Kayıt Ol

Av Sezonu

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Av Sezonu
« : 12 Ağustos 2015, 06:04:09 »
  "Ben de gidiyordum şimdi," dedi, geri geri sendeleyerek. Gözlerini kırpmıyor, nefes almıyordu. Sağ eli arkada, kapı kolunu ararken karşısındaki adamdan başka tarafa bakmıyordu. "Lütfen..." Adam ağlamaya başlamış, hayatı için dilenir olmuştu. "Lütfen, bir daha asla yapm..."
Delikanlı elindeki silahı indirdi ve tiksintiyle etrafına bakındı. Yerdeki döşemeler kana bulanmıştı. Kimseden bir laf alamadığı gibi yaklaştığını da biliyordu. Bu adamlar onun sorularına hemen öfkelenmiş ve saldırıya geçmişlerdi. Göğsünün altındaki sığ bıçak yarasına gitti gözleri, kanıyordu fakat derin bir çizik olmadığı acısından belli oluyordu. Bara döndü, cesetlerin arasından yavaş adımlarla ustaca geçti ve bir bourbon alıp kafaya dikti. Tişörtünü çıkardı ve küçük bir parça yırttı. Onu elindeki içkiye bulayıp yarasının üzerine yapıştırdı, tişörtünün geri kalanını da onu sabitlemek için gövdesine dolayıp sıkıca bağladı. Yarısına kadar boşalan bourbonu eline alıp bir kere daha kafaya dikti. Bardan çıkarken üzeri çıplaktı lakin yakıcı güneşin altında bu sorun teşkil etmiyordu. Bir mesaj iletmişti o barda. O kadar adamı öldürmesinin tek sebebi vardı, bir mesaj! Sağ ayağında yoğun bir sızı vardı, incitmiş olabileceğini düşündü. Ağırlığını sola verdi ve topal adımlarla sokağın diğer tarafını yürümeye başladı. Burbonunu yudumlayıp polis sirenlerini arkasında bıraktı. Mesaj iletilmişti.

  "Sorumlusu kim biliyor musun?" Kendi barında öldürülen on üç adamını düşünüyordu ve bunu yapanı bulamaması halinde itibarının zedeleneceğinden aklını alamıyordu.
  "Kayra Demir, efendim. Polis kamera kaydından kim olduğunu buldu. Yirmi üç yaşında vee..." yaşlı adam düşüncülerini tarttı ve söyleyeceklerini bileyleyip devam etti. "Ailesi sizin emrinizle öldürülmüş."
  "Bu bir intikam mı yani?"
  "Hayır, efendim." Karşısında duran genç kadını boydan boya süzdü. Genç, alımlı ve tehlikeliydi. Babası öldükten sonra tüm organizasyonun başına geçmişti. Onu kıskandığı gerçeğini yutup daha da sert cümlelerle devam etti ihtiyar. "Bu bir kurtarma girişimi. Kız kardeşi..." Bekledi, tüm dikkati üstüne alıp, genç kadının daha da kızışmasını bekledi. "Sizin yeni oyuncağınız."
  Ilgın karşısında, samimiyetsizce ona bakan adamı eliyle yaptığı bir işaretle kışkışladı. Masasının başına geçti ve ellerini çenesinin altında birleştirip düşünmeye başladı. Psişikler, babasının tutkusuydu ve bunu kendisine de aşılamıştı. Bir psişik çok nadir bulunurdu ve hiç bir cihazla takip edilemezdi. Onları ancak haberleri takip edip, içgüdülerinizi dinleyerek bulabilirdiniz, Ilgın da öyle yaptı. Mobeseleri inceletti, şehrin her yerine adamlar konuşlandırdı ve en büyük arzusunu bir üniversitede buldu. Onu silah haline getirip şehrin tek iktidarı olmak istiyordu ama bu bar kavgası işleri oldukça kızıştırmıştı. Kız kardeşini kurtarmak için on üç adama kafa tutan bir delikanlı ve bunu sadece kendisini korkutmak için yapmış olması da onun ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyordu. Acaba, diye düşündü Ilgın. Onun da kardeşi gibi yetenekleri var mıydı?

  Toprağın altına gömülü bir hapishanedeydi Tomris. Yetenekleri buradan kaçmasını engelliyordu. Denese bile bu hapishane üstündeki tonla toprakla beraber onun mezarı olurdu. Sık sık ziyaretine gelen kadını düşündü. Ailesinin ölümü onun suçu değilmiş gibi bir de ortaklık teklif ediyordu; sanki bu cam fanusa tıkılmasının sebebi o değildi. Bir delikten uzatılan tabldotu aldı ve yemeğe başladı. On bir gündür tuttuğu yasın yerini, soğuk bir intikam ateşi sarmış ve hayata sarılmaya karar vermişti. Etrafında konuşulanlardan anladığı ve bildiği tek şey ailesinin tamamının ölmemiş olmasıydı. Ağabeyi yaşıyordu. Onun için üstlenmesi gereken rolü, ailesi için hala yas tutan, narin ve korkak bir kızı, oynuyordu.

  Bourbonun ve yanan bıçak kesiğinin etkisiyle hemen uyuyakalmıştı Kayra. Kalktığında midesi hafiften bulanıyor fakat yarasının olduğu yerde yeller esiyordu. Yara derin olmadığı için beklediğinden daha hızlı iyileşmişti. Beline sardığı yırtık tişörtü çıkartıp tuvalete gitti. Yüzünü yıkadıktan sonra kendine gelemediğini anlayıp, musluğun altına kafasını soktu ve serin sudan medet umdu. Mini buzdolabının içinden bir bira kaptı ve sabah kahvaltısı niyetine büyük bir yudum aldı. Günlerdir sürekli yer değiştirmiş, dışarıya çıkamaz hale gelmişti. Polisler her yerde onu arıyordu. Satılık aynasızlar. On beş gündür topladığı isim ve mekanları tek tek gezmiş ve hep tek bir isme ulaşmıştı. Ilgın Timurtaş, mafyanın yeni lideri. Elindeki birayı bitirip yatağına oturdu. Baş ucundaki çantaya uzanıp içinden küçük bir not defteri ve kalem çıkardı. Not defterinin sayfaları arasında gittiği barın ismini bulup, üzerini çizdi. Bir kaç fotoğraf çıkartıp incelemeye koyuldu.
  Polaroid fotoğraf makineleri uzaktan çekimlerde oldukça başarısızdı. Sadece hatlar ve renklerin belli olduğu bir kaç fotoğraf vardı elinde. Bar sadece bir mesajdı. Onlara panik yaptırmak istemişti. Tam güvenlikli binanın fotoğrafına baktı. Beş katlı apartmanın en üstünde Ilgın'ın odası vardı. Üçüncü kat kirli paranın döndüğü muhasebeye ayrılmıştı. Geriye kalan katlarda, onları korumak için konuşlanmış haydutlar vardı. Tek bir profesyonel nişancı görmemişti, tıpkı kardeşiyle ilgili bilgisi olan birilerini görmemesi gibi.
  Dış kapıdan elini kolunu sallayarak giremezdi. Onca insanla çatışabilmek için yeterli ne alanı olacaktı ne de kurşunu. Yangın merdiveninden girilerek yapılan minik bir hırsızlık peşindeydi sadece, kardeşinin nerede olduğu bilgisini çalıp, oradan tüyecekti. Hazırlıklarını yapmak için çantasından çıkardığı son tişörtü giydi. Silahlarını ve fotoğraflarını çantanın içine atıp ayaklandı. Kapıya doğru giderken gözleri, mutfak tezgahının üstündeki dörtte üçü boş bourbona takıldı. Şişe, sahibinin terk etmek üzere olduğu yavru bir kediymiş gibi orada duruyordu. Pişman olmaktansa, diye düşünüp bourbonu da çantaya koydu ve pansiyondan ayrıldı.

  Barda olup bitenleri izleyen Ilgın bir sonuca ulaşamamıştı. Karşısındaki ya profesyonel bir nişancıydı ya da kardeşi gibi özel biriydi. Bardaki çatışmadan bu kısmı anlaşılmıyordu. İçeri girmiş, barmen dahil bir iki adamla konuşmuş ve taşıdığı çift tabancayla herkesi öldürmüştü. Desert Eagle, diye düşündü. On dört kurşun ederdi ve içeride on üç kişi vardı. Şarjör değiştirmemiş, bir tarafa iki kere ateş etmemişti. Onun için kimse iki kurşun etmezdi, hayatta kalan olup olmamasına aldırmıyordu fakat tabii ki de hayatta kalan yoktu.
  Bilgisayarını kapatıp eline, polisin bir kopyasını verdiği, Kayra'nın dosyasını aldı. Satılık aynasızlar.  İçinde bir fotoğrafı, daha önce ödemiş olduğu iki trafik cezası ve ailesinin cinayeti ile ilgili bilgiler vardı. Anne ve babası dışında kimseden bahsetmeyen Tomris geldi aklına. Ağabeyinden hiç bahsetmemişti. O biliyordu ve benimle oynadı. Dosyadan fotoğrafı alıp, odasından çıktı. Kapısının iki tarafında bekleyen takım elbiseli badigartlar eşliğinde binadan ayrıldı. Arabaya bindiğini görür görmez, iki araba dolusu badigart hazır hale gelip, liderlerinin peşinden yola koyuldular.

  Elindekileri düşündü Kayra. İki tabanca, iki ek şarjör, çift ağızlı bir kama ve bir saç tokası. Yeterli, diye düşündü ve elindeki çantayı uzun yıllardır hareket etmemiş, çürümekte olan bir 1960 Opel Kapitän'ın altına iteledi. Binanın önündeki beş arabadan üçü yoktu. Bunlardan biri Ilgın'ın arabası olduğuna göre boş bir odaya girecekti. Yangın çıkarması ya da dikkat dağıtması gerekmeyecekti. Gökyüzüne alacakaranlık çökmüş, akşamın o hafif esintisi başlamıştı. Klimasız binada kan ter içinde kalan tüm haydutlar esintiden faydalanmak için dışarı çıkmış, pencere kenarlarına ilişmişti. Arka tarafta bulunan yangın merdiveninin etrafında telefonla konuşan, takım elbiseli bir hayduttan başka kimse yoktu. Ayrılmasını bekledi ve harekete geçti.
  Sadece yukarıdan aşağı inmeye yarayan merdivenin sonunda, üzerine asılınca yaylanıp, aşağı düşen bir merdiven bulunuyordu. Bu merdiven yerden iki buçuk metre kadar yukarıda asılı halde duruyordu. Zıpladı fakat eli, paslı metali yalayıp boşluğa düştü. Bir daha zıpladı ve bu sefer daha çok yaklaştı. Keşke daha çok basketbol oynasaydım. Bir kaç adım uzaklaştı ve koşarak bir kez daha denedi. Tek elle yakaladığı merdivene asılıp onu aşağı çekti ve yavaşça tırmanmaya başladı. Apartmanın bu yanında, yukarıdan açılan minik pencereler dışında hiç açıklık yoktu. Onların da tuvaletler için olduğunu varsaydı Kayra ve en üst kata sorunsuz bir şekilde çıktı. Yangın merdivenine açılan kapıya ulaştığında tokayı alıp kilidi kurcalamaya başladı. Kulağını dayadı ve gözlerini kapadı. Toka içeride gezinirken çıkardığı metalik ses dalgalarının çarpıp yansımaları sayesinde kilidin tüm yapısını çıkarttı. Gerçekten mi? Yüzü şaşkınlıkla alay arasında bir ifadeye büründü ve kapı koluna davrandı. Kilitli değildi.
  Kafasını uzatıp baktığında tek bir kamera bile görmedi. İş yaptığı bir odaydı fakat onu bile özelleştirip kamera koydurmamıştı. Masasının başına gitti ve tekerlekli sandalyeyi itti. Masanın iki çekmecesinden ilkini karıştırmış hiç bir şey bulamamıştı. İkinci çekmece anahtarla açılanlardandı ve tokayı boşa getirmediğine sevinip kilidi bir iki denemede kolayca açtı. İçinde bir silah, bir kaç dosya ve ped vardı. Kadın işi. Dosyaları karıştırıp, içinde kardeşinin fotoğrafı olanı buldu ve üzerinde, tutulduğu yerin krokisinin, yapısının ve adresinin bulunduğu kağıdı koparıp kıvırdı. Dışarıdan gelen seslerle irkildi, hareket etmeyi bırakıp kulak kesildi. Yangın merdivenindeydiler, kokuları ve ayak sesleri dört kişi olduğunu gösteriyordu. İçeri açılan kapının arkasındaysa yedi kişi vardı. Kıvırdığı kağıdı arka cebine koyup belindeki silahları eline aldı. Kaçması imkansızdı.

  "Bugün nasılsın?" Karşısında gözleri sulanmış, saçlarının bir kısmı yanmış, ürkek bir kız görmüyordu artık. Sorusuna cevap gelmeyince devam etti. "Sanırım yanlış bölüm seçmişsin?" Kızın bakışlarını kendine çekince ne demek istediğini anlamadığını gördü. "Okumak için diyorum."
  "Ne demek istiyorsun," dedi Tomris ve burnunu çekti. Gözleri yaşlı, yüzü pusluydu. Geride ipucu bırakmamak için evinde çıkartılan yangından kalma biraz is ve yanık saç kokusuyla tıkılmıştı oraya.
  "Konservatuvar seçmen gerekirdi." Ilgın yirmi dokuz yaşındaydı ve oldukça çekici bir kadındı. Her zaman koruduğu sükuneti onun bu güzelliğine vahşi bir hava katıyordu. Elindeki resmi Tomris'e çevirdi. "Bundan bahsediyorum."
  Sulu gözleri birden yuvalarından fırlayacakmış gibi oldu ve içinde bulunduğu fanusun camına yapışıp daha yakından baktı. Ellerini cama koydu ve içinde bulundukları yer altı hapishanesi şiddetle sarsıldı. Kırmızıya çalan gözlerinden öfke saçılıyordu.
  "Şşşşşt. Uslu dur." dedi ve küçük bir tebessüm etti.
  "Ona ne yaptınız?" diye sorarken bile cevabı biliyordu. Gerçek gözyaşları dökülmeye başlamış, minik deprem sona ermişti. Elleri fanusa dayalı bir şekilde dizlerinin üstüne çöktü.
  "Ağlama bir tanem, başına bir şey gelmedi." Duraksadı, kızın umutla dolmasını bekledi. "Seni kurtarmaya çalışırken yakaladık."
  "Ne istiyorsan," dedi Tomris, kalan tek ailesini korumak için. "Ne istiyorsan yapacağım."
  Ilgın kızı baştan aşağı süzdü ve tatmin olmuş bir şekilde ayağa kalkıp cama yaklaştı.
  "Efendim!"diye seslendi hemen arkasından biri.
  Bu anı böldüğü için hışımla döndü Ilgın. "Söyle!" Sesini çok az yükseltmesine rağmen ortamın gerginliği iki katına çıktı.
  Adam karşısında af dilenmeyi düşündü bir an ve hemen vazgeçip elindeki telefonu uzattı. Bir süre sonra sükunetini hiç bozmadan Tomris'e geri döndü.
  "Çıkma zamanı tatlım."

  Arabayı durdurdu ve yavaşça, terk edilmiş bir fabrika deposu olduğunu düşündüğü yere yöneldi. Farlarını yakmadan sürmüştü ki buna gerek de yoktu. Karanlıkta görmek onun için nefes almak kadar doğaldı. Gözlerini kapadı ve duymaya çalıştı. İki adam kapıda muhabbet ediyor, üç tanesi içeride kıpırdamadan duruyordu. Makara sesi kulaklarında yankılandı. Yukarı çıkıyorlar, diye düşündü. Arabada bıraktığı kağıtta tüm hapishane ayrıntılı gösterilmişti. Yerin altına gömülmüş özel bir hapishane ve onu maskelemek için yıkık dökük bir depo. Hayalinde kurduğu senaryoya başlamak üzereyken burnuna gelen kokuyla tüm düşünceleri dağıldı. Yanık saç kokusunun altında Tomris'i koklamıştı. Sekiz silahlı adam ve Ilgın dışında depoda kimse yoktu. Bacağındaki kurşun yarasına sarmış olduğu kemeri kontrol etti, kanama durmuştu.
  Kapıdaki korumalar içeriden gelenleri görmek için başını çevirdikleri anda iki el ateş sesi duyuldu ve adamlar kapının önüne barikat kurulurcasına birbiri ardına yere yığıldılar. İçeriden, otomatik tüfeklerle açılan ateşin korkudan açıldığı çok belliydi.
  "Ateşi kesin!" diye bağırdı Ilgın. Kurşunlarının bitmesi demek onun harekete geçmesi anlamına gelirdi ve bu fırsatı ona tanımayacaktı.
  "Kayra!" Avazı çıktığı kadar bağırdı Tomris ve bekledi.
  Dışarıdan gelen tek el ateş sesiyle beraber kolunu tutan Ilgından kurtuldu ve ellerini badigartlara doğru kaldırdı. Metali iliklerinde hisseden Tomris'in gözleri gecenin karanlığında alev alev parladı. Silahlar, telefonlar ve adamların zar zor kurtulduğu kol saatleri havada asılı kaldı. Silahların namluları adamlara dönerken birden dünya gözlerinin önünde kaydı ve kendinden geçerken gördüğü son şey içeri giren Kayra oldu.
  Kayra içeri girip silahsız kalan altı haydudu kurşuna dizdi. Yere yığılan adamların arasından geçerken birinin kıpırdandığını gördü ve bir el daha ateş etti. Yerde yatan kardeşini gördü ve kalp atışlarını duyduğu gibi rahatladı. Bayılmış olduğunu anladığı gibi karşısındaki genç alımlı kadına döndü.
  "Nihayet karşılaştık," dedi Kayra. Mutluydu, yüzünde çarpık bir gülümseme vardı. Silahsız bir kadının çaresizliğini düşündü.
  "Daha yakışıklıymışsın," dedi ve ellerini açıp teslim olduğunu göstererek bir iki adım yaklaştı. "Şimdi ne olacak peki, savunmasız bir kadına ateş mi edeceksin," deyip ellerini daha da havaya kaldırıp salladı.
  "Aslında düşündüğüm tam olarak bu değil..." Sözünü biteremeden kaskatı kesildi. Kadın birden gözünün önünde kaybolmuştu.
  Hayır, orada. Kalp atışlarını duyuyor, ortanca kokulu sabununun kokusu genzini yakıyordu. Birden yerdeki cesetler kayboldu, kardeşi, depo ve her yer karanlığa büründü. Karanlıkta görebilirdi, bu imkansızdı. Gözlerini sıkıca kapadı ve açtığında artık ne depodaydı ne de karanlığın ortasında. Kocaman bir salonun içindeydi. Büyük bir avizenin aydınlattığı, işlemelerin duvarları süslediği saray odalarından birinde. Karşısında beliren Ilgın'ı gördü ve silahını ona doğrulttu. Ayakkabılarını çıkardı ve çıplak ayakları yere değdi. Artık tüm depoyu hissedebiliyordu. Duvarların, kolonların ve ölü bedenlerin rezonansını teninde hissediyor, kafasında şekillendirebiliyordu. Karşısında duran Ilgın değildi. Bir illizyonun içindeydi ve bunun farkına varmıştı. İkinci adım ona çaktırmadan yerini tespit etmekti.
  "Sende özelsin, tıpkı bizim gibi," derken bir yandan da nabızları kontrol ediyordu. Yerini tespit etmişti lakin hemen önündeki kardeşinin kokusunu alabiliyordu. Onu kendine siper etmişti, Kayra'nın bu durumdan kurtulması halinde hayat sigortası olarak onu ellerinin arasına almıştı.
  "Sizin gibi mi?" Bir kahkaha kopardı. "Bizim benzeyen hiç bir yanımız yok."
  Birden mekan değişti ve etrafı alevler sardı. Kendi evindeydi. Ahşap ev altında çıtırdıyor, duman, avını sıkıştıran bir kurt sürüsü gibi Kayra'yı çevreliyordu. Anne ve babasının yandığını, birbirlerine sarıldıklarını görüyordu. Elini gayriihtiyari onlara uzattı fakat bunların gerçek olmadığını düşünüp geri çekti.
  "Bunların hiç biri gerçek değil." Bunu Ilgın'a söylemekten çok, kendi kendisine söylemişti.
  "Hepsi gerçek," derken sesini yükseltmiş, kendini bunların gerçek olmadığına ikna etmeye çalışan Kayra'nın sesini bastırmıştı.
  İllizyon, diye düşündü ve baş parmağını bacağındaki kurşun yarasına sertçe bastırdı. Acı tüm bunların kaybolmasını sağlayacak, illizyonun önünü kesip gerçekleri açığa çıkartacaktı lakin hiçbiri olmadı. Hala anne ve babasının yanmasını izliyordu. Gözlerinden süzülen bir iki damla yaşa engel olamadı. Bunların hiç birinin gerçek olmadığını anlamıştı. Ailesinin çığlıklarını işitmiyor, dumanın kokusunu duymuyor, ateşin sıcaklığını hissetmiyordu. Bu kafasının içinde süregelen bir şey değildi, öyle olsa, tüm duyuları bu görüntülere eşlik eder, dumanın kokusunu almakla kalmaz tadını da alırdı ama bunların hiç biri olmuyordu.
  Kulaklarını, kalp atışlarından, Ilgın'ın ve kardeşinin soluklarından, dışarıda çalışır halde bırakılan arabaların motorlarından arındırdı ve elektriğin cızırtısına odaklandı. Silahını kaldırıp, içeri girdiği kapının yanı başındaki şartele iki el ateş etti. Odaya çöken zifiri karanlıkla beraber tüm kontrolü eline aldı. İllizyon yaratmıyordu, ışığı büküp, şekillendiriyordu. Işık olmadığı yerde o bir hiç, Kayra ise bir avcıdan farksızdı. Kurşunlarının bittiğini biliyordu ve zaten ateş ederse kardeşini vurma riski vardı. Tabancaları, yerini belli etmemek için sessizce beline soktu ve karanlıkta süzülerek ilerledi. Duyuları bir insanın algılayabileceğinden çok daha yüksekti. Bu onun yeteneği ve lanetiydi. Ailesi öldürülmüş, kardeşi kaçırılıp hapsedilmişti. Kendini bir insan avının içinde hem avcı, hem av olarak bulmuştu. Arkasına geçtiği Ilgın'ın o uzun ve zarif boynunu kokladı. Ortancanın kokusu genizlerini son kez yaktı ve elindeki kamayı atar damarına sapladı. Fışkıran kanın sıcaklığı kamayı tuttuğu elini kapladı ve kalp atışlarının önce hızlanıp sonra yavaşladığını, ortanca kokusuyla yanıp tutuşan genzinde hissetti. Av sezonu kapanmıştı.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Av Sezonu
« Yanıtla #1 : 12 Ağustos 2015, 22:04:11 »
İlginç bir hikayeydi. İlk öykünüz sanırım? Sonunda Ilgın'ın "o harekette" bulunmasını hiç beklemiyor insan. Yalnız okurken bayağı bir zorlandığımı itiraf etmem gerek. Neden derseniz daha en başından beri o anda kimin konuştuğuyla ilgili ciddi bir sıkıntı var. Mesela;

...Sağ eli arkada, kapı kolunu ararken karşısındaki adamdan başka tarafa bakmıyordu. "Lütfen..." Adam ağlamaya başlamış, hayatı için dilenir olmuştu...

Hangi adam ağlıyor? Karşısındaki kişi mi, yoksa kapıdan çıkmaya çalışan mı? Kapıdan çıkmaya çalışan kişi erkek mi bir de? Bunlar birkaç satır sonra "genç adam" ve "adam" ayrımının yapılmasıyla çözülüyor elbette ama daha ilk satırlardan böyle bir ikilemle karşılaşmak hoş değil sizin de kabul edeceğiniz üzere. Şöyle olmalıydı (affınıza sığınarak):

"Ben de gidiyordum şimdi," dedi adam, geri geri sendeleyerek. Gözlerini kırpmıyor, nefes almıyordu. Sağ eli arkada, kapı kolunu ararken karşısındaki genç adamdan /delikanlıdan başka tarafa bakmıyordu. "Lütfen..." Adam ağlamaya başlamış, hayatı için dilenir olmuştu.

Aynı şekilde Ilgın ile yaşlı yardımcısının ilk kez sahne aldığı yerde de patronun kadın olduğunu anlamak için bayağı uğraşmak, pek çok satır okuduktan sonra uyanmak gerekiyor. Halbuki:

"Sorumlusu kim biliyor musun?" diye sordu kadın.

diye yazsanız en başta, hiçbir problem kalmayacak.

Bunun dışında "hiçbir" ve "birkaç" kelimelerinin yazımında, virgül kullanımlarında ufak yanlışlıklar var ama onları da su yüzüne çıkarıp tadınızı kaçırmak istemiyor, yorumumu burada kesiyorum :) Sürç-ü lisan ettiysek affola...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Av Sezonu
« Yanıtla #2 : 13 Ağustos 2015, 04:50:56 »
Yorumunuz için çok teşekkürler.
Yeni yazmaya başladım denilebilir.  İlk öykümü yazmaya başladığımda 15.000 kelimeyi geçmiş, sonu gelmemişti.  Açıkçası kısa öyküler yazmak benim için çok zor. Her şeyi ayrıntısına kadar yazmayınca, bu sefer hiç bir ayrıntıya değinmeden yazmaya başlıyorum. Yarattığım karakterlerin geçmişlerine, ruh hallerine değinmeden, mekanı güzelce tasvir etmeden yazmak tuhaf geliyor. Bu benim hikaye okuma alışkanlığımın çok olmamasıyla alakalı olabilir.  Bunu sizin eleştiriniz sayesinde fark ettim.
İmla ve noktalama işaretlerim fazlasıyla sorunlu, bunu biliyorum ve üstesinden gelmeye çalışacağım.

Spoiler: Göster