Kayıt Ol

Anlatılmayan Öyküler

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Anlatılmayan Öyküler
« : 24 Ocak 2014, 15:55:57 »
Orta Dünya tarihinde bir çok olay meydana gelmiştir... Kimini hatırlayan olmaz. Bazısını da hatırlayan azdır. Öyle ya da böyle tüm yaşanmışlıklar zamanla öyküye dönüşür. Sonra efsane olur.

Efsanelerin sorunu; belli bir gerçekliğe dayanması ama abartılar ve yaşanmamışlıklarla bozulmuş olmasıdır. Bu yüzdendir ki orta dünyanın tarihi yazılmıştır kitaplara; gelecek nesiller doğrusunu öğrensin diye.

Lakin anlatılmamışlar vardır... Yazılmamışlar... Unutulmuşlar...

Tüm orta dünya meraklılarını bu anlatılmamış öyküleri okumaya çağırıyorum.

BİRİNCİ BÖLÜM

"Tautári!"

Uzun açık kumral saçları olan genç bir dişi elf neşeyle döndü. Uzunca bir süredir, Eregion'da kurulmuş büyük elf şehri Ost-in-Edhil'in surlarından dış topraklarını izliyordu.

Elf beyinin Tautári'de  ilk dikkatini çeken şeyi gökyüzü gibi masmavi gözleri değil, aydınlık ve ışık saçan çehresiydi. İster istemez gülümsedi. Bu, kızın etkisiydi. Yanında bulunduğu herkesi neşelendirir, keyifli hissettirirdi. Bu yüzden de elfler ona 'neşe getiren' diyordu.

Tautári genç bir elf olabilirdi ama bu, elflerin yaşam ve zaman döngüsü için geçerliydi. Bir insan veya cüce için bile hayli yaşlı biriydi. İkinci çağın başlarında doğmuştu. Yumuşak çehresine rağmen istediğinde sert bakan bakışları ile tehlikeli olduğunu açık edebilirdi.

"Im gelir ceni ad lín" dedi elf beyi. Celebrimbor uzun boylu ve güçlü bir elf beyiydi. Uzun esmer saçını çoğu elfin aksine, bazı zamanlar toplamayı tercih ederdi. Demircilik yetenekleri herkesin dilinde olsa da o, büyükbabasını da geçmek istiyor, kalbinde gelmiş geçmiş en büyük demirci ustası olarak anılmayı arzuluyordu.

"Ben de sizi gördüğüme sevindim Efendi Celebrimbor."

"Biliyorsun. Burada her zaman hoş karşılanacaksın Neşe Getiren. Ama korkarım ki bu seferki geliş sebebin dostlarını ziyaret değil?"

Tautári gülümsedi. Hafifçe gözlerini devirdikten sonra elf beyinin gözlerinin içine baktı. "Benim gelişlerimin hep bir sebebi vardır. Hepsi de dostlarımı görmek için bir bahanedir. Ama haklısınız. Bu seferki geliş amacım gözlem yapmaktır."

Celebrimbor güçlü ellerini birleştirdi ve derin bir nefes aldı. Yüzünde rahatsız bir ifade barındırıyordu ama genç elf buna aldırmadı. Zira son derece özgür ve dik kafalı bir ruhu olduğu için başkalarına verdiği rahatsızlığa aldırmazdı. Gerekli her şeyi açık açık söyler, yapılması gerekeni yapardı. Ama asla karşısındakine saygısızlık etmezdi. "Efendi Gil-Galad seni casusluk etmen için mi gönderdi?" Tautári küçük bir kahkaha attı. "Efendi Gil-Galad sizin düşmanınız mı ki beni casusluğa yollasın. Hayır. Aslında beni kimse yollamadı. Ben kendim geldim. Zira mellon dediğinizden hala şüphe ediyorum."

Elf beyi genç elfe bakıp gülümsedi. "Tam sana göre bir hareket. Bırakalım şimdi fikir ayrılıklarını. Tolo ar nin. Sana bir hediyem var."

Tautári elf beyinin ondan istediği gibi, ona katıldı ve birlikte sarayın altına inşa edilmiş demir atölyelerine indiler. Söz konusu madencilik, demir işleme gibi zanaatlar olunca bunların çıktığı yerlerde de hiçbir farklılık olmuyordu. İster elf, ister cüce, isterse insan demir atölyeleri olsun, hepsi hemen hemen aynı görünüyordu. Tautári böyle zamanlarda tüm bu ırkların çok da farklı olmayabileceğini düşünüyordu. Ama hemen aklından bu fikri atıyordu. Zira böyle şeylere bakılarak böyle sonuçlara varmak aptallıktı. Elbette ki hepsi de çok farklıydı.

Eritilmiş demir ve çeliğin, terlemiş elf demircilerinin ellerinden şekillendiği odayı geçtikten sonra kısmen daha serin bir odaya geçtiler. Burası bir demir atölyeden ziyade çalışma odası gibiydi. Çobanpüskülü ağaçlarından- Eregion ormanları bunlarla doludur- yapılmış, işlemeli bir masa ve sandalye vardı. Bunun dışında tüm duvar raflar ve onun içinde çizimlerle dolu kağıtlar ile doluydu. Muhtemelen bir mücevher veya silah tasarlamak için burayı kullanıyordu. Odanın dağınıklığına bakılırsa da Celebrimbor çok düzenli biri sayılmazdı. Ama hey! Kim oluyordu ki onu eleştirecekti? Herkesin kendisine göre bir düzeni vardı. Tautári bile söz konusu el işiyle yapılan bir şey oldu mu etrafı dağıtmaktan geri durmazdı.

Celebrimbor dağınık masasının üzerindeki devasa kağıt çizimleri karıştırıp, bir kısmını da yerlere atıp, aradığını buldu. Güzel bir lacivert kutu tutuyordu.  Dikdörtgen kutunun üzerindeki kumaş insana dokunma isteği uyandırmıştı. "Umarım beğenirsin."

Tautári kutuyu şaşkınlıkla aldı. Böyle bir hediyeyi beklemiyordu. Kutuyu salladığında oldukça hafif olduğunu gördü. Sanki kutu boş gibiydi. İçinden bir şakaya mı kurban gittiğini düşündü. Zira bazı zamanlar Celebrimbor dahil bir çok kişiye şaka yapardı. Sonunda biri ona geri dönüş yapıyor olabilirdi."Bu hediyeyi hak etmek için ne yaptım?"

"Tautári iyi bir mellon. Ve düşüncesinin aksine onun fikirlerine Annatar'ın fikirlerinden daha çok önem veriyorum. Aç lütfen.

Tautári memnuniyetle kutuyu açtı. İçinden bir çift bileklik çıktı. Üzerlerine birer mavi yakut konmuştu. Gümüşe benziyorlardı ama değildi. Genç dişi elf bilekliklerden birini eline aldı. "Çok hafif." dedi. Elf beyi memnun bir şekilde gülümsedi. "Çünkü o bir mithril." Tautári'nin gözleri kocaman açıldı. Hakkında onca şey duyduğu mithril demek buydu."Çok güzeller. Böyle kıymetli bir şeyi benim için harcamanız büyük bir şeref. Rim hennaid!"

"Söylediğim gibi." Demirci kızın elindeki kutuyu ve bilekliği aldı ve kendi elleri ile Tautári'nin bileklerine taktı. "Tautári iyi bir mellon. Dostlarımız için yaptıklarımız her zaman yetersizdir."

***

Ost-in-Edhil'in güney kısmında surları takip eden kuşakta, minik tepelerin üzerine kurulmuş bir veranda vardı. Taş kubbesi ahşap ile kaplanmıştı. Buradan tüm Glanduin nehrini ve ormanı izlenebiliyordu. Tautári ne zaman Eregion'a gelse buraya gelir, uzakları izler, hayaller kurardı. Güneye gitseydi ne bulurdu? Veya kuzeye? Ya doğu ve batı? Gidebildiği kadar uzaklara gitse, Arda'nın her toprağına ayak bassa ne olurdu? Sonuçta madem elfler Arda'ya olan sevgisinden burada kalıyorlar, o zaman her köşesini keşfetmeleri gerekmez miydi? Ne diye bir yere sabitlenip, orada kök salıyorlardı ki? Şehirler inşa edip, sınırlar çekiyor ve kendi hallerine gününü gün ediyorlardı. Bunu pekala, Valinor'da da yapabilirlerdi. Muhtemelen iki taraftaki yaşam elfler için çok büyük fark yaratmazdı. Belki biraz daha huzurlu ve kansız olurdu.

"Mae govannen" dedi ipeksi bir ses. Tautári arkasını dönünce sarı uzun dalgalı saçları olan çok güzel bir kadınla burun buruna geldi. Yüzü gençti ama gözlerine bakınca çok uzun süredir yaşıyor olduğunu görebiliyordu. "Mae govannen Ak Hanım."

"Varlığınızdan memnunum. Daha sık ziyaret etmelisiniz." Galadriel gülümseyerek genç kıza yaklaştı. Ortalama bir boyu olan Tautári kadına, bir cücenin gözlerinden bakıyormuşçasına baktı. "Manen orchal le?" Bu soru üzerine Galadriel'in gülümsemesi genişledi. "Ciddiyim. Sanki her gördüğümde boyunuz biraz daha uzuyor." Tautári  haklıydı. Galadriel bir kadın olmasına karşın çok uzun boyluydu. "Babam ve ağabeyimden sonra ve elbette Efendi Cirdan'dan sonra gördüğüm en uzun boylu kişisiniz." Galadriel bir yorum yapmayınca Tautári  kadını süzüp bilmiş bilmiş baktı. "Man anírach cerin an le Altáriel?"

Galadriel'in yüzü ciddileşti. "Buraya her gelişinizde kalbimde bir korku fısıltısı duyuyorum."

"Anlamadım?"

"Hediyeler getirenin varlığından memnun değilsiniz. Kendisine güvenmiyorsunuz. Aynı Efendi Gil-Galad ve Elrond gibi."

"Bu bilgiye kendisi bile vakıftır. Fakat ben sizin nereye varmaya çalıştığınız anlayamadım."

"Demek istediğim şu ki şehrine davet etmiş olsa da Efendi Celebrimbor Annatar'a tam olarak güvenmiyor ama onun demircilik konusundaki bilgisine açlık da çekiyor. Onu bu yüzden kabul etti. Ben ise zaman geçtikçe bir kötülüğün yaklaştığını hissediyorum. Siz ise son zamanlarda daha sık gelir oldunuz. Bunun kötüye alamet olduğunu düşünüyorum."

"Neden benim gelişimle?"

"Genç yaşınıza rağmen gizliyi sezme gücünüz çok kuvvetli. Kolay kolay kandırılamayacak bir iradeniz var. Siz de ben gibi bir kötülük seziyor ve sanırsam bu kötülüğün, en azından bir parçasının, burada şekillendiğine inanıyorsunuz."

Tautári sıkıntılı bir iç çekti. Ne diyebilirdi ki? Galadriel haklıydı. Annesi gibi o da huzursuzlanmaya başlamıştı. Bu adamın bir gün çıkıp gelmesi ile birlikte başlamıştı her şey. Etrafta geziyor, elf şehirlerine girmek ve oradaki hanım ve beyler ile dostluk kurmak için çabalıyordu. "Şüphelenmem doğal değil mi? Hangi adam kendine hediye veren ismini takıp, etrafa hediyeler saçar? Hangi amaçla? Mantığım almıyor!"

"Kimi elf onu Valar'ın elçisi olarak görüyor."

"Ya siz?"

"Ben mi? Hayır. İrfan sahibi mi? Evet. Gizli amaçları olan biri mi? Olabilir. Şu an bir şey söylemem için çok erken."

"Anlıyorum. Güzel Galadriel de onun sözlerinin etkisi ile muhakeme yeteneğini kaybetmiş."

Galadriel başka bir şey söylemedi. Zira genç Tautári'nin yüreğinde büyüyen korkuyu görebiliyordu. Şu saatten sonra söylenecek her şey onu daha da endişelendirmeye yarayacaktı.

İKİNCİ BÖLÜM

Lindon. Ered Luin'in kıyıya bakan tarafında yer alan büyük elf krallığı Yüce Noldor Kralı Gil-Galad'ın önderliğinde varlığını sürdürüyordu. Lindon büyük bir krallıktı ve bir çok önemli elf beyinin de yaşamını sürdürdüğü yerdi. Kral Gil-Galad krallığın kuzeyinde Forlindon'u kendine mekan edinmişti. İlk uyanan elfler arasında olan gemi yapımcısı Cirdan ise Lune nehrinin ağzına inşa ettiği Gri Limanları yönetiyordu. Bu liman Arda'yı terk etmek isteyen elfler için bir çıkış kapısı görevi görmeye başlamıştı.

Gil-Galad uzunca bir süre Gri Limanlarda kalmış ve sonunda Forlindon'a geri dönmüştü. Cirdan ile görüşme amacı istişareydi. Zira kulaklarına hoş olmayan fısıltılar geliyordu. Kalbinde huzursuzluk kıpırtıları başlayınca bu büyük elf ile görüşmesi gerektiğini anlamıştı. Aslında buna sebep genç bir elf idi.

Noldor'un Yüce Kral'ı kapanmaya başlayan gökyüzüne baktı. Kuzeyden gelen soğuk, uğursuz bir rüzgarı ensesinde hissedince ürperdi. Artık denizin kokusu almıyordu. Oysa en sevdiği şey, nerede olursa olsun denizin o güzel tuzlu kokusunu ciğerlerine çekebilmesiydi.

"I amar prestar aen, han mathon ne nen, han mathon ne chae a han noston ned \'wilith..."

Gil-Galad'ın gözleri büyüdü. Kulakları dikkat kesiliverdi. Kafasının içinde, uzak ama tanıdık yuvadan bir ses yankı yapıyordu. Gözlerini kapattı. Bir çift tanıdık masmavi göz ile karşılaştı. Sonra o gözlere yanak, alın, çene, bir yüz için gerekli ne varsa, katıldı. Uzun kumral saçlı bir elf kızıydı bu. Saçları özgürce salınmıştı ama bu tamamen salınmış demek değildi. Saçları yüzünü örtmesin diye tüm fazlalıkları toplayıp geri atmış ve bunu da görünmeyen tokaları ile sabitlemişti. Bu saç şekli ona hafif vahşi ve asi bir görünüm veriyordu.

"Annatar geldiğinden beri Eregion'da çok şey değişmiş." dedi Tautári. "Ama korkarım değişim bununla da kalmayacak. Efendi Celebrimbor eşliğindeki demirci elfler, Annatar önderliğinde büyülü oyuncaklar yapıyorlar. Ama bu oyuncaklar daha güçlülerinin, daha büyüklerinin yapılacağına işarettir."

"Annatar nasıl bir oyun oynuyor bilmiyorum ama süslü sözleri ile en arif olanların bile aklını çelmeyi başarmış. Vatanımıza olan özlemimiz bizim zayıf yanımız ve Annatar bu zayıflığı kullanıyor. Neden elflere sihirli oyuncaklar yapmayı öğretiyor? Bundan çıkarı nedir? Bunu hala anlayamadım."

Tautári şimdi tepeden geniş bir alana bakıyordu. Efendi Celebrimbor ve Annatar hararetli bir şey konuşuyorlardı. Annatar uzun esmer, hafif dalgalı saçlı, beyaz parlak tenli ve beyaz gözlü olan uzun boylu bir elfti. En azından elf görünümünde bir kişiydi. Tautári ne görüyor ise Gil-Galad'da görebiliyordu. Onun kadar net değildi elbette. Buğulu ve parça parçaydı.

"Annatar'ın amacı her ne ise, iyi bir şey olmadığına dair büyük bir inancım var. Bunu somut delillere dayandırabilir miyim? Hayır. Fakat sezgilerimin kuvvetli olmasına dayanarak iyi bir şey olmadığını söyleyebilirim. Umarım siz büyük elf beyleri, uyarılarımı dinler ve bir şey yaparsınız. Zira haklı isem o zaman Arda'nın ırklarının hayatları değişecek. Sonsuza kadar."

Gil-Galad tekrar gözlerini açtığında yeniden evini görmeye başladı. Uykudan uyanmış gibiydi. Bir süre sessizce denize doğru baktı. Kederli bir iç çekti. "Annatar." dedi.

"Annatar ile ilgili bir sorun mu var Efendi Gil-Galad?" Elrond endişeli bir ifade ile krala yaklaştı. Yarı Elf olan Elrond, Gil-Galad'ın sağ koluydu. Vakti gelince Valar ona ve ikizine seçim şansı sunmuş ve Elrond elf olmayı seçerken kardeşi Elros'da insan olmayı seçmiş ve Numenor insanlarının ilk kralı olmuştu. Bir insan için uzun zaman önceydi. Bir elf için ise unutulacak kadar uzun bir zaman değildi.

"Tautári Eregion'a gitmiş." dedi Gil-Galad.

Elrond için yeni bir haber sayılmazdı. Omuzlarını silkti ve gülümsedi. "Evinden ziyade orada zaman geçiriyor gibi."

"O da bizim gibi Annatar'a güvenmiyor. Bize haberler gönderdi. Uzunca bir süredir büyülü nesneler yapıyorlarmış."

Elrond'un yüzü gerildi ve bir adım ileri atıldı. "Nasıl büyülü?"

"Tam olarak bilmiyorum ama Tautári için onlar sihirli oyuncaklar. Zararlı olduklarını sanmam. En azından bizler için."


"O zaman dahası da gelecek? Daha güçlüleri. Oyuncak olarak tabir edilmeyecek şeyler."

"Evet. Tautári'de bundan şüpheleniyor. Aslında bundan emin."

"Belki onlarla konuşmalısınız?"


"Konuşmak?" dedi Gil-Galad. Acı acı gülümseyip surlara yanaştı ve oturdu. "Daha önce yapmadığım bir şeymiş gibi konuşuyorsunuz. Çok kez uyardım ama dinlemediler. Celebrimbor büyükbabası Fëanor'u geçmek için her şeyi yapar."

"Bu durumda izlemekten başka çaremiz yok?"

"Yok." dedi kral hüzünlü bir şekilde.

***

Birkaç haftanın ardından artık eve dönme kararı alan Tautári dostları ile vedalaştıktan sonra atına atladığı gibi şehrin kapısına gitti. Kapının hemen dışında Ak Hanım Galadriel duruyordu. Galadriel gülümseyerek kızı karşıladı ve başının hafifçe eğerek selam verdi.

"Ben de sizi göremeden gideceğim için hüzünlenmiştim."

"Size veda etmeden gitmenize göz yumamazdım." dedi Galadriel. "Merak etmeyiniz. Uyarılarınıza kulak asacağım. Bir gözüm hep Annatar'da olacak.

Tautári mahcup bir şekilde gözlerini devirdi. "Siz ariflerin yanında benim bilgeliğim olur mu? Haddimi aşan sözler söyledim. Bağışlayın."

"Hayır, Neşe Getiren. Yaşınızın üzerinde bir olgunluk ve bilgelik taşıyorsunuz. Asla bunu küçümsemeyiniz. Annenize sevgilerimi iletin. Onun dostluğunu özlüyorum. Korkarım kendisini bir süre daha göremeyeceğim."

Tautári başıyla onayladı. Galadriel kızın kahverengi atına dokunup okşadı ve tekrar kıza baktı. "Namárië. Dan, ú-\'eveditham, Tautári. En azından uzunca bir süre."

***

Tautári birkaç gündür yoldaydı. Olağan şartlar bu yolları severek teperdi ama babası tarafından aldığı çağrı yüzünden derhal eve dönmesi gerekiyordu. İçi sıkılmıştı. Sorun olduğunu düşünmeden edemedi. Zira acil olarak gelmesinin istenmesine sebep neydi, kestiremiyordu. "Şimdi uçabilsem ne güzel olurdu." dedi. Birkaç saniye geçmişti ki doğudan gelen bir rüzgar gözlerini kapamasına neden oldu. Zira kuvvetli bir rüzgardı. Daha sonra ise duyduğu ses çok tanıdıktı. Güçlü kanat sesleri eşliğinde Thorondor, tüm kartalların efendisi, Manwé'nin habercisi gelmişti.  

Thorondor yere konunca rüzgarda kesilmişti. Böylece genç elf gözlerini açabildi. Karşısında devasa kartalı görünce şaşırdı. "Ciddi misin? Bu kadar da tesadüf olmaz." dedi.

"Değil zaten." diye cevapladı Thorondor. "Bir süredir gözüm üzerinde idi."

"Ve gelmek için benim az önceki sözü söylememi mi bekledin."

Thorondor bir kartaldı. Bir kartal yüzüne sahipti. Elf, insan ya da cüce gibi mimikleri yoktu ama bu gülmesine engel olmadı. "Sen çağırmadan gelmemin bir manası yok."

"İyi öyleyse. Beni eve uçur büyük Thorondor! Komik ve güçlü; kartalların efendisi!"


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Tautári elleriyle saçlarını düzeltti. Kartalların efendisi uzaklaşırken kızgın bir şekilde onu izledi. "Kasıtlı yaptığına şüphem yok!" dedi. Gelirken çok kez manevra yapmış, hızlanmış, garip yerlerden geçmiş ve bunun sonucunda da saçı başı dağılmış, karışmış ve aralarına, kendisinin dahi bilmediği, şeyler girmişti. "Iyy bu nedir!" Saçının arasında balçığa benzeyen, kurt şeklinde bir şey çıkardı. "Yaşıyor mu bu?" Görünürde canlı gibi değildi ama emin de olamadı. Bir kenara fırlattıktan sonra kemerli kapıdan geçti ve krallığın sınırlarına ilk adımını attı. Şu saatten sonra burada olduğunu bildiklerini biliyordu. Bu yüzden çok fazla acele etmeden etrafın tadını çıkarta çıkarta ilerledi.

Her yerde genç-yaşlı devasa ağaçlar vardı. Genelde bu ağaçların tepesine mavi kelebekler yuva yapardı. Orman bol bitki ve sayısız türde çiçeklerle süslüydü. Her çeşit hayvanın kol gezdiği bu ormanda huzur var yaşam vardı. Yeşil Orman Arda'nın en devasa ormanıydı ve büyük elf krallıklarından biri olan Orman Diyarı'da bu ormanın üzerine kuruluydu. Burası birkaç yüz yıl önce soylu bir elf olan Oropher tarafından kurulmuştur. Doriath'ın yok oluşunun ardından kısa bir süre Lindon'da ailesi ile birlikte Efendi Cirdan'ın yanında kaldıktan sonra bazı Doriath'lı Sindar elflerini de yanına alarak bu topraklara gelmiş, buradaki Silvan elfleri üzerinde olumlu etki bırakması sayesinde kralları olmuştu. Böylece dağınık ve kabile hayatı yaşayan orman elfleri artık bir krallık haline gelmişti.

"Mae govannen, Araniel!" İnce ve çevik yapılı bir erkek elf kıza yaklaştı. Kumral saçı salınmış ama bir kısmı örülmüş bir şekilde arkadan topluydu. Gözlerinin rengi de saçları gibi açık kahverengiydi. Tautári bu gözlere ne zaman baksa ağaçlar aklına geliyordu.

"Mae govannen, Arveldis!"
dedi genç kız. Arveldis, muhafızların başıydı. "Babam sarayda mı?" Komutan başıyla onaylayınca arkadaşının omuzunu sıvazlayıp ormanın kuzeyine doğru yol aldı. Olağanda orman elfleri saray içinde yaşamazlardı. Onlar Lothlorien'de olduğu gibi ağaçların üzerlerine inşa ettikleri evleri vardı. Fakat kral ve ailesinin kaldığı yer saraydı. Sarayın birden fazla işlevi vardı. En önce yönetimin daha merkezi ve kurumsal bir yapıya bürünmesi amaçlanmıştı. Sonra da kraliyet hazinesinin saklanması düşünülmüştü. En önemli işlevi ise tehlikeli durumlarda orman elflerinin buraya sığınmasıydı. Saray devasa bir mağaranın içine inşa edildiği için savunulması kolay bir yer ve sağlam bir barınaktı.

Tautári uzun bir yürüyüşün ardından geldiği saray kapısını geçtiğinde yüzlerce odadan oluşan bir mağaraya girmişti. Güneş ışıkları içeriği aydınlatıyordu. Oldukça havadar ve iç ferahlatıcı bir mekandı. Oysa her mağara böyle olmayabiliyordu. Örneğin Goblin mağaraları kesinlikle bu güzellik ve estetikten uzaktı. Mağara içindeki kapılar büyü ile açılıp kapanırdı. Ormanın sınırları da zaten büyüyle korunuyordu. Genç elf Arveldis'in önüne geçmesi ile yolunu değiştirdi. Amacı dinlenme odasına geçmekti ama belli ki babası orada değildi. Komutan, onu doğrudan Kral'ın Salonuna götürdü. Burada yürürken dikkat etmek gerekirdi zira yürünen yol bir patikayı andırır şekilde dar ve uzundu. Ondan sonrası ise mağaranın içlerine doğru bir uçurum. Muhtemelen yer altı nehrine veya zindanlara doğru bir yolculuk olurdu.

Kral Oropher tahtında oturuyordu. Upuzun boyu, gümüş-sarı saçları ve masmavi gözleri ile yakışıklı bir elfti. Eğer sonbahar olsa idi orman elflerinin geleneği üzerine başına yaprak ve dallardan yapılma bir taç takardı. Ama şimdi bahardı. Bu yüzden tacı da yoktu. Koyu yeşil bir kıyafet giyiyordu. Sol işaret parmağında beyaz altından yapılma ağaç dalları içine oturtulmuş açık renkte mavi bir mücevher vardı. Bu onun kral olduğuna dair bir alametti. Bu ormana geldiğinde de bu yüzüğü takıyordu. Fakat yüzüğün kim tarafından, ne zaman yapıldığı bilinmiyordu. Yüzük parmağında ise gene beyaz altından yapılma başka yüzük vardı. Sanki ağaç dalları parmağı sarıyormuş gibiydi.

Kral'ın karşısında ise başka bir erkek elf vardı. Uzun esmer saçlarında yıldız varmış gibi parlıyordu. Teni hafif kavruktu. Gözleri ise yemyeşildi. O da kral gibi bir Sindar elfiydi. Onu tanıyordu. Çünkü babasının dostuydu. Amdír, batılarındaki Anduin nehrinin yanında kurulan Lorien'ın kralıydı. Kral Oropher ve Kral Amdír birlikte Doriath'da yaşamışlar, birlikte büyümüşler, birlikte savaşmışlardı. Doriath yıkılınca Oropher gibi o da doğu topraklarına gelmiş, Oropher burayı kurarken o da Lorien'i kurmuştu. İkisinin bir başka ortak yanı ise ikisinin de Sindar elfi olmasına rağmen yönettikleri elflerin Silvan olmasıydı.

Arveldis kralları selamlayıp bir kenara çekilirken Amdir'de kıza dönüp sevecen bir şekilde gülümsedi. "Araniel! Seni gördüğüme sevindim. Korkarım geç gelen kavuşmamız hızlı bir ayrılıkla son bulacak."

"Gidiyor musunuz?"

"Maalesef. Bir süredir buradayım. Baban ile konuşmak istediğim bir şey vardı. Şimdi geri dönmem gerek."


"O zaman ilk fırsatta ben, güzel Lorien'i ziyaret ederim." dedi genç elf gülümseyerek. Amdir başıyla onayladı. "Mutluluk duyarım. Şimdi müsaadenizle dostlarım. Eve dönüş yolculuğum başlamalı. Misafirperverliğiniz için teşekkür ederim."

Oropher tahtından kalkıp dostunun yanına indi. Elini adamın omuzuna koydu. "Her zaman dostum."

Amdir komutanın eşliğinden saraydan çıkarken Kral Oropher kızına döndü. "Gelmişsin. Düşündüğümden daha erken geldin."

Tautári gülümsemesine şirinlik kattı. "Sevgilim babam beni acilen çağırmasaydı düşündüğü gibi daha geç gelirdim."

"Çağırmak mı?" Kral Oropher şaşırarak kızına döndü. Tok, kalın sesiyle "Ne çağırması?"

"Bana senin adınla mektup geldi. Hemen eve dönmemi emreden." Tautári cebinden kağıdı çıkartıp babasına uzattı. Oropher mektubu okuyunca tebessüm etti. "Mektup buradan çıkma ama benden değil." deyip kağıdı kızına geri uzattı. O zaman Tautári mektubun kim tarafından gönderildiğini anladı. "Gerçekten de şimdi sinirimi bozdu!"

Kral küçük bir kahkaha attı. Genelde kişileri sinirlendiren kızı olunca onun sinirlenmesi komiğine gidiyordu. Çünkü başkalarını sinirlendirme hakkını kendinde görür ama başkalarının onu sinirlendirmesi gibi bir hakkı olmadığına inandığına dair bir izlenimi vardı. "Her şeyin karşılığı vardır, güzel kızım."

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

"Babamın ağzıyla mektup gönderip, beni aceleyle eve çağırman yok yakışıksız bir davranış!"

Tautári içeri girer girmez söylenmeye başlamıştı. Ama hobi odasında hiç kimseyi göremeyince şaşırdı. Oysa ağabeyinin burada olduğundan emindi. Ona öyle demişlerdi. Hobi odasını iyice taradı. Burası diğer odalar gibi mağara içine oyulmuş bir alandı. Sütunlar, küçük kitap rafları, üzerinde el işleri yapılan bir masa ve odanın hemen köşesinde duran onlarca kristal bardak. Kristal bardak müziği, içine belli oranlarda sıvı konarak hazırlanmış bir düzine, çeşitli boylarda, bardağa dokunarak ya da gümüş çubuklarla vurularak yapılan bir müzikti. Annesi bu konuda çok becerikliydi ama kendisi bu beceriyi almamıştı. O sadece eli ile birkaç nota çıkartabiliyordu ama iş çubukla çalmaya gelince, işte o zaman tüm bardakları param parça ediyordu.

"Bu kadar yaygara koparmana gerek yok." dedi kalın ve etkileyici bir ses. "Bir an önce gelmeni istedim. Kardeşimin güvenliğinden endişe etmem doğal."

Thranduil elinde bir kitap ile duvarın arkasından dışarı çıktı. Babası kadar uzun boyluydu. Omuzlarına kadar gelen sarı-gümüş saçları ve masmavi gözleri vardı. Kalın siyah kaşları ile aynı babası gibi duruyordu ama tek farkla; bakışları ona nazaran biraz daha sertti.

"Ne o, saklanıyor muydun?" Genç elf başını hafifçe yana eğdi ve alaycı bir tebessümle karşılık verdi. Kitabını masanın üstüne koydu. Kristal bardaklara yaklaşıp çubukları aldı. "Nasıl gitti?"

Tautári kendini hemen ağabeyinin yanındaki sandalyeye attı. "Rahatsız edici. Bu sefer Annatar ile bir sorun yaşamadım. Olabildiğince benden uzak durdu. Galiba beni sevmiyor." Thranduil kız kardeşine baktı. Kızın yüzünde yapmacık bir hüzün vardı. Gülümsedi. Bardaklarına geri döndü. "Nasıl biri?" Genç elf daha önce çok kez Annatar'ın ismini duymuş ama yüz yüze karşılaşmamıştı. Ama son zamanlara kadar kendisinden hiçbir merak uyandırmayı başaramamıştı. Eregion'a geldiği gibi Orman Diyarına'da gelmiş, girmek için izin istemişti. Fakat babası Oropher, Gil-Galad'ın çağrısına uyarak onu kabul etmemişti. Tüm bunlar yaşanırken de kendisi Gri Dağlar ile Demir Dağlar arasındaki Gundabad Dağına gitmişti. Orklar o zamanlarda sık sık Yeşil Orman'ın kuzey batısından içeri sızmaya çalışıp, halkına saldırmıştı. Bu yüzden Arveldis ve bir öbek elf savaşçı ile onları avlamıştı.

"Uzun boylu ve bembeyaz teni var. Gözleri de beyaz. Esmer. Açıkçası senden bile yakışıklı diyebilirim."

Thranduil bardaklara küçük bir dokunuş yaptı. Kristaller ahenkle titreyerek hoş bir ezgi verdi. "Öyle bir imkan yok." dedi son derece ciddi bir şekilde. Ardından müziğini çalmaya başladı. Tautári küçük bir kahkaha attı. "Senin şu kibrin beni öldürüyor... Kişi kibrini ateşte yakmalıymış derler." Ama genç elf bunu söyler söylemez pişman oldu. Ağabeyinin arkası dönük olsa da keyfinin bozulduğunu anlamıştı. Thranduil ateşi sevmezdi. Yani çok sevmezdi. Fazla yaklaşmamayı tercih ediyordu. Korktuğundan değil, kötü anıları anımsattığından. Birinci Çağ'ın sonunda Valar ile birlikte Morgoth'a karşı yapılan Öfke Savaşında Thranduil de vardı. Çok genç bir elfti ama savaşçılığını kanıtlamıştı. Birliği ile birlikte Kuzey'de bir ejderha ile karşılaşmışlar ve ölümüne savaşmışlardı.

Genç kız kötü anıları hatırlattığı için özür dilemeye yeltendi ama o daha bir şey diyemeden ağabeyi müziği bitirip kardeşine döndü. Yüzünde sert değildi ama yumuşak da değildi. "Artık dinlen. Akşam oldu. Ama önce annemizi gör." Tautári başını sallayıp odadan çıktığında Thranduil de kendini ocağın yanındaki koltuğa oturdu. Yanan ateşin sıcaklığını iliklerine kadar hissediyordu ama özellikle yüzünün sol tarafı daha hassas tepki veriyordu. Kederli bir iç çekti ve geçmişe daldı. Yüzlerce yıl öncesine, ilk çağın sonlarına...

BEŞİNCİ BÖLÜM


Beleriand'da yıkım çok büyüktü. Arda tarihi üzerinde gerçekleşen en büyük savaşın sonuçları ağırdı. Elflerin Morgoth olarak anmaya başladığı Vala Melkor, Demir Dağlara inşa ettiği büyük kalesi Angband'a sıkıştırılmıştı. Morgoth korkmuştu. Kimsenin onunla açık açık savaşamayacağına inanmıştı fakat yanılmıştı. Yine de son saldırısını yapmak için hazırlanmış ve doğru anı kollamıştı.

Kuzeyin soğuk rüzgarları bir anda ılık bir nefese dönüştü. Arkasından ılık nefes kavurucu bir sıcaklık halini aldı. Elf orduları ilk başta ne olduğunu anlayamadı. Ta ki devasa büyüklükteki kanatlı yaratıklar üzerlerine saldırına kadar. Bu büyük yaratıklar ilk bakışta kuşlara benziyordu ama tüyleri yoktu. Onun yerine pullu derileri vardı. Gözleri parlaktı ve korkunç bakıyordu. Dişleri sivri ve keskin duruyordu. Uzun kuyruklarının tek darbesi ise bir kuleyi dahi darmadağın edebilecek güçteydi.

Ejderhalar gelmişti. Morgoth tarafından yaratılan ejderhalar, onun son kozuydu. Valar ordusu şaşırdı. Bu yeni düşman karşısında ne yapacağını bilemedi. Balroglar ile savaşmışlardı. Onlar ve orklar yok edilmişlerdi. Çok az hayatta kalmış, kaçarak saklanmıştı. Şimdi de ne olduklarını bilemedikleri bu yeni yaratıklarla yüzleşmek zorundalardı. Ejderha ateşi ve yıkımı Valar ordusunun umduğundan da kötüydü. Ejderhalara ne kılıç ne mızrak işliyordu. Derileri o kadar sert ve kalındı ki bilinen hiçbir maden bu kadar sağlam değildi. Ejderhaların ateşlerini ise hiçbir deniz suyu söndüremeyecek gibi kuvvetliydi. Ama bu ejderhalar arasındaki en korkuncu ve büyüğü Kara Ancalagon idi. O kadar büyüktü ki güneş ve ayı kapatabilirdi. Elfler sağa sola kaçışmaya ve bu bilinmez düşman karşısında hayatta kalmaya çalıştılar. Morgoth mutluydu. Çünkü aleyhine dönmüş olan savaş yeniden lehine hareket etmeye başlamıştı. "Neden daha önce bunları yollamadım ki!" diye düşündü. Zafer yakındı.

Lakin Valar, ejderhalara karşı gökyüzünden başka bir yardım göndermişti. Vaların desteğini almak için Valinor'a giden kutlu Earendil gelmişti. Yanında ise devasa büyüklükte kartallar vardı. Bu kartalların ise en büyüğü ve güçlüsü, kartalların efendisi Thorondor'du. Ve böylece ejderhalara karşı bir umut doğdu. Ejderhaların efendisi Ancalagon bu meydan okumaya kayıtsız kalmadı ve Earendil ile savaşa başladı.

Savaşın başka bir cephesinde ise bir öbek elf birliği demir dağlara yaklaşmıştı. Başında Oropher vardı. Soylu bir Sindar elfi. Birlikleri ile ölümüne karşısındaki ateş ejderinin karnına saldırıyordu. Çünkü bu ejderlerin en zayıf noktasının bu bölge olduğu haberi kulaklarına çalınmıştı.

"Soldan saldırın Thranduil!" dedi Oropher daha çok genç olan oğluna. Thranduil o zamanlar yüz küsur yaşlarındaydı. Bir insan için yetişkin, bir elf için ise çocuk.  Ama nasıl savaşması gerektiğini bilen akıllı bir çocuk. Thranduil babasına itaat edip ejderhanın soluna geçti. Oropher adamları ile ejderhanın dikkatini çekince Thranduil ve adamları saldırdı ama ejderha çok çevik ve hızlıydı. Kuyruğunu savurması ile elfleri kenara fırlattı ve Oropher'e doğru bir hamle yaptı. Ama Oropher yavaş kaldı. Bunu göre Thranduil, ejderhanın açık kısmında karnına kılıcını fırlattı. Ejderhalar sadece çevik ve hızlı değillerdi. İyi koku aldıkları gibi etraflarını da iyi görüyorlardı. Gelen kılıcı fark etti ve kenara kaçındı ama yeteri kadar erken fark etmediği için kılıç karnının bir kısmını kesip geçti. Acı ile bağıran ejderhanın öfkesi diğer ejderhaların çığlıkları arasında kayboldu. Hiçbiri onun yardımına gelemezdi. Zira onlar da kardeşleri gibi saldırı altındaydılar. Bir yandan elfler diğer yandan kartallar... Zayıf düşüp afallamış olan ejderhanın bu durumundan yararlanan Oropher ve adamları ejderhanın üzerine atladılar ve onu zor da olsa yere devirip karnını biçtiler. Ama bu boğuşmanın sonunda Oropher birkaç önemli adamını da yitirmişti.

Thranduil yerde ölü halde yatan ejderhaya bakıp, hafifçe ayağıyla dürttü. Kıpırtı yoktu. "Sanırım bunun işi bitti." dedi genç ama kalın sesiyle. Yüzünde çok kesik ve sıyrıklar vardı. Ama bu onun için bir şey ifade etmiyordu. "Bundan daha çok var." dedi babası. Başıyla işaret etti. Bazı birlikler ejderhalar ile uğraşmakta zorluk çekiyordu. "Gidelim." dedi. Ama ileride, demir dağın yakının da bir çok elf çığlığı kulaklarına geldi. Arkasından ise gülen bir ejderhanın sesi. Sonrası ise sessizlik. "Amdír!" dedi Oropher. Amdír onun dostuydu. O ve birliği kendilerinden önce daha varmıştı.

"Biz gideriz." dedi oğlu ama Oropher daha karşı çıkamadan oğlu ve onun adamları  uzaklaşmaya başlamıştı. Oropher de arkasından gitmek istedi ama dev bir kuyruk ona engel oldu. Kendini yerden zor kaldıran Oropher bir çift sarı gözle burun burun geldi. "Nereye gidiyorsun elf? Daha yeni başladık!"

Thranduil ve adamları yakık yıkık taşların arasında yatmış olan elfler askerlerine baktı. Onlar için kederlendi. Ama kederini geldiği gibi geri gönderdi. Zira kederlenip yas tutmak için uygun bir zaman değildi. "Efendi Amdír'i bulun. Dikkat edin."

"Ejderha olsa görürdük. Muhtemelen gitmiş."

Éot haklıydı. Ejderhalar o kadar büyüktü ki bu devasa taş yığınlarının arasında bile görmemek mümkün değildi. Thranduil yine de tedbiri elden bırakmamaları söyledi. Çünkü edindiği tecrübeye göre bu ejderhalar sadece güçlü değil, ayrıca çok sinsi ve zeki yaratıklardı. Birkaç dakika boyunca elfler Amdír'i aradılar ve sonunda onu kıyı köşede bir taşın dibinde yatarken buldular. "Hayatta." dedi Éot. Ama ağır yaralanmıştı. Thranduil hemen yanına gitmek istedi ama ensesindeki tüyler bir anda kabardı. Hızla arkasına dönüp kılıcını saldırı pozisyonuna soktu ama artık çok geçti. Taşların arasında sinsice sürünerek gelen ejderha kuyruğunu öyle bir savurdu ki daha kuyruk ona çarpar çarpmaz bilincini yitirdi. Kendine geldiğinde ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu ama tüm bedeni ağrıyordu. Özellikle de başı. Eli hemen başına gitti. Başı yarılmış, kanıyordu. Yavaşça ama dikkatlice yerinden doğrulmaya çalıştı. Ejderhayı uyarmak istemiyordu. Tabi hala burada ise. Büyük bir taşın yardımıyla ayağa kalktı ve taşı kendine siper ederek sakince, olan biteni görmek için başını çıkarttı.

Ejderha tıslıyor, gülüyor ve kendine kendine konuşuyordu. Öldürdüğü elflerin üzerinde değerli olduğunu düşündüğü ne varsa hepsini aldığı bir yere yığıyordu. "Sersemler!" dedi Ejderha. "Tuzağıma düşüp duruyorlar. Kolay mı sandınız beni geçip, Angband'a ulaşmayı! Ben! Büyük Manadhon! Kuzeyin koruyucusu ve hizmetkarı! Valar Ordusunun felaketi! Demir Dağların hükmü!"

Thranduil dikkatlice ejderhaya baktı. Kanatları olmayan bir ejderhaydı. İlk kez böylesini görmüştü. Gerçi birkaç gün öncesine kadar ejderha da görmemişti. Manadhon uzun ve iri bir ejderhaydı. Kanatları olmadan da heybetli görünüyordu. Uzun yıllar diğer ejderhalar ile demir dağların altında yatıyor, gizleniyor, önemli gün için bekliyordu. Savaşın başlangıcından beri de demir dağlarda pusuya yatmış, gelen düşman askerlerini ya yutmuş ya da parçalamış, yok etmişti. Bir çeşit Angband'ın girişini korumakla görevli bir askerdi. Manadhon, kanatsız ejderlerin en büyüklerinden ve güçlülerinden biriydi de. Ejderha kibri ve öz güveni onları yaratan Morgoth'dan geliyordu. Efendileri gibi onlar da kendilerine aşırı güveniyorlardı. Bu yüzden Manadhon'da diğerlerinden farksız değildi.

Thranduil yavaş yavaş pusuya yatmaya başlayan ejderhayı dikkatlice izledi. Zarif elf yürüyüşü sayesinde yumuşak ve süzülürcesine yürüyordu. Bu yüzden de keskin kulaklara sahip Manadhon dahi arkasından yavaşça yaklaşan elfi duyamıyordu. Genç elf savaşçı yerde duran, adamlarından birine ait olan, kılıcı aldı. Ölenlere bakmak istemedi. Zira neredeyse hepsi dostuydu. Ama biliyordu ki onların acısı da çok uzun süre kalbinde olmayacaktı. Çünkü buradan sağ çıkacağından şüpheliydi. Yine de ne olursa olsun bu yaratığı öldürmeden ölmeyecekti. Aksi halde bir çok elfi tuzağa düşüreceğini biliyordu.

Thranduil kayalardan birinin üzerine atladı ve kanatsız ejder sürünürcesine pusu yerine giderken, o da bir bir kayalarından üzerinden sessizce atlıyor, peşinden gidiyordu. Güneyden esen kısa süreli bir rüzgar ile Manadhon bir anda durdu. Havayı kokladı. Gözleri parladı ve dişlerini ortaya çıkardı. Thranduil, kokusunu aldığını fark etmişti. Bu yüzden hızla harekete geçti ve koşup, savaş naraları atarak Manadhon'un üzerine atladı. Hatırlayabildiği en net şey ise ejderhanın ağzından çıkan yakıp kül eden ateşiydi.

Genç elf gözlerini bir odada açtı. Nerede olduğunu bilmiyordu. Bir an öldüğünü ve Mandos'un salonlarına geldiğini düşünmüştü ama öyle hissetmiyordu. Hala bedeni ağrıyordu. Dekorasyona bakılacak olursa bir elf mekanındaydı. Doğruldu. Loş mekandan rahatsız olmuştu ki sorunun ışık değil görme kabiliyeti olduğunu fark etmesi fazla zamanını almadı. Sol yüzü boydan boya sarılmıştı.

"Sakin ol oğlum." dedi ipeksiz bir ses. Nestor yavaşça oğlunun yanına oturdu ve nazikçe sargılı yüzüne dokundu. "Hayattasın."

"Öleceğimi düşünmüştüm."

"Biz de." dedi kadın kederli kederli.

"Ejderhaya ne oldu? Savaş?"

"Ejderha öldü Thranduil. Senin sayende. Savaş ise bitti. Morgoth yenildi ve Valar onu sonsuzluğa sürgün etti. Artık geri dönemez."

"Yani her şey bitti mi?" Nestor başını salladı. Thranduil rahatlamıştı. Kalbinden bir ağırlık kalktı. Yaslandı. "Yüzüm yanıyor."

"Üzgünüm ama yüzün için elimden geleni yaptım oğlum."

Thranduil annesine baktı. İlk anda ne demek istediğini anlamamıştı. Hızla yerinden kalkıp odanın karşısındaki aynaya gitti. Yüzündeki sargıyı itinayla çözdü. Thranduil gördüğü manzara karşısında dili tutulmuştu. Sol yüzü resmen erimişti. Kaslar ve kemikler dışında tek tük et vardı. Gözü bembeyaz olmuş, körleşmişti. Bir şey görmüyordu. Titreyen eliyle yüzüne dokunmak istedi ama yapamadı. Gördüğü şeyden midesi bulanmıştı. "İğrencim." dedi.

"Hayır!" dedi Nestor. "Seninle guru duyuyoruz. Tek başına bir ejderha öldürdün Thranduil! Kaç kişiye nasip olur bu?"

Thranduil bunları umursamaz şekilde annesine döndü. Uzun ipeksi kumral saçları ve narin yüzünü ne zaman görse ona sükûnet verirdi ama şu durumda bundan çok uzaktı. Yeşil gözlerini içine baktı. "Elflerin içine bu yüzle mi çıkacağım?"

"Merak etme. Annen bir çaresini bulur ama lütfen kendinden iğrenme. Bu halinle bile hala o yakışıklı ve büyüleyici Thranduilsin. Hala hiçbir elf erkeğinin güzelliği seninki ile yarışamaz."

"Sanki bu çok önemliymiş gibi" dedi Thranduil.

"Küçükken umursardın."

"Etkilemek istediğim kadın yüzünden. Ama o da geçmişte kaldı."

Nestor oğluna yaklaştı ve yüzünü iki elinin arasına aldı. Gülümsedi. "Geleceğinde çok başka birini görüyorum." dedi.
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Anlatılmayan Öyküler (Yorum)
« Yanıtla #1 : 24 Ocak 2014, 15:56:10 »
Öykümün yorumunu buraya yaparsanız ben de yazı sayfamın düzenini korumuş olurum. Teşekkürler.

YAZAR DİPÇE
Tautári: Elfçe "kuvvetli" ve "kraliçe" kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Kuvvetli banasına gelen Taura'nın eki atılarak birleştirilmiştir. Manası: Kuvvetli Kraliçe

ÖYKÜM:
http://www.kayiprihtim.org/forum/index.php?topic=15277.new#new
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #2 : 24 Ocak 2014, 18:42:18 »
Merhaba :),

Forumumuzda böyle bir format yok maalesef. Öykünüzü bölüm bölüm yayınlayacasınız (bütünlük bozulmasın istiyorsunuz diye öneriyorum) ilk mesajınızda DEĞİŞTİR butonunu kullanarak yeni bölümleri ekleyebilir aynı yere ekleyebilir ve yine ilk mesajın başlığını düzenleyerek yeni bölümün geldiğini duyurabilirsiniz.

Başlıklar birleştirilmiştir.

Çevrimdışı Refeco

  • *
  • 35
  • Rom: 0
  • Aldattığını zannedenin aldanması yakındır.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #3 : 24 Ocak 2014, 20:02:56 »
Elinize sağlık. Genel olarak yazınızı beğendim. İlk hikayelerimi Orta Dünya içerisinde kurgulardım. O sebeple daha bir benimseyerek okudum. :)

Hikayenizde beni rahatsız eden tek şey, sıklıkla kullandığınız "mellon" kelimesinin dost, arkadaş anlamını yitirmesi oldu. Açıkçası kelime anlamını bilen birisi olarak okurken acaba mellon özel bir ittifağın üyelerine verilen bir isim mi diye sordum içimden. :)
"Adalet uğruna kılıcım, kalkanım ve tek kullanımlık bir hayatım var. Bırakın gelsinler!" Nûbarron'lu Hirran

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #4 : 25 Ocak 2014, 12:28:49 »
Anladım. Teşekkürler. :)

Mellon kelimesini fazla kullanmayacağım zaten. Daha dikkat ederim. :) Beğenmenize sevindim. Yeni bölüm eklenmiştir. :)
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)

Çevrimdışı Oghertay

  • **
  • 139
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
    • Issız Kelimeler
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #5 : 28 Ocak 2014, 02:20:25 »
Elflerin içinde olduğu bir orta dünya hikayesi nedense beni sarmıyor. Yani yazdıklarınızı büyük bir emekle yazdığınız şüphesiz ama dediğim gibi adam yazmış yani ve o dünyadan o üstadın yazmadığı bir hikaye okumak beni mutlu etmiyor. Oysa ki anlatım tarzınızı beğendim. Kendi oluşturduğunuz bir kurgudaki hikayeyi okumak isterim ama bunu değil. elinize sağlık..
Cahillik lisan bilmemek değil insan bilmemektir..

http://www.oghertay.blogspot.com/

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #6 : 28 Ocak 2014, 13:40:26 »
Anlayışla karşılıyorum. :) Bu sene içerisinde, Allah izin verirse, Sultanların Günlüğü diye bir romanım çıkacak. Hala yazım aşamasında ve az kaldı. :)

Üçüncü bölüm eklenmiştir.
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #7 : 06 Şubat 2014, 22:21:14 »
Dördünü bölümü de ekledim arkadaşlar. Biraz kısa oldu ama olsun. :)
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #8 : 08 Şubat 2014, 21:53:51 »
Beşinci bölüm de eklenmiştir. Baya uzun oldu. :)
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)

Çevrimdışı serhan1310

  • **
  • 91
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #9 : 08 Şubat 2014, 22:14:25 »
Orta dunyada farkli bir hikaye yeni bir kurgu. Nedendir bilmem orta dunya beni bir sekilde
hep icine cekmistir ama arkadasin dedigi gibi kalemini ozgun bir evrende kullansan daha hosuma giderdi
cesaret yoksa zaferde olmaz

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #10 : 08 Şubat 2014, 22:43:06 »
Bölümleri ayrı ayrı mesajlar halinde yayınlasaydınız daha iyi olurdu bence. Çünkü şu anda insanın gözünü korkutuyor :D
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #11 : 13 Şubat 2014, 11:14:43 »
O zaman da yorumların arasında kaybolur giderdi. :)
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #12 : 13 Şubat 2014, 12:04:20 »
O zaman da yorumların arasında kaybolur giderdi. :)

Öyle bir şey olmaz korkma :D eğer forumdaki diğer hikayelere bakarsan dediğim gibi olduklarını görürsün. Hem yayınladığın bölümler yorumlardan daha uzun olacağı için rahatça fark edilecektir.
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #13 : 19 Şubat 2014, 21:06:23 »
ALTINCI BÖLÜM

"Ernil Thranduil?"

Thranduil hızla gözlerini açtı. Sönmüş ateşin karşısında uyuya kalmıştı. Uzun süredir rüyalarına girmeyen anılar tarafından esir alınmıştı. "Man mathach?" dedi aynı elf. Thranduil ensesini ovdu. Ayağa kalkınca diğer elf, onun boyu karşısında cüce gibi durdu. Hayır, elfin kısa olmasından değil, Thranduil'in uzun olmasından dolayıydı. "Boynum tutulmuş. Aran?"

"Kral sizi Kral'ı Salonunda bekliyor." Elf, prensin soru soran bakışları karşısında cevapladı. "İnsan elçileri geldi. Orman elfleri ile aralarındaki sorunu çözmek istiyorlarmış."

"Öyle mi?" Thranduil'in alaycı yüz ifadesi, insanların iyi niyetine inanmadığının işaretiydi. Ne zamandır, yeşil orman dışında, gölün aşağısına kurulu köylerde yaşayan insan kabileleri, bir olup elflerin sınırlarını zorlamaya başlamışlardı. Yeşil Orman her türlü besin kaynağı ile zengin bir yerdi. Çeşitli, ender şifalı bitkiler baştan aşağı ormanı kaplıyordu. İnsanlar da bunlara göz dikmiş, karşılığını vermeden çalmaya çalışıyordu. En son elflerden birilerini yaralayınca, Kral Oropher bu kabilelere savaş kararı almıştı.

Thranduil salona girdiğinde Arveldis de onu arkasından takip ediyordu. Dört insan ve bir buçukluk mu? Prensin geldiğini fark ettiklerinde kenara çekildiler ki geçebilsin. Göz göze gelmemeye özen gösterdiler. İnsan elçiler, Kral Oropher ve oğlunun savaşçılık ününü biliyorlardı. Özellikle de genç prensin acımasızlığı ün yapmıştı. Söylentilere göre sırf ters baktığı için birinin kafasını bir anda uçurmuştu. Kafası uçan kişi değil kılıcın boynuna uçtuğunu, öldüğünü bile anlayamamıştı diye konuşuluyordu. Ama bunu dayandırdıkları hiçbir tanık, belge bir şey yoktu.

"İnsanlarınız kanımızı akıtmaya kadar ileri gitti. Bunun diyeti nasıl ödenecek? Nasıl bir teminat vereceksiniz?

Elçilerin arasındaki en yaşlı olan adam öne çıktı. Bilge tipi olsa da bu adam öyle çok bilge biri değildi. Ama güzel söz etmesi ile ünlüydü. "Yeşil Orman'ın yüce kralı. Bu tatsız durumdan dolayı halkımız da çok üzgün. İlk doğanlar ile iyi geçinmek isteriz. Olanlar korkunç bir kaza. Bizler de sizin kadar üzgünüz. Açıkçası nasıl telafi edeceğimizi biz de pek bilemedik. Belki siz yüce kral, yılların bilgeliği ile bizleri aydınlatır ve yönlendirirsiniz."

Oropher gözlerini kıstı. Hafifçe öne eğildi. Oğlunun gözlerine baktı ve orada ikna olmamış bir elf gördü. "Elfler ve insanlar arasında bir ticaret başlayabilir. Şartların bizim tarafımızdan oluşturulmasına izin verilirse. Ayrıca kanımızı akıtan kişiyi isteriz."

"Elbette, elbette yüce kral. Bu çok adil." dedi yaşlı adam. Thranduil bir adım öne çıktı. Her halinden bu insanlara karşı değer vermediğini hissettiriyordu. "Köylerinizi birleştirip, başınıza seçtiğiniz Efendi, bütün bunlara karşı iyi gözle bakacak değil. Buna inanması güç."

"Prensimiz haklı. Biz de bu yüzden yeni bir Efendi seçip, eskini sürgün ettik."

"Öyle mi yaptınız?"

"Ah! Evet! Bizi sizlerle savaşa sokan bizzat kendisi. Sorumluluk ona aittir. Sizlere de iyi niyetimizi göstermek için bir şey yani birini getirdik." Yaşlı adam hemen arkalarında duran küçük kişiyi öne çıkarttı. Beyaz bir pelerin takmış, yüzü de görünmüyordu. Thranduil'in buçukluk olduğunu sandığı kişiydi. Daha önce birkaç tane görmüştü. Dumanlı dağların kuzeyinde yaşıyorlardı.

Elçi pelerini indirdiğinde altı-yedi yaşlarında hafif kavruk tenli, yeşil gözlü bir kız çocuğu ortaya çıktı. Saçları kısacık kesilmişti. Gümüş rengindeydi. Thranduil tam da bu kızın kendileri için ne anlam ifade etmesi gerektiğini soracaktı ki gözleri kızın kulaklarına takıldı. Elf kulakları! Bu kız bir elfti. "Bu elf kızının sizde işi ne!" dedi Thranduil kızgın bir şekilde. Elçi ellerini kaldırıp sallayarak bir iki adım geri gitti. "Yanlış anlamayınız efendim. Kendisi eski efendinin yanında kalıyordu. Onu nereden buldu etti bilmeyiz, birkaç yıl önce daha kundakta iken getirdi. Onu sürgüne göndermeden önce tüm mallarına el koyduğumuz gibi onu da aldık ve size getirdik."

"Bir mal takası yapmaya mı?"

"Hayır! Efendi bizi yanlış anlıyor. Elf kızının yeri halkının yanıdır. Çok önce getirmemiz gerekirdi ve istedik de ama efendi izin vermedi. Üstüne eve de kapattı. Biz de zarar verir korkusu ile üstelemedik."

Oropher ayağa kalktı. "Anlaşıldı. Kız kalıyor. Anlaşma yapılana kadar misafirimiz olacaksınız. Arveldis sizinle ilgilenecek." Muhafızların başı elçileri götürdüğünde küçük kız tek başına kaldı. "Onu annene götür Thranduil. Bence şu an ihtiyacı olan şey şefkat."

Thranduil ikiletmeden kıza yaklaştı ama kız gözlerini kocaman açarak irkildi ve geri gitti. "Dur!" Kız biraz daha gitseydi aşağı düşecekti. Kesinlikle burası çocuklara göre bir yer değildi. "Man eneth lín?... Heniach nin?" Ama küçük elf kızı ses vermedi. Anlamayan gözlerle karşısındakini izliyordu. "Elbette elfçe bilmiyorsun... Endişe etme. Seninle ilgileneceğim." Thranduil tebessümle kızı kucağına aldı ve doğruca annesinin yanına götürdü.

[ortala]***[/ortala]

"Sana ne isim vermeli?" Kraliçe Nestor, temizlenmiş, doyurulmuş ve temiz elf kıyafetleri giydirilmiş elf kızına baktı. Kısacık saçları saymazsa bir elf kızına benzemişti. Çocuğun hala yabancılık çektiği de belliydi ama daha rahat hissediyordu. "Aeglossil olsun. Ayrıca hangi kişi birini isimsiz büyütür ki!" Tautári kıza gülümsedi. Geldiğinden beri kızla ilgileniyordu. Bir çocuk için çok güzel bir kızdı. Ailesini ve geldiği yeri merak etmişti. En kısa sürede bunu araştırmalıydı. Belki hala yaşıyorlardı ve çocuklarını arıyorlardı? Veya öldüğünü düşünmüşlerdi?

"Kar dikeni mi? Hayır."

"Neden? Şu saçlara baksana."

"Bence Celeblessil olsun. Gümüş yaprak."

"Ah, evet! Beğendin mi?" Kız başını sallayıp gülümseyince Tautári kıza yaklaştı. Göz kırptı. "Thranduil'e sen söylemek ister misin?

"Tancave!" Kızın istekliliğini gören Nestor ve Tautári kahkahaya boğuldular. İlginçtir ki ağabeyine bir anda bağlanmayı başarmıştı.
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)

Çevrimdışı Lthien Elensar

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • Selam, romanlarıma bir göz at. ;)
    • Profili Görüntüle
    • Yeniay Kıraathane
Ynt: Anlatılmayan Öyküler
« Yanıtla #14 : 14 Mart 2015, 20:39:12 »
YEDİNCİ BÖLÜM

Sindarin dilinde Hithaeglir, ortak dilde ise Dumanlı Dağlar olarak bilinen uzun sıra dağları, Arda'yı doğu ve batı olarak bölen sınırın ortasındaydı. Güney kesiminde Moria cücelerinin kadim krallıkları vardı. Kuzey kısımlarda ise Gundabad Dağı ve orklar vardı. Orman Diyarı elflerinin savaşçıları, başlarında prensleri Thranduil ve prensesleri Tautári eşliğinde orman yolunu geçip, dağ geçidine gelmişlerdi. Zira orkların bu bölgelerde toplandığı haberi kulaklarına çalınmıştı. Bir süre sonra da söylenenlerin doğru olduğunu anlamışlardı. Oldukça büyük bir ork bölüğü üzerlerine saldırırken geri dönüş yolundaydılar.

"Bu kadar büyük bir bölüğün burada ne işi var!" Tautári 'Gwanûn' dediği ikiz hançerleri kullanarak tek tek önüne gelen ork'u doğruyordu. Aslında bu ismi ona koyan başkalarıydı. Kendisi 'Thranduil' ve 'Tautári ' diyordu. Hançerlerin ilk sahibi babası Oropherdi. Thranduil kullanacak yaşa geldiğinde birini ona vermiş, kendisi doğduktan sonra da diğerini vermişti. 100.cü yaş gününde de Tautári ağabeyinkini zorla almıştı. Bunlarla dövüşmeyi kılıçlara tercih ediyordu. Bu yüzden sırtındaki kılıçları nadiren kullanıyordu. "İğrenç!" Yüzüne fışkıran siyah kanı koluyla sildi. Midesi kalkmıştı. Hastalık kapmaktan korktu. Neyse ki elfler hasta olmazdı. En azından geleneksel manada. Üzerine gelen başka bir ork'u öldürdüğünde hançerlerine baktı. Suratı asılmıştı. "Sorun nedir?" dedi Thranduil. Kardeşinin aksine kılıç kullanmayı tercih ediyordu. Tautári hançerlerini gösterdi. "Sana iyi hizmet etmiyorlar mı?" Prenses başını salladı. "Şu sıralar senin hizmetinden hoşlanmıyorum." dedi sağ elindeki hançeri göstererek. "Senin karakterini almış. Hala üzerinden atamadım." Thranduil tebessüm etti. "O zaman o hançer artık Thranduil olmaz."

Arvaldis kendisine seslendi. Orklar kaçıyordu. Thranduil kalanların arkasından gitmeye karar verdi. Tautári ise peşinden giderken iri bir ork'un tepeden saldırmasıyla birlikte yere düştü. Ork onu uçurumdan aşağıya itmeye çalışıyordu ama Tautári sert bir kafa attı. Ork'un afallamasını fırsat bilen elf, hançeri ork'a saplayıp onu ayakları ile havalandırıp geriye attı. Böylece kendisinin yerine düşen ork oldu. "Lanet olsun!" Hançeri düşmüştü. İçi acıyarak gözden kaybolan hançerine baktı. "Tautári!" Thranduil endişeyle yanına koştu. "Geride kalınca bir şey oldu sandım."

"Hançerim düştü."

"Beni mi düşürdün?" Gözleri kızın sağ eline kaydı, boştu. İncinmiş gibi yüzünü buruşturdu. Tautári sol elini kaldırdı. "Sağ elini kullanan biri olarak bana iyi hizmet etmeyen hançerimi sağımla kullanmam. Düşen Tautári idi!" Saldırıdan önce hançerleri değiştirmişti. Thranduil kardeşini anlında öptü. "Üzülme. Hala bana sahipsin." Kardeşi kahkaha attı. Neşesi yerine gelmişti. Haklıydı. Hala ona sahipti. Bu da ona yeter de artardı. "Ernil Thranduil?" Uzun gümüş saçlı dişi elfin yüzünde endişe vardı. Yay kirişine takılı oku hazır vaziyetteydi. Üzerindeki ork kanı vardı. Thranduil "Sorun yok." dedi. "Her şey yolunda." Celeblessil'in yüz hatları rahatladı. Tautári gülümseyerek kızın yanına gidip boştaki kolunu onun omuzuna koydu. "Güzel Celeblessil. Görüyorum ki hiçbir ork senin elinden kurtulamamış. Eğitim konusunda Thranduil'i geçtiğimi düşünüyorum." Genç elf kızı güldü. "Túnith ise Arveldis'in ok kullanmayı öğretme konusunda senden bile iyi olduğunu söylüyor." Tautári suratını astı. "Ona göre Arveldis her konuda iyidir."

"Gitmemiz gerekiyor." dedi Thranduil.

"Ben Eregion'a gideceğim."

"Anlamadım?" Thranduil ciddi bir şekilde kardeşine baktı. "Olanlardan sonra orada ne işin var? Artık Celebrimbor ile işimiz kalmadı. Zaten babam da izin vermez."

"Onunla çok önceden konuştum bile. O benim dostum. Onunla görüşmem gerekir. Son kez de olsa. Annatar'ın Sauron olduğunun ortaya çıkmasından daha büyük işler var. Yüzük söylentilerini siz de duydunuz!"

"Onaylamıyorum."

"Neyse ki asla onayına gerek duymuyorum."

"Ben de geleyim."

"Sen de mi!"


Celeblessil onayladı ama Tautári reddetti. "Tek başıma daha hızlı hareket ederim. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyorum. Sauron'un boş durmayacağını da düşünüyorum. Galadriel Hanım, Lothlorien'den de dönmedi. Bu durumda Eregion'da olaylar yoluna girmedi."

"Gireceğini de sanmam! Noldor lanetli. Her zaman başlarına bir şey gelir. Ve maalesef her zaman başımıza dert açarlar. Teleriye yaptıklarından sonra Lorien topraklarına girme cüretini bile gösterdiler."


"Gidiyorum." diye yineledi Tautári. "En kısa sürede dönerim."

Thranduil kardeşinin gidişine engel olmadı. Zaten olamazdı da. Onu bunu bilecek kadar iyi tanıyordu. Derin bir iç çekti. Noldor elflerini ne Silvan ne de Sindar elfleri sevmezdi. Bunun nedeni de üç akraba kıyımında gizliydi. Sonunda "Dönelim." dedi. "Diğerlerine haber ver Celeblessil."

"Emredersiniz efendim."
Bir garip yazar.... En azından olma yolunda emin adımlarla ilerlemekte inşallah. :)