlinin meraklı bakışlarının eşliğinde bahçeyi de geçti ve girişe yakın olan odasının kapısının önüne gelip durdu. Nefes nefese kalmıştı. Kilidini kapıya sokup açtı. Odaya hemen girip kapıyı kapattı. Kapıyı kilitledikten sonra uzun uzun nefes almaya başladı. Çok yorulmuştu ama artık güvendeydi. Bir şeytanın elinden kurtulmuştu. Tanrılar gerçekten de merhametliydi.
  “Çok geç kaldın Rahip! Seni daha erken bekliyordum.”
  Arkasına döndü korkuyla. Korkudan irileşmeye başlamış gözleriyle baktı adama. Bu Tanrı Evi’ndeki adamdı. Önden dökülmüş siyah saçlar, kir pas içindeki kısa sakallı yüz... Üzerine kıyafet diye giymiş olduğu paçavralar aynı paçavralardı. Sadece gözleri… Tanrının Evi’nde gördüğü adamın gözleri yeşildi fakat şuanda kan kırmızısına dönmüşlerdi.
  “Seeeen!” diye inledi.
  “Evet!” dedi gülümseyerek. Elinde bir hançer vardı. Ethult’a yaklaşmaya başladı. Ethult kilidi döndürüp kapıyı açmaya çalıştı fakat boşunaydı bütün çabaları. Korku yüzünden beceriksizleşmişti.
  Şeytan onu omzundan tuttu ve kendine doğru çekti.
  “Sanırım beni ikna edemedin Rahip!” dedi hüzünle. Hançerini Ethult’un boğazına dayamıştı. Ethult kurtulmaya çalıştı elinden fakat tüm debelenmeleri boşuna gitti çünkü şeytan çok güçlüydü. “Ama haklıydın! Kıyamet alametleri gerçekleşiyor!”
  “Nasıl?” dedi korkuyla Ethult. Kalbi güm güm atıyordu. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Bir şeytana yalvarmak da istemiyordu, hele canı için.
  “Ele Geçirilmişler geldiğinde dünyayı bir karanlık kaplar!” dedi şeytan hançeri Ethult’un boğazından indirdi. Onu kapıya doğru itekledi ve oraya sıkıştırdı. “Gözlere perde iner. Kim iyi, kim kötü bilinmez. Baba oğlunu, oğul anasını, kardeş kardeşini katleder.” Ethult elinden kurtulmaya çalıştı ama çabası boşunaydı. Hançerin ucunu karnında hissetti. “Ele Geçirilmişler istilaya başladığında bir kapı açılır ve O ‘Ben Geliyorum!’ der. Hançeri Ethult’un karnına sapladı. Önce her şey hissizleşti, sonra büyük bir acı sardı bütün vücudunu. Şeytan, ağzını Ethult’un kulağını yaklaştırdı ve muhtemelen duyacağı son şeyleri fısıldadı: “Sen ve tanrıların kaybettiniz Rahip!”

NOT: RESİMLER GÖRSEL ZENGİNLİK KATMA VE BÖLÜM UZUN OLDUĞU İÇİN GÖZLERİNİZİ DİNLENDİRMENİZ AMACIYLA KONULMUŞTUR. OKUYUP GÖRÜŞLERİNİZİ BİLDİRİRSENİZ SEVİNİRİM.  :D
Kış Geliyor!