Kayıt Ol

Rüzgar

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Rüzgar
« : 22 Ağustos 2012, 22:44:41 »
“Mavi gözlerinin derinliklerinde kaybolmanı istemiyorum artık. Yapma bunu Melis!”
“Düşünmeden edemiyorum, biliyorsun Rüzgâr.”

   Melis’in aklını gezintiye çıkaran, anne ve babasını kaybettiği olaydan başkası değildi.  Bir hafta dahi olmamıştı henüz. Anne ve babasının uçağının düştüğü haberini izleyişi hep gözünün önünde bir perde gibiydi; kalan hayatı görmesini engelliyordu. Artık televizyonlardan nefret ediyordu. Elinde kumandayla öylece donup kalmıştı. Ağlamak için dahi tepki verememişti. Hayatın koca bir yalan olduğunu düşündüren bir andı. Kendisinden en değerli varlıklarını çekip almıştı bir anda. Teyzesiyle, birde Rüzgâr’ la kala kalmıştı öylece.

   Saçını maviye boyatışı, bir tepkiydi belki de. Ellerinden uçup giden bir kuştu, yaşam sevinci. Peşinden uçamazdı. Sadece geri dönmesi için bekleyecekti. Kuşun gönlü olursa dönerdi. Ama hangi kuş, özgürce uçmak varken geri dönüşü seçerdi ki? Kaybetmişti umutlarını. Umut, nefes gibi bir şeydir insanlar için. Vazgeçilmezdir, en temel ihtiyaçtır. Umutlarını ve hayallerini yitirmiş bir insanın yaşadığı nefes daralması da bundan olsa gerek.

   Melis’in tek konuştuğu varlık Rüzgar’dı. O da olmasa, var olan yarım aklını da yitirecekti.

   Melis, hareketsiz bir mumya gibi yatağında yatıyordu. Her zaman olduğu gibi, ayağında bir esintiyle hafifte olsa tebessüm etti. Arkadaşı Rüzgâr gelmişti gene.

“Bugün doğayla pek bir barışıksınız.”
“Evet! Gökyüzünü ele geçirmemize izin verdi. Bulutlar ağlarken, şimşekler bu kadar kızgınken, ağaçların yapraklarını savurup, kurumuş çalılarla oyun oynamanın tadını bilemezsin.”
“Rüzgâr! Senin şu özgürlüğünü kıskanıyorum. İstediğinde gökyüzünde gezintiye çıkıyorsun. İster bir kızın eteğinde, ister bir dağın tepesinde…”
“Tarifsiz bir güzellik… Beni boş ver, sen nasılsın?”
“Kendimi boşlukta hissediyorum. En hoş yemekler bile acı geliyor. Annem ve babamın yanında olmak istiyorum.”
“Annen ve baban hep yanında Melis! Onları değerli kılan senin kalbin... Senin kalbinde oldukları sürece değerli kalacaklar. Değerli kaldıkça da kalbinde…”
“İyi ki varsın Rüzgâr!”
“Unutma, onlar kalbinin içinde ve hep seninleler.”

   Rüzgâr’a rağmen, Melis’in psikolojisi adına pek umut yoktu. Gittikçe kabuğuna çekilen bir yengece dönüyordu. Elini uzatıp, kabuğu kırmak isteyenin de elini ısırıyordu hemen. Teyzesi onun için ciddi derecede endişeliydi. Bütün psikolog önerilerine ters yanıt almıştı. O da bu zor günlerinde, fazla zorlamamayı düşündü; bu kızgın yengeci.

   Melis, esmer tenine ufak ellerini yaslamış, Rüzgâr’ın söylediklerini düşünüyordu. Bir ara kalbini dinledi. Acı acı bağıran bir sesi vardı. Ölen iki insanın çığlıklarını duyar gibi oldu. “Tabi ya,” diye düşündü. Mutfağa indi, çekmeceleri karıştırdı. Aradığını buldu. Bir esinti çıktı o anda. Rüzgâr “dur,” diye bağırarak geliyordu. Sanırım yanlış anlamıştı Rüzgâr’ı. Kalbinde, annesi ve babasının olduğu fikrini beyninde somutlaştırdı. Onları oradan çıkartmak adına, sapladı bıçağı kalbine. Amacına ulaştı. Artık, annesi babasıyla beraber olabilecekti. Farklı boyutlarda, farklı yerlerde… Bıçağı saplar saplamaz,  Rüzgâr da kayboldu. O, Melis’in kalbindeki boşluğu dolduran bir esintiydi sadece. Şimdi, ortadan ikiye ayrılmış bir kalpte ona da yer yoktu.