Kayıt Ol

12:18

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
12:18
« : 15 Şubat 2010, 19:19:58 »
12.18


   Bu şehirde yolunu bulmak çok kolay. Hiçbir zaman sokaklar boş değil ve hiçbir zaman karanlık değil. Geceden söz etmek mümkün değil. Gündüz dört bir yanı sarmışken, onun değerini anlamak hiç kolay değil.


   Rıhtımın kenarında dikiliyorum ve elimdeki altıpatları kaldırmak için cesaret arıyorum. Her şeyden sonra beni yoran bu oldu. Gündüz vakti, daha sis bile kalkmamış. Denizde iki tane sörfçü var. Ben elimdeki altıpatları kaldırmak için cesaret arıyorum. Kendime diyorum ki, işte buradayım, her şeyden sonra beni yoran bu mu oluyor? Hafif rüzgar ve ılık havada elimi kaldıracağım, ve yalnızca bir kurşun şakağa. Altıpatlarda beş kurşun var. Aslında hiçbir şey benimle ilgili değildi. Her şey bu dünyayla ilgiliydi.

İki ayda dünyanın şekli baştan sona değişti. Herkes farklı bir açıklama getirdi, dünyadaki tüm dinler ilk kez birleşti ve kıyamet dedi. Bilim adamları dünyanın yörüngesindeki bir bozulma ihtimalinden söz ettiler.

Bir gün sabah alarmları çaldığında, herkes o günkü ritüeline başladı. Yataktan kalktıklarında hava henüz aydınlanmamıştı. Terliklerini giyip dişlerini fırçalamaya gittiler. Tuvaletlerini yaptılar. Kıyafetlerini giyip güzel karılarını öptükten sonra dışarı çıktılar. Hava hala karanlıktı, bazıları geri döndü. Bazıları umursamadı bile. Çoğu bütün gün boyunca gündelik işlerini hiç soru sormadan yaptılar. Dosya arşivlediler, fotokopi çektiler, taziye yazdılar, dosya arşivlediler, tozlu rafları sildiler, dosya arşivlediler..

Ve sonunda akşam eve geldiler.

Eve geldiklerinde televizyonun karşısına geçip dizilerini izlemek istediler. Ama ilk kez o zaman bir gariplik olduğunu anladılar. Her kahrolası kanalda haber programı vardı. ABC’yi açtılar yayına ara verilmiş, ATV’yi açtılar haber programı, NTV’de flaş haberler, Kanal D yayına ara vermiş, Show TV’de bile mankenler yok. Sonunda bir kanalda dur ettiler ve gelişmeleri izlediler. Ancak o zaman fark ettiler garipliği. Bugün güneş doğmamıştı.

**

Ben doğduğumu biliyorum. Bir hastanede doğdum. Büyük bir hastanede. Muhtemelen geniş ve ferah bir doğum odasında. Kaç gün kuvözde kaldığımı bilmiyorum. Ama annem beni aldığında, ilk sıcaklığı o zaman hissettim. Büyüdükçe annemden bir şeyler öğrendim. Onun çevresinde dolandım. Konuşmayı öğrendim, yürümeyi öğrendim, konuştum ve yürüdüm. Yıllar geçtikçe dışarı daha çok çıkmaya başladım. Annemden uzağa. Ama o hala oradaydı. Bana güven veriyordu. Ama bir gün, onun hızla giden bir trenden düştüğü haberini aldım. Şehirler arası yolculukta olmuş. İmkan vermedim aslında ama intihar ihtimalini aklımdan uzaklaştırmak için kabullendim. İşte o gün, yalnız kaldığımı hissettiğim gündü. O gün çevresinde dönecek bir şeyim yoktu, yörüngeden çıkmıştım ve başıboş bir kara parçası olmuştum.


Bugün dünyanın yörüngesi yok oldu. Bu başıboş kara parçası varlığına sebep olan kürenin terk etmesine maruz kaldı. Şimdi bu şehirde yolunu bulmak çok zor. Hep karanlık. Bir çocuk için çok acı bir durum. Ama ben bir çocuk değilim.

**
Karanlığın ikinci günü dünya başka bir felaketle sarsıldı. İnsanlar büyük topluluklar halinde cinayetlere kurban gidiyordu. Bir gecede yüz binlerce insan ölmüştü. Çoğu güney ve doğu ülkelerindeydi. İnsanların korkusu havada asılı kalmıştı. Görebiliyordunuz, katı bir cisim halinde karşınızda duruyordu.

İnsanlık tarihi boyunca görülebilecek en somut cisim.

Koca bir nesne.

Bir korku.

Korku, sokakları daha da karanlık yaptı. Herkes bilmedikleri bir şeyden korkmaktansa birbirlerine savaş açtı. Şimdi insanlar birbirlerinden korkuyor, ona karşı mücadele veriyorlardı. Bir ay içinde yüz milyona yakın insan öldü. Neredeyse tüm dünyada sıkıyönetim ilan edildi. Benim olayım o zaman başlamıştı.

**

Hediyem. Benim bir hediyem var. Parmağımdaki yüzük de onun fişi. Sabah kalkıyorum, ve armağanımı yanımda görüyorum. Günümün aydınlandığı vakit oluyor. Ancak bugün bir farklılık hissediyorum.

Dişlerini fırçala. Tuvaletini yap. Kıyafetlerini giy. Evden çık. Otobüse bin.

İşyerinde onlarca zombi var. Bugün herkes ölü. Kimsenin çalışırken bir şeyler düşünmediğini biliyorum. Herkes ezbere çalışıyor. İşte temizlikçi geliyor. O da bir zombi. Bir elinde çöp kovası var. İki adım ve.. Bir kağıt parçası çöpe girecek. Evet. Üç adım sonra sağa. Önce fotokopi odası.

Patronum masamın başına geliyor. Bunu genelde yapmaz. Diyafonun keşfi onun için bir dönüm noktasıydı. Dosyalarımı karıştırmaya başlıyor ve suratıma bile bakmıyor. Arkama yaslanıyorum.

“Yardımcı olabilir miyim?”

Cevap vermiyor ve arkasını dönüp gidiyor. Yarı kelleşmiş kafası, çerçevesiz gözlükleri, ve badem bıyığıyla prototip patron, bugün beni kovacak.

Eşyalarımı topluyorum.

Kapalı panjurlar, kapalı ofis sistem, bir tuvalet kadar çalışma alanı. Bir çöp kutusu. Bir bilgisayar. Bir katlanabilir masa. Bir katlanabilir sandalye. Bir katlanabilir ben. Hiçbiri bana ait değil. Hepsi şirketin. Ancak biri bugün itibariyle ayrılacak.

Ayağa kalk. Fotokopi odasına git. Dört kopya. Faks.

Patron adımı sesleniyor. Eşyalarımı kapının önüne bırakıyorum ve odasına gidiyorum.

Panjurlar açık. Ama içerisi hala karanlık.

“Saatin kaç olduğunu biliyor musun?”

Patronumun masasında sağlam bir Rolex kol saati duruyor. Kolumdaki ucuz Jaga’ya bakıyorum.

“12.18. Öğle yemeği vakti.”

Tamam al bunları. Öğle yemeğine gidebilirsin. Ama geri gelmene gerek yok. Teşekkürler.

Bugün ben bir zombiyim. İnsan ısırmaya hakkım var. Sert bir yumruk cama iniyor. Cam kırılıyor. Elimi kesiyor. Sert bir yumruk patronuma. Gözlük kırılıyor elimi kesiyor. Güvenlik geliyor elimi kesiyor.

Elini sar. Otobüse bin. El fenerini yak. Eve gir.

Armağan beni karşılamıyor ve aslında televizyon izlemekten başka bir şey yapmıyor. Karanlık başlamış, kıyamet kopuyormuş, tanrı aydınlığın değerini bilmeyenleri cezalandırıyormuş, güneş yıldızı vaktinden önce süpernova olmuş, kızıl cüce olmuş.

Tık. Çay. Poğaça.

Otoriteler televizyona çıkıyorlar. İnsanlara sakin olmalarını, panik yapmamalarını ve evlerinden çıkmamalarını söylüyor. Bellona kanepemizde bir battaniyenin içindeyiz. Korku filmi seyrediyoruz. Karşımızda haber kanalı. Görüntüde yalnızca karanlık, karanlıktan korkan birkaç kravatlı adam.

Görev tamamlandı. Hepimizin içi korku dolu.

Lanet olası federaller, diye geçiriyorum içimden. Uzun süredir amerikan filmi izlememişken, kendim ucuz bir amerikan bilim-kurgu’sunun içindeyim. Kim bilir hangi çılgın profesörün deneyine kurban gidiyoruz. Evimizde yeterince erzak var. Armağan bana yeter.

Zap. Kapat. Klik. Yorganı çek. Yat, sarıl, seviş, uyu.

Bir ay geçti ve olaylar kötüye gidiyor. Hayatımı adadığım basın geçmişime rağmen ilginç olan, ilk gün bu haberlerin kulağıma bile gelmemesiydi. Şimdi sokaklarda milyonlarca insan korkuya karşı korku kampanyası başlatmış, benim armağanım burada bana karşı korku kampanyası başlatmak üzere.

Televizyon.

Televizyonda haberler yok artık. Bir hafta önce sıkıyönetim ilan edildi. Hayat normale döndü. Çünkü artık sabah programları var. Dest-i İzdivaç.

Armağan geliyor. Gözleri son zamanlarda hep kan çanağı. Elinde hiç içmediği sigara.

“Korkmaktan bıktım.”

Ben de diyorum. Seda Sayan.

Ben de bıktım.

Dıdıdıt. Telefon çalıyor.

“Selam. Hemen gelebilir misin? Komutan eski habercileri istiyormuş. Yeni yapay güneşlerin tanıtım filmi için.”

Telefon kapanıyor. Arayan patronumdu. Armağanın yüzü bembeyaz. Ona anlatmak her zaman zordu. İlk seferinde onu tanımak için üç yıl beklemiştim. Zor birisi. Ve şimdi korkmuş. Varlıkların en tehlikelisi korkmuş olanıdır.

“Gitme.” Diyor.

Gidiyorum.

Dişlerini fırçala. Tuvaletini yap. Kıyafetlerini giy. Evden çık. Her tarafta askeri araçları gör.

Evimin önünden bir ciple alınıyorum. Askerler tek kelime etmiyor. Bir tanesi, üçüncü derece kuzenim. Nasılsın diyorum iyiyim diyor. Karanlık derinlere işlemişken, artık araba farları bile bir işe yaramaktan çok uzak. El fenerlerinin görüş alanları çok düşük. Telefon ışığıyla anahtar deliği bulma zamanları geride kaldı. Karanlık derinlere işlemiş. Askerler askerlerle çatışıyor.

Biz yapay güneşin haberini yapıyoruz.

Çok büyük, sarı, ve kötü kokuyor. Sıcaklığını metrelerce uzaktan hissedebiliyorsunuz. IBM amblemi var üzerinde.

Kapıyı aç. Arabaya bin.

Askerler yarı yolda duruyor ve yola atılmış ağacı çekiyorlar. Her taraf yanmış. Bir Opel ters çevrilmiş. Birkaç asker yerden ölüleri kenara çekiyor. Bir tanesi üçüncü derece kuzenim. Ölmüş diyorum, ölmüş diyor.

Kapıyı aç. Eve gir.

Armağan televizyonun karşısında. Ayakları havada. Kendisi havada. Yüzü mor. Boynunda bir ip. Dili dışarıda.

**

Benim hikayem buydu. Sonraki bir ay kendimi sokaklara vermiştim. İnsanlar sadece ışığın eksikliğinde neler yapabilmişlerdi. Görmüştüm. Ve dün güneş dalga geçercesine öğlen saat 12.18 de doğdu. Saat 12.17 etraf aydınlık. Bu kayıp rıhtımda yalnızım. Güneşin ışıkları gözüme vuruyor. Gözüm yanıyor. Ve bu bana cesaret veriyor. Her şeyden sonra beni yoran o altıpatları kaldırmaktı. Ama şimdi Altıpatları kaldırdım bile. Saat 12.18. Yüzlerce kişinin alarmı çalıyor. İşe gidecekler. Önce takım elbiselerini giyecekler.

Elini indir. Tekrar kaldır. Silahı denize at. Alarmı sustur. Dişlerini fırçalamak için eve git.

Spoiler: Göster
TFB'nin Karanlık Korkusu yarışması için yolladığım öyküydü. Seçilmemiş, sağlık olsun :) Farklı bir tarz denemesi.
try again fail again fail better

Çevrimdışı deanna

  • **
  • 324
  • Rom: 9
  • ***
    • Profili Görüntüle
Ynt: 12:18
« Yanıtla #1 : 15 Şubat 2010, 20:04:50 »
İlginç, hatta çok çok ilginç bir bakış açısı olmuş 'karanlık korkusu'na karşı..
Hikaye de bir o kadar ilginç.
Yani benim bu hikaye için söyleyebileceğim tek kelime; 'ilginç' :D


.


Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: 12:18
« Yanıtla #2 : 15 Şubat 2010, 20:32:52 »
İlginç, benim için de ilginçti. Bazı kişisel ve şimdi gereksiz gelen göndermelerle dolu kısımlar var rahatsız edici. Bu kısımlar da ilginç görünüyor :D Teşekkürler okuduğun için.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: 12:18
« Yanıtla #3 : 17 Şubat 2010, 14:14:20 »
Amras Ringeril,

Değişik bir anlatım... Bir çırpıda okunuyor, bunu çok iyi sağlıyorsunuz fakat bunun üzerine içerde dönen şeyleri algılamak -başkalarını bilmem ama- benim için biraz zor oldu. Bu ikinci okuyuşum ve şimdi yazıyorum.

Bana öncelikle, José Saramago'nun 'Körlük'ünü hatırlattı hikayeniz... İlerledikçe farklı şeyler de yükleyebilmeye başladım. Anlatımınız içerisinde benim en çok dikkatimi çeken kısımlardan biri "Bugün güneş doğmamıştı," ile sonlanan paragraf ile "Ben doğduğumu biliyorum..." ile başlayan kısımın çok hoş bağlandığı yer...

Bir de aralarda kullandığınız şu 'yaptım, bitti, gittim' kısımları vermek istediğiniz etki eğer 'fazlasıyla sıradanlaşmış bir şeyler hayatımızın kararmasındaki etkenler' düşüncesi oluşturma amaçlıysa kesinlikle amacına ulaştı bende. En iyi şekilde sanırım aralara bunları koyarak sağlanabilir.

Hiç kullanmayı düşünmediğim şeyleri sizin yazınızda gördüm aslında... Eh, bu forum birbirimize fikir verdiğimiz bir yer aynı zamanda...

Yorumum biraz fazla bölük pörçük olmuş olabilir, tamamen düşün zinciri nereye götürürse o şekilde yazdım, kusura bakmayın. :)

Elinize sağlık, çok güzel olmuş...
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: 12:18
« Yanıtla #4 : 17 Şubat 2010, 14:51:57 »
Ayrıntılı yorumunuz için çok teşekkürler.

Sanırım hikayenin benim açımdan da en ilginç kısmı o tek kelimelik cümlelerle sağlamaya çalıştığım zaman atlaması kısımları olmuştu. Bunun için esinlendiğim şey Darren Aronofsky'nin özellikle Requiem For a Dream filminde sıklıkla kullandığı Hip-Hop Montaj denen bir sinema tekniğiydi. Aynı sahnelerin sürekli tekrarlarını sahneyi 1 snlik kısa çekimleri ardarda sıralayarak sağlıyordu.

Yazıya uyarlamaksa tamamen ilk kısmı yazdıktan sonra aklıma geldi. Aslında başka türlü uyarlanabilir miydi emin değilim, farklı bir şey yapmak istedim :) Sıradanlığı basitliği ve farkında olmamayı bu şekilde anlatmak daha uygun geldi. Duyguyu vermeyi başarabildiysem ne mutlu :)

Çok teşekkür ediyorum.
try again fail again fail better

Çevrimdışı Ireth~

  • ***
  • 482
  • Rom: 4
  • Cönk-ü Alem
    • Profili Görüntüle
Ynt: 12:18
« Yanıtla #5 : 16 Haziran 2010, 16:06:31 »
Eğer hikayeleri seçen kişiler tarafsız baksaymış seninkinin gerçekten çok iyi olduğunu anlarlarmış.
Ama maalesef onlar da bu düzenden ekmeklerini çıkarıyorlar, yadırgamamak lazım.

Öncelikle bu yazıya neden bu kadar az yorum gelmiş anlamadım. Benim saçma şiirlerime bile daha çok beğeni geliyor. Zaten sitemizin en iyi yazarlarından birisin :)

Okurken kendimi kurgunun içinde hissettim; çünkü akıcı olmuş. "Uzun + akıcı" ikisini beraber yazmak her baba yiğidin harcı değildir. Kendimi kurgunun içinde hissettim ya, o anda bahsettiğin karanlıktan korktum. Acaba hepimiz mi böyle olucaz, sisteme kurban gidicez diye düşündüm. Çok iyi anlatmışsın.

"İnsanlık tarihi boyunca görülebilecek en somut cisim." İşte bunu sevdim.

Neden 12.18'de yemeğe çıkıldığını anlamadım. Çalışanlar genelde 12.01'de dışarı fırlarlar :D
"Hediye"yle işler ters gitmeseymiş daha iyi olurmuş. Düzene karşı yalnız değilim imajı vermek için hani.
Acıklı ve gerçek bir hikaye olmuş, içerisindeki mesajlar dokunaklı. Ellerine sağlık Amras  :clap

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: 12:18
« Yanıtla #6 : 16 Haziran 2010, 16:44:00 »
Teşekkür ederim güzel yorumun için, beklemiyordum :) Bazı kısımlar gerçekten fazla kişisel olmuş, yorum gelmemesinin sebebi o olabilir. Şimdi bakınca güldüm kendime ben de.

Tekrar teşekkürler ^^
try again fail again fail better