Kayıt Ol

Anatolya Günlükleri 1-Veis'in Arayışı

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anatolya Günlükleri 1-Veis'in Arayışı
« Yanıtla #15 : 09 Kasım 2012, 22:05:08 »
Veis'in Arayışı
4. Bölüm

"Oğlum," diye düşündü kızıl saçlı kadın. "Şimdi ne yapıyor acaba?"

Yüzünde taze bir fidan misali yeşeren bir tebessüm belirdi.

Hayatındaki tek mühim olan şeydi oğlu, tabii bir de küçük kızı vardı, Nehir'i. Melis artık çocukları için yaşıyordu ama oğlu yalnızca onun için değil, herkes için önemli olacaktı. Birçok kişinin kaderi ona merbuttu.

Henüz on yedi yaşındaydı güzel oğlu. Bir cadının oğlu olduğunu iki sene önce öğrenmiş ve bunu hiç yadırgamamıştı. Bilge Hatun aralarındaki bağı hiç kimse anlamasın diye senelerdir oğlundan uzakta yaşamıştı fakat onu yetiştirmesi için emanet edebileceği en iyi kişiye bırakmıştı.

"Muhtemelen Serkis şimdi amcasını deli ediyordur," diye düşündü. Medrese yeni kapandığından oğlu yaz tatili için Merki'ye geri dönmüştü.

Bilge Hatun Efsun Konseyi'nin dağılmasını bekledi. Melike Tomris az evvel ona tuhaf tuhaf sorular sorup durmuştu. Melis kuzeyde neler olduğunu iyi biliyordu. Kocası ölmeden önce ona olacakları anlatmıştı. Tabii vasiyetin gerçekleşmemesini ummaktan başka çaresi yoktu. Böylece oğlu da tehlikeye girmezdi.

Bu nedenle Medrece'de vuku bulan olayları çok iyi takip ediyordu. Kuzeyde türeyen Alacakaranlık Kardeşliği isimli grup onun uykularını bölen şeylerden birisi hâline gelmişti.

Melike diğerlerine dağılmasını söyledikten sonra oturduğu masanın üstünden Kızıl Cadı'ya döndü. Ay gibi parlak ak elbiselerinin içindeydi. Özel kumaş su altında hareket ediyormuşçasına dalgalanıyordu. "Şu an ne düşünüyorsun Melis?"

Bilge Hatun öyle dalmıştı ki kendisine hitap edildiğini neden sonra anlayabildi. Yıllanmış çizgileriyle sırlarını belli etmezdi cadının güzel sureti, gene de biraz hazırlıksız yakalanmıştı. Oğlu hakkında konuşamazdı. Bu sırra yalnızca iki insan vakıftı ve başka hiç kimseye güvenemezdi.

Cadı cevap vermekte gecikince Melike, "Sende de annemde olan o ifade var," dedi. "Ne zaman beni düşünüyor olsa yüzü aydınlanırdı."

"Nehirimi düşünüyorum," diye mırıldandı kadın isteksizce. Bu kısmen doğruydu elbette.

"Senin evlatlığındı, değil mi?" Melike bunu üstelemedi. "Gel hadi, seninle biraz dolaşalım. Öğütlerine ihtiyacım var."

"Tolya Ana izin verirse yardımcı olayım," diye gülümsedi Melis vakur bir üslupla. Kızıl saçlarını parmaklarıyla tarayıp geriye attı. Ak Ana'ya kısa bir dua etti.

Konsey bahçesi kırlangıç şarkılarının, rüzgârın silkelediği ağaçların inlemesinin keşmekeşiyle dolmuştu. Sarsılan budanmış çalıların tepesinde uçuşan ateş böcekleri hava akşam karanlığına yaklaşırken çevreye mahzun bir aydınlık saçmıştı. Balçık koyusu bulutların arkasındaki mehtap, iffetini korumaya çalışan utangaç bir kız misali bir görünüp bir saklanıyordu.

Melike Bilge Hatun'u bahçedeki altın çardağa yöneltti. Buradaki duvarlar bel hizasında olduğu için ateş kuşlarıyla parlayan Nebil Saray Kenti'ni tepeden görebiliyorlardı.

Oturdukları zaman yüzlerce küçük bukleyle süslü ak saçları olan Melike suskunluğu bozdu. "Anlat bana Melis. Kuzeydeki olaylar hakkında ne düşünüyorsun? Onlar konusunda ne yapmalıyız sence?"

Melis kısa bir sürede düşüncelerini toparladı. "Bu Kardeşliği topraklarımıza kesinlikle sokmamalıyız Melikem. Bu insanlar vebayı kendileri yayıyorlar. Sonra mucize ilaçla ortaya çıkıp biz sizi kurtardık diyerek insanları kendi tanrılarına iman etmeye zorluyorlar."

Bilge Hatun daha evvelden Melike'ye vasiyetle ilgili tüm bilgileri aktarmıştı. Bu sırları bilen kadının ela gözlerinde kaygı mahfuz olmuştu. "En iyisi dediğin gibi temkinli olalım. Sınırlara gözcüler yerleştirmek iyi bir fikir olabilir. Ama ne kadar süreyle bu insanlar..."

Melis onun sözünü bitirmesine fırsat vermeksizin ayaklandı. İçgüdüsel bir davranıştı ama sezinlediği, yakındaki bir tehlikeydi. Eli gayriihtiyarî beline gitti lakin kılıcını bulamadı. Kızıl Cadı kıyafeti üzerindeyken normalde silahsız dolaşmasa da bugün toplantı yüzünden onu geride bırakmak durumunda kalmıştı.

Neyse ki iki saray hafizi bahçe kapısında bekliyordu. Onlara işaret edince adamlar koşarak yanlarına geldiler. "Bana kılıcını ver asker." Muhafızlar, şaşkınlıkla ayağa kalkan Melike'nin önünde eğildiler.

"Hünkârımızı ivedilikle içeriye götürüp konsey binasından uzaklaştırın. Hayatı tehlikede. Hümeyra, Belen Cadı ve diğer kimi bulursanız söyleyin çabuk buraya gelsinler. Yolda bulduğunuz askerleri de buraya gönderin," dedi Melis.

"Neler oluyor Bilge Hatun?" diye sordu Melike Tomris. Ak saçları etrafa şevk verici nurunu saçıyordu.

Melis askerin uzattığı kılıcı alıp kadına döndü. "Böyle davrandığım için beni affedin Melikem fakat can güvenliğiniz muhatara altındadır. Lütfen askerlerle gidin."

"Ben anlamıyorum, burada kim bana saldırmaya cüret..."

"Lütfen Melikem benim odaklanmam, güçlerimi toparlamam gerekiyor. Lütfen hafizlerle gidin."

Orta yaşlı kadın danışmanının çehresindeki ciddiyeti gördüğünde onun bu arzusuna boyun eğerek askerlerle birlikte bahçe kapısından binaya girdi.

Melis bahçenin ortasına geçerek bağdaş kurdu ve gözleri kapalı halde tek elinde kılıcı, diğer eli çimlerin üstünde varlığının kuytularına indi. Orada bulduğu oyuklarda saklanan güçle bağlı toprağın ruhunu kendi benliğine kundak şeklinde sardı. Biraz sonra toprağın ani uyarısıyla ayağa fırlayıp hızla dönerek kılıcını savurdu. Boynuna savrulmak üzere olan pençeli el kara kanlar fışkırtarak uçarken bir ciyaklama husul buldu.

Melis'in karşısındaki neredeyse insanı andıran yüzüyle, kapkara ve tüysüz incecik teninden kemikleri sayılabilen münfesih suratlı bir yaratıktı. Karakura kopuk eline aldırış etmeksizin tekrar saldırmaya kalktığında Melis bu defa Zemberek Dansı'yla tek ayağını geriye atarak çevresinde süratle döndü. Onun diğer bileğini de kolundan kopardı. Bu defa Melis'in tahmin etmediği bir şey oldu, yaratık olduğu yerde acıyla zıplamaya başladı. Bir çocuk gibi ağlayıp veryansın ediyordu. Karakuralar zihinleri olmayan kara büyüyle yaratılan canavarlardı. Benliklerini kaybetmişlerdi. Bu şekilde davrandıkları hiç görülmemişti.

Melis ona o denli odaklanmıştı ki arkasındaki adamı fark etmesi geç olmuştu lakin buna rağmen Keskin Kasırga adlı kılıç sanatıyla kendisini fevri geriye çekerek hasmıyla arasına mesafe koyarken karakuranın tek bacağını dizlerinin arkasından kesiverdi. Canavar yere devrilerek ıstıraplarla çırpınmaya koyuldu.

Karşısında tüm heybetiyle duran insan kılıklı yaratık ustura misali kanlı dişlerini gösteren tebessümüyle iki kulaç boyundaki bir devdi. Öne doğru attığı tek adımıyla toprak sarsıldı. Muhtelif darbelerle yırtıldığı aşikâr olan simsiyah gömleğinde ve kel başında kurumuş kan izleri mevcuttu. Gözleri makber karanlığına tutsak olmuş, pantolonu ise kısım kısım hırpanileşmişti. Pos bıyıkları yaralı yüzünün tamamını örtmüştü. Kolları normal bir insanın bacağının iki katı kalınlığındaydı, geniş omuzları içeri çökmüş gibiydi.

"Sen de kimsin?" diye sordu Bilge Hatun.

"Ben Baş Veis'im. Yedi Tanrılar'ın Ulu Dünya'daki yargıcı, celladı ve elçisiyim," dedi dev hiç beklemeksizin.

"Hayır, değilsin," dedi Melis onu dikkatlice inceledikten sonra. "Bütün veisler yarı layetlerden seçilir." Layetler Latenahi adlı Buğulu Diyar'da yaşayan ölümsüzlerdi. En belirgin özelliklerinden birisi gözlerinin renk değiştirmesiydi.

"Yanılıyorsun cadı," dedi Veis. Gülümsemesi daha canice bir hâl aldı. Bembeyaz parlayan teninde insanı huşuya düşüren bir hüsün olmasına karşın aynı zamanda iblislere yaraşır bir dehhaşlık kendisine mesken bulmuştu.

"Buraya neden geldin?" diye sordu Melis kılıcını önüne kaldırarak.

Veis karşısındaki ufacık görünen kadına karşı bir kahkaha attı. "Sual sorma kısmı bana ait cadı. Burada hayatı tehlikede olan sensin."

Bu sefer gülen Bilge Hatun oldu. "Nereye geldiğini biliyor musun veis?" diye sordu. Bilge Hatun benliğinin derinliklerindeki toprağın ruhuna dokundu. "Burada bana saldırmanı hiç tavsiye etmem."

Baş Veis onun ne demek istediğini idrak edememişti. Bu cadı, canını sıkmaya başlamıştı. Tek adımda onun karşısına dikilip gırtlağını sıkınca bakalım bu denli cesur olabilecek miydi? Lakin veis ayağını yerden kaldıramadı. Akabinde ellerine de hâkim olamadığını fark etti. Kıpırdayamıyordu.

Ayaklarının altındaki topraktan sırnaşan görünmez kızıl ağlar veisin bedenini muhasara etmişti. Bu iplikçikler onu boynuna kadar kuşatınca Bilge Hatun, adamın çevresinde yavaş adımlarla dönmeye başladı. Bu esnada yerde can çekişen karakuranın da boynunu uçurdu. Yaratık hareketsiz kalınca kirli kanı yeşil toprağın üstündeki çimleri kararttı.

"Bana... Bana ne yaptın?" diye sorabildi Baş Veis. Dudaklarını kıpırdatmakta bile zorlanıyordu. "Hiçbir büyü bana bir şey..."

"Ben bu toprakların koruyucusuyum," dedi Bilge Hatun tekrar onun karşısına geçerek. "Burada hiç kimse benim gücüme karşı koyamaz."

Hâlâ kurtulmak için çırpınıyordu ama nafileydi. Kızıl ağlar, sarmaşıklara dönüşmüştü; onun boynunu da sıkıyor, nefes almasını güçleştiriyorlardı. "Ama ben bir veisim, benim..."

"Sen veis falan değilsin," diye araya girdi Melis. "Veis olsan bile fark etmezdi, onların gücü de özlerinden gelir. Bir veisle daha evvel de karşılaşmıştım. Ama senin gücünde tuhaf bir şeyler var. Sen veis değilsin, senin gücün aynı bir büyücü gibi sana ödünç verilmiş. Şimdi söyle bakalım. Seni buraya kim yolladı?"

Baş Veis öfkeden köpürmüştü lakin hayatının elinden yavaş yavaş çalındığını anlayabiliyordu. En iyisi cadıyı konuşturup bundan kurtulmanın bir yolunu bulmaya çalışmaktı. "Buraya Yedi Tanrılar tarafından yollandım."

Melis hiddetle ona baktı, sanki onu oracıkta buharlaştıracaktı. Tamahkâr kızıl ışığı bütün bahçeyi doldurmuş, duvarların kenarlarında korkunç karartılar peydahlamıştı, bu gölgeler gitgide uzayarak adamı çepeçevre saran keskin pençeler halini aldı. Veis hayatında ilk defa korktuğunu anladı.

"Amacın neydi? Burada ne arıyorsun?"

"Onuncu Ak Cadı'yı bulup ona tanrıların adaletini sunmam gerekiyor," diye cevap verdi adam, soluğu gırtlağında kalmıştı.

"Neden?" diye sordu Kızıl Cadı. "Neden tanrılar onu öldürmek istesin ki?"

"Öldürmekten bahsetmediler," dedi Baş Veis dürüstçe. "Sadece adalet..."

"Ne biçim bir veissin sen? Yedi Tanrılar'ın adaleti yalnızca kanla olur, bunu bilmiyor musun? Hadi veislerin itaatkâr birer köle oldukları bellidir de kafası hiç çalışmayanını da ilk defa duyuyorum."

"Ben..."

"Demek buraya Ak Cadı'yı öldürmeye geldin," diye mırıldandı Bilge Hatun ondan çok kendine. "Neden acaba? Neden tanrılar Melike'nin ölmesini istesin ki?"

Melis bu sırada kızıl ağları gevşetti. Veis ise derin bir soluk alarak ciğerlerine bayram ettirdi.

"Neyse artık," dedi Bilge Cadı bu düşünceyi eliyle silkelercesine. "Seni hapsetmemiz lazım."

Melis birkaç dakika içinde özünden vücudunda kalan son parçasını toprakla yeniden bütünleyerek rüzgâra kapılan bir meşe yaprağının yalnızlığına büründü. "Dehak!"

Kadının avuçlarından toprağa uzanan kızıl buhar anında kayboldu. "Kıpırdamanı tavsiye etmem veis."

Adamın bedenini saran bağlar bir anda yok olunca bacakları ağırlığını taşıyamadığından yere devrildi ancak öfkesi hâlâ göğsünde yanıp tutuşuyordu. Bir hışımla ayağa kalktığında Bilge Hatun kılıcını onun yanağına savurdu.

Veis suratına inen darbeyle yeniden yere düştü. Elleri yerdeyken kalkmaya hamle ettiğinde toprağın kızıl ağları onu bileklerinden yere çiviledi.

Baş Veis buna inanamıyordu. Güçlerine kavuştuğundan bu yana hiçbir büyü onun bedenine işlememiş, hiçbir çelik onu kesememişti. Hiç yaralanmamıştı. Bu imkânsızdı. O, tanrıların eti ve kemiğiyle kutsanmıştı. Fakat şimdi suratında kılıcın açtığı yaradan akan kan yavaş yavaş yere damlıyordu. Uzun zamandır beridir ilk defa kendi kanını görmüştü, ilk defa acı duyuyordu.

"Senin güçlerin de kendi özünden geliyor," diye yanıtladı Bilge Hatun havada asılı kalan soruyu. "Bir cadı senin vücuduna bağlamalar yapmış. Seni bir veise benzetmeye çalışmış. Şimdi ise benim toprağımın azabı seni tekrar bir ölümlü hâline getirdi."

Bu esnada yirmi kadar hafiz silahlarını kuşanmış halde bahçe kapısında belirdi. Bilge Hatun'un emriyle veise fazla yaklaşmadan kapının önünde beklediler.

Kızıl Cadı veisi yerde bırakıp hafizlerle konuşmaya gitti. Adamın üzerindeki bağlamayı kaldırmamıştı. Veis hâlâ kımıldayamıyordu. Bilekleri toprağın özüne bağlıydı. Bilge Cadı istese bu adamı anında öldürebilirdi ama veisle ilgili cevaplanması gereken sorular vardı. Bir kere onu gerçekte kim göndermişti? Ak Cadı ile ne alıp veremedikleri vardı? Ona bu güçleri kim sağlamıştı? Ayrıca buraya kadar Bilge Hatun dahil, hiç kimseye görünmeden nasıl gelebilmişti?

Melis Hatun büyülü zindanı hazırlamaya giderken hafizlere adamı iyi izlemelerini, hareket ederse veya kaçmaya kalkarsa anında öldürmelerini söylemişti. Onlara adamın çok tehlikeli biri olduğunu ve mümkünse ona yaklaşmamaları gerektiğini de anlattıktan sonra hafizler yaylarını çıkararak hazır vaziyette beklemeye başladılar.

Hümeyra Hatun bahçenin duvarından olanları izliyordu. Başörtülü kadının üzerindeki koyu kahverengi elbise desensiz ve sadeydi. Bir cadı gibi görünmüyordu. Melike'nin kişisel danışmanlarından birisi olan ihtiyar Hümeyra Hatun'un gözleri bahçe kapısının önünde sıralanmış askerleri taradı ve en son yere çökmüş durumdaki adamın önünde kaldı.

'Beceremedi salak,' diye düşündü yaşlı kadın. Onca yıl Baş Veis diye etrafta dolanıp durmuş ama yine de kadının ona verdiği basit bir görevi başaramamıştı. Onu Melike'ye bu kadar yaklaştırmışken her şey berbat olmuştu.

Hümeyra yıllar önce veisi Mücevher Adaları'nda bulmuş, onu Kadimler'in bahşettiği güçlerle yenilmez bir savaşçı hâline getirmişti. Kimse şüphelenmesin diye ona Yedi Tanrılar'a hizmet edeceğini anlatmıştı. Veisi Aziler adına kullanarak yıllarca düşmanlarını yok eden Hümeyra, Ak Cadı'yı da ortadan kaldırmak istemişti. Hümeyra'ya göre çok da iyi bir plandı. Hiç kimse Kadimler'den şüphelenmeyecekti lakin Bilge Hatun'u pek hesaba katmamıştı.

Yine de bütün yaptığı planlarının boşa gitmediğini görmek onu sevindirdi. Bilge Hatun'un nasıl bir kudrete hükmettiğine kendi gözleriyle şahit olmuştu. Şimdiye kadar onun nelere kadir olduğunu bilmiyordu. Kızıl Cadı'nın karşısında bundan sonra daha temkinli davranması gerekecekti.

"Amus!" Özüne dokunarak büyülü sözleri söyler söylemez, bahçenin etrafındaki meşaleler aniden bastıran karabasanın karşısında hezimete uğradılar. Askerler ve veis zifiri karanlıklara mahkûm oldular.

Hümeyra arkasında iz bırakmayı sevmezdi. "Hess Patra!" diye tısladı. Parmaklarının ucundan fırlayan kara duman zincirler, perişan halde dört ayak üstünde duran veisin bedenini ansızın çevirdi, dev adamı anında iki büklüm etti. Biraz sonra boynundan gelen bir kemik çatırtısıyla birlikte Baş Veis yere yığılmıştı. Karanlık gözlerindeki ufak ışıltı da solmuş, terk edilmiş bir evin koyu camlarına dönüşmüştü.

Nasıl olsa hiç kimse bunu kimin yaptığını asla bulamayacaktı. Asıl adı Zerrin Cadı olan Hümeyra'nın başka planlar yapması gerekiyordu. Hedeflerine vasıl olmasına çok az kalmıştı.

SON...
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anatolya Günlükleri 1-Veis'in Arayışı
« Yanıtla #16 : 10 Kasım 2012, 12:48:43 »
Elinize sağlık gerçekten lezzet bırakan bir öykü oldu.

Türk mitolojisinin motiflerini burada görmek hayli güzel bir tecrübeydi. Albastı yorumunuza dair bir sorum olacak. Acaba mitolojiye birebir sadık kalınmalı mıdır? Yoksa ismi kullanarak çağrışımda bulunacak bir tasavvur yaratmak affedilebilir mi? (Çağımızı kasıp kavuran 'elf' unsuru göz önüne alınırsa...) Fikrinizi öğrenmek isterim.

Son olduğuna inanası gelmiyor insanın, devam edecek misiniz?
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anatolya Günlükleri 1-Veis'in Arayışı
« Yanıtla #17 : 12 Kasım 2012, 11:06:48 »
Yorumunuz için çok teşekkür ederim.

Sualinize yanıt bulmaya çalışayım:

Bana göre yaratıcılık her zaman çok önemlidir: mitolojiyi kendi hayal gücünüzle harmanlamak... Bu sizin yaratıcı olduğunuzu gösterir. Herkes gidip belli bir basmakalıp hakkında bir şeyler yazabilir ama bunu yeniden ele alıp kendinden yeni bir şeyler katmak zordur ve dediğiniz gibi cesaret ister. (Mesela Elf meselesi)
Belki bu, bazısının hoşuna gitmeyebilir ki bana hiç böyle bir şikayet gelmedi şimdiye kadar. Benim öykülerimde, kitaplarımdaki neredeyse bütün unsurların eski Türk efsanelerinde adı geçer ama ben birçoğunun sadece adını alıp arka planını, efsanesini yeniden yazdım, tabii ki kendi oluşturduğum atmosfere uyum sağlamasına da dikkat ederek. Yukarıdaki karakura ve albastılar gibi.

Ayrıca sorduğunuz ikinci soruya cevaben bu öykü zaten benim ilk kitabımın öncesinde geçen kısa bir olayı anlatıyor. Yani zaten öykünün devamı Anatolya Efsaneleri kitabımda geçiyor: http://www.kayiprihtim.org/forum/anatolya-efsaneleri-serhan-vural-t13778.0.html
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Anatolya Günlükleri 1-Veis'in Arayışı
« Yanıtla #18 : 01 Aralık 2012, 00:43:41 »
Güzel bir hikaye olmuş, ellerinize sağlık. İlk kitabı -artık- okumuş olduğumdan çoğu şeyi anlamam çok daha kolay oldu benim için. Aldığım keyif de doğru orantılı olarak arttı haliyle.

Bilge Hatun'u az çok tanıyorsam bu esrarengiz ölümün sorumlusunu ne yapar eder bulurdu. Ama o zaman da kitaptaki olaylar farklı gelişirdi tabi.

Kaleminize sağlık.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı burak

  • *
  • 11
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anatolya Günlükleri 1-Veis'in Arayışı
« Yanıtla #19 : 03 Aralık 2012, 09:03:42 »
Bundan yeni haberim oldu. Çok güzel sonlandı. Bilge Hatun'un ne kadar güçlü olduğunu da görmüş olduk. Kitapta bahsetmiştiniz ama hiç göstermemiştiniz. İkinci kitabınızı merakla bekliyorum.

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anatolya Günlükleri 1-Veis'in Arayışı
« Yanıtla #20 : 04 Aralık 2012, 17:06:11 »
Teşekkürler, İhsan Bey. Hoşunuza gitmesine sevindim. Öykü bir çeşit kurgu tamamlayıcıydı zaten. Biliyorsun ki Bilge Hatun her şeyi bilen biri değildir. Sonuçta burnunun dibinde uzun yıllardır yaşayan birinin aslında dostu olmadığını da fark edememişti.

Zaten kendine has bir öykü gibi oldu bu. Ay Kadın gibi :)

burak: İkinci kitabım inşallah yılbaşından sonraki aylarda çıkacak.
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.