Kayıt Ol

AV

Çevrimdışı Dwaxer

  • **
  • 53
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
AV
« : 24 Temmuz 2009, 23:05:46 »
.

AV

Soğuk şatonun taş koridorlarında yaşlı bir adamın aceleci ayak tıpırtılarından başka ses duyulmuyordu. Otis; saçları hem ortadan açılmış hem de beyazlamış, tombul bir yüzü, fıldır fıldır gözleri, sivri burnu olan, hafif kambur, romatizmalı bir adamdı. Bu şatonun kâhyasıydı. Devasa ana kapının kanatlarından birini açarak, dışarıya bir adım attı. Güneş batıyordu. 

Dört siyah atın çektiği siyah yolcu arabası, dakik bir şekilde mermer merdivenlerin önüne gelerek durdu. Arabanın lüks yolcu bölümünün kapılarında altın yaldızlı boya ile işlenmiş, sonsuz hayatı simgeleyen, içinde kum olmayan kum saati arması vardı. Arabacı, zayıf ve uzun boyluydu. Siyah giysisi ve silindir şapkasıyla daha çok bir cenaze levazımatçısını andırıyordu. Otis, onun aslında insan suretine bürünmüş bir kuzgun olduğunu düşündü.

“Bir yere ayrılma, ben Efendi’yi uyandırmaya gidiyorum!” diye bağırdı Otis.

Arabacının bir yere gideceği yoktu. Uzaklarda çakan bir şimşek, kızıldan karanlığa çalan ufku aydınlattı. Yağmur geliyordu. Otis tekrar içeri girip kapıyı kapattı. Üzerinde kalın kıyafetler olmasına rağmen üşüdüğünü hissetti ve gülümsedi. Yaşıyordu... Antre salonundaki büyük merdivenlerin yanından, dar bir koridora girdi ve arka taraftaki mahzen kapısına ulaştı. Beş mumlu bir şamdan ile yolunu aydınlatarak mahzene indi. Etrafı şarap şişeleri ve fıçılarıyla doluydu. Gizli bir kapıyı açan mekanizmayı harekete geçirdi ve duvarda açılan geçitten geçerek, daha da aşağılara indi. Sonunda gizli odaya geldiğinde, Efendisi’nin içinde yattığı taş lahitin önünde saygıyla durdu. Kabartmalarla süslü lahitin üstündeki kapak, bir insanın kaldıramayacağı kadar ağırdı. Otis tekrar gizli bir taşı yerinden oynattı ve lahitin kapağı, yandaki destek kolonlarının üzerine kaydı.

Taştan tabutun içinde, Otis’in ölmüş büyük büyük babasından bile yaşlı olduğu halde ancak otuzunda gösteren, soluk benizli, güzel yüzlü bir adam yatıyordu. Kont Brad von Pitburg.

Ve Vampir gözlerini açtı! Otis biraz ötede duruyordu; uyku mahmuru bir vampirin, açlığın güdüsüyle kendisini uyandıranı ısırıvermesi görülmemiş bir şey değildi.

“Günaydın efendim,” dedi Otis sırıtarak.

Vampir sanki ağırlığı yokmuşçasına aniden ayağa dikildi. Ne bir yere tutunmuş, ne dizini bükmüştü. Dikiliverdi. Uçmaktı sanki, büyü gibi...

“Günaydın mı? Bu komikliği daha kaç kere yapman gerekiyor Otis?”

“Benim görevlerimden biri de sizi eğlendirmek efendim.”

“O zaman başka komiklikler bul. Sıkıcı olma!”

“Emredersiniz.”

İki adam merdivenden çıkmaya başladılar.

“Efendim araba hazır. Bildiğiniz gibi valinin şatosundaki baloya davetlisiniz.”

“Adıma davetiye geldi mi?”

“Geldi efendim, buyurun” diyerek balmumuyla mühürlenmiş süslü bir zarfı Konta uzattı Otis.

“Ben davet edilmediğim eve giremem, biliyorsun değil mi Otis?”

“Biliyorum efendim.”

“Yine de bunu sır olarak sakla. Ödlek avlarım, evlerinde titreyerek, benim bir gece ansızın içeri dalıvereceğim kabusuyla yaşasınlar. Kalpleri korkuyla atsın.”

“Bütün sırlarınızı saklıyorum efendim.”

“Aferin Otis.”
    
Kont Brad von Pitburg, kütüphanenin büyük pencerelerinden birisinin önünde durarak, yeni başlamış geceyi izledi. Siyah elbisesi çok şıktı. Kahyası da iki adım gerisinde duruyordu.

“Bu gece dolunay var Otis.”

“Evet efendim.”

“Ve yağmur yağıyor.”

“Biraz önce başladı efendim.”

“Senin yerinde olsaydım, kapıları kilitleyip içeride otururdum. Asla dışarı çıkmazdım.”

“Benim aklımdan da bu geçiyordu efendim.”

“Açlık... Yapışkan bir lanet gibi yakamdan düşmüyor.”

“Çıkmadan önce bir kan kokteyli içer misiniz efendim?”

“Hayır. Acelesi yok. Bu gece... Valinin kızı ile yakınlaşabilirim.”

“Efendim, cüretimi bağışlarsanız... Çok riskli değil mi? Yani kendinizi açık etmek açısından.”

“Evet Otis. Fakir bir köylüyü kurban etmek, daima daha kolaydır değil mi? Her neyse akışına bırakalım. Ben çıkıyorum.”

Otis, Vampir Efendisi’ne kapıyı açtı. Yağmur başlamış; henüz sadece çiseliyordu ama yer yer dolunayın ışığını örtmek için çabalayan kara bulutlar, gecenin oldukça ıslak geçeceğinin habercisiydi. Dışarı çıktıklarında, Kont Brad bir an durarak havayı kokladı. Ve sanki diğerlerinin bilmediği bir şeyi keşfetmiş gibi muzipçe gülümsedi.

“Bu gece dışarıdaki tek canavar ben değilim Otis,” dedi yaşlı adamı ürperterek.

Tam o sırada, mesafesi belli olmayan bir kurt uluması duyuldu. Otis’in yaşlı kemikleri titredi. Vampir, pis bir kahkaha atarak merdivenlerden indi ve arabacının saygılı bir duruşla kapısını açtığı at arabasına bindi.  Onlar uzaklaşırken Otis aceleyle içeri girdi ve kapıyı sürgüledi. Demir parmaklıklı pencereler, sağlam kapılar, kendisini emniyette hissettiriyordu. Efendisi’ne gelince, onun kendi şatosuna girmek için anahtara ihtiyacı yoktu.

Otis, önce ufak tefek işlerini halletti. Sonra biraz kitap okudu. Bu arada kendine güzel bir şarap seçmişti. Mutfakta oturuyordu. Oldukça geniş olan mutfağın ocağı gürül gürül yanıyor, içerisini sıcacık yapıyordu. Ekmek tazeydi ve pastırma pişiriyordu. Şarabın etkisiyle hafiften yüzü kızarmıştı. Arada sırada çakan şimşeğin gök gürültüsü olmasa, dışarıda yağan yağmurun sesi ninni gibi gelecekti.

Ateşin karşısında şarabını yudumlayarak, uyuşuk bir şekilde ne kadar oturduğunu bilmiyordu. Birden mutfağın arka bahçeye açılan kapısı yumruklanmaya başladı. Otis hafiften çakırkeyif olmasa korkudan ödü patlardı. Kapıya ısrarla vuruluyor ve açılmaya çalışılıyordu ama kapı kilitliydi. Üstelik de şatodaki bütün kapılar gibi çok sağlamdı. Otis mutfağın küçük pencerelerinden birine koşup dışarıdakini görmeye çalıştı. Bu sırada bir kadın çığlığı duyuldu. Otis karanlıkta zar zor, dışarıda kapıyı vuranın bir kadın olduğunu görebildi. Kız pencereye döndüğünde yüzünü tanıdı.

“Klara! Kızım, benim kızım!”

Otis aceleyle kapıyı açtı ve panik içinde ağlayan kızı içeriye aldı. Sırılsıklam olmuş kız, zorlukla kelimeleri bir araya getirdi, dişleri takırdıyordu.

“Lütfen kapatın! Lütfen! Dışarıda, peşimde!”

Kapıyı kapatıp sürgülediler.

“Sakin ol kızım, sakin ol. Tamam geçti. Geçti artık.” 

Otis kızı ateşin karşısına oturttu. Bir battaniye getirdi. Islak şalını atıp, kızı güzelce sardılar. Hala dişleri takırdıyan kız sus pus olmuş, sanki şoka girmişti. Kızın, sadece kumral saçları ve belki biraz da alın yapısı Otis’in kızını andırıyordu. Başka da bir benzerliği yoktu. Zaten Otis’in kızı Klara, uzun yıllar önce ölmemiş olsaydı bile, şimdi orta yaşlı bir kadın olurdu.

Otis de kızın yanına çöktü. Kendi kızı Klara’nın hayaletini görmüş gibi allak bullak olmuştu. Ancak, kendini toparladı. Kızının dönmeyeceğini hatırladı. Ölmüştü o.

“Evladım senin adın nedir?” diye sordu. Kızı kendine getirmek için sarsması gerekmişti.

“Adım Helga” dedi kız. Tekrar ağlamaya başladı.

“Sakin ol Helga. Söyle bana, ne oldu? Seni kovalayan kim?”

“O bir yaratık!”

“Ailen yok mu kızım?”

“Annem ve babam... Öldüler! O herkesi parçaladı! Kocaman bir kurt. Ama iki ayağı üzerinde yürüyordu.”

“Kurt adam mıydı?”

“Çok korkunçtu!”

Birden bir uluma sesi duydular. Yakından geliyordu. İkisi de yerlerinden fırladı.

“Burada! dedi kız. Bizi öldürecek!”

“Hayır, korkma! Buraya giremez.”

Demir şeritlerle güçlendirilmiş kapıya dışarıdan şiddetli bir darbe geldi. Genç kız bir çığlık attı. Korkmuş birine, kapının menteşeleri oynamış gibi gelebilirdi ama işin doğrusu, kapı daha bunun gibi  yüzlerce darbeye dayanabilirdi. Dışarıdan vahşi bir hayvanın hırlamaları duyuluyordu. Pençeleriyle kapıyı, duvarları tırmalıyordu.

“Korkma! diye tekrarladı Otis. Kızın omuzundan tutarak onu yatıştırdı. Korkma burada emniyettesin!” dedi.

Ancak tam bu sırada, Otis’in bakışları Helga’nın kuğu gibi beyaz boynuna kaydı. Genç kızın heyecandan küt küt atan kalbi, sanki atardamarlarını belirginleştirmiş gibiydi.

“Hayır, hayır! Burada emniyette değilsin! Çıkmalısın, gitmelisin!” dedi Otis.

Helganın kafası karışıktı. Yaşlı adamı anlamadı.
“Ama giremez demiştin?”

Birden, ikisi de odada başka birinin varlığını hissettiler. Mutfağın iç kapısında Kont Brad von Pitburg duruyordu. Gülümsüyordu. Bakışlarını kıza dikmişti. Konuştu: “Sanırım Otis seni uyarmaya çalışıyordu. Benim hakkımda! Öyle değil mi Otis?”

“Hayır efendim, hayır! Yani... O daha gencecik. Üstelik daha bu gece ailesini kaybetmiş...”

Vampir sözünü kesti. “Otis! Benim acıma duygum olmadığını bilmiyor musun?”

“Biliyorum efendim.”

“O halde nefesini tüketme! Duygu yoksunuyum ben. Ne pişmanlık duyarım, ne korku. Vicdan sızlamasını, sadece hayal edebilirim. Ruhsuz varlığımı kemiren tek bir duygu tanıyorum, o da açlık!”

Vampir’in gözleri, kızın heyecanla inip kalkan göğüsleri ile zarif boynu arasında gidip geliyordu. Helga ise ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Normalde yakışıklı bulacağı bu şık giyimli adamın bakışları ve sözleri onu korkutmuştu. Bahçe kapısına doğru geriledi. Ancak kapıyı tırmalayan pençelerin iç gıcıklayıcı sesi, ardındaki tehlikeyi hatırlattı. Genç kız yardım istercesine Otis’e baktı. Ama yaşlı kahya, elinden bir şey gelmeyeceğini bilecek kadar Efendisi’ni tanıyordu. Gözlerini kaçırdı.

“Neler oluyor? Siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz? diye bağırdı kız.”

“Ben Vampir’im, dedi Kont.”

Helga’nın sırtı kapıya dayandı. Eli sürgüye gitti ama açmak istediğinden emin değildi. Ağlıyordu.

“Lütfen acıyın bana!” diye yalvardı.

Sürgüyü hafifçe çekti. Artık kurt adamın sesi duyulmuyordu. Belki de gitmişti. Vampir alaycı bir şekilde gülümsedi. Kızın aklını okuyordu.

“Ah küçüğüm, inan ki hâlâ orada. Kurt-adam o! Senin kokunu alıyor. Korkunun kokusunu! Çıkarsan seni parça parça edecek. Keskin tırnaklarıyla etlerini kemiklerinden ayıracak, sivri dişleriyle narin vücudunu hoyratça ısırarak, iri lokmalar halinde canlı canlı yiyecek seni. Ama istediği sadece yemek değil. Vahşet istiyor. Nedenini bilmeden, saldırmak, kırmak, kesmek, lime lime etmek istiyor. Dolunayın deli çocuğudur kurt-adam... Ben ise, açım! Ve susuzum! Doymak bilmiyorum bir türlü. Senin yavru bir kuş gibi pır pır eden yüreğinin atışını buradan duyabiliyorum ve bu benim iştahımı daha da kabartıyor. Zarif boynundan ısırıp tükenene kadar kanını içmek istiyorum. Seni kurutana kadar emmek, ölüm öpücüğü vermek istiyorum. Zor bir seçimin var güzel kız. Tavsiyemi istersen beni seç. Sadece hafif bir ısırık, kolay olacak. Kurt-adamın sana vereceği acı, çok daha fazla olur.”

Helga hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Çıldırmak üzereydi.

“Bunu neden yapıyorsunuz?” diye bağırdı.

“Ah yavrucuğum, o kadar toysun ki. Bak Otis’e! O uzun bir ömür yaşadı, çünkü bana hizmet ediyor. Senin gibi masum ruhlar için iki seçenek vardır: Ya kurt-adam tarafından parçalanmak, ya da vampir tarafından ısırılmak.”

“Yalvarırım acıyın!”

“Yapamam, ben kötüyüm.”

Vampir, kıza iyice yaklaştı. Süzülür gibi ilerliyordu. Gözlerini kızın gözlerine dikmiş, hipnotik gücünü kullanıyordu. Helga ağlamayı keserek sakinleşti. Kukla gibiydi. Kont, kızı kucakladı.

“Anlamadığını biliyorum” dedi.

Kapının ardındaki kurt-adam, dolunaya karşı uzun uzun uludu. Vampir, avının boynuna sivri dişlerini geçirdiğinde; Otis, mutfaktan çıkarak Efendisi’ni, kızı Klara’ya benzeyen Helga ile yalnız bıraktı. Şarabın etkisi geçmişti. Midesinin bulandığını hissetti. Gülümsedi. Yaşıyordu.


SON
.

Yoksa cırcır böceklerinin sözde ahenkli müzikleri ve hafif bir rüzgarın etkisiyle sallanıp birbirine sürten buğday başaklarının hışırtısından başka bir şeyin duyulmadığı bu ıssızlıkta karşılaşıvermeleri tamamen tesadüf müydü?

.

Çevrimdışı yuno44907

  • **
  • 127
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
Ynt: AV
« Yanıtla #1 : 25 Temmuz 2009, 01:30:17 »
Çok boşluk vardı. Neredeyse okumayacaktım. Ne çok iyi ne çok kötü. Yine ilk yorum benden.

Çevrimdışı ...Allen C.P...

  • **
  • 137
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: AV
« Yanıtla #2 : 22 Ağustos 2009, 13:21:40 »
Evet boşlıklar göze çarpıyo ama konusu güzeldi bence...Yeni denemelerini bekliyor olacağım..
...İmza ve avatarlarım bana aittir!(Kesinlikle almayınız!)

Çevrimdışı Chiyo

  • **
  • 154
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: AV
« Yanıtla #3 : 22 Ağustos 2009, 13:36:37 »
Konu hoşuma gitti. Klasik bir vampir-kurtadam hikayesi olacak sandım, ama güzeldi. Devamını bekleriz :)

Çevrimdışı Dwaxer

  • **
  • 53
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: AV
« Yanıtla #4 : 25 Ağustos 2009, 12:06:07 »
Teşekkürler arkadaşlar okuduğunuz ve yorum yaptığınız için.
.

Yoksa cırcır böceklerinin sözde ahenkli müzikleri ve hafif bir rüzgarın etkisiyle sallanıp birbirine sürten buğday başaklarının hışırtısından başka bir şeyin duyulmadığı bu ıssızlıkta karşılaşıvermeleri tamamen tesadüf müydü?

.

Çevrimdışı mrbe__123

  • *
  • 29
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: AV
« Yanıtla #5 : 04 Mayıs 2010, 20:39:28 »
bncede gzldi hoş bi yazş tazı olmuş :D
Eger "dokuz" CanLı oLsaydın biLe En fazLa "sekiz" kez kaçabiLirdin öLümden
BiLki "yedi" düveLe suLtan oLsan dahi Yerin "aLtı" mekan oLacak sana En fazLa "beş" metre kumaş götürebiLeceksin
Kapatacaksın "dört" açsanda gözünü
Bu dünya "üç" günLük dünya AzraiLin yanında "iki" kat oLup yaLvarsanda nafiLe
ELbet "bir" gün öLeceksin
İşte o gün herşey "sıfır"dan başLayacak..!