Kayıt Ol

Alkarısı

Çevrimdışı Heyban

  • *
  • 5
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Alkarısı
« : 27 Şubat 2011, 04:22:08 »
ALKARISI






Gri ve pembe bulutların alabildiğine uzandığı göğün altında sisin de etkisiyle hiçbir şey gözükmüyordu. Gökten, yere doğru yavaş yavaş inildiğinde, yani sis perdesinin ardına geçildiğinde ancak buradaki küçük köy fark edilebilirdi. Tamamına yakını kerpiçten yapılmış, belli bir düzen içinde olmayan evler vardı çoğunlukta. Küçük ahşaptan çitlerle çevrilmiş olan tek minareli camii küçük köyün tek sanat eseri gibi duruyordu. Düzensiz yapıların tam ortasına konuşlandırılmasıyla bulunduğu yere köy meydanı da denilebilirdi. Küçük bir meydanı vardı köyün. Kimi zaman elbise satmak için gelen küçük minibüsler bile dönmek için epeyce uğraşmak zorunda kalıyorlardı. Bunun sebebi meydanı boydan boya kaplayan Camii değildi tabii ki de. Oldukça mütevazi, küçük bir Camiiye sahipti köy. Ama tam karşısında ayakta durmakta zorlanan meydanın üçte birini kaplayan büyük bir samanlık vardı. Oldukça eski bir samanlıktı bu. Tepeden bakıldığında öyle bir görünüşü vardı ki; yıkılmaması fizik kurallarına aykırı bile sayılabilirdi.

İşte şimdi, o samanlığın önünde dört çocuk; heyecanlı bir şekilde birbirleriyle konuşuyordu.

Arif, Veysel ve Hüseyin korku ve şaşkınlıkla ağızlarını açmış Turhan'ı dinliyordu. ''Alkarısı oğlum!'' diyordu Turhan.''Ninem anlattı. Alkarısı diye bir cin varmış. Yeni doğmuş bebeklere ve annelerine musallat olurmuş.''
Veysel korkuyla sordu: ''Nasıl birşeymiş?''

Turhan heyecanı kesmeden cevap verdi: ''Ninemin dediğine göre; Suratı çok çirkinmiş. Uzun, simsiyah saçları varmış. Hep kırmızı giyinirmiş. Ayakları ters olurmuş. Bir de böbrek ve dalakla beslenirmiş!''

''Tamam. Anlatmayın oğlum ya. Korkuyorum valla. Nasıl evlere gideceğiz şimdi?'' Arif'in suratı korkudan bembeyaz olmuştu.

''Herkes de yattı. Bir, biz varız dışarıda!'' diye ekledi Hüseyin. Turhan; kendisi de korktuğu halde arkadaşlarına belli etmek istemiyordu. Biraz durduktan sonra konuştu:''En uzak ev, Arif'in evi. İlk önce onu bırakalım. Sonra Veysel'i bırakırız. Bizim evler yakın zaten Hüseyin.''

Turhan'ın ortaya attığı fikirden sonra dört arkadaş birbirleriyle bakıştı. Her biri, bakıştığı arkadaşının gözündeki korkuyu fark edebiliyordu. Çok kısa süren bu sessizliği biraz ilerideki karaltıdan yükselen köpek havlaması bozdu. Ardından panikleyen dört arkadaş ceplerini taşlarla doldurdu. Ve birbirlerine sokularak Arif'in evine doğru yürümeye başladılar.

***

''İyi geceler. Yarın görüşürüz.''

Turhan'ın sesinde dilekten çok bir rahatlık görünüyordu. Hüseyin'le birlikte korku içinde Arif ve Veysel'i bırakmış, eve girme sırası kendisine gelmişti. Hüseyin'in evi ise biraz daha yukarıda kalıyordu. O, yolun geri kalan kısmını tek başına gidecekti.

Hüseyin, ellerini, yeşil,kadife pantolunun cebine sokmuş,hızlı adımlarla yürüyordu. Yürürken bir yandanda söylendi:

''Korkuyorlarsa; korksunlar! Sanki ben korkmuyorum! Adamları evine kadar bıraktık. Biz tek başına gidiyoruz!''

Kafasını kaldırıp, önüne baktı. Kil taşlarıyla dolu yokuşun başına gelmişti. Bu küçük yokuşu da aştığında evin önünde olacaktı. Elini kalbinin üstüne koyup, atış şiddetini dinledi. Sonrasında adımlarını hızlılaştırmıştı ki duyduğu sesle ürperdi. Çekirgelerin geceyi boyadığı ıslıklarının arasından duymuştu bu küçük sesi.

''Hassiktir!''

Buralarda gecenin bir vakti köpek hırlaması duyan herkes bu küfrü ederdi. Adımlarını kesip, bir süre sessizce bekledi. Beklerken de gözlerini etrafta gezdirdi. Ardından bir casus uçağın radara takıldığı gibi gözlerine takıldı köpek. Kendisine göre sol taraftaki buğday ambarının altına pusmuş, tetikte bekliyordu. Hüseyin şimdi köpeğin gözlerindeki kırmızılığı ve sivri dişlerinin birbirine takırdamasıyla oluşan hırlamasını daha iyi fark edebiliyordu. Sanki gecenin bu saatinde uyandırılmasının hesabını sorar gibi bir hali vardı. Ve cezayı da kesmiş gibi görünüyordu: ''Buradan geçiş yok!''

Hüseyin'in az önce eliyle ölçtüğü kalbi, şimdi delicesine göğsüne çarpıyor, iniyordu. ''Geri gidemem'' diye mırıldandı. Pantolunun cebine soktuğu elini bir yumruk gibi sıkmış, ve nefesini tıkamıştı. Ardından olanlar inanılmaz derecede hızlı gelişti. Hem de çok hızlı.


Hüseyin şimdi küçük çığlıklar atarak olabildiğince hızlı koşmaya çalışıyordu. Bastığı her yerdeki küçük taşlar birkaç santim havaya yükseliyor ardından tekrar geri iniyordu. Koşarken söylenmeyi de ihmal etmiyordu: ''Neden attım ki o taşı! Ah salak kafa ah!''

Köpeğe fırlattığı taş kafasına değil,karnına gelmişti. İlk önce köpekten tok bir ''Ihh'' sesi çıkmış,ardından da dehşetli bir şekilde havlayarak peşine düşmüştü. Şimdi arkasına bakamasa bile peşinde olduğunu hissedebiliyordu. Muhtemelen o iğrenç salyalı ağzını açmış, rüzgarda kulakları dikilmiş avına doğru koşuyordu. ''İnşallah! Biri duymuştur bu havlamaları!'' diye düşündü. Ama o kadar da ümitli değildi. Bu lanet yaratıkların neye havladıkları hiç belli olmuyordu. Bazen birbirleriyle dalaşıyorlar, bazen şimdi de olduğu gibi insan kovalıyorlarlardı. Üstelik saatte gece yarısını geçmiş,muhtemelen herkes uyumuştu. Koşarken çığlık atmak istiyor,ama sadece küçük mırıltılar çıkarabiliyordu. Nefesinin yavaş yavaş tıkanmaya başladığını farketti. Köyün güneydeki son evini de az önce geride bırakmıştı.

***


Gücünün son demlerine geldiği anda, azgın köpeğin dişlerinin salyası pantalonuna bulaştı. Ve ardından köpek ikinci hamlede başarıya ulaştı. Dişler pantalonun paçasına bir çivi gibi saplandı ve Hüseyin dengesini kaybedip yerde sürüklendi. Küçük taş parçacıkları, yüzü ve kolları başta olmak üzere deriyi bir jilet parçası gibi kesmişti. Yerde acıyla kıvranırken kesik yerlerinden kanlar sızıyordu. Yattığı süre içinde topladığı son gücüyle arkasına baktı. Ve köpeğin kendisine yaklaşmakta olduğunu gördü. Ağlamayla karışık küçük çığlıklar atarken diğer yandan da kesik elleriyle yerden topladığı küçük taşları köpeğe fırlatıyordu. Attığı taşların bir işe yaramadığını görünce ellerini toprağa saplayıp, vücudunu ileri çekmeye çalıştı. Çok geçmeden köpeğin iğrenç salyasının başının kenarına aktığını gördü. Manzaraya iğrenerek bakıp, delice ağlamaya başladı. Bir yandan da keskin dişlerin vücuduna saplanmasını bekliyordu.

Bir an gördüklerine ve duyduklarına inanamadı. Çok değil, biraz önce köpeğin kendisini ısırmasını beklerken sert bir cismin köpeğin gövdesinde patladığını belirten bir ses duydu. Ardından bu ses birkaç defa tekrarlandı. Sonrasında köpekten iğrenç bir uluma sesi çıktı. Arkasına dönüp, neler olduğuna baktığında köpeğin yalpalaya yalpalaya köye doğru seğirtmekte olduğunu gördü. Şaşkınlık ve sevincin birleştiği bir ifade şimdi yüzüne yayılıyordu. Kurtulmuştu. Daha doğrusu birisi onu kurtarmıştı. Kendisini kurtaranın kim olduğunu görmek için etrafına bakındı. Hiçbir şey göremedi. Son olarak arkasına baktığında korkunç bir çığlık attı. Attığı çığlığın hemen arkasından kısa,kalın sopa suratında patladı ve ağzından dökülen kırık diş parçaları kanında yardımıyla dışarı aktı. Bayılmak üzereyken gördüğü şeye bir daha bakma cesaretinde bulundu.

İlk olarak uzun karmaşık saçların arasından kendisine bakmakta olan o iğrenç suratı gördü. Elleriyle kavradığı kalın sopaya baktığında birbirine geçmiş uzun, pis tırnakları görünce kusmaya yeltendi. Ama başaramadı. Bu arada toprağın üstüne düşen,küçük yağmur damlalarını andıran sıvıyı fark etmişti. Sıvının kaynağına bakınca tekrar iğrendi. Bu pis yaratığın vücudunun her yerinden yağlar damlıyordu. Kocaman bir başa, sivri uzun bir burna sahipti. Hüseyin kafasını bu iğrenç yaratığa bakmamak için eğince, ayaklarının da ters olduğunu gördü. Ölmeden önce anladığı son şey ise Turhan'ın anlattığı Alkarısı'nın karşısında olduğuydu.

***


Ay ışığının aydınlattığı toprak yolun kenarında oluşan büyük su birikintisi, korkunç yaratığa ayna görevi yapıyordu. Birikintiye bakıp, uzun tırnaklarını yağlı saçlarının arasında gezdirdi. Sonrasında dudaklarının arasından uzayan kıvamlı kan damlası suya düşünce, görüntü bozuldu. Olduğu yerde biraz bakındıktan sonra bedenini su birikintisinin içine attı. Birkaç saniye içinde suyun yüzeyinde oluşan dalgalanma Alkarı'sının vücuduyla birlikte kayboldu.

O gece yolun kenarındaki hareketlilik bununla sınırlı değildi. Gece Cini'nin kaybolduğu su birikintisinden yolun karşı tarafındaki meşe ağacına kadar kan damlalarından kırmızı bir çizgi oluşmuştu. Şimdi o meşe ağacının altında yatan parçalanmış beden leş yiyiciler tarafından oyulmaya devam ediyordu. Hüseyin'in karnında oluşan büyük oyuğun yanında, kalbininde yerinde olmadığı görünüyordu. Bununla birlikte gözlerinden biri de yerinde yoktu. Anlaşılan Alkarısı, gözlerin birini yemiş, ama tadını beğenmediği için diğerine dokunmamıştı. Ama birkaç dakika sonra yerinde kalan o gözde kargaların, gagalarının hedefi haline gelmişti.

***

Birkaç ay sonra...


Alamut Köyü; rüzgarda ağaçların oluşturduğu hışırdamayı saymassak son derece sessiz sayılırdı. Mevsim yaz olunca köyde yaşayan insanların tamamına yakını çalışmak için tarlalara giderdi. Bu etken de köyün sessiz kalmasında başrol oynardı. Ama hep sessiz kalmadı bu köy. Yaklaşık bir - bir buçuk ay öncesine kadar çok yoğun günler yaşamıştı. Televizyoncular gelip köyde çekim yapmış, yaşanan gizemli olaylar ülkede duyurulmuştu. İnsanların çoğu zaten genelde bu haberleri merakla takip ettiğinden, köyün namı da gittikçe büyümüştü. Ne var ki iyi bir tanıtma olmamıştı bu haberler. İlk önce gazetelerin ara sayfasında çıkmıştı köy.

''Gizemli Ve Dehşet Verici Ölüm!'' başlığında şu bilgilerle verilmişti haber: ''Anadolunun küçük illerinden biri olan Bartın'a bağlı; Alamut Köyünde yaşayan on beş yaşındaki Hüseyin Sezgin parçalanmış halde ölü bulundu. Buna benzer ölümlerin daha önce de yaşandığını belirten köylüler, hiçbirinin de failinin bulunamadığını belirttiler.''

En son çıkan haberse daha ilgi çekiciydi. ''Gizemli Köy Can Almaya Devam Ediyor!''

''Köyde yaşanan esrarengiz ölümlere yenisi eklendi. Veysel Kararır adlı on altı yaşındaki çocuğun parçalanmış cesedi ormanda bulundu. Bundan önce de Arif Beyaz ve sekiz aylık hamile olan Nesrin Gündüz'ün cesedleri parçalanmış halde bulunmuştu. Köyün nüfusu gitgide düşerken son olarak ta arkadaşları birer birer ölen Turhan Yıldız adlı on beş yaşındaki çocukta psikolojijk sorunlar baş gösterdi. Köylüler huzursuz!''

Haberlerin çoğu bu şekilde ya da buna yakındı. Yalnız son bir aydır köyde hiçbir ölüm meydana gelmemişti.

***


Köydeki sessizliği, motoru adeta bağıran otobüs deldi. Köyün meydanına yaklaşırken egzozundan yükselen kirli gri duman da gökyüzünü kaplamıştı. Bugün ilçenin pazarı olduğu için köylülerin yarısıda ilçeye gitmiş, alış-veriş yapmış, ve şimdi otobüsten iniyorlardı. İnenlerin tamamına yakını bu köyde yaşayan tanıdık simalardı.
Biri hariç...


***

Sıvaları dökülmüş, eski kerpiç binanın büyük odasında alışılmışın dışında bir hareketlilik yaşanıyordu. Divanın üstünde oturan yaşlı kadın, bir yandan elindeki tesbihi çekerken diğer yandan da nefesini karşısındaki çocuğun üstüne üflüyordu. Bunun karşısında çocuk uzun uzun titredi ve çığlık atmaya başladı. Bu defa yaşlı kadın, elleriyle çocuğu tuttu ve nefesini çok daha kuvvetli üfledi. Ardından da sesli bir biçimde birşeyler okumaya başladı. Ağzından dökülen kelimeler ne Türkçe, ne de Arapça kelimelerdi. Turhan artık daha şiddetli titriyor, suratı iyiden iyiye kızıllaşıyordu. Bu etkileşime dayanamayacak seviyeye gelmişti ki odanın kapısı hızla açıldı.

***

Otobüsten inen tek yabancı, alışık olmadığı orman havasını ciğerlerine doldurdu. Bir an fazla oksijenden boğulacağını düşündü istemsiz olarak. Sonra bünyesinin yavaş yavaş alıştığını hissedince derin bir nefes daha aldı. Bu arada dağınık bıraktığı uzun,kumral saçları da rüzgarda dalgalanmaya başlamıştı. Elif, bundan önce de kırsal yerlerde bulunmuş olmasına rağmen şu anda hiç alışık olmadığı duyguları yaşıyordu. Çünkü bu defa farklıydı. Buraya Gezi için değil, yardım etmek için gelmişti. Üniversiteden yeni mezun olan biri için son derece güzel bir tecrübe şansıydı bu. Alamut Köyünü o da birçok insan gibi gazete ve televizyonlardan duymuştu. Kısa zamanda garip ölümlerin yaşandığı bu köyde insanların psikolojisinin düzgün olması beklenemezdi. Bu konuda Elif'in uzmanlık alanına giriyor ve yardım etmek istiyordu. Ama tabii ilk Turhan Yıldız'ın durumunu okuyunca gelmek istemişti bu köye. Ailesiyle temas kurmuş ve yardımcı olabileceğini söylemişti. Tedavi ücretini de almayacaktı üstelik. Bu köye gelme fikrini arkadaşlarına açtığında, korkunç bir tepki görmüş, kendisine şiddetle karşı çıkılmıştı. Garip cinayetlerin yaşandığı bu köye hiçbir ücret almadan yardım etmek için gelmek ancak bir delinin fikri olabilirdi. Ama Elif, farklı bakıyordu olaya. ''Bir insana yardım etmek!'' İşte önemli olan buydu onun için. Diğer bir etkense, mezun olduktan sonra durumunu görme isteğiydi.

O, bu konunun uzmanlık alanını bitirmişti. Ve neler öğrendiğini, neleri başarabileceğini merak ediyordu. Ergen dönemine girmiş, ve arkadaşlarını birer birer kaybetmiş bir çocuğa hem yardım etmek hem de yardım görmek istiyordu. Bir nevi kobay olacaktı bu çocuk onun için. Ama o hiçbir zaman bu şekilde düşünmemişti. Cinayet haberleri kendini ürkütse de köyün il merkezine yakın olması da içinin rahatlamasını sağlamıştı. Buraya gelmesindeki diğer bir sebepse, kendisi daha önce hiç gelmemiş olsa da Bartın'lı olmasıydı. Bu ayrıntı da bu köye gelmesindeki önemli sebeplerden biriydi. Hem bir çocuğa yardım ederken hem de memleketi hakkında bilgi sahibi olacaktı. İşte tüm bu etkenler bir araya geldiğinde Elif, bu köye gelmesini son derece doğru bir karar olarak bulmuş ve arkadaşlarını yıldırmayı başarmıştı.


Otobüsteyken tanıştığı Turhan'ın babası, Mehmet Yıldız sakin görünümlü, efendi bir adamdı. Turhan'ın yaşanan olaylardan sonra içine kapandığını, kendileriyle çok az konuştuğunu ve kötü kabuslar gördüğünü söylemiş, Elif'de bunları yanında getirdiği küçük not defterine kaydetmişti.

Şimdi Turhan'ın kaldığı eve taşlı yollardan küçük adımlarla giderlerken Elif sordu:

''Kardeşi var mı?''
''Hayır. Aslında vardı. Ama şimdi yok.'' şeklinde garip bir cevap verdi adam.
Elif başını çevirip ''Nasıl yani?'' diye sordu. Ardından ekledi: ''Öldü mü?''
''Evet. Küçük yaşta daha bebekken!''
Adamın anlatırken üzüntüsü belli oluyordu. Elif daha fazla üstelemedi. Ve başka soru sormadı.

Biraz sonra ''Geldik işte şu ev!'' diye seslendi adam. Bir yandan da parmağıyla evi işaret ediyordu.

Elif başını işaret edilen yere doğru çevirdiğinde iki katlı, sıvası dökülmüş, köydeki diğer bütün evler gibi kerpiç bir ev gördü. Eve biraz daha yaklaştıklarında bir çocuğun bağırışları kulaklarında yankılandı. Adam istemsiz olarak Elif'e döndü ve panik bir halde konuştu: ''Turhan'ın sesi bu!''
Elif adamın seslenişine sadece gözlerini açarak cevap verdi. Ardından eve doğru koşmaya başladılar.

Merdivenleri çıkarken Elif hala köye girer girmez yaşadığı şokun etkisinin altındaydı. Odanın kapısına yaklaşırlarken çığlık sesleri de giderek artıyordu. Sonrasında kapıyı ilk açan Turhan'ın babası oldu hemen ardından da Elif girdi odaya.


***

Kapı açılır açılmaz etkileşim durdu. Ama Turhan'ın ağlayışı durmadı. Babası hızlıca Turhan'ın yanına geldi ve sakinleştirmeye başladı. Elif'te gördüğü ürkütücü manzaranın ardından yaşlı kadına çıkıştı. ''Ne yapıyorsunuz siz?''

Yaşlı kadın Elif'i baştan aşağı süzdü ve cevap verdi. ''En iyi bildiğim işi yapıyorum!''
''Doktor musunuz?'' Elif sorunun cevabını çok iyi bildiği halde yine de sormuştu bu soruyu.
''Benim yaptığım işi doktor yapamaz!'' diye konuştu. Ve gülümsedi. Gülümseyince ağzındaki iki altın dişi de ortaya çıktı.

Bu arada odaya Turhan'ın annesi de gelmiş, açıklama yapıyordu. ''Hoca Hanım, Turhan'ı üflüyordu. Onu rahatsız edenler varmış. Öyle dedi.''

Baba, anneye cevap vermeye gerek görmedi. Sonrasında yaşlı kadına dönüp konuştu: ''Hoca Hanım. Sağolun. Bizlere çok yardımınız dokundu. Ama artık Turhan'la Doktor Hanım ilgilenecek!''
''Doktor Hanım!'' bu söz hoşuna gitmişti Elif'in. Psikoloji Bölümünü bitirmiş olmasına rağmen anlaşılan bu köyde Psikolog yerine Doktor diye hitap edilecekti kendisine. Bundan hoşlanmadığı söylenemezdi. Açıklama yapma gereği de duymadı.

Yaşlı kadın adamın sözlerinden sonra hiddetlendi. ''Bu çocuğun doktorluk durumu yok. Basbayağı cin... Söylettirmeyin şimdi bana! Hepsini onlar yaptı. Çok kızdırıyorsunuz onları çok. Allah sonumuzu hayır etsin!''

Elif, yaşlı kadının imalarını dinlerken içinde bir ürperti oluştu. Sonra zorlukla konuştu:''Aslında bu yaklaşımlarınızla ona daha çok zarar veriyorsunuz!''
Yaşlı kadın,Elif'in sözlerine değer vermediğini göstererek kapıya yöneldi giderken son olarak arkasına dönme gereği duymadan konuştu: ''Biz hancıyız. Sen yolcusun Doktor Hanım. Yakında sen de anlarsın burada senlik bir iş olmadığını!''


***

Elif, köye girer girmez böyle bir durumla karşılacağını hiç düşünmemişti. Yaşlı kadının bilmiş tavırlarına hem sinirlenmiş, hem de biraz da olsa korkuya kapılmıştı. İyi bir tanışma da olmamıştı bu. Yemek esnasında kadının köyün en güneyinde kalan evde oturduğunu ve daha önce de böyle çok çocuğu iyileştirdiğini öğrendi. Ama bu bilgiye pek itibar etmedi . Diğer yandan Turhan'ın yaşadığı olayın etkisinde olduğunu da gözlemlemişti. Kendi hayatından bahsetti biraz arada bir de Turhan'a okuluyla ilgili kısa sorular sordu. Televizyonlarda çıkan haberlere hiç değinmedi. Bunun ne yeri ne de sırası olduğunu düşündü. En son öğrendiği bilgiyse Turhan'ın yaklaşık bir - buçuk ay önce ninesine de kaybettiğiydi. Elbette ki bu ölümün de onun ruh sağlığını etkilediğini düşündü. Gecenin sonunda da kendisine ayrılan odaya gitmek için izin istedi.

Odasındaki küçük aynaya bakarken günün yorgunluğunun yüzüne yansıdığını fark etti. Uykusuzluktan dolayı ela renkli gözlerinde kırmızı çizgiler oluşmuştu. Saçları da düzensiz bir şekilde omzunun üstüne yayılıyordu. Aynanın karşısında birkaç saniye bekledikten sonra söylendi: ''En fazla bir hafta sonra döneceğim!''
Daha sonra çantasına yönelip, üstünü değiştirmeye başladı. Şu anda üstünde sarı bir tişört, altında da gri bir pijama vardı. Yatağına yatmadan önce pencerenin camını açıp, derin bir nefes aldı. Köy, akşamları oldukça serin oluyordu. Bu nedenle pencereden esen serin rüzgar, vücuduna bir rahatlama verdi. Pencereden Köyü gözlemlerken, manzarayı kapatan köyün meydanındaki samanlığa da şaşırdı. Manzarayı kapatmasının yanında yıkılma tehlikesinin de olduğunu düşündü.
Yatağa uzandığında gözleri açık bir süre bekledi fakat daha sonra göz kapaklarına engel olamadı ve uykuya daldı.


Anlamsız sesler yükseliyordu. Garip ve ürkütücü. Bir ayini belirtir gibi derinden ve sessizce. Sonra sesler giderek yükseldi. Bir müzikal halini almaya başlamıştı ki Elif gözlerini açtı. Olanları anlamak için etrafına bakındı. Ama hiçbir şey göremedi. Sesler giderek artarken duvardaki ayna, yere düştü ve gürültüyle kırıldı. Elif iyiden iyiye korkmaya başlamıştı ki çok yavaş bir biçimde hareket ettiğini fark etti. Çevresindeki herşey hızlıca olup biterken o hareketlerini yavaş bir biçimde sergiliyordu. Ürkütücü sesler giderek yaklaşırken Elif hala neler olduğunu anlamaya çalışıyordu ki odanın kapısı hızlıca açıldı. Kapının açılmasıyla birlikte Elif'in bedeni korkunun doruklarına ulaştı. Şu anda hayatında görüp, görebileceği en korkunç yaratık karşısında duruyordu. İnsana benzeyen bir vücudu ama insan olmadığını belli eden birçok yanı vardı. Dudağının üst kısmı tavana yaklaşmışken alt kısmı da yere yakın duruyordu. Gözlerinin olması gereken yerde buğulu ve duman gibi gri renkli bir çift boşluk duruyordu. Uzun, kavisli, simsiyah bir de bıyığı vardı. Kendisine doğru attığı bir adımda yatağının ucuna vardı. Ellerinin olması gereken yerde olan iki tırpanı da kendisine doğru savurmuştu ki Elif'in vücudunda uzun bir titreme oldu.

Çığlık atarak uyandı. Tam uyandığı sırada odanın kapısının kolundan çıkan bir gıcırtı duydu. Ya da duyduğunu sandı. Vücudu terler içinde kalmış,yatarken giydiği sarı tişörtü sırılsıklam olmuştu. Gördüğü korkunç kabusun hala etkisindeydi. Uzun uzun soluklar alırken, kızıl renkli gece lambasının odaya verdiği korkunç atmosferi de yeni fark ediyordu. Diğer yandan çekirgelerin çıkardığı ıslıklar odayı kaplamaya devam ediyordu. Gördüğü kabustaki ayin seslerini andıran seslerin çekirgelerin ıslığına benzediğini fark edince biraz olsun rahatladı. En azından rüyasında duyduğu o korkunç seslerin çekirge ıslıkları olduğunu anlamıştı. Biraz sakinleşmeyi bekledikten sonra gözlerini sımsıkı yumup,uyumaya çalıştı.


***

Elif'in Alamut Köyü'ne gelişinin ardından tam beş gün geçmiş, işler rayına oturmaya başlamıştı. Turhan artık insanlarla konuşuyor, gülüyor ve eğleniyordu. En önemlisi de yaşanan olayları, arkadaşlarının ölümlerini unutmaya başlamıştı. İlk iki gün zor geçmişti Elif için. Turhan'la ilk görüşmesinde çocuğun psikolojisinin derin yaralar aldığını anlamıştı. Kendisine arkadaşlarının Alkarısı isimli bir cin tarafından öldürüldüğünü söylemiş, korkunç yaratıkların da sürekli rüyasına girerek kendisini korkuttuğunu belirtmişti. Elif, geldiği ilk gece kendisinin başına da böyle bir olay geldiğini hatırladı. Ama bununla fazla ilgilenmedi. Ona göre tüm bunların mutlaka bir bilimsel açıklaması olmalıydı. Turhan'la ilk görüştüğü andan sonra onun ailesine, Turhan'ın; arkadaşlarını cinlerin öldürdüğüne inandığını söylemiş ve iyileşmesi için onların olmadığına inandırmamız gerektiğini anlatmıştı. Ailesi, oğlunun düzelmesi için herşeyi yapacağını söylese de bu isteğe farklı bir cevap vermişti. Verdikleri cevap aynen şu şekildeydi: ''Doktor Hanım onlara biz de inanıyoruz. Ve bu cinayetlerin sebebi hala belli değil. Ama siz de gördünüz Hoca Kadın cinayetlerin onlar tarafından işlendiğini söyledi.''

Turhan'ın ailesinin verdiği bu cevap Elif'i oldukça sinirlendirmişti. O dakikadan sonra aileyi hatta bütün köyü tedavi etmesi gerektiğini anlamış, ancak bunu başarmasının çok zor olduğunu bildiğinden dolayı sadece Turhan'la ilgilenmişti. Çünkü o daha eğitilebilir bir gençti. Yaptığı diğer görüşmelerden sonra çocuğa bazı şeylere inanmaması gerektiğini söylemiş, ve başarılı da olmuştu. Artık Turhan'la iyi bir ikili olmuşlardı. Onunla oyun oynuyor, kitaplar okutturuyor ve tedavi sürecini hızlandırıyordu. Bununla birlikte Elif'e diğer köylüler de alışmıştı artık. Köyün tamamına yakını onu tanıyor, onunla konuşuyor ve sıcaklık gösteriyordu. Arada bir de il merkezine giderek arkadaşlarıyla görüşme fırsatı da buluyordu. En son beşinci günün sonunda yani bugün ev arkadaşıyla konuşup, iki gün sonra döneceğini söyledi. Köyde kalacağı son gün ise Turhan'la köyü,tarlaları ve etrafı gezecekti.


***

Köyde sabah kalktığınız da büyük şehirlerin aksine uyuşuk değil gayet dinç bir biçimde kalkardınız. Uyandığınız zaman vücudunuzun bütün gücünü topladığını gerçekten hissederdiniz. İşte Elif'te güne; artık alışık olduğu horoz sesleriyle başladı. Kalktığında da kendisini son derece dinç ve kuvvetli hissetti. Yaklaşık bir saat sonra da Turhan'la birlikte gezmek için yola koyuldu.

Yaşlı kadın, birkaç saat önce evinin önlerinden geçen ikiliyi fark etmiş, ve hareketlerini hızlılaştırmaya başlamıştı. Günün belirli vakitleri evine kendisini okutmak için gelen insanlara bugün yardımcı olamayacağını söyledi. Şu anda da bugüne kadar kendisinden başka hiç kimsenin giremediği, odasına giriyordu. Duvarların boydan boya muskalarla kaplandığı,küf kokulu odaya girdiğinde köşede bulunan büyük sandığa doğru ilerledi. Sandığın içini karıştırırken ''Bugün!'' diye fısıldadı. Sonra sandığın dibinden uzun, ince, uç tarafında balon gibi bir şişiklik bulunan enstrümana benzer bir alet çıkardı. Kenarlarında altın işlemeler olan aleti silerken heyecanlanarak konuştu: ''Zaman geldi. Bugün bizim Kurban Bayramımız!''


Elif ve Turhan büyük kayaları tırmanarak zirveye ulaşmışlardı. Şimdi aşağıda tarlaların yanyana dizildiği, bağ - bahçelerin bir araya girdiği güzel bir manzara vardı. İkili biraz soluklandıktan sonra sessizliği bozan Elif oldu. ''Turhan; ilk geldiğim gün sizin evdeki o kadından biraz bahseder misin?''
Elif bu soruyu sormak için oldukça düşünmüş ama sonunda dayanamamış ve sormuştu. Soru karşısında Turhan yavaşça Elif'e döndü: ''Köyün en yaşlılarından biri. İnsanlar genelde hastalandı mı ona giderler. O da hastaları iyileştirir. Beni de okudu ama fayda etmedi. Bir de çocuklar ondan çok korkar!'' diye bir de cevap verdi.
''Neden?'' diye sordu Elif. ''Neden ondan korkuyorsunuz?''
Turhan anlatıp,anlatmamakta kararsız kaldı. Ama en sonunda konuşmaya başladı: ''Birgün biz arkadaşlarla onun evinin önünden geçerken evinden iğrenç kokular geliyordu. Kokunun kaynağını merak ettik. Sonra dayanamayıp, penceresinden gizlice baktık. Baktığımızda elindeki sahandan iştahla birşeyler yediğini gördük. Biraz dikkat kesildiğimizde yediği şeyin et olduğunu anladık. Koku da o etten geliyordu. O iğrenç kokan etleri büyük bir iştahla yerken bizde ona bakmaya devam ediyorduk. Sonra birden cama, yani bizden tarafa döndü. Biz çok korktuk ve hemen eğildik. Bizi görüp, görmediğini anlayamadık. Ama o günden sonra ne zaman bizi gördüyse düşman gibi baktı. Sanki bize bakarken içimizden birşeyler alıp götürüyordu.''

Elif, Turhan'ı dinlerken ürperdi. Artık o da yaşlı kadın da birşeyler olduğunu düşünüyordu. Dalgın bir halde tekrar aşağıya, manzaraya baktı. Bu defa birbirine geçmiş güzel bahçeleri değil, bostanların tam ortasına dikilen, kendisine sırıtan korkulukları gördü. Sonra daha da derine indi. Ve korkulukları gagalayan kargaları farketti.


Akşamın karanlığı köyün üzerine yavaş yavaş çökerken korkunç bir ses bütün köyü kapladı. Köyde yaşayan insanlar sesin de etkisiyle bir anda şoka girdiler. Yaşlı kadın; kuvvetli nefesini her üfleyişinde, enstrümana benzer aletin ucundaki balon giderek büyüdü. O büyüdükçe sesin etkisi de arttı. Birkaç saniye sonra köydeki tüm su birikintilerinden Kırmızı giysili, uzun saçlı, korkunç yaratıklar çıktı. Bu arada evdeki muslukların ağızlarından uzayan su baloncukları da büyümeye başladı. Sonra büyüme evresini tamamlayan her balon teker teker patladı. Balonlar her patlayışında ortama değişik yaratıklar bıraktı. Kimileri yılan başlı, kimileri karga gibi simsiyah, kimileri de insana benzeyen ama daha farklı, daha korkunç yaratıklar...
Birkaç dakika sonra bütün evlerden korkunç çığlıklar, acı haykırışlar yükseldi. Turhan'ın evine giren ilk Alkarısı, odasında örgü ören annesini yakaladı. Çok az bir zaman süren yaşam mücadelesinin ardından Cin'in korkunç dişleri, kadının kanını emdi. Sonra da bağırsaklarını deşmeye başladı. Diğer evlerde de buna benzer görüntüler vardı. Genelde tuvaletlerdeki musluklarlarda beliren farklı yaratıklar da insanları kendilerine kurban seçmişlerdi. Yaklaşık yarım saat sonra her evde büyük bir et ziyafeti veriliyordu.


***

Elif ve Turhan bulundukları yerden köye uzanan kıvrımlı yoldan ilerlerken karanlık tamamen çökmüş, çekirge sesleri etrafı boyamaya başlamıştı. Elif'in şu ana kadar gözlemlediği şeylerden biri de çekirgeler olmuştu. Sesleri bütün köyü kaplarken, gece olunca hep onları duyarken, şimdiye kadar bir çekirge bile görememişti. Tam köyün girişine gelmişlerdi ki inanılmaz derecede kötü bir kokunun bütün köyü kapladığını fark ettiler. Kokunun nereden geldiğini anlamaya çalışırlarken Turhan panikliyerek konuştu: ''İşte aynı koku. Ama bu defa her yerden geliyor!''
Bu arada çürük et kokusunu alanlar sadece Elif ve Turhan değildi. Köyün tepesinde dolaşan büyük bir karga sürüsü de kokuyu almıştı. Elif bunun üzerine bulundukları yere en yakın yer olan yaşlı büyücünün evine gitmeye karar verdi. Turhan buna karşı çıksa da kararından vazgeçiremedi.

Yavaş adımlarla çalıların arasından yürürken burnuna gelen iğrenç koku öğürmesine neden oldu. Ama bunu çok sessiz bir biçimde yaptı. Şimdi sırtına evin duvarına dayamış,nefes alış-verişini kontrol etmeye çalışıyordu. Hazır olduğunu hissettiği anda başını kaldırıp, pencereden baktı. Ve beyninden vurulmuşa döndü. Gördüğü şeye inanmak istemedi. Ama gördükleri en az kendisi kadar şüphe götürmez bir gerçekti. Yaşlı kadını görmüştü. Ama artık ona masum bir yaşlı kadın tanımı yapmanın yanlış olduğunu biliyordu. Evine çektiği köylünün, iştahla karnındaki ciğerlerini yerken görmüştü onu. Suratındaki ifadeler keskinleşmiş, göz bebekleri bir misketin içindeki kıvrımlı kumaş gibi olmuştu. Evin yakınından hemen uzaklaşmak istedi. Sessiz ve hızlı bir biçimde hareket ederken yolun karşı tarafındaki evden uzun saçlı, kırmızı elbiseleri olan korkunç bir yaratık, daha sonrada diğer evlerden çıkmakta olan cinleri gördü. Artık hareketlerinin sessizce olmasına dikkat edemezdi. Bütün gücüyle koşmaya başladı. Kendisini bekleyen Turhan'ı görünce bağırdı. ''Koş! Koş çabuk!''


***

Köyden uzaklaşmaya başlamışlardı ki durdular. Elif çömelip, derin derin nefes alırken Turhan panik bir şekilde sordu: ''Ne gördün? Niye kaçtık?'' Elif biraz daha soluklandıktan sonra ağlamaya başladı. Ağlarken belli belirsiz konuştu: ''O kadın bir canavar! Sadece o da değil. Köyün her yerindeler.'' Bunun üzerine Turhan'ın suratı da ağlamalı bir hal aldı. Elif'in dediklerini tam olarak anlamasa da kötü birşeyler olduğunu sezmişti. ''Buradan kaçmalıyız!'' dedi yeniden Elif. ''Kaçıp, bu köyden kurtulmalıyız.'' Gözlerinden küçük yaş damlaları süzülen Turhan birşeyleri hatırlar gibi cevap verdi: ''Annem... Babam... Onlar köydeler!'' Ardından göz yaşlarını tutamayıp ağlamaya başladı. ''Ben köye gidiyorum!''

Elif, Turhan'ın sözleri karşısında şok olmuştu. O yaratıkların annesiyle, babasını çoktan öldürdüğünü düşünüyordu. Ama yine de bunu ona söylemek istemedi. Turhan'ın köye gitmesine engel olması gerektiğini düşündü. Çünkü oraya gitmek demek, ölmek demekti. Bu defa onu ikna etmek için konuştu. ''O kadın birini öldürmüş, etini yiyordu. Diğer evlerden çıkan korkunç yaratıklar da gördüm. Anlamıyor musun Turhan! Onlar her yerdeler! Oraya gidersek biz de ölürüz!''
Turhan ilk başta sessiz kaldı. Sonra yutkunarak konuştu: ''Oraya gidip, annemi ve babamı görmeliyim!''

***

Köyü karşıdan gören tepenin çalılarından birinde hareketlenme oldu. Sonra hareketlilik diğer çalıya sıçradı. Çalıların ardındaki ikiliden uzun saçlı olanı,birşeyleri göstererek konuştu. ''Oradalar. Görmüyor musun?'' Sesinde; korkudan ölmek üzere olan birinin ses tonuna benzer bir ifade vardı. Kendisinden biraz daha kısa boylu olanı komaya girmiş bir insanın yüz ifadesini takınarak tek kelimelik bir cevap verdi. ''Alkarısı!''

''Alkarısı mı?'' diye sordu Elif. Sesinde korkudan çok bilgisizlik hakimdi. ''Evet. Alkarısı. Cinler... Ninem hepsini anlatmıştı.''
Bu arada köy meydanının hafif kuzeybatısındaki evin kapısından bir cin çıktı. Suratından damlacıklar halinde akan kan ay ışığınında yardımıyla etrafa yansıyordu. Turhan bir an bağırmak istedi. Ama sonra kendisine hakim oldu ve sadece dudakları büzüştü. Sonra kısık sesle haykırdı: ''Bizim ev!''

Elif'te, Turhan'ların evinden çıkan Alkarısı'nı görmüş,artık onlar için çok geç olduğunu anlamıştı. Bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Turhan, çalılardan çıkıp eve doğru koşmaya başladı. Artık içinde görünmek gibi bir tehlike yoktu. Koşarken sadece tek bir şeyi diledi.''Allahım! İnşallah onlara bir şey olmamıştır!''
Bu esnada evden çıkan Alkarısı, köyün meydanından yola doğru yöneldiği için onu görmedi. Turhan'ın koşmasının ardından olduğu yerde donakalan Elif, ifadesizce Turhan'a bakıyordu. Bir an Turhan'ın arkasından gidip, gitmemekte kararsız kaldı. Sonra içindeki yardım etme duygusu ağır bastı ve o da koşmaya başladı.

Yaşlı kadın, köylüden kalan son ciğeri de yedi ve iğrenç bir şekilde geğirdi. Ayağa kalktıktan sonra enstrümana benzer aleti kavrayıp,dışarı çıktı. Köyün meydanına doğru, yavaş adımlarla ilerlerken bir tür çağrı cihazı olarak nitelendirilebilecek aleti ağzına götürüp, üfledi. Bu mesajdan sonra bütün Cinler, öldürdükleri insanların kalplerini söküp meydanda buluşmak için hareket ettiler.

Köyün her yerinde yankılanan ses, eve doğru koşmakta olan Elif'i bir anda şoka soktu. Turhan'ın eve girişini görüp,hızlanacakken vücudu olduğu yere çivilenmişti sanki. Sesle birlikte bütün evlerde bir hareketlenme olmuş, ayak sesleri de artmaya başlamıştı ki Elif, kendine geldi. Bir yere saklanması gerektiğini fark edip, kendini girebileceği en yakın yere attı.

Yaşlı kadın, köyün meydanından geçerken çağrısını tamamlamış,evlerden çıkan cinler bir intizam içinde toplanmaya başlamıştı. Ama o hiçbir yerde durmayıp,yürümeye devam etti. Yürürken konuştu: ''Buralardasın doktor. Ve ben yine acıktım!''

Turhan'ların evine doğru gidiyordu ki meydandaki büyük samanlığın yanında durdu. Sonra derisinden başlamak üzere tüm vücudunda bir değişim oldu. Birkaç saniye sonra Yaşlı Kadın; Alkarısı olmuş, ve samanlıktan gelen insan kokusunu farkedip,içeri girmişti.

***

Samanlığın içinde uçuşan tozlar Elif'i rahatsız etmişti ki kapı açıldı. Kapının önünde, Alkarısı'nın vücudundan akan yağ şapırtısı duyulurken, Elif saman çuvallarının arasından kapıya baktı ve çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Cin'in yüzü, çok yaşlı bir insanın suratını andırırken hareketleri ise genç bir insanın ki gibi dinamikti. Ters ayaklı yaratık, samanlığın içine doğru hırıltılar çıkararak ilerledi. Elif, Alkarısı kendisine yaklaşırken sadece ağlamak istedi. Hayatında hiç bu kadar ölüme yakın olmamıştı.

Yaratık neredeyse çuvalların dibine kadar girmişti ki, çuvallarda bir hareketlenme oldu. Ve önce bir ciyaklamının ardından etrafa kanlar sıçradı. Bu sesten sonra Elif, hala soluk aldığını fark ederek yaşadığına inanamadı. Alkarısı, inanılmaz bir tezlikle çuvalların arasından çıkan sıçanın kafasını koparmış, ve burada başka bir canlının yaşamadığına kanaat getirerek dışarı çıkmıştı.

Elif, Alkarısı çıktıktan sonra olduğu yerde derin derin nefes aldı. Gözlerinden yaşlar süzülürken hayatında böyle bir korkuyu hiç yaşamadığını düşündü. Gazetelerde okuduğu haberlere itibar etmemiş, olmasına kızdı. Bu köyde olan bir katili bile buna yeğleyebilirdi. Ama bir cini asla...

***

Korkudan beş dakika yerinde kımıldamadan bekledi. Sonra çok yavaş ve dengeli adımlarla samanlıktan çıktı. Bu arada saat gece yarısını bulmuş, köye bir sis tabakası yayılmış, görüş açısı da iyice düşmüştü. Sakin bir şekilde etrafı dinledi ama hiç bir ses duymadı. Gitmiş olabileceklerini düşündü. En azından gitmelerini diledi. Sonra adımları hızlandı ve doğruca eve girdi. Turhan'ı alıp, hemen bu köyden kaçmak istiyordu. Neden hala onu düşündüğüne kendisi de bir anlam veremedi. Ama bu yaşadıklarından sonra yanında birinin olmasını herşeye tercih ederdi. Merdivenleri yavaş adımlarla çıkarken duyduğu sesle bir anda beyninden vurulmuşa döndü. Olduğu yerde donakalırken aklında tek bir soru yankılandı. ''Bu ses; onun sesi değil miydi?''

***

Turhan birkaç dakikadır annesinin kanlar içindeki vücuduna sarılmış, ağlıyordu. Vücudunun her tarafı kan lekeleriyle dolmuş,ama annesini yine de bırakmamıştı. Bu arada merdivenlerden çıkan ayak sesleri duydu. Vücudunu bir panik kaplamışken gelenin kim olduğunu görmek için arkasına döndü. Gelen Elif'ti.
Ona doğru bakarak ağlayarak konuştu: ''Ölmüşler. İkisi de!''
''Biliyorum.'' diye cevap verdi Elif. ''En başından beri biliyordum. Tıpkı senin de öleceğini bildiğim gibi!''
Bu arada ''Kaç!'' diye bağırdı merdivenlerden tanıdık bir ses. ''Kaç Turhan kaç! O; Alkarısı!''

Turhan neyle karşı karşıya olduğunu anlamamıştı ki bir hamlede Cin üzerine zıpladı ve dişleri vücuduna geçti. Vücuttan fışkıran kanlar duvarı boyarken, Alkarısı çocukla pek fazla oyalanmadan merdivenlere koştu.

Bu arada Elif hızla dışarı çıkmış, köyden uzaklaşmak için koşuyordu ki yolun sonuna geldiğini anladı. Yalnızca birkaç saniye içinde etrafını, yılan başlı,gözleri olmayan,ters ayaklı cinler sarmıştı. Meydanın ortasında çaresizce beklerken etrafını saran çember giderek daraldı. Bu arada peşinden gelmekte olan Alkarısı'da çembere dahil olmuştu. Hıçkıra hıçkıra ağlarken birşeyler olması için gözlerini kapadı. Ama hiçbir şey olmadı...

O gece cinler meydanda büyük bir ateş yakıp,ilginç bir şekilde ayin yaptılar. Yaşlı kadın tam ortalarında kendilerine özgü olan kitaplarından birşeyler okurken diğer Cinler; öldürdükleri insanların kalplerine kendi zehirli kanlarını akıttıktan sonra yediler. Ve değişim başladı...

***

Üç gün sonra...

Meydanın ortasında duran otobüsten Merve ve Aylin adında iki tane kız indi. Onları köyde karşılayan ilk kişi; arkadaşları Elif oldu. ''Buraya nasıl geldik anlamadım.'' dedi gülerek Aylin. ''Hadi ama yapmayın!'' şeklinde cevap verdi Elif. ''İki günlük tatil için şahane bir yer. Burayı çok seveceksiniz!''

Köyün misafir evine doğru giderlerken onları gören bütün köylüler selam verdiler. Daha sonra Turhan'da gelip onlarla tanıştı. Elif onlara kalacakları evi gösterirken son soru Merve'den geldi. ''Hani bir yaşlı kadın vardı. Gizemli ve korkutucu biri demiştin. O nerede?''
Elif ilk başta durakladı. Sonra ''O kadın mı?'' dedi gülümseyerek. ''Üç gün önce öldü.''

Gülümserken yeni taktırdığı iki altın dişi de parlamıştı.


Son

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alkarısı
« Yanıtla #1 : 27 Şubat 2011, 17:51:49 »
Türk korku öyküsü diye buna derim.. :) Çok güzeldi Heyban, teşekkürler.. Akıcı bir anlatımın var ama bunun yanında çok fazla da klavye hatan var.. Ayrıca sık sık gözüme çarptı; isimlerde -de ekini yanlış kullanıyorsun. Örnekse; "Elif'te oradan yürüyüp geçti." değil de "Elif de oradan yürüyüp geçti." olmalıydı. Cümle, öykünün içinde geçmiyor sadece örnek vermek için yazdım, aynı hatayı yaptığın için Bunun yanında bazı sahneleri çok hızlı anlatmışsın.. Mesela, Alkarısının, ortaya çıktığı ilk anı anlatırken çok hızlı geçmişsin.. Bunların dışında gözüme pek takılan bir şey olmadı.. :)

Çevrimdışı Heyban

  • *
  • 5
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alkarısı
« Yanıtla #2 : 27 Şubat 2011, 23:51:56 »
Okuyup, zaman ayırdığın için çok teşekkür ederim. Bu hikayeyi iki yıl önce bir yarışma için yazmıştım. Dediğin gibi biraz aceleye getirdiğim doğru. Bazı yerlerde ''birşey ve herşey'' kelimelerini de bitişik yazmışım. Dil kurallarına biraz daha dikkat etmem gerek gerçekten. Yorumun için tekrar teşekkürler.:)