Kayıt Ol

Gölge Savaşları: Son Ejderha

Çevrimdışı dekadans

  • **
  • 261
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gölge Savaşları: Son Ejderha
« Yanıtla #15 : 29 Ocak 2015, 15:32:22 »
@gudvard
Dostum iş hayatı malesef epey bir engel oluyor bir şeyler yazmama. Ama yarım yarım yazdığım birkaç bölüm daha var. Toparlayıp en kısa zamanda yayınlamaya devam edeceğim hayırlısıyla.

@zaujas
Olabilir tabi. Yazarken bir cümleyi öyle ya da böyle kurmak o an ki tercihlerle alakalı. Biliyorsun hikayeci yazdıktan sonra adam akıllı bir editör oturup hikayeyi baştan sona inceliyor ve bir sürü noktaya müdahale ediyor. Hikayecinin ilk yazdığı gibi yayınlanmıyor çoğu zaman. Şimdilik hikayecinin tercihleriyle ilerlemeye devam =)
Zaman Çarkı döner, Çağlar gelir ve geçer, efsaneleşen anılar bırakır. Efsaneler solarak mit olur ve onları doğuran çağ yeniden geldiğinde mitler bile unutulur. Bir Çağ’da, kimilerine göre Üçüncü Çağ’da, henüz gelmemiş, çoktan geçip gitmiş bir Çağ’da, Puslu Dağlar’da bir rüzgar yükseldi. Rüzgar başlangıç değildi. Zaman Çarkı dönerken ne başlangıçlar, ne de bitişler vardır…

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Gölge Savaşları: Son Ejderha
« Yanıtla #16 : 29 Ocak 2015, 16:25:39 »
Tercihlerine saygı duyuyorum :)

Umarım devam ettirebilirsin hikayeni...
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı Saduntuncay

  • *
  • 35
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gölge Savaşları: Son Ejderha
« Yanıtla #17 : 02 Şubat 2015, 12:54:11 »
Açıkçası anlatım gayet hoşuma gitti; fakat bazı yerlerdeki ufak cümle düşüklükleri ve ünsüz yumuşamalarındaki hatalar gözüme çarpmadı desem yalan olur. Yeniden okuyarak aşama aşama düzeltirseniz okuma zevkim (zevkimiz) kat kat artacaktır. Ellerinize sağlık güzel bir dünya kurgulamışsınız.

Şunu da söylemeden edemeyeceğim ki bu dünya canlıların yaşadığı tek dünya olmasa daha da lezzetli olabilirdi. Sonradan güzel ve küçük sürprizler katarak kurgunun güzelliğine güzellik katmış olursunuz. Bunun dışında ben okurken çok fazla zevk aldım. Keşke daha önceden okusaymışım dedim hep içimden :)

Çevrimdışı dekadans

  • **
  • 261
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gölge Savaşları: Son Ejderha
« Yanıtla #18 : 04 Şubat 2015, 19:35:50 »
Çok teşekkürler. Daha önce de dediğim gibi hikaye sürecek, sürprizler gelecek, fakat biraz zaman gerek =)

Aynı zaman yokluğundan başa dönüp düzeltmeler yapmam da biraz zor. Olur öyle hatalar diyelim şimdilik, hatasız kul olmaz =)
Zaman Çarkı döner, Çağlar gelir ve geçer, efsaneleşen anılar bırakır. Efsaneler solarak mit olur ve onları doğuran çağ yeniden geldiğinde mitler bile unutulur. Bir Çağ’da, kimilerine göre Üçüncü Çağ’da, henüz gelmemiş, çoktan geçip gitmiş bir Çağ’da, Puslu Dağlar’da bir rüzgar yükseldi. Rüzgar başlangıç değildi. Zaman Çarkı dönerken ne başlangıçlar, ne de bitişler vardır…

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Gölge Savaşları: Son Ejderha
« Yanıtla #19 : 28 Şubat 2015, 14:58:53 »
Selamlar.

Öncelikle ellerinize sağlık. Henüz sadece ilk üç bölümü okuyabildim ama karakter yaratımınızın gerçekten çok başarılı olduğunu söylemek istiyorum. Olaylar daha başlangıç aşamasında olmasına rağmen kurgu çok güzel ilerliyor.

Müsait bir zamanımda kalan bölümleri de okuyup uzun ve güzel bir yorumla burada olmak dileğiyle, iyi günler.
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı dekadans

  • **
  • 261
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gölge Savaşları: Son Ejderha
« Yanıtla #20 : 09 Mart 2015, 14:25:23 »
Takibi kolaylaştırması açısından bölümleri numaralandırdım. Yeni bir bölüm de çok yakında gelecek.

@cankutpotter
çok teşekkür ederim =)
Zaman Çarkı döner, Çağlar gelir ve geçer, efsaneleşen anılar bırakır. Efsaneler solarak mit olur ve onları doğuran çağ yeniden geldiğinde mitler bile unutulur. Bir Çağ’da, kimilerine göre Üçüncü Çağ’da, henüz gelmemiş, çoktan geçip gitmiş bir Çağ’da, Puslu Dağlar’da bir rüzgar yükseldi. Rüzgar başlangıç değildi. Zaman Çarkı dönerken ne başlangıçlar, ne de bitişler vardır…

Çevrimdışı dekadans

  • **
  • 261
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gölge Savaşları: Son Ejderha
« Yanıtla #21 : 24 Nisan 2015, 17:05:40 »
Bölüm 7

   “Acıktım Nuvel.”
   Cüce, koca adamın yola çıktıklarından beri bininci kez kurduğu bu cümleyi yine ilgisizce karşıladı. Devin karnını doyurmak epey zor bir işti. Hele ki uzun yolculuklarda... Tampar’dan yola çıkıp Merillion Krallığı’na kadar yaya olarak ilerlemişlerdi. Normal zamanlarda bile bu yol oldukça zorluyken bu sıcaklarda iyiden iyiye yorulmuşlardı. Bir noktadan sonra her adımları çileye dönüşmüş ve özellikle Tampar’dan Grelyon’a kadar olan kurak topraklarda yiyecek bir şey bulmakta epey sıkıntı çekmişlerdi. Köyler kuraklıktan nasibini almış ve haneler kendilerine kadar olan yiyeceklerini paylaşmakta pek bonkör davranmamışlardı.

   Neyse ki Nuvel’in pek çok şey için izin istemesine gerek yoktu. El çabukluğu onun uzmanlığı sayılırdı. Aynı şekilde ağzı da iyi laf yapardı. Hem de Morgen’li bir tüccar kadar. Sadece işler sarpa sardığında bulunduğu yerden hızlıca uzaklaşma konusunda sıkıntı yaşıyordu. Ya da kaçamadığı zaman canını korumakta. O noktada devreye dev arkadaşı Gali giriyordu.

   “Biliyorum Gali. Bütün yol midenin gurultusunu dinledim.” dedi Nuvel, Merillion Kalesi’nin kapısına vardıklarında. Dev kapılar, günün bu saatlerinde hep açık olurdu. Şehre giren ve çıkan tüccarlar, gezginler ve daha pek çokları bu kapıları kullanmak zorundaydılar. Zira kaleye giriş ve çıkış için sadece 2 kapı vardı ve bunlardan bir tanesi sadece kral ve ordusuna aitti.

   “Ama çok açım Nuvel.” dedi dev. Kapılar o kadar yüksekti ki geçerken eğilmesine hiç gerek kalmamıştı. Normal şartlarda bu koca adamın bir kapıdan eğilmeden geçmesi pek mümkün değildi. Ve bunu öğrenmesi pek de kolay olmamıştı. Tigrana’daki Samana Köyü’nde bir eve bodoslama girmiş ve kapının kirişinin üzerine kafasını çarparak giriş bölümünü yıkmıştı. İri cüsseli adama bir şey olmamıştı ama Nuvel evin sahibini sakinleştirmek için tam 3 altın ve bir kaç gümüş sikke ödemek zorunda kalmıştı. Ki Nuvel pek bir şey için para ödemezdi.

   “O koca çeneni kapatmanın zamanı geldi Gali. Şimdi uslu bir dev ol ve beni takip et.” Eliyle sertçe kendisini izlemesini işaret ettikten sonra nöbet tutan askerlerin yanından yürümeye başladılar. Askerlerden bazıları şaşkın gözlerle Gali’yi izliyorlardı. Her şeye ilgilerini kaybetmiş, sadece bu dev adamı izlemeye dalmışlardı. Bu fırsattan sık sık istifade eden Nuvel, önünde yürüyen ipek kumaşlarla sarınmış bir tüccarın kesesini çaktırmadan yürüttü. Sonra hiçbir şey olmamış gibi Gali’ye hızlanmasını ve sallanmamasını söyledi.

   Askerlerden biri karşılarına geçerek eliyle durmalarını işaret etti. Nuvel bıkkın bir ifadeyle iç çekti.

   “Buyurun asker dost. Size nasıl yardımcı olabiliriz?” derken bıkkın ifadesi tamamen silinmiş, yerini çok dostça bir ifade almıştı. Ve gerçekten çok inandırıcıydı. Ama askerin pek umurunda değildi. Daha doğrusu Nuvel, askerin pek umurunda değildi. Ki bu Nuvel’in artık alışkın olduğu bir şeydi. Kendisi bir insan için oldukça kısa boyluydu. Doğuştan gelen bir kusur. Gali ise bir insana göre epey uzun boylu ve iriydi. Sırtında taşıdığı çok uzun sopayı, 3-4 kişi omuz omuza ancak taşıyabilirdi. Onu tanımayan biri için yüzü korkutucu sayılabilirdi. Aşırı kalın kaşları alnının ortasında birleşiyordu ve aptal bakan iri gözleri, gerçekten ne kadar aptal olduğunu bilmeyen biri için korkutucu olabiliyordu.

   “Merillion’a ne için geldiğinizi öğrenebilir miyim?” diye sordu asker. Nuvel az da olsa fark edilmiş olduğu için rahatladı. Sonuçta asker mızrağını tedirgin bir şekilde tutuyor ve hala Gali’ye bakıyordu.

   Nuvel askerin ilgisini üstünde toplayabilmek için öksürerek gırtlağını temizledi ve derin bir reverans yaptı. Sanki karşısında lanet bir kral varmış gibi yerlere kadar eğildi.

   “Bendeniz Tigrana’lı Nuvel Belal. Tüccarım.” Elini askerin suratına doğru kaldırarak salladı. Parmağındaki “Tüccarlar Loncası” yüzüğünü göstererek genişçe gülümsedi. “Bu da korumam Gali. Biliyorsunuz asker dostum, Tigrana’dan buraya tüm yollar çok uzun ve tehlikeli.”

   Asker yüzüğe yakından bakıp, Tüccarlar Loncası yüzüğü olduğuna emin olduktan sonra son bir kez Gali’ye bakıp önlerinden çekildi.

   “Şehirde dikkatli olmanızı öneririm. Şiddete kesinlikle müsamaha gösterilmez.” demeyi de ihmal etmedi. Nuvel ise yine reverans yaptı fakat kafasını eğdiği  ve askerin onun yüzünü görmediği esnada yüzünü ekşitmeyi de ihmal etmedi. Tekrar doğrulduğunda ise dostça gülümsüyordu.

   “Uyarınız için çok teşekkür ederiz asker dostum. Bendeniz zaten kavga ve dövüşten hiç hoşlanmam. Korumam Gali ise benim sözümden asla çıkmaz. Değil mi Gali?”

   “Acıktım Nuvel.” Nuvel, dev adama öfkeyle baktıktan sonra tekrar askere döndü.

   “Şimdi müsaadenizle. Bu adamın karnını doyurmam gerek. Tahmin edersiniz ki bu pek kolay değil.” dedikten sonra şehre giriş yaptı. Bir süredir gelmemiş olmasına rağmen şehirde hiçbir şeyin değişmediğini fark etti. Hatta pazarın girişindeki tezgahtaki adam ve üzerindeki gömlek bile aynıydı. Ki son gelişinin üzerinden gerçekten epey bir zaman geçmişti.

   Kapıdan girer girmez pazar alanı başlıyor ve bittiği yerden itibaren Merillion halkının oturduğu güdük ve biçimsiz evler sıralanıyordu. Tüm evler bakır renkli taşlardan yapılmıştı ve hepsinin çatısında krallığın bayrağı dalgalanıyordu. Aslında komik sayılabilecek bir görüntüydü. Ama halk, bayrak olayını gerçekten çok ciddiye alıyordu. Öyle ki bir evin bayrağı yere düşerse, o evin sahibine kırbaç cezası bile veriliyordu.

   Pazar alanına girmeden, yerleşim bölgesine ulaşmanın bir yolu vardı elbette. O da surların içinden doğu yönünde 500 adım gitmek ve asker kışlalarının etrafından dolanmaktı. Gali’yi bir pazara sokmak ve devirdiği tezgahların parasını ödemek istemiyordu. Tabii bu kadar açken sözünü dinlemeyerek tezgahlardaki yiyeceklere de saldırması mümkündü. Bugüne kadar böyle bir şey yapmamıştı, ama Nuvel bu riski almak istemiyordu.

   Yerleşim bölgesine kadar olan yürüyüşleri sorunsuz geçti. Gali sık sık aç olduğunu dile getirmeseydi daha da iyi olabilirdi. Ama tekrardan bu şehirde olmak niyeyse Nuvel’e iyi gelmişti. Çok iyi bildiği o çarpık ve çirkin sokaklar, aşina olduğu asık suratlar Nuvel’in küçük adımlarına biraz neşe katmıştı. Islık çalarak Merillion’un küçük kaosunun arasında ilerlemeyi sürdürdü.

   Kuşkonmaz Hanı’na giden sakin sokağa dönüp bir süre ilerledikten sonra sırtında bir karıncalanma hissetti. Buraya geldiğinden beri ilk kez böyle oluyordu. Birisinin onu izlediğine dair can sıkıcı bir histi bu. Sadece bir iç güdüydü ama çok güçlüydü. İstemsizce arkasına dönüp baktı. Sokakta ters yöne doğru yürüyen yaşlı bir adam ve elinde alışveriş sepetiyle giden ufak tefek bir kadın dışında pek kimse yoktu.

   Gali ona beklentiyle bakıyordu. Devin boş ifadesine bakıp sokağa son bir kez göz gezdirdikten sonra tekrar yürümeye başladı. Belki de sadece kuruntu yapıyordu. Karıncalanma hissi de geldiği gibi gitmişti.

   Kuşkonmaz Hanı kalenin içindeki belki de en tenha mekanlardan biriydi. Tıpkı bulunduğu sokak gibi... Buraya özel bir işi olmayan hiç kimse uğramazdı. Çünkü hanın esas işlevi yatacak yer ve yiyecek sunmak değil, gizli işlere yataklık etmekti. Gizli bir anlaşma, takas, pazarlık yapmak veya sohbet etmek isteyen insanların tercih ettiği bir yerdi. Ve hanın bu özelliği çok fazla insan tarafından bilinmez, bilenler tarafından da pek ağza alınmazdı.

   Gali’ye eğilmesini işaret ederek kapıyı açan Nuvel içeri girdiğinde yüzüne rutubet kokusu çarptı. Nispeten temiz ve bakımlı olmasına rağmen, etrafındaki yüksek binalar yüzünden çok güneş almayan bir yerdi. Karanlık işler çevirmek için idealdi yani.

   “Hoş geldin küçük dostum.” diyen hancı onları karşılamak için tezgahın arkasından çıkarak kapıya doğru yöneldi.

   “Hoş bulduk Millen. Görüşmeyeli göbeğin epey yol almış gibi.” Samimi bir şekilde el sıkıştılar. Millen, Nuvel’in bu esprisine güldü.

   “Ne diyebilirim ki, iyi besleniyorum. Ama senin için aynısını söyleyemeyeceğim Nuvel. Boyun daha da kısalmış gibi.” Millen’in bu esprisine daha çok güldüler. Hatta bu espriye Gali bile güldü. Devin gür kahkahası handaki az sayıda müşteriyi korkutmuş olacaktı ki sandalyelerinden dönüp kimin güldüğüne bakma ihtiyacı hissettiler. Ve bir süre şaşkın gözlerle Gali’ye baktıktan sonra gizli kapaklı işlerine geri döndüler.

   “Neyse ki espri anlayışın hala aynı Millen.” Nuvel gülümsedi ve hemen ardından ciddi bir ifadeye büründü. “Şimdi söyle bakalım... Beklediğim kişi burada mı?”

   Millen parmağıyla hanın arkasındaki bir masayı işaret etti. Masa, tam yanındaki kiriş yüzünden gölgede kalmıştı. Sandalyede oturan kişiyi seçemeyen Nuvel gözlerini kısarak kısa bir an baktıktan sonra Millen’e teşekkür ederek masaya yöneldi. Sonra bir şey unuttuğunu hatırlayarak tekrar döndü.

   “Hey, Millen. Koca dostumu herhangi bir masaya oturt ve karnını iyice doyur lütfen. Uzun bir yolculuktu.”

   Millen başıyla onayladıktan sonra Gali’ye döndü ve gülümsedi. Gali de ona karşılık verdi. Gülümsemesi o kadar genişti ki, kulaklarını kafasının arkasına kadar itiyordu neredeyse.

   “Eveeet... Söyle bakalım koca adam. Ne yemek istersin?”

   Gali yemek kelimesini duyunca tarifsiz biçimde mutlu oldu ve heyecanla titredi.

   “Kuzu. Kuzu istiyorum.”

   “Pekala. Kuzunun neresini istersin? But mu, sırt mı?” dedi Millen eğlenerek.

   Gali kafası karışmış gibi hancıya baktı ve çok bariz bir şeymiş gibi dudaklarını büktü. “Tamamını.”

   Hancı bu lafın üzerine kahkahayı bastı ve Gali’yi bir masaya kadar götürüp çok geniş ve yüksek bir metal sehpayı oturması için çekerek masaya yanaştırdı.

   Nuvel ise gölgedeki masaya yaklaştıkça masadaki adamın hatları daha da belirginleşti. Gergin ve ince dudaklar, göz yuvalarının içinde derinlere gömülmüş gibi duran kanlanmış gözler ve ince uzun o sevimsiz burun netleşince Nuvel adamının gerçekten de o olduğuna emin oldu. Her ne kadar rahatlamış olsa da içten içe tüm keyfi kaçmıştı. O yüzden iç çekerek adamın karşısına oturdu ve bir selam dahi vermeden konuya girdi.

   “Getirdin değil mi, Sverzvero?” Bu aslında bir sorudan çok talepti. Çirkin adam Nuvel’in tavrından pek hoşlanmadığını, dudaklarını iyice gererek ve burun deliklerini olabildiğince genişleterek karşılık verdi. Elini pelerininin iç tarafına doğru uzattı.

   “Elini soktuğun o pis kokulu pelerinin cebinden eğer aradığım şey değil de bir bıçak çıkarsa, elini keserim Sverzvero.” Nuvel bu sözcüğü o kadar soğuk kanlı söylemişti ki karşısındaki adam bir an duraksadı. “Ve kestikten sonra şu arkada görmüş olduğun iri arkadaşım Gali’ye yediririm. Bugüne kadar hiç insan eti yediğini sanmıyorum, ama iyi pişmiş herhangi bir şeyi ayırt etmeden yiyeceğini düşünüyorum.”

   Sverzvero bakışlarını Nuvel’den hiç ayırmadan elini daha da derine soktu ve küçük bir kutu çıkardı.

   “Aradığın şey burada küçük adam.” dedi. Ağzından çıkan ses iki metal parçasının birbirine sürtünmesi gibiydi. Konuşurken ağzının içindeki çatallı dili gören Nuvel, yüzündeki ifadeyi baştan yazmaya çalışan o tiksinti dolu duyguları bastırdı. “Sana daha önce de söylediğim gibi, bu kutunun içindeki şey çok güçlü. Ve çok tehlikeli. Ateşle...”

   “Evet evet evet.” Nuvel adamın konuşmasını keserek kutuyu elinden çekip aldı. “Ne olduğunu biliyorum yılan surat. Sana en baştan bana bunu getirmeni söyleyen bendim, değil mi?” Kutuyu yeleğinin ceplerinden birine özenle yerleştirdi.

   Sverzvero pelerinini iki yanından çekiştirerek iyice vücuduna sardı. Sözünün kesilmesinden dolayı memnun değildi ama daha ziyade beklenti dolu görünüyordu.

   “Öyle olsun. Peki ya ödemem?”

   Nuvel adama tiksinerek bakma hissiyle bu kez başa çıkamayarak yeleğinin bir diğer cebinden küçük bir tüp çıkardı. Masanın ortasına bırakıp hemen elini oradan çekti çünkü karşısındaki adam resmen şişeyi elinden kapmak ister gibi seri hareket etmişti. Nuvel o pis ve aşırı uzun tırnaklı elin kendi eline değmesini istemiyordu.

   “Bu şişenin içindeki şey... Ne işe yarıyor biliyor musun?” diye sordu Sverzvero. Şişeye büyük bir hevesle bakıyordu.

   “Öğrenmek istemiyorum.” Nuvel sandalyeden kalkarak adama sırtını döndü ve Gali’nin büyük bir iştahla önündeki kuzuyu yemekte olduğu masaya yöneldi. Son anda aklına bir şey gelince dönüp arkasındaki yılana benzeyen adama baktı.

   “Bu arada... Ben seni tanımıyorum, sen beni tanımıyorsun ve bir daha görüşmeyeceğiz.” Adam Nuvel’in farkında bile değilmiş gibi elindeki yeşil sıvıyla dolu tüpe bakıyordu. Tatsız bir düşünceyi itmeye çalışırmış gibi elini sallayarak Nuvel’e gitmesini işaret etti.

   “Evet evet. Git küçük adam. Sana cebindeki kutuyla bol şans.” dedi ve şişeye bakmayı sürdürdü.

   Nuvel adamdan gerçekten tiksiniyordu. Tekrar Gali’nin oturduğu masaya döndüğünde adamın koca bir kuzuyu bitirdiğini ve kemiklerini kemirmekte olduğunu gördü.

   “Yemeğin bittiyse yola çıkma zamanı Gali.” dedi ve dev adamın omzuna vurdu. Altındaki büyük kasa, Gali ayağa kalkınca ilk kez göründü. Daha önce sanki havada oturuyormuş gibi görünüyordu. Dev adam isteksizce elindeki kemiği tepsiye attı ve gürültüyle geğirdi. Nuvel gözlerini devirerek hancıya doğru bir altın sikke attıktan sonra hanın kapısını açtı. Ve açar açmaz tatsız bir sürprizle karşı karşıya kaldı.

   “Silahlarınızı yavaşça yere koyun ve 3 adım öne çıkın.” Konuşan adam siyah bir cüppeye sarınmıştı ve yüzünde dövmeler vardı. Elinde bir silah yoktu ama tehditkar olmak için kendisi silah tutmasına gerek yoktu, çünkü etraflarını sarmış yaklaşık 10 adam daha vardı. Hepsinin elinde de kurmalı yaylardan vardı. Ah, 11 tane. Karşıdaki evin çatısında duranı şimdi fark ediyordu Nuvel.

   Gali tehdit altında olduklarını hissedince dev sopasını havaya kaldırarak savaş pozisyonu aldı ve korkutucu şekilde hırladı. Ama karşılarındaki adamlar pek etkilenmiş görünmüyordu. Nuvel sakince Gali’nin dizine dokundu ve silahını indirmesini işaret etti.

   “Silahını at koca adam. Bakalım bu beyler bizden ne istiyorlarmış...” Kendisi de kemerinde asılı duran küçük baltalarını yere bıraktı. Gali onun hareketini takip ederek sopasını yere yavaşça indirdi ve Nuvel’le beraber ileri çıktı.

   “Saygıdeğer beyefendi, size karşı bir yanlışımız mı oldu acaba? Ya da eğer istediğiniz şey altınsa kesemi bırakmamı istemeniz yeterliydi.” Nuvel en zarif ses tonunu takınarak ve hafifçe bir reverans yaparak adamı etkilemeye çalıştı. Ama ne karşısındaki adam ne de diğer cüppeli savaşçılar Nuvel’den pek etkilenmiş görünmüyorlardı. Aynı şekilde Gali’nin iri cüssesi de onları pek korkutmuş gibi görünmüyordu.

   “Cebindeki kutu... Onu bana getir.”

   “Bu adamın pek şakası yok.” diye düşündü Nuvel. Gali’ye dönerek ona göz kırptı. Gali kocaman sırıtınca, Nuvel adamın ayağına bir tekme savurdu. Gali tekmeden rahatsız olup kafasını öne doğru eğince Nuvel devin suratına sert bir yumruk attı.

   “Seni iri kıyım budala! Sana 50 kere söyledim buraya gelmeyelim diye!” Gali yumruğu pek hissetmemiş olsa da sanki çok canı yanmış gibi sinirlenerek Nuvel’i ensesinden tutup havaya kaldırdı.

   İkili arasındaki kavga karşılarında duran adamları şaşırtmıştı. Hatta sözcüleri olan adam ilk kez bir yüz ifadesi takınmıştı. Olaya anlam veremiyormuş gibi bakıyordu.

   Gali, Nuvel’i yüz hizasına kadar kaldırıp ona göz kırptı. Nuvel devin sersemliğine sinirlenerek iç çekti.

   “Çatıdaki adama doğru fırlat salak herif!” diye fısıldadı. Dev nihayet anladığını belli eden bir ses çıkararak Nuvel’i çatıya doğru fırlattı. Herkes havada süzülen cüceye bakarken  Gali gerisinde kalan sopayı yerden kaptığı gibi hemen önünde duran adama doğru savurdu. Darbenin etkisiyle ayakları yerden kesilen adam, arbalet tutan diğer iki savaşçının üzerine savruldu ve yerde yuvarlandılar. Devin harekete geçtiğini çok geç fark eden diğerleri, cücenin havadayken çektiği hançeri hiç göremediler. Çatıdaki savaşçı ise sadece bir an için görebildi ve sadece kaşını şaşkınca havaya kaldırabilecek kadar zaman buldu.

   Nuvel’in kol yeninden çıkardığı hançer adamın alnının ortasına saplandı. Nuvel hiç vakit kaybetmeden çatıdan aşağı atlayarak hemen altındaki adamın omuzlarına oturdu ve gırtlağını oracıkta kesiverdi.

   Dev Gali ise omzuna saplı bir arbalet oku olduğu halde, ensesinden yakaladığı bir adamı havada silkelemekle meşguldü. Ölü ya da baygın yatan 8 adama karşılık 3 tanesi ayakta kalmıştı ve nihayet arbaletlerini hedeflerine doğrultmayı başarmışlardı. Nuvel, öldürdüğü adam yere devrilirken sırtından kayarak ayaklarının üzerine hafifçe düştü. Ve teslim olur gibi ellerini kaldırdı. Gali de sallamakta olduğu, muhtemelen bayılmış olan adamı tutmayı bıraktı. Adam dolu bir çuval gibi yere çarptı ve hareketsiz kaldı.

   “Sizi salaklar! 11’imizi de öldürebileceğinizi düşünmediniz değil mi?” Bunu söyleyen daha önce konuşan yüzü dövmeli ve cüppeli olan adamdı. Gerçi hepsi cüppeli ve dövmeliydi. Ama bu adamın yüzünde haşin bir ifade vardı. Nuvel bu adamlar hakkında konuşulduğunu duymuştu. Yeni kurulan ve kendilerine Freskia diyen adamlardan oluşan bir tarikattan bahsediliyordu. Fresk Tarikatı ya da onun gibi bir şey olduğunu hatırlıyordu. Ama tarikatın ne haltlar karıştırdığını ya da şu an cebinde bulunan kutuyla ne yapmak isteyebileceklerini pek bilmiyordu. Özellikle de kendisinde olduğunu nereden bildiklerine akıl sır erdiremiyordu. Tabii ki hemen arkalarındaki handa olan ve masasında keyifle oturan Sverzvero’nun ağzından bir şeyler kaçırmış olması muhtemeldi.

   “Şey... Aslında düşünmüştüm.” Nuvel durumlarının pek iç açıcı olmadığının farkındaydı. Yine de özgüvenle konuşmaya gayret göstermişti.

   “Düşündüm de, sizin canlı olmanıza hiç gerek yok. Kutuyu ölü bedeninden almak çok daha kolay olacak.” Adam yanındaki iki arbaletçiye oklarını salmalarını işaret etti. Daha doğrusu işaret etmek için döndü ve eline saplanan ok yüzünden acı içinde yüzünü buruşturdu. Diğer iki arbaletçi tepki veremeden, Nuvel’in hayatında gördüğü en garip kadın ortaya çıktı ve 3 başlı bir hançeri arbaletçilerden birinin gırtlağına sapladı. Diğeri ise çoktan göğsüne saplanan bir ok yüzünden ölmüştü. Elindeki oku çıkaran Freskia, hançerli kadının üzerine doğru koştu. Kadın yüzünü tam olarak Nuvel’in görebileceği açıyla çevirdiğinde cüce, kadının bir gözünde siyah bir göz bandı olduğunu fark etti. Freskia’nın cansız bedeni kadının ayaklarının dibine düşerken, kadın hançerini adamın cüppesine silmişti bile.

   Cüce ve dev şaşkınlık içinde göz bantlı kadına bakarken yanlarından bir gölge geçti. Sapsarı uzun saçları omuzlarından dökülen, ince uzun bir kadındı bu ve yüzü ancak rüyalarda görebileceğiniz kadar güzel bir kadın yüzüydü. Gali’nin fark ettiğini sanmıyordu ama Nuvel daha ilk bakışta kadının sivri ve uzun kulaklarını görmüş ve bir elf olduğunu anlamıştı. Kadını yanlarına gelene kadar fark etmemiş olmalarını da açıklardı bu.

   “Bunlar, aradığımız adamlar.” dedi göz bantlı olan. Elf ise hem onu hem de Nuvel ile Gali’yi görebileceği bir açıda durarak ve elindeki altın sarısı yayı gevşekçe tutarak kadına baktı. Başını hafifçe sağa doğru yatırarak sorgulayan gözlerle ona baktı.

   “Evet, eminim.” diyerek sorulmamış bir soruyu cevapladı göz bantlı olan. Nuvel hemen bir adım öne çıkarak en samimi ifadesini takındı. Ama daha ilk adımının yarısındayken, elf kadını az önce gevşekçe tuttuğu yayını ona doğrultmuştu bile. O yüzden Nuvel daha fazla ilerlememeye karar verdi ama ifadesini değiştirmedi. Nedense o esnada aklına şehre girerken onları durduran asker geldi. “Şehirde şiddete müsamaha gösterilmiyormuş he...” diye fısıldadı kendi kendine. Hemen tekrar ciddiyetini takındı.

   “Bizi kurtardığınız için teşekkür ederiz saygıdeğer hanımlar. Fakat bizi neden aradığınızı merak ettim?” Nuvel yutkunarak devam etti. “Umarım az önceki adamlarla aynı sebepten değildir.”

   “Kutu sende kalsın küçük adam.” Göz bantlı olan, üç başlı hançerlerini kemerine sokarak tek gözüyle küçümseyen bir ifade takındı. Nuvel’in en sevmediği şey küçümsenmekti o yüzden içten içe gerilmeye başladı. Kadın Nuvel’e doğru bir parşömen fırlattı. Nuvel eğilerek ayağının hemen önüne düşen parşömeni alırken bir yandan elf kadını ve tehditkar biçimde gerili olan yayını izlemeyi sürdürdü. Gali ise omzundaki oku çekiştiriyor ve ortamdaki herhangi bir şeyle pek ilgilenmiyor gibi görünüyordu.

   Nuvel parşömeni hızlıca okuduktan sonra inanamayarak tekrar başladı. İkinci kez okuduğunda ise kıs kıs gülmeye başladı.

   “Uzun ve kısa adam? Kehanet? Bunların hepsi zırvalık madam. Ve bende bu zırvalıklara inanacak göz yok.”

   “Ben de sizin kehanette adı geçen adamlar olduğunuza inanacak bir göz var ama.” Kadın göz bandının kapattığı gözünü açığa çıkararak cüceye baktı. Cüce şaşırarak kadına baktıktan sonra tekrar parşömene döndü. Kısaca baktıktan sonra kendi kendine söylenmeye başladı.

   “Bakın burada tek bir adamdan bahsediyor. Bilmece falan gibi bir şey olmalı, hem uzun hem de kısa olan bir adam. Bilmiyorum belki kendisi uzundur ama bacaklarının arasındaki şey epey kısadır. Ya da tam tersi olmalı. Benim de arkadaşımın da tüm uzuvları orantılıdır. Bence aradığınız adamlar biz değiliz.” Bu lafları bir çırpıda söyleyip tedirgin bir gülümseme ile kadına baktı. Kadın ise sakince göz bandını tekrar gözünün üzerine çekerek cüceye biraz daha yaklaştı. Yüzüne eğildi ve bir sır paylaşıyormuş gibi ciddi bir ifade takındı.

   “Bak... Senin ne düşündüğün beni hiç ilgilendirmiyor. Bizimle kralın sarayına geleceksiniz ve yeni kralın karşısına çıkacaksınız. Size kehaneti ve oradaki rolünüzü o açıklayacak. Anlaşıldı mı?” Anladığından emin olmak ister gibi Nuvel’i süzdü. Nuvel ise başka bir şeye takılmıştı.

   “Yeni kral mı? Öncekine n’oldu?”

   Kadın doğrularak etrafı dinliyormuş gibi kafasını yana yatırdı. “Kral Hoerath bir süre önce öldü. Fakat bu halktan saklandı. Oğlu, yani veliaht saraya dönene kadar ortalık karışmasın diye herkesten gizlendi.”

   Nuvel sırıtarak kadına baktı. Anlattıklarının zırvalık olduğunu düşünüyordu. “Peki siz bunları nereden biliyorsunuz? Ayrıca oğlu ne zaman dönecek?”

   Tam o esnada uzaktan bir çan sesi duyuldu. Çan sesleri giderek yayıldı ve “Kral öldü! Kral öldü!” haykırışları yayılmaya başladı. Göz bantlı kadın tekrar cüceye döndü. Elf kadın da yayını indirerek onun yanına geldi.

   “Ben Sigma. Kehanette adı geçen Ruh Okuyan benim. Bu da Aarela. Kehanette adı geçen Sesi Olmayan Kadın.” dedi göz bantlı Sigma.

   Nuvel ikisine de şaşırarak baktı. Gali ise çan sesleri yüzünden şaşırmış ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyormuş gibi kendi etrafında dönüp duruyordu. Karşılaşmalarından beri yüzünü ifadesiz tutan Sigma isimli kadın ilk kez hafifçe gülümsedi.

   “Ve kralın oğlu, yani Dünyanın Kralı nihayet döndü.”

   Nuvel yaşananlara pek anlam veremiyordu. Hayatında ilk kez özgür iradesinin kontrolünü kaybetmişti ve birileri onu bir tarafa sürüklüyordu. Gali’nin ne hissettiğini anladığını düşündü. Kendi adına karar veren başka birilerinin olmasının berbat bir şey olduğuna karar verdi. Yine de özgür iradesinden daha büyük bir güç olduğunu kabul etmek zorundaydı. Belki bir kehanetin... Çünkü yeryüzünde başka herhangi bir güç, onu istemediği bir şey yapmaya zorlayamazdı.

   Elini cebine sokarak kutuya dokundu. “Eh, en azından istediğim şeylerden birini aldım.” diye düşündü. İstemsizce güldü ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Arkasından gelen ve kendisini Sigma olarak kadının şakası olmadığını anladığı için kaçma fikrini kafasından silmişti. Bu güdük bacaklarla pek de kolay olmazdı zaten.

   Gali ise omzundaki oku çıkarmayı nihayet başarmıştı. Ve kim ne derse desin, o an orada bulunan en mutlu insan oydu. Ne de olsa hiçbir şey umurunda değildi.
Zaman Çarkı döner, Çağlar gelir ve geçer, efsaneleşen anılar bırakır. Efsaneler solarak mit olur ve onları doğuran çağ yeniden geldiğinde mitler bile unutulur. Bir Çağ’da, kimilerine göre Üçüncü Çağ’da, henüz gelmemiş, çoktan geçip gitmiş bir Çağ’da, Puslu Dağlar’da bir rüzgar yükseldi. Rüzgar başlangıç değildi. Zaman Çarkı dönerken ne başlangıçlar, ne de bitişler vardır…

Çevrimdışı Gudvard

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gölge Savaşları: Son Ejderha
« Yanıtla #22 : 25 Nisan 2015, 20:55:07 »
 Bölüm güzeldi ancak son bölümün üzerinden o kadar uzun zaman geçti ki olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlandım. Hatta konunun ne olduğunu unuttuğumdan geçmiş bölümlere bir göz gezdirdim. Onun dışında güzel bölüm. Uzunluğu tatmin edici. Bizi çok bekletmemenizi umut ederek ayrılıyorum buralardan.  :P