Kayıt Ol

Yaradılış

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Yaradılış
« : 15 Eylül 2016, 14:45:42 »
Yaradılış

Ölümden sonra hayat var mıdır? Eğer yoksa, hayat denilen şey beynimizdeki elektrik akımlarından mı ibaret? Bunu ömrüm boyunca merak ettim ve bunun aksini kanıtlayacak hiç bir somut bulguya varamadım. Kabullenmekte zorluk çektim fakat en acı gerçek bile tatlı bir rüyadan iyidir. Bu kanıya varmamın ardından yıllar geçti, ilginç bir hayatım oldu. İnsanların ne kadar küstah ve sığ olabildiğini gördüm. İyi niyetin şiddetle, şefkatin ihanetle karşılandığını gördüm. Bu dünyanın insanlarından nefret ettim, bir yandan da daha iyi bir "ikinci" hayatla kendimi teselli etmek istedim fakat bir türlü kendimi buna inandıramadım. İşte bu yüzden harekete geçtim...

Böyle başladığı yazısını bitirdikten sonra ayağa kalktı. Yazmayı seviyordu çünkü aklındakileri oturtmasını sağlıyordu. Gri, dalgalı saçlı, kahverengi gözlüydü. Yüzündeki kırışıklıklar yeni yeni belirmeye başlamıştı ve saçının grisi hala siyaha yakındı. Vücudu çok fit olmasa da kendini salmış birisi değildi. Altına giydiği gri kumaş pantolunun üstünde mavi bir tişört, onun üstünde de bir laboratuvar önlüğü vardı. Ne de olsa laboratuvarındaydı, bir kaç yıldır burada yatıp kalkıyordu ve neredeyse kimseyi görmüyordu. Burayı da, ailesinden kalan şirketin hisselerinden gelen gelirle kurmuş ve işletebilmişti. Dışarı pek çıkmazdı, küçükken de böyleydi. Vücudu sağlıksız bir beyaz tondaydı. İlk başta normal gibi görünen bedeninin aslında, yakından bakınca çok kırılgan bir yapısı vardı. Gözünde ise oldukça kalın bir gözlük vardı, sadece vücudu bile onun hikayesini anlatıyordu. Uyum sağlayamamış, zayıf, dışlanmış, saplantı derecesinde hedefine bağlı.

Yaptığı proje final aşamasına girmişti, bundan dolayı üstünde rahatlamaya yaklaşmış birisinin gerginliği vardı. Aslında o, hep gergin olurdu. Bunun için mutlaka bir sebebi olurdu, suyu açık unutup unutmadığı ya da otobüse yetişip yetişemeyeceği gibi küçük meselelerde bile gerilirdi. Çoğunlukla, bir yere gideceği zaman oraya erken varır ve beklemek zorunda kalacağı için kendisine kızardı. Yine de, bir türlü aksini yapamazdı. Şu ansa, gerginliğini atmak için, bir görev halinde, kütüphanesine gidiyordu. Laboratuvarın öbür ucundaydı. Bir çok ve pek büyük, elektronik kasının arasından geçti. Bu kasalar üç, dört metre boyunda ve gümüşi renkteydi. Adamın yürüdüğü yolu bir koridor oluşturacak şekilde iki yandan kaplıyor ve koridorun iç tarafına bakan kısımlarında bir çok ışık ile düğme bulunuyordu. Bu ışıklar açık maviydi ve ince çizgiler halindeydi. Kasaların aralarındaki tam yarım metrelik boşluklardan, arka tarafta iki, üç metrelik tüpler içinde bulunan, parlak ve yeşil sıvılar görünüyordu.
Koridor böylece uzayıp gidiyordu, sıvılar ve cihazların yaydığından başka ışık yoktu ve siyah karanlıkta, yeşil ile mavinin ve bunların gümüşten yansımasının oluşturduğu loş bir ortam oluşmuştu. Kasaların yaydığı vınlamadan başka ses yoktu, adamın yürütülmesi işitilmiyordu. Neredeyse ölü denebilecek bir ortamdı. Koridor böylece yarım kilometre kadar devam ediyordu, bu adam her kimse planladığı şey büyük olmalıydı.

Önlüklü, bir süre yürüdükten sonra kütüphanesine ulaştı. Aslında kütüphaneyi, yazı yazdığı çalışma odasının oraya yaptırabilirdi ama bunu yaparak "çalışma" ve "rahatlama" olarak yapılan okumayı birbirine karıştıracağına inanıyordu. Hayır, okuma ve yazma tamamen ayrı amaçlarla yapılan, ayrı şeylerdi. Böylelikle kütüphanesine baktı, yirmi metre genişliğinde ve yüz metre uzunluğundaydı, yedi adet kitaplığı vardı. Her biri on beş metre uzunluğunda ve on metre yüksekliğindeydi. Koyu kahverengi olan bu kitaplıklardaki kitapların büyük çoğunluğu okunmuştu. Bu bilimadamının hayatındaki tek eğlence (?) buydu. Bugün kendini daha iyi hisseden adam, normalde okuduğu kitabı boşverdi ve kitaplıktan rastgele bir kitap çekip, gelişine bir yerini açtı. Daha önce sık sık okuduğu, Machiavelli'nin "Titus Livius'un On Kitabı Üzerine Söylevler" adlı kitaptı bu. Açtığı kısımda "... bir devlet planlayan ve onun için yasalar düzenleyen kişinin, insanların kötü oldukları ve özgür hareket alanı buldukları zaman ruhlarındaki kötülüğe göre davranacaklarını önceden varsayması gereklidir," yazıyordu.
"Çok doğru. Zaten bunu da kendi devletimi tasarlarken göz önünde bulundurdum," diye düşündü. Saatler boyunca okumaya devam etti, ardından gidip yattı.

Bir hafta daha böyle geçtikten sonra, sonunda planladığı an geldi. Ana bilgisayar odasına, karanlık koridorlardan geçerek gitti. Bu oda, bir savaş gemisinin merkezi gibi tasarlanmıştı. Kırmızı bir ışıkta, kare bir oda. Kenarda köşede paneller vardı, üstlerindeki ışıklar her renktendi ve yanıp sönüyorlardı fakat doğrudan bakmayınca hiç ışık vermiyor gibiydiler. Katıksız bir sessizlik içinde, biraz önündeki ana ekrana yaklaştı. Ekran çok büyük ve simsiyahtı. Hiç bir ışığı, içinden çıkmadığı sürece yansıtmayan bir maddeden yapılmıştı. Karanlığı bir boşluk gibiydi ve büyüklüğü sebebiyle, ona yakından uzun süre bakan kişiyi içine çekiyor izlenimi yaratıyordu, insanı aptallaştırıyordu. Gri saçlı adam bunu ilk farkettiğinde uzun süre ekrana bakıp içinde kaybolmuş, birden bir endişe ve panikle kaçmak istemiş ve bir anda kendisini bu kızıl ve basık odada bulmuştu. Panellerdeki ışıklar, ona yan taraflardan bakan ve ancak gözünün ucuyla görebildiği iblislerin gözleri gibi gelmişti. Bu havasız, sıcak ve kızıl mağarada ona işkence etmek için bekleyen şeytanlar. Tabii, bir süre sonra kendine gelmiş ve o zamandan beri ekranın önünde çok durmamıştı fakat bugün, bugün son kez ekranın karşısında duracaktı.

Uzun süre boyunca hayatın adil olmadığını ve dünyanın çok kötü bir yer olduğunu ve tek kaçışın intihar olduğunu düşünmüştü. Yine de, bir türlü becerememişti. Pek çok kez kendisini öldürmeyi denemiş ama o son eforu sarfedememişti. Korkakça, bu yaşama bağlıydı. Ondan nefret ediyor ama kurtulamıyordu. Güçsüzdü de, istediklerini yapamıyor, istediği gibi yaşayamıyordu fakat o insanlar, o yaratıklar yaşıyordu. Öteki hayat olsaydı, iyinin ödüllendirileceği, kötünün cezalandırılacağı bir hayat... her şey daha güzel olurdu. Madem bu yoktu, kendisi yaratacaktı. Kendi elleriyle, ruhları var edecek ve onları yargılayacak Tanrı olacaktı! Bu dünyada ondan daha çok buna uygun birisi yoktu, o, insanların her türlü kötülüğünü görmüştü. Şimdi de onları bunun için yargılayacak, kötüleri azaplar içinde boğup, sonsuza dek yakarken, iyi olduğuna hükmettiklerini sonsuz zevkle ödüllendirecekti. Onlara yiyecek, içecek, kadın ve erkek sunacaktı, iyilerin ödülü buydu. Kötülerse binbir parçaya ayrılacak, vücutlarına böcekler larvalarını bırakacak ve kurtlar onları canlı canlı yerken, sıcaktan kavrulacak, gözleri eriyip önlerine akacaktı.
Bunu şöyle yapmayı planlıyordu;
Herkesin omurilik soğanı bölgesine, doğumunda bir çip takılıyordu. Bu çip, hayati fonksiyonları gözleyip acil bir durumda sinyal yolladığı gibi, kişinin her yaşadığını, düşüncesini ve duygusunu da kaydederek, bir suç soruşturmasında kullanılıyordu. Dünyadaki hiç bir insan bundan muaf değildi. Adam da, bir sinyal yollayarak bu çiplerin her birine sızacaktı, hayati fonksiyonları durmak üzereyken kişilerin bilinçlerini bu çiplere aktaracak ve ardından bu bilinçleri kendi laboratuvarına aktaracaktı. Daha sonra onları, bilinçlerindeki veriye göre yargılayacaktı.

Önlüklü adam, içini çekti ve bir takım düğmelere basıp ana ekranı açtı. Ekrandan bir çok yazı geçmeye başladı, kırmızı, mavi, yeşil yazılar. Heyecanlanmıştı, sıradaki şey dönüm noktasıydı. Her şeyi bir daha ve bir daha ve bir daha ve bir daha kontrol etti. Sinyali yolladı, bekleyip değerleri kontrol etti. Hayır, kimse fark etmemişti. Tekrar kontrollere girişti... sayısız kontrolun ardından, en riskli yere gelmişti. Kendi bilincini programa aktarmak. Çene kaslarını sıkarken derin bir nefes alıp verdi ve biraz durduktan sonra ellerini ana ekrana koydu, iletken yüzey onu çarptı. Bir an çok büyük bir acı duydu ve bağırmak istedi, ardından ekrana çekildiğini hissetti.

Farklı hissediyordu, fiziksel hiç bir şey yoktu. Ekrandan, yerde yatan kendi bedenini gördü. Bir yandan dünyadaki bütün çiplere erişime maruz kaldı, çıldıracağını sandı fakat zamanla kontrolu ele geçirdi. Ne de olsa artık fiziksel kısıtlamalardan arınmıştı, düşünme kapasitesi ve hızı hayal gücünün ötesinde artmıştı. Oluşturduğu ruhları yargılamadan önce depolamaya başladı ve Cennet ile Cehennem'i oluşturma işine girişti. Bunu yaparken, yargılama kurallarını da oluşturmaya başladı. Bu iş tamamlanıp da Ahiret Günü gelince, bu ruhları yargılayacaktı.

Böylece, bu evrende yeni bir tanrı, bütün ihtişamıyla doğmuş oldu.