Kayıt Ol

Parlak Sis Efsanesi: Batı Kapısı Savaşı Ve Gizli Diyarın Gizi

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Selamlar sevgili serhan;

Beğenmene çok sevindim. İlk bölümde cümlelere "bizimkiler" diye başlamamın özel bir nedeni yok doğrusu, o an öyle yazmışım. Ama karakterleri benimsemenize katkı sağladıysa ne mutlu bana.

Okuduğun ve yorumladığın için çok teşekkürler :).
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Batı Kapısı Savaşı Ve Gizli Diyarın Gizi (3. Bölüm)

- Sivri mızraklılar önde, kıvrık mızraklılar arkada, kısa mızraklılar da ortada mevzilensin!

- Efendim Baguba, izniniz olursa kralın diyarına girdikten sonra, sağ kanadı ben ve adamlarım almak istiyoruz.

- O halde sağ kanat sizindir Erzonhg. Dyamman! Sen de içeri girdikten sonra, adamlarınla beraber sol kanadı alacaksın. Ben burgu sancağıyla birlikte doğrudan kralı karşılayacağım.

-Emredersiniz efendim. Düşmanımızın ayaklarına dil yılanları, bizim ayaklarımıza da kavuk ağaçların kökleri dolansın!

Yotri, Piehes ve Katra elleri kolları bağlanmış bir biçimde yüksek bir tepeden, iki ordunun karşılaşmasını izlemeye zorlanmışlardı. Bu aslında doğrudan Katra’ya verilmiş bir cezaydı. Başlarında ise dört muhafız bekliyordu. Katra ağlamaktan bir hal olmuştu. Yotri buna daha fazla dayanamayarak bir şeyler düşünmek ve bu durumdan kurtulabilmek için zihnini son raddesine kadar zorladı.

- Hey Piehes, Atlı Diyar Kaçkını’nda olanları hatırlıyor musun?

- Tabii ki hatırlıyorum, pek de kolay unutulacak cinsten bir olay değildi.

Yotri pis pis gülümseyince Piehes de elinde olmadan bir kahkaha patlatıverdi. Bunun üzerine, şaşıran muhafızlardan biri onları susmaları için uyardı yoksa ağızları da bağlanacaktı. Ama artık bunun bir önemi yoktu. Piehes durumu anlamıştı ve artık ne yapması gerektiğini biliyordu. Katra bir yandan gözlerindeki yaşları siliyor bir yandan da olanları anlamaya çalışıyordu. Piehes hafifçe eğilerek ona seslendi.

- Yotri numarasını yaptığında onu burada bırakıp gitmemiz gerekecek. Kralın yanına gitmeliyiz, unutma yolu sen göstereceksin.

Katra sadece başını sallamakla yetindi. Sonra dönüp Yotri’yi beklemeye başladılar.

Yotri bir şeyler mırıldanmaya başladığında, Katra Piehes’i hiç olmadığı kadar heyecanlı görmüştü. Muhafızlar tekrar Yotri’ye sessiz olmasını söylediklerinde, bunun Yotri üzerindeki tek etkisi artık daha yüksek bir sesle mırıldanıyor olmasıydı. Garip bir ezgi havayı doldurmaya başlamıştı. Hafifçe esen rüzgarın içindeki gölgeler onları izliyor gibiydi. Yotri ritmi yakaladığında, muhafızlar onun bir şarkı söylediğini anladılar. Ama hareket etmekte zorlanıyorlardı. Gölgeler buna izin vermiyor gibiydi. Yotri’nin gözlerinden, çok çok eskilerin ruhları adeta harab olmuş mezarlarından kurtulmaya çalışırcasına fışkırıyorlardı. Ritim daha da yükseldi.

Havada belli belirsiz davul sesleri keskinleşmeye başladı. Yotri, kontrolünü yitirmiş gibi, anlamsız gözleri belli bir noktaya boş boş bakarken, hiç durmadan o şarkıyı söylüyordu. Gölgelerin içinden, ellerinde saf ışıktan lambalarıyla bembeyaz elbiseli kızlar çıkmaya ve gülücükler saçarak, ortalıkta koşuşturup dans etmeye başlamışlardı. Piehes kendi sırasının geldiğini anladı. Ve usulca seslendi.

- Atalarımın kadim ruhları, bize yardım edin. Çok zor bir durumdayız. Yardımınıza ihtiyacımız var.

Kızlar bir anda Piehes’e dönüp parlayan gözlerini onun üzerine diktiler. Katra şok olmuştu ve daha da kötüsü şu anda acayip derecede korkmuş durumdaydı. Işıktan elbiseli kızlar lambalarını sallayarak konuştular.

- Ne için yardımımızı istiyorsunuz, yoksa bilmiyor musunuz? Biz yitik ruhların tek yapabildiği insanı biraz neşeli kılmaktır.

- Ama bu ipleri de çözebilirsiniz öyle değil mi? Burada öylece kala kaldık ve eğer yardım etmezseniz bizi öldürecekler. Lütfen!

- Tek istediğiniz bu mu peki?

- Evet, başka bir dileğimiz yoktur.

- O halde bir karşılığı olmalı. Senin de, daha önce hiç bir erkeği öpemeden ölmüş genç bir ruha yardım etmen gerekiyor.

- Pekala, ne yapabilirim onun için?

- Bu çok açık değil mi?

Piehes bir anda kıpkırmızı kesilmişti. Şarkılarıyla ünlü olan eski bir göl halkından yardım dileniyorlardı ve onlar, karşılığında sadece küçük bir öpücük istemişlerdi. Bu bizimkilerin tek şansları olabilirdi. Piehes bunu kabul etmeden önce, Katra’ya dönerek konuştu.

- Yotri’ye söylemeyeceğine söz ver.

- Sen neden bahsediyorsun, hadi öpsene o kızı.

- Önce söz vermelisin.

- Tamam tamam, söz veriyorum.

Gölgelerin arasından geç bir kız daha çıkıp Piehes’in önünde eğilerek ona yaklaştı. Piehes yine içinden söylendi. Bu, Yotri’nin yaptıkları yüzünden, ya utanılacak ya da çok zor bir duruma düştüğü kaçıncı seferdi. Piehes de eğilerek, utana sıkıla kızın dudaklarına bir öpücük kondurdu. Kız, lambasını orada Piehes’e hediye etti ve hepsi kayboldular. Işıklar içerisindeki beyaz elbiseli kızlar gittiğinde, Katra ve Piehes’in ipleri çözülmüştü. Piehes hemen Yotri’nin de ipini çözdü. Yerde küçük bir el lambası duruyordu. Piehes lambayı aldıktan sonra, yere uzanmış ve mışıl mışıl uyuyan beşliye bakarak Katra'ya seslendi.

- Hadi buradan gidelim.

Birlikte tepenin diğer tarafındaki sık ağaçlık ormana daldılar. Katra savaş alanının tam tersi yönde durmadan koşuyordu.

- Hey Katra, biraz yavaş ol, sana yetişemiyorum. Hem kralın şehri tam tersi tarafta değil mi? Bizi nereye götürüyorsun?

- Sen sadece beni izle. Bizi krala götüreceğim.

Ormanın derinliklerine girdiklerinde, Katra aniden durdu ve bir ağaca yaslandı.

- Yotri’nin orada yaptığı da neydi öyle?

- Hehe o eski bir numaradır. Her zaman işe yaradığı söylenemez ama bizi kurtardığı da bir gerçek.

- Ondan bahsetmiyorum, nasıl bir şarkı ortaya başka boynuzsuz insanları peyda edebilir, üstelik her şey parıldıyordu.

- Hahaa. Yaa Katra nasılmış bakalım? Ona sihir denir. Hahahaha.

- Sihir mi? Boş versene, sizi asla anlayamayacağım. Devam edelim.

Oradan, ucu bucağı görünmeyen ağaçların arasından çağlayan bir şelaleye vardılar. Piehes buna o kadar şaşırmıştı ki. Onun daha önce gördüğü tüm şelaleler dağlardan, taşlardan aşağı çağlardı. İlk defa ağaçlardan aşağı çağlayan bir şelale görüyordu.

- Hadi gidelim Piehes. Sakın korkma ve beni takip et.

Katra şelaleye dalıp ortadan kaybolduğunda, Piehes ormanın ürkünçlüğünün de etkisiyle küfürler ederek arkasından suya atladı. Sonunda yüzeye çıktığında hala küfrediyordu. Nefesini az daha tutmak zorunda kalsaydı kesin boğulurdu. O sırada Katra da saçlarını sıkarak kuruluyordu.

- Etraf çok karanlık, o lambaya ihtiyacımız olacak.

- Evet ama nasıl yakacağımı bilmiyorum.

Kemerinde asılı duran lamba, Piehes’in sözünü bitirmesine fırsat vermeden, o saf beyaz ışığıyla ortalığı aydınlattı. Buna Piehes bile şaşırmıştı. Bir süre dümdüz ilerlediler. Burası leş gibi kokan ve ağaç köklerinden oluşmuş bir tünel gibiydi. Tünel gittikçe aşağı iniyor ve durmadan sola doğru kıvrılıyordu. Daha sonra yol gittikçe daraldı ve hem Piehes hem de Katra sıkışa sıkışa, eciş bücüş ilerlemek zorundan kaldılar. Ayrıca Piehes lambasını tünelin bu dar kısmına sokamadığından onu geride bırakmak zorunda kaldı. Arkalarındaki beyaz ışık onları bir süre daha aydınlattı ve daha sonra tekrar karanlığa döndüler. Tünelin ıslak ve kaygan zemininde yavaşça sürünürlerken, Katra aniden duruverdi.

- Katra, neler oluyor? Neden durdun?

- Sus ve sakın hareket etme Piehes.

Gözleri artık karanlığa alışmış olan Piehes, karanlığın içinde bir düzine kadar kan kırmızı göz gördü. Piehes’in titrediğini hisseden Katra tekrar onu uyardı.

- Gözlerini kapat ve sakinleşmeye çalış. Ancak o zaman bundan kutulabiliriz. Eğer heyecanlanırsan, burada ikimizi de bir güzel midelerine indirirler.

Bu çok harikaydı. Ağaç köklerinden oluşmuş, ıslak ve rutubetli üstelik dar bir tünelde sıkışmışlardı. Ve dev boyutlarda, metrelerce uzunlukta dil yılanları etraflarında dolaşıyordu. Bedenlerine sürtünüyor, nefeslerini kokluyor ve onların yemek olup olmadıklarını anlamaya çalışıyorlardı. Katra’nın inanılmaz sakin aurası sayesinde, onların yemek olmadıklarına karar vermiş olmalılar ki, bir süre sonra yılanlar ağaç köklerinin arasında kayboldular.

Ve böylece bizimkiler de yollarına devam ettiler. Tünel yeniden genişlediğinde, karşılarına bir su birikintisi çıktı. Ve birikintinin altından korkunç sesler yükseliyordu. Su adeta kükrüyor, sanki bir şeyler sıkışıp eziliyor, daha sonra büzülüp çatırdıyor gibiydi. Katra Piehes’e bakarak konuştu.

- Bana güven, bu bizi krala götürecek. Sadece içine atla ve gözlerini kapat, su seni kralın diyarına götürecek. Ben daha önce çok yaptım.

- Hiç bir güç beni oradan aşağı atlamaya ikna edemez. Orada pestilimin mi çıkmasını istiyorsun?

- Piehes, geri dönmek mi istiyorsun?

Katra karanlıkta kıkırdadı ve suya atladı. Su çalkalandı ve hareket etti. Bir vakum gibi girdap şekline dönerek Katra’yı yuttu ve alıp götürdü. Piehes karanlıkta tek başına kalmıştı. O sırada arkasında parıldayan bir çift kırmızı göz gördü. Yılanlar heyecanını ve korkusunu hissetmiş olmalıydı. Şimdi sulu ve taze ete geliyorlardı. Yapacak başka hiç bir şeyi kalmayan Piehes, bir eliyle burnunu kapatıp doğruca suya atladı.

Yosunların gıdıklamasının eşliğindeki iki dakikalık yolculuğun ardından, kendini ağaç köklerinden oluşmuş bir küvetin içinde buluverdi. Fazla su köklerin arasından kayıp gidiyor ve başının üstünden de sürekli akmaya devam ediyordu. Küvetten çıktığında onu mızraklı muhafızlar yakalayıp Katra’nın yanına götürdüler. Katra çoktan krala yaşadıklarını, meclisin feshinden, Yotri’nin şarkısına kadar anlatmaya başlamıştı. Piehes odaya girdiğinde kral ona sordu.

- Arkadaşın için endişelenmiyor musun? Senin de gördüğün üzere oğlum Baguba çok acımasız olabiliyor.

- Hayır efendim, bir süre onun hakkında endişelenmemize gerek yok. Şansının yaver gideceğine eminim.

- Peki o halde, öyle olsun. Şimdi söyle bakalım, neden kızıma buraya gelmeniz gerektiğini söyledin?

- Heh, efendim burada güvende olacağımızı biliyordum.

Kral adeta hayal kırıklığına uğramıştı. Belli ki onların gelişinin kendilerine yararı olacağını umut etmişti.

- Öyleyse buraya gelişiniz bir şeyi değiştirmeyecek. Savaşa devam edeceğiz.

- Hayır baba anlamıyorsun. Bu daha hiç bir şey. Sana iki farklı yönden saldıracaklarına eminim. Arthide ikinci bir orduyla buraya varmak üzeredir.

- Hayır, hiç sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı çoktan gelmiş olurlardı.

- Baba anlamıyor musun? Bir yandan, bize Kızılyarını’ndan yardım gelmesini önleyecekler, bir taraftan da savaşta ikinci bir cephe açmış olacaklar. O yüzden bu kadar uzun sürdü, yolu uzatıyorlar ve bize arkadan doğu kapısından saldıracaklar.

Kralın parmaklarını şaklatmasıyla, yukarıdaki dalların birinden iki obbu askeri önüne gelerek eğilip, selam durdular. Kral konuştu.

- Kızım Katra ve bu insana El Kavuk Diyarı’na kadar vekalet etmenizi istiyorum. Onları canınız pahasına koruyun. Ve Kavuk diyarın hanımı Lyrya’ya selamlarımı iletin. Sevgili kızım, sen ona olanları anlat. Lakin dikkatli olun. Zira zorlu bir yolculuk olacak ve Lyrya, Piehes’e hiç de sıcak kanlı davranmayabilir. Kendinizi iyi ifade etmeniz ve onun suyuna gitmeniz son derece önemli. Onu yanımızda savaşmaya ikna etmelisiniz.

Bu arada büyünün etkisiyle adeta sarhoşa dönmüş olan Yotri, yeni yeni uyanıyordu. Etrafında homurdanarak uyuyan dört, zırhlı muhafızı görünce, onlar uyanmadan çabucak oradan topuklamaya karar verdi. Ayağa kalktığındaysa, gördükleri karşısında şaşkına dönmüştü. Baguba’nın ordusu baskın gelmeye başlamış ve kral diyarının batı kapısı düşmek üzereydi...

DEVAM EDECEK
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı serhan1310

  • **
  • 91
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
"Düşmanımızın ayaklarına dil yılanları, bizim ayaklarımıza da kavuk ağaçların kökleri dolansın!" Bu kısmı sevdim. Tasvir edilen bölgelerin kendi yerel deyimleri olmadı hep hoşuma giden bir detay olmuştur.

    Bakalım El Kavuk diyarında neler bekliyor bizi
cesaret yoksa zaferde olmaz

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Teşekkür ederim, bu bölümü de okuduğun için :). Bende o deyimlerden çok var :P.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı Khentis

  • **
  • 100
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
İkinci bölümü daha çok sevdiysem de, bu da güzel bir bölüm olmuş. Sanki daha detaylı yazabilirmişsiniz gibi hissettim okurken. Bu arada Piehes buna o kadar şaşırmıştı ki. bu cümle havada kalmış.

Devamını bekliyorum :)
The wizard's crown I'll take on Halloween.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Okumana ve beğenmene sevindim. Ben de en çok ikinci bölümü sevdim :D. Aslında, yarattığım bu dünyanın mitolojisini paylaşmayı düşünüyordum ama şimdilik vazgeçtim.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı okanakinci

  • **
  • 202
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Daha önce eleştirilerimi Hatunkız'a kendi blogu üzerinden iletmiştim. Burada ekleyebileceğim tek şey şu: Bence öykü her bölümde daha iyiye gidiyor. Özellikle de üçüncü bölümün en iyisi olduğunu düşünüyorum.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Çok teşekkür ederim usta :). Ama bu hikayeyi biraz bekleteceğim. Bu aralar, şu sana bahsettiğim hikayeyi kurguluyorum.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı okanakinci

  • **
  • 202
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Çok teşekkür ederim usta :). Ama bu hikayeyi biraz bekleteceğim. Bu aralar, şu sana bahsettiğim hikayeyi kurguluyorum.
Onu da sabırsızlkla bekliyorum.