''Hedef görüş alanımda.''
Büyükçe bir tepenin üzerindeki yaşlı çınar ağacının hemen altında, büyükçe bir çalı yığını rüzgar olmamasına rağmen kıpırdandı. Uzaktan bakan bir insan orada bir hayvan olduğunu düşünürdü, zira 10 metre kadar yakınında olsanız bile çalı kamuflajının altında yatmış olan iri cüsseli adamı veya 1,5 metre uzunluğundaki devasa tüfeğini fark etmeniz mümkün değildi. Yüzü yeşile boyalı adamın cüssesi normal standartlara göre oldukça iri sayılırdı, buna rağmen üzerindeki kıyafetlerle ve tüfeğiyle toprak ile üzerindeki bitki örtüsüne öyle güzel uyum sağlamıştı ki, adeta tepenin bir parçası haline gelmiş gibi görünüyordu. Ağzındaki sakızı yavaş tempoda çiğnerken bir yandan da tüfeğinin dürbününden 800 metre uzaklıktaki büyük binanın üst katlarından birini gözetliyordu. Artı şeklindeki nişangahının tam ucunda saçları ağarmış, yaşlı fakat dik duruşu ve sert ifadesiyle hala güçlü olduğunu belli eden bir adam vardı. Tüm bu arazinin ve daha bir çok şeyin sahibi olan bir adam. Lonzo Alcobendas.
Sergei on dakikadır aynı yerde bulunuyor olmanın avantajını kullanarak odanın içindeki her şeyi gözlemiş ve hepsini aklına kazımıştı. Lonzo Alcobendas rahatına düşkün bir mafya babasıydı, çalışma odası da evinin geri kalanı gibi oldukça lükstü. Düşmanlarına sahip olduğu şeyleri göstermeyi severdi. Güçlüydü, belki İspanyadaki en güçlü yer altı şebekelerini yöneten adamdı. Özellikle de geçen yıllarda tüm ortaklarını da düşmanları gibi ortadan kaldırmaya başladığından beri zenginliği daha da artmıştı. Oturduğu deri koltuktan, odasının duvarlarında asılı duran orjinal tablolara kadar sahip olduğu hiçbir şeye paha biçilmezdi. İçmekte olduğu içki bile özel imalattı, Sergei'nin dürbünü bir kaç kez masanın üzerindeki yarısı dolu olan gösterişli şişeye doğru kaymıştı.
Odada Alcobendas'nı dışında üç kişi daha vardı. Sağ kolu olan sarı saçlı İrlandalı kapının yanında ellerini önünde birleştirmiş bir heykel gibi duruyordu. Neredeyse her önemli iş bu adamdan sorulurdu, Madrid'de ne kadar suç işlenmişse neredeyse hepsinde bu adamın parmağı vardı. Soğuk duruşu ve iri yapısı ile görünüşünden dahi korkulması gerekirdi, elbette eğer ona karşı bir eylemde bulunacaksanız. Yürüdüğü yolda durmak gibi. Onun dışında takım elbiseli iki koruma daha vardı odada, para için sadakat yemini etmiş sıradan adamlar. Tehdit dahi saymıyordu onları, ikisini de etkisiz hale getirmesi çıplak elleriyle 8-15 saniye arası sürerdi. Şu anki konumunda ise maksimum 4 saniye.
Odanın kapısı İrlandalı tarafından açıldığında Sergei sakızını dişinin arkasına yapıştırarak silahını hazırladı. Odadan içeriye kırmızı elbisesiyle oldukça şık görünen siyah saçlı bir kadın girdi. Gergin görünüyordu kadın, makyajlı yüzünde gergin bir ifade vardı ve hareketleri biraz katıydı. Alcobendas okuduğu kitabı masasının üzerine bırakıp kadının yanına geldi ve kız kaskatı bir şekilde beklerken eğilerek onu yanağından öptü.
''Alice odaya girdi.''
Nişangahını tam olarak Lonzo Alcobendas'ın başında tutarak odayı izlerken kulağına yapışık olan ten rengi görünmez mikrofonundan Kevin'in sesini duydu. ''Alcobendas bugün ölebilir ama Alice'e dikkat etmeye çalış. Ona bir şey olmamalı.'' Bunun üzerine Sergei tüfeğinin yanındaki küçük bir spirali çevirerek daha büyük bir alanı göstermesini sağladı ve gözünü İrlandalıya doğru çevirdi. Odadaki en büyük tehdit oydu, Lonzo Alcobendas silahını çekip de kendi çalışma odasında birini vuracak değildi sonuçta. Alice çalışma masasının önündeki bordo renkli koltuklardan birine oturmuş bir şeyler konuşurken Sergei duyduğu bir motor sesi ile irkilerek doğruldu. Devriyenin 15 dakika sonra gelmesi gerekiyordu, fakat motor sesi giderek yaklaşmaktaydı ve bu sesin geniş araziyi koruyan devriye ciplerine ait olduğunu biliyordu. Elini kulağına götürerek ayağa kalktı ve tabancasını belinden çıkarırken kulaklığındaki küçük çıkıntıya bastı.
''5 dakika için yerimden ayrılmak zorundayım, sanırım misafirlerim var.''
----~~----
Kevin kırmızı halı ile kaplanmış merdivenlerden hızlı bir şekilde yukarıya çıkarak ikinci kattaki uzun koridora döndü. Davetlilerin bulunduğu salondan uzaklaştıkça müzik sesi ve gürültü de azalmıştı. Sessiz fakat hızlı bir şekilde koridorun sonundaki kapıya ilerledi. Kapının tam önüne gelmişti ki yanındaki odalardan birinin kapısı açıldı ve mavi üniformalı görevlilerden bir tanesi bir anda önünde belirdi. Karşısında Kevin'ı görünce bir an şaşıran görevlinin kaşları çatıldı fakat sesini nazik tutmayı başardı.
''Afedersiniz efendim ama davetlilerin buraya girmemesi gerekiyor.''
Kevin görevliye şöyle bir baktı ve bir anda sağ elini adamın karnına indirdi. Görevlinin gözleri de ağzı gibi şaşkınlık içinde açıldı fakat hiç ses çıkaramadı. Bir saniye sonra karnında küçük bir iğne deliği ile baygın bir biçimde yere yığılmıştı bile. Kevin hızlıca cep telefonunu çıkararak koridorun sonunda, tavanın köşesinde bulunan kameraya çevirdi ve daha önce de yaptığı gibi sırayla 1-9-5 tuşlarına basarak görüntüyü yarım dakika öncesine sabitledi. Ardından adamın kollarının altından tutup karşısına çıktığı odaya sürükledi ve kapıyı ardından çekerek yoluna devam etti.
Koridorun sonunda girdiği kapının ardında bir çeşit evrak odası bulunuyordu. Duvarların neredeyse tamamı dolaplar ile kaplıydı, iki büyük masanın üzerinde üst üste koyulmuş dosyalar vardı. Burası Alcobendas'ın yerel işlerini yönettiği ve iki muhasebecinin çalıştığı bir odaydı. Fakat Kevin biliyordu ki buradaki kayıtlarda daha bir çok şey vardı. Banka hesapları, uyuşturucunun el değiştirdiği yerler, aklanan paraların transferleri, insan kaçakçılığı, gizli evler, silah depoları, polisin içindeki casusların bilgileri ve her türlü suçla ilgili bilgi ve belgelerle doluydu bu oda. Ne var ki Kevin buraya yalnızca bilmediği tek bir bilgi için gelmişti. William Sherbotz'un İstanbul da gideceği yer ve kişinin adı.
Cebinden bir kibrit kutusundan daha küçük bir cihaz çıkartarak çalışma masasındaki bilgisayarlardan birine taktı. Bilgisayarı açmadı bile, yalnızca taktığı aletin üzerindeki küçük yuvarlak tuşa bastı ve arkasındaki ledin kırmızı renkte parlamasını sağladı. Bilgisayarda var olan ve silinmiş olan tüm bilgileri kopyalaması yalnızca bir kaç dakika sürdü. Usb girişine takılı cihazın ışığı yeşil olduğunda bilgisayardan çıkarıp yeniden cebine koydu ve her şeyi geldiği haliyle bırakarak odadan çıktı.
Cep telefonunu yeniden çıkarttı ve koridorun sonuna geldiğinde kamerayı eski haline getirdi. Aşağıya, davet salonuna inerken cep telefonunun arkasındaki küçük bir bölmeyi tırnağı ile açarak içindeki küçük, ten rengindeki kulaklığı çıkartıp dikkatlice kulağının içine yerleştirdi. Salona inerken merdivenlerden yukarıya doğru çıkan iki mavi üniformalı adam gördü, arkalarında da Alice yürüyordu. Alice, Kevin'ı görünce herhangi bir tepki vermedi fakat gerginliği yüzünden rahatça okunabilir bir haldeydi. Kevin onlara hiç bakmadı, kenara çekilerek görevlilere gülümsedi ve yoluna devam etti.
Salona indiğinde orada hiç durmadı, garsonlardan bir tanesinin elindeki tepsiden bir bardak içki kaptı ve bahçeye çıkarak kalabalıktan mümkün olduğunca uzaklaştı.
''Alice odaya girdi.''
----~~----
''Alice! Harika görünüyorsun.''
Yaşlı adam onu heyecanlı olması gereken bir tonda karşılamaya çalışmış olsa da Alice bu samimiyetin altındaki her düşünceden haberdardı. Yanağından öpülürken içinden lanetler okudu, şu an onun canını almayı öyle çok istiyordu ki. Gözlerine bakmamaya özen gösterdi ve hiç bir tepki vermedi. Alcobendas umursar gibi görünmedi, Alice'in gerginliği her halinden belli oluyor olsa da o bir şey olmamış gibi koltuğuna geçti ve Alice'e de oturmasını işaret etti.
''Harden nerelerde? Seninle birlikte geleceğini sanıyordum.''
Alice gözlerinin içine bakmakta zorlansa da Lonzo'ya döndü ve sesinin olabildiğince normal çıkması için dua ederek cevap verdi.
''Kendisini pek iyi hissetmediğini söyledi. Sanırım kalp problemi yüzünden. Özürlerini iletti.'' Sesi normale epey yakın çıkmış olsa da 'kalp sorunu' kısmında biraz çatallaşmış olduğunu düşünerek daha da gerildi. Lonzo'ya bakarken sakin kalmayı başarmak onun için çok zordu, sonuçta babasının katiliyle yüz yüze konuşuyordu. Yaptığı her şeyi biliyordu; tüm planlarını, babasına nasıl ihanet ettiğini, her şeyi nasıl örtbas ettiğini... Ve tüm bunlar normalmiş gibi gözlerinin içine rahatça bakıp yalan söyleyerek onunla alay ediyordu.
''Halbuki davet ettiğimde oldukça sevinmişti. Neyse, sağlığın ne zaman bozulacağı belli olmuyor elbette.'' diyerek masasındaki şişeye uzandı ve iki bardağa bir miktar içindeki içkiden koydu yaşlı adam. Alice bu sırada göz ucu ile içerdeki korumalara bakıyordu. İrlandalı'nın gözü içeri girdiğinden beri kendi üzerinde gibi hissediyordu. Bu rahatsız bir histi fakat onu asıl endişelendiren şey üç koruma ile başa çıkamayacak olmasıydı. Aslında bir tanesi ile bile başa çıkabileceğinden şüpheliydi, o Alcobendas ile yalnız kalmayı planlamıştı. Buna bir çözüm bulmalıydı yoksa elindeki şans uçup gidecekti.
Lonzo bardaklardan bir tanesini Alice'in önüne itti. Gözlerini üzerine dikti ve geriye yaslanarak bir süre sessiz kaldı. Düşünceli görünüyordu.
''Babanın da sağlığı ölmeden önce çok iyiydi biliyor musun? Benden çok daha iyi durumdaydı. Ama hayat işte; o mezarda, ben ise buradayım.''
Alice'in elindeki bardak parmakların arasından kurtularak yere düştü ve halıya döküldü. Kendisine hakim olmakta hiç bu kadar zorlanmamıştı. Yerinden kalkıp bu yaşlı şerefsizin üzerine saldırmak, öldürene kadar ona vurmak istiyordu. Sert bakışları üzerine dikildi istemsizce, kara gözlerinde şimşekler çakıyordu. Alcobendas ise hiç tepki vermeden izledi Alice'i. Sanki buraya neden geldiğini biliyormuş gibi, sanki bu hiç umurunda değilmiş gibi. Alice sıktığı dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu.
''En sağlıklı insan bile arkadan bıçaklandığında hiç şansı olmuyor ne yazık ki. Ve öldüğünde yanında götürdüğü tüm sırların yanı sıra geriye bıraktıkları bazıları için çok daha değerli oluyor.''
''Arkasında bıraktığı her şeyi koruyacak olan kişi için bu zor bir görev. Çocukları gibi örneğin. Onları evlatları gibi koruyup kollaması gerekiyor. Senin benim manevi kızım haline geldiğin gibi.''
Alice bu cümleyle birlikte oturduğu yerden ayağa fırladı. İrlandalı bu hareketle birlikte onun üzerine doğru hareketlenmişti ki Lonzo'nun kalkan eli onu durdurdu. Alice'in ise gözü dönmüştü, hiç bir şey umurunda değildi artık.
''Hangi cüretle bana kızım diyebiliyorsun seni şerefsiz katil! Onun ortağıydın, en güvendiği kişiydin. Sana canı pahasına güvendi. Seni kaç kez kurtardı geçmişte ha? Kaç kez! Ya sen ne yaptın bunun karşılığında? Onu arkadan vurdun! Seni kardeşinden bile çok seviyordu! Benden bile çok!''
Alice'in gözünden akan yaşların aksine Lonzo'nun yüz ifadesi tüm bu konuşma süresince değişmedi. Bir süre sessiz kaldıktan sonra yavaşça ayağa kalktı ve yanına gelerek Alice'in yüzünü tuttu. Alice kurtulmaya çalıştıysa da parmaklarını bastırarak kafasını kaldırıp gözlerine bakmasını sağladı. Konuştuğunda sesinde nefret vardı.
''Baban korkağın tekiydi. Bu işte ilerlemek için gerekli cesarete sahip değildi ve elindeki her şeyi kaybedecekti. Onunla birlikte ben de batacaktım ve sen de büyük ihtimalle yaşamak için fahişelik yapacaktın. İstediğin bu muydu yani? İşe yaramaz bir babaya sahip olup aç kalmak mı?''
Alice gözlerini Lonzo'ya dikmiş bir biçimde öylece durdu bir süre. Sonunda kafasını yere eğdi ve gülümsedi hafifçe. Bileziğindeki küçük taşı kimseye fark ettirmeden çevirdiğinde ucundan küçük bir iğne çıktı. Lonzo'nun gözlerine son bir kez baktı. Yaşlı adam tiksinerek bakıyordu artık kendisine. Güç isteği vardı gözlerinde, nefret vardı, hırs vardı. Nasıl sapık bir psikolojisi olduğunu görüyordu artık onun. Ve bunu gördükçe kendine olan kontrolünü yitiyor, içindeki tüm nefret ve intikam isteği vücudunu ele geçiriyordu. Lonzo'ya bakarken istemsizce dudakları kıvrıldı, gülmeye başladı. Gözünden hala yaşlar akarken kahkahalarla güldü Alice, Alcobendas'ın ve elleri silahlarında bekleyen korumaların önünde delirmişcesine güldü. Ve sonunda kendisini şaşkın ve biraz da acıyarak izleyen yaşlı adamın hiç beklemediği bir anda sağ bileğini Alcobendas'ın boynuna geçirdi. Yaşlı adam ne olduğunu anlayamadan boynuna giren iğnenin ucundaki zehir ile kaskatı kesildi. Lonzo ile burun buruna durdular öylece.
Korumalar ne olduğunu anlayıp silahlarını çıkarana kadar Lonzo'nun kanı zehir ile dolmuştu bile. İrlandalı en hızlı hareket eden olmuştu, Alice'in üzerine doğru iki hızlı adım attı ve üzerine doğru sıçradı. Ayakları yerden kesildiği anda odanın sol camında bir delik açıldı ve boğazından içeriye uzunca bir kurşun girdi. Adam havada yön değiştirerek sağında doğru devrildi ve büyük cam sehpanın üzerine cansız biçimde yığıldı. Bir saniye sonra camda iki delik daha açıldı ve diğer iki koruma da ne olduğunu anlayamadan yere düştü. Alice ise etrafında olup bitenden haberdar değildi bile. Rimelleri göz yaşıyla birlikte akmış ve nefretle açılmış gözleriyle birlikte yüzünü korkutucu bir şekle bürümüş vaziyette yavaş yavaş ölmekte olan Lonzo Alcobendas ile burun buruna duruyordu. Alcobendas bir kaç saniye öylece kaldıktan sonra bacakları çözüldü ve yere yığıldı. Alice korku ile açılmış gözleri kendisine bakar halde iki büklüm yerde yatan adama tiksinerek son kez baktı. Artık her şey bitmişti.
Kafasını toparlayıp derin bir nefes aldı ve etrafına baktı. Korumaların hepsi cansız biçimde yatıyordu, fakat onları kimin vurduğu konusunda hiç bir fikri yoktu. Şu an düşünmesi gereken şey de bu değildi zaten. Buradan hemen uzaklaşması gerekiyordu. Yutkunarak cesetlerin arasından geçti ve kapının kolunu tam tutmuştu ki kol aşağı doğru indi ve kapı başka biri tarafından açıldı. Alice geriye doğru sıçradı bir anda, tam çığlık atacaktı ki bir el ağzını kapattı. Bunun Kevin olduğunu görmeseydi büyük ihtimalle kalpten öleceğini düşündü. Adrenalin kanından çekilince az önceki soğukkanlı intikamcı gitmiş, yerine korkak bir kedi gelmişti adeta şimdi.
Kevin boştaki elini dudaklarına götürerek ''Şşşt'' yaptı ve odaya girerek kapıyı kapattı. Alice yutkunarak kafasını tamam anlamında salladı. Kevin içeride kısa bir süre dolaştı ve cesetlerin üzerlerine, Alcobendasın çalışma masasına ve odanın çeşitli yerlerine baktı hızlıca. Ardından kapının yanında kollarını kavuşturmuş Alcobendasın cesedine bakan Alice'in yanına gelerek kolunu tuttu nazikçe.
''İyi misin?''
Alice kafasını evet anlamında salladı dudaklarını ısırırken. Sonra artık dayanamıyormuş gibi bir anda başını Kevin'ın göğsüne yasladı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kevin bunu bekliyordu, şu manzarada sinir krizi geçirmemek ilk defa bunları yapmış bir kız için hiç de kolay değildi. Bir süre ağladı Alice, Kevin ise sabırla bekledi. Sonunda Kevin ''Artık gitmemiz lazım.'' dediğinde Alice bir kez daha kafasını salladı ve burnunu çekerek gözlerini ve akan rimelini sildi. Odadan dikkatli bir şekilde çıktılar, kimseye görünmemeye çalışarak aşağı indiler ve davetlilerin arasından sakin bir biçimde çıktılar. Sonunda beyaz renkli porsche Alcobendas'a ait arazinin dışına çıktığında Kevin kendini toparlamış gibi görünen Alice'e döndü.
''Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?''
Alice saçları rüzgarla dalgalanırken gözlerini kapatarak kafasını geriye yasladı ve gülümsedi.
''Sadece uyumak istiyorum.''
----~~----
''Alcobendas malikânesinde verilen özel davet sırasında işlenen cinayetin yankıları halâ sürüyor. Madrid Polis Teşkilatından alınan son bilgiye göre Lonzo Alcobendas'ın yakın korumalarını öldüren kişi, gene aynı malikânede koruma görevi yapan Adriano Hernandez. 29 yaşındaki Hernandez'in malikanenin bir kaç yüz metre uzağındaki bir tepenin üzerinden uzun menzilli tüfek kullanarak Lonzo Alcobendas'ın kişisel korumalarını, Alcobendas'a ait kişisel çalışma odasında vurduğu söyleniyor. Öte yandan Adriano Hernandez'in Alcobendas'ı vurmayı başaramadan devriyedeki ortağı L.M. tarafından vurulduğu, fakat ölmeden önce tabancası ile karşılık verdiği ve ortağının da ölümüne yol açtığı öğrenildi. Polisin Alcobendas'ın ölümü ile ilgili ise herhangi bir detay vermeye yanaşmaması dikkat çekici. Bilindiği gibi Lonzo Alcobendas hakkında bir çok suçlama...''[*]Sabaha karşı 4:30 da gönderdiğim düşünülürse hatalar olabilir. Mazur görün lütfen.[/*]