Kayıt Ol

Ak ve Kara

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ak ve Kara
« : 14 Eylül 2016, 18:14:07 »
Ak ve Kara

Solmaya başlamış güneşin ışınları, zayıfça kırın üstüne düşmekteydi. Sağa sola ağaçlar serpiştirilmiş geniş yaylanın ortasındaki boşlukta, iki figür daireler çizerek birbirlerinin etrafında dolanıyorlardı. Üstüne karanlıktan bir pelerin atılmışçasına geceyi çağrıştırıyordu bir tanesi. Adımını attığı her toprak parçasını korkunç bir soğuk kaplayarak, kar ve buza dönüştürüyordu. Onun bir kaç metre ötesinde aynı tempoyu tutturmuş olan kişiyse, bembeyaz ve bol bir giysiyle örtünmüştü. Yüzünü, giysilerinden bile daha ak bir maske korumaktaydı. Işık azalmış olsa bile, onun yüzüne çarptıkça daha da güçleniyor gibiydi. Koyu geceyi yaran bir dolunay gibi, karanlığı defediyordu. Yerleri süpüren giysinin altındaki ayaklarının değdiği çimenler diriliyor ve hoş bir sıcaklıkla kaplanıyordu. Öyle ki, etkisi karanlık olanın soğuğunu bile kırmaktaydı.

Yavaş yavaş dönen ikiliden bir tanesi, ak maskeli olan, göle şöyle bir göz attı. Onlardan yüzlerce metre uzakta olmasına rağmen, safir mavisi suların güzelliği kendini belli etmekteydi. Ancak, bu hareketini fırsat bilen kara pelerinli üstüne doğru atıldı. İnsanın sınırlarını zorlayan bir hızla koşarak, göz açıp kapayıncaya kadar aradaki mesafeyi kapadı. Arkasında, yeri kaplayan soğuk kristaller ve havada kapkara bir dumandan iz bırakarak, hasmının önünde belirmişti. Hazırlıksız yakalanan maskeli, elindeki kılıcı bloklamak için kaldırdıysa da başarılı olamadı. Zira, karanlık olan kendi vücudu haricinde hiç bir silaha sahip değildi. Kolaylıkla, çıplak ellerine göre ağır ve hantal olan silahı, elinin tersiyle ustalıkla ve güçle tokatladı. Aynı zamanda diğer eliyle maskelinin yüzüne bir yumruk savurmuştu. Darbe hedefini bulmuş ve beyazlar içindeki kişi geriye uçmuştu. Sarsılmış ve canı epey bir yanmıştı yanmasına fakat maskede tek bir çatlak bile yoktu. Kollarından destek alarak doğrulmak için çabaladı. Elini koyduğu kurumuş toprak parçasının etrafındaki yabani bitkiler çiçek açarak canlandı. Vücudundan hayat veren bir öz akıyor ve etrafını etkiliyormuş gibiydi neredeyse. Ancak, karanlık olan, onu bekleyecek değildi. Daha, maskeliyi olanı fırlatır fırlatmaz kendisi de onu hızla takip etmişti.

Henüz elini yere koymuş olan maskelinin yüzüne bütün gücüyle bir tekme oturttu. İnsanın içini gıcıklayan bir çatırdama sesi duyuldu ve boyunu şiddetle dönen aklar içindeki figür yere yığılıverdi. Maskesi hala sağlamdı. Geniş omuzlu, etrafına kara bulutlar saçan adam tek eliyle onu yüzünden yakaladığı gibi hiç zorlanmadan kaldırdı. Avucunun içindeki kafa ve onun altında sallanan beden acınası bir görünüme sahipti.

"Boynunun kırılmadığını biliyorum," dedi, öfke kokan, kalın bir sesle.

"Lüftfen... bana acı," diye zayıfça bir tonda dilendi, maskeli.

Karanlık olan güldü fakat gülüşüne eğlence değil, küçümseme hakimdi.

"Seninle işim daha bitmedi!" diyerek, onu yere çeldi.

Darbeyle beraber kuru toprak çatladı, ağaçlar inledi ve etrafa taşlar saçıldı. Gümbürtüyle, bir toz bulutu da yükselmişti. Kurbanına ne olduğunu merak eden karanlık olan, tozun içini elleriyle yokladı.

"Bu kadar kolay olacağını zannetmedin herhalde?" diye bir ses duyuldu arkasından.

Hışımla dönen pelerinli, sol yumruğunu da savurmuştu fakat bir saniye sonra, acıyla haykırarak geriye fırladı. Dirseğinin tam ortasından kesilmiş kolundan fışkıran kanlar, geriye çekilen adam ve maskeli arasında, kızıl bir yol oluşturmuştu.

"En büyük silahını kaybettin. Solak olduğunu biliyorum," dedi maskeli olan "Artık beni yenemezsin. Hoş, en başından beri bir şansın yoktu gerçi."

"Zırvalamayı kes ve savaş benimle!" diye fırladı, karanlık olan ve ona doğru atıldı.

Kolaylıkla onu savruşturan maskeli, ne ara geri edindiği bilinmeyen kılıcıyla, bir boğa gibi koşturan düşmanının dizinin arkasına bir kesik atıverdi. Bacağı tutmaz gelen karanlık olan, tökezleyerek yere düştü ve taklalar atarak bir ağaca çarptı. Sağlam oduna başını vurmuştu.

"Şimdi, konuşacak mısın yoksa sana bir kaç çizik daha atmamı ister misin?" diye sordu, sırtı ağaca dayalı kara kişinin önüne gelen maskeli.

Cevap vermeden, sağlam ayağını savurdu karanlık olan ve düşmanını yere çalmaya çalıştı. Ancak zıplayarak darbeden kaçan maskeli, yere inmeden önce, kılıcını hasmının baldırına sapladı ve onun üstüne indi. Vücudunun ağırlığıyla eti ve kemiği yararak geçen kılıç, toprağa oturmuştu. Karanlık olan, acıyla inledi. Kılıcın üstünde oturan maskeli, ters bir taklayla yere indi. Yavaş ve sakince bir iki adım attı ve kılıcı usulca çevirdi. Karanlık olan haykırmıştı fakat en kötü olan acı değildi. Parçalanarak öğütülen etin ve kemiğin sesi, mide asidinin ağzına gelmesine yol açmıştı. Öğürerek eğildi ve sisteminde ne var ne yoksa ağacın dibine kustu. Doğrulduğunda, ağzının kenarından akan salya ve mide suyu yüzünü ve boynunu kaplamıştı. Kolundan akan kan ağacın dibinde küçük bir gölcük oluşturmuş ve donmaya yüz tutmuştu.

Onu izleyen maskelinin, ne beyaz giysileri ne de onlardan da ak maskesinde en ufak bir kir belirtisi yoktu.

"Bu kadarının yeterli olduğuna inanıyorum," dedi maskeli "Artık bu şiddet dolu hareketlerine bir son vereceksin herhalde?"

Ağacın dibindeki karanlık kişi, ona baktı. Gözlerindeki ateş, öfkeyle artarken, vücudundan basınçlı bir buhar dalgası gibi yayılan kara bulutlar fışkırdı. Ancak, bir şey demedi.

"Neden bana saldırdın? Seni kim yolladı?" diye sordu, maskeli.

"Hiç kimse, kendi başıma geldim," diye yanıtladı.

"Buna inanmamı mı bekliyorsun?" diye sordu, sesi tehditkar bir şekilde inceleyen maskeli.

"Hayır, senin gibi bir şey insanların çıkar amacı gütmeden hareket etmesini anlayamaz," dedi kara kişi "Ya da bizim ne hissettiğimizi."

"Siz? Demek birileri var arkanda," dedi, onun bir açığını yakaladığını zanneden maskeli.

"Hah!" diye bir nida koydu, karanlık olan "Dediğinde bir gerçeklik var. Tek değilim ama diğerleri nerededir hiç bir fikrim yok."

"Birbirinden bağımsız hücreler olarak çalışıyorsunuz yani," dedi, ak kişi, düşünceli bir tonda.

"Öyle de diyebilirsin fakat senin peşine düşmek için ne birisinden emir aldım ne de benim gibi başka herhangi birisiyle tanıştım. Bu karar tamamen bana ait."

"Dediklerinde mantıksız Saçmalıyorsun ya da bana yalan söylüyorsun," dedi, tekrar tehditkarlaşan, ak olan.

"İkisi de değil," diyen karanlık kişi, öksürerek durakladı ve gücünü toparlamaya çalıştı "Gerçeği mi istiyorsun? Öyle olsun. Buraya gelmemin tek bir nedeni var. O da, senden nefret etmem."

"Orası bariz," dedi maskeli olan "Senin gibi, karanlık güçlerin kölesi olanlar hep nefretle doludur. Kimsenin görmediğini zannettiği odalarda oturup hain planlarınızı kurarsınız. Beni, bizi nasıl zayıflatabileceğinizi düşünürsünüz. Bunlar yeni şeyler değil."

"Hayır, anlamıyorsun. Hiç bir odada oturup hiç bir plan kurmadım. Ne bir kişiye ne de bir kuruma hizmet ediyorum. Hepsi yerin dibine batsın," dedi, karanlık kişi "Asıl nefret ettiğim şey, masken."

"Maskem mi? Ne kadar saçma! Ne alıp veremediğin varmış onunla?" diye yanıtladı, ak kişi, şaşkınlıkla.

"Şu an bile üstündekileri görebiliyorum..." dedi karanlık olan.

Batmakta olan güneşin ışınları ak maskenin üstüne düştü ve bir takım yazıları belli etti. Yüzlerce, hatta binlerce sözcük vardı üstünde. Farklı çağlardan, farklı önemlere sahip, maskenin üstüne kazınmış çentikler halinde sözcükler. Bir yerlerinde "kral" diye bir şey yazıyordu, başka bir tarafında ise "düzen". Sözcüklerin hepsinin büyüklüğü farklıydı. Onu takanın başını her oynatışıyla beraber, başka bir sözcük görünmekteydi.

"... dünyadaki en büyük yalanlar hep o maskeye kazınmış."

"Ah, anlıyorum," dedi maskenin sahibi, sesinde neredeyse bir acımayla "Senin de beynini yıkamış onlar."

"SUS!" diye kükredi, karanlık olan.

Sesi yaylada yankılanarak göle kadar ulaşmıştı. Bu güç patlaması karşısında, bir anlığına maskeli olan sindiyse de, onun geçici olduğunu anlayınca hemencecik kendisini toparladı ve kılıcı olduğu yerde daha da döndürdü. Ne de olsa, bir dersi hak etmişti. Kara olan, olduğu yerde acıyla kıvrandı ve inledi.

"Bana saygısızlık etmeyeceksin. Buraları iyileştiren benim. Seni, hepinizi, bizi tehdit eden sayısız kuvvetten koruyan benim! İki para etmez hayatlarınızı devam ettirmenizi sağlayan benim!" diye bağırdı, her cümlede sesi daha da artarak "Buna rağmen bana saygısızlık mı ediyorsun?! Çarpılmış ve kötülük içinde harcadığın hayatına kafa yoran BANA susmamı mı söylüyorsun?! Sen bir hiçsin, sen bir hainsin, sen bir aptalsın. Sen, iyilik nedir bilmez bir veletsin. Aptal hareketleriyle, uğruna çalıştığım her şeyi yıkacak bir piçsin!"

Attığı nutuk biten ak maskeli, yavaş yavaş kendisine geldi. Soluk alış verişi normal düzene döneken, göğsünün inip kalkması da azaldı. Derken, bir kıkırtı duyuldu. Zamanla güçlenerek daha da arttı ve kuvvetli bir kahkahaya dönüştü. Karanlık olan, oturduğu -daha doğrusu zaptedildiği- yerde gülüyordu. Kara yüzündeki mavi gözlerinin kenarında birikmiş yaşlar yüzüne süzüldü.

"Maskeni bir şekilde düşürebileceğimi biliyordum!" dedi, neşeyle.

"Ne?!" dedi, maskeli olan, endişeyle ve sağa solan tedirgince bakınarak.

"Merak etme. Etrafta ne başka bir ruh var ne de seni kayıt altına alıyorum. Gerçek yüzünü benden başka kimse görmedi," diye onu teselli etti, karanlık olan.

"Niye güldün o zaman?" dedi, hala kuşkulu olan ak kişi.

"Uğruna acı çektiğim o kadar şeyin gerçek olduğunu görmek... aradan bin yıl geçse de anlayabileceğini zannetmiyorum," dedi, karanlık olan.

"Benim hakkımda ne biliyorsun da böyle konuşuyorsun?" diye sordu, maskeli.

"Sen ve senin gibiler hakkında çok şey biliyorum. Güç düşkünü, iyilik yaptığını zanneden bir avuç budalasınız. Kafanızın içinden ne geçtiğini asla tam anlamıyla anlayabileceğimi zannetmiyorum; gerçekten dediklerinize inanıyor musunuz, yoksa yalan söylediğinizin farkında mısınız? Eğer bunun farkındaysanız, kendinize ne gibi bahaneler uydurarak bunu haklı çıkarıyorsunuz? Bu tarz soruların cevabını bilmiyorum ve bundan da mutluyum. İstediğim, senin gibilerin aklının içinden geçenleri anlamak değil. Hayır. İstediğim, senin ve senin gibi beş para etmez herkesin ve her şeyin sonunu getirmek. Sizi bu dünyadan ve evrenden silip atmak!"

"Genç bir aptalın tekisin. Kandırılmışsın ve onlar tarafından kötü planlara alet ediliyorsun," diye yanıtladı, ak olan "Ben olmazsam buralara ne olacak zannediyorsun? Bu insanlar gerçekten kendilerini yönetebilir mi? Birinin gütmesi olmadan, hedef göstermesi olmadan bir şeyler yapabilirler mi? Hayır. Buralarda çok fazla aptal ve kötü var. Ben olmasam, beni izleyenler olmasa bu diyarlar kısa bir süre içinde yok olur. Hırsız, ev sahibi sindirir. Kardeş kardeşi katleder. Kaos çıkar. Benim yol göstermem olmadığı sürece, hiç birinizi bir şey beceremezsiniz."

"Hah," dedi, kara kişi küçümsemeyle "Dediklerin, şu an olandan çok mu farklı? Yüzündeki maske nedeniyle ne olduğunu unutmuşsun. Anlattığın her şey şu an gerçekleşiyor zaten..."

Ak olan bu esnada yüzünü hafifçe çevirmişti. Güneş ışıkları beyaz maskenin üstüne vurdu ve diğer yazıların neredeyse hepsinden büyük bir tanesini gösterdi; Barış.

"Diğerleri maskeni göremiyor olabilir ama ben görüyorum. O iğrenç yüzünü saklamak için kullandığın bu maskenin anlamını biliyorum. Yanlış anlama, bu maskeyi sen yaratmadın. Ne bu kadar büyük bir güce sahipsin ne de tarih boyunca herhangi tek bir kişi bunu başarabilirdi. Hayır. Sen ve senin gibiler çağlar içinde bu maskeyi ustalıkla yarattı. Propaganda, dezenformasyon, beyin yıkama... maskenin gerçek olduğuna kitleleri inandırmak için ne gerekiyorsa yaptınız. Gerçeği, maskede yazılı olan her şeyin, tarihin en başından beri sizin tarafınızdan kullanılan yalanlar olduğu gerçeğini gizlemek için elinizden geleni yaptınız... ve başarılı da oldunuz. Senden ve senin gibilerden ne kadar nefret edersem edeyim, hakkınızı vermem gerek. Dünyayı dönüştürme konusunda çok iyi bir iş çıkardınız. Şu anki dünyada, yalanlarınıza inanmayan neredeyse bir kişi bile yok."

"Yenileceğini biliyorsan, neden benimle savaşmaya çalıştın?" diye sordu, maskeli, kafası karışmış bir edayla.

"Çalışmadım! Seninle savaştım. Kaybetmiş olabilirim fakat bu savaşmış olduğum gerçeğini değiştirmiyor," dedi, karanlık olan, sert bir tonda "Sorunun cevabına gelirsek. Ben de bilmiyorum. Yaptıklarına daha fazla katlanamadım sanırım... bu dünyadan nefret ediyorum, senden nefret ediyorum, maskenden nefret ediyorum, insanlıktan nefret ediyorum. Bu iğrenç düzenden nefret ediyorum ve değişmeyeceğini biliyorum fakat gözümü de çeviremiyorum çünkü -senin aksine!- ben, gözlerimi gerçekten çeviremiyorum. Doğru, iyi, adalet, barış, demokrasi, özgürlük... bunlar adına her gün sayısız haksızlık ve adaletsizlik yapılırken yerimde huzur içinde duramıyorum. Öfkelenmeden edemiyorum. Biliyorum çünkü denedim. Sizin gibilerin yalanlarına kananlardan olmayı, susanlardan ve dünyanın sahte değerlerine inananlardan olmayı denedim..."

Sesi gittikçe yorgun bir hal almaya başlamıştı. Hatta melankolikti. Kara bulutlar zayıflamıştı.

"... senden kurtulursak, kurtulabilirsek, her şeyin iyi olacağına inanmayı denedim fakat senin gibilerden birisinin gidip, ötekinin geldiğini gördüm. Başka diyarlarda, daha barışçıl insanlar olacağına inanmayı denedim; bu sefer de, onların barışının yalan ve kan üzerine kurulu olduğunu, özgürlük ve barış söylemlerinin aslında savaş ve para demek olduğunu gördüm. Sadece, bizim aksimize, yalanlarını kendi içinde savaşmak için değil, başka diyarlarda emellerini gerçekleştirmek için kullanıyorlardı. Dünyanın neresine bakarsam bakayım, yönetenlerin zulmünü, yalanlarını, vahşetlerini ve bencilliklerini gördüm. Beyinleri yıkanmış kitlelerin onlara inandığını gördüm. Demokrasi ve barış adına vahşeti gördüm. İyilik ve adalet adına, ölen ve öldürenleri gördüm. Bu türden gerçekten, kalbimin derinliklerine işlemiş bir öfkeyle nefret ediyorum. Nefret ediyorum çünkü olduğumuzu iddia ettiğimiz her şeyin tersiyiz. Nefret ediyorum çükü savunduğumuzu iddia ettiğimiz her şeyin aksini gerçekleştiriyoruz. Nefret ediyorum çünkü bu gerçeği, hiç bir zaman, bir avuç kişiden başka birisi göremeyecek."

Uzun konuşmanın ardından, karanlık kişi sustu. Gece çökmüştü. Aydan yansıyan ışık, maskelinin yüzünde, kocaman bir "Adalet" yazısını aydınlattı. Kaderin bu kötü, ironik oyunu karşısında, kara kişi güldü. Gözlerinden yaşlar süzülerek Ay'a baktı. Bedeninde takat kalmamıştı ve ruhu soluyordu. Maskeli olan ona yaklaştı ve kılıcını hızla çekti. Diğer elinde bir terazi tutuyordu. "Adalet" yazısı daha da parladı.

"Bana ve bu diyara karşı olan suçlarının bedelini ödemeye hazır mısın?" diye sordu, kılıcı ona doğrultarak.

"Son bir şey," dedi, karanlık olan ve maskeli, onun diyeceğini bekleyerek durakladı.

Sağlam elini, zorlukla kaldırdı ve ak kişinin elindeki teraziyi işaret etti.

"Onun hilesini biliyorum. Bir kefesi, diğerinden daha ağır."

Maskeli kişi, karanlık olanın sözlerini duyar duymaz, hiddetle kılıcını savurdu ve kelleyi, bedenden ayırdı. Tok bir sesle yere düştü baş ve çimlerin üstünde biraz yuvarlandıktan sonra durdu. Ölü yüze, acıyla çarpılmış bir sırıtış sinmişti.




Ak kişi, bu düşmanını da yenmenin verdiği hazla uzaklaşmaya koyuldu. O, iyi ve haklı olandı. O, adaletti. O, düzendi. Ne olursa olsun, kim olursa olsun, düşmanı olan kimseye geçit vermeyecekti.

Attığı her bir adımla beraber, etrafındaki çimenler canlanıyor, bitkiler çiçek açıyordu. Bedeninin yaydığı ısı her şeye hayat veriyordu... fakat bir süre sonra, çimenler sarararak soluyor ve çiçekler, çiftleşme fırsatı yakalayamadan kuruyarak ölüyordu. Yakan sıcaklıktan dolayı toprak kuruyor ve içindeki her türlü hayatı kaybediyordu.

Ak olan, bir ara, kara bastığını hissetti ve aşağı baktı. Ayağının yaydığı ısı, karı ve buzu eritiyordu eritmesine fakat bir şey daha vardı. Kar örtüsünün altına gizlenmiş bir kardelendi bu. Onun sıcaklığından, hayat veren fakat aynı zamanda onu köleleştirek acizleştiren sıcaklıktan, soğuğun içinde korunmayı başarabilmişti. Yabani ve zincir vurulmamıştı. Ancak, bu uzun sürmeyecekti. İyi kişinin yaydığı ısı, zaman içinde sıcaklığın iyice artmasına yol açtı ve kardelen çiçek açtı. Bir süre öyle kaldı ve ardından, kuruyarak diğerlerine katıldı.

Ak kişi yola devam edecekti ki, aklına bir şey gelerek durdu ve yönünü çevirdi.

"Ah," dedi, kendi kendine "Bakalım o gölde işime yarayabilecek neler var. Hiç el değmemişe benziyor!"