Saatin geceye varıldığını anlatan sesi odayı dolduruyor, eskimiş eşyaların üzerinde dolaşıyordu. Titreşimler dal desenli duvar kağıtlarına çarpıp geri gelerek gecenin getirdiği sakinliğin izlerini yok ediyordu.
Kapıdan girildiğinde sağ tarafta, orta uzunluktaki yemek masası vardı. El işlemesi örtüyle sarılı duran masa taşıdığı vazonun solup dökülmüş çiçekleriyle kaplıydı. Tahta sandalyeler masaya dayanmış, uzun zamandır gelmeyen misafirlerini bekliyorlardı. Duvara paralel olan masanın arkasında vitrin duruyordu. Çiçek desenli dantellerin üzerindeki bardaklar en az elli senelik var gibiydi.
Dikdörtgen oda diğer apartman dairelerine göre büyük bile sayılırdı. Koltuklar düzgün biçimde yerleştirilmesine rağmen odayı boğuyorlardı. Üzeri çizgili desenlerle kaplı, eskilerden kalma koltuklardı bunlar. Üçlü olan, vitrinin yanında duvara yaslıydı. İkili kapının karşısında, üçlünün sağındaydı. Arkasındaki camı kaplayan perdeyi bozmamak için biraz ilerde duruyordu. Perdeler dedenizi ziyarete gittiğiniz zamankilerle birebir aynıydı. İçeri aldıkları ışık odayı ancak eşyaların yerlerini gösterecek kadar aydınlatıyordu. Balkona açılan kapının önünde, salona çapraz şekilde bakan tekli koltuk vardı. Diğerlerinden ayrı olarak, balkondan sızan, sokak lambasının yaydığı ışıkla tek kolu daha fazla gözüküyordu. Tozların uçuşu eşliğinde, yemek masasının ayağına kadar ilerliyordu. Ortada odanın büyüklüğünün katkısıyla yetişmek için kalkmanın gerektiği sehpa duruyordu. Halı iyice incelmiş yerle bütünleşmişti.
İçerisi ağır küf kokuyordu. Biraz daha derin nefes aldığınızda ciğerinize elma kokusu doluyor, boğazınıza yapışıyordu. Daha fazla nefes alma ihtiyacı duyuyordunuz, aldıkça oksijen yerine çoğunlukla nereden geldiği bilinmeyen, görülmeyen bir dumanı çekiyormuş hissine kapılıyordunuz.
Saatin sesi durduğunda odaya doğru ilerleyen ayak sesleri duyulur olmuştu. Dört beş adım sonra sesler kesildiğinde çocuk aralık kapının önündeydi. İçeri ne ışık ne de oturma odasından gelen bağırma sesleri giriyordu. Holün lambası yanmıyordu. ‘’Bozulacak zamanı buldu.’’ Dedi çocuk daha bilmediği küfürlerin yerine. '' Şu odaya da niye lamba takmıyorlar ki.'' Kapıyı temkinli şekilde itip yarısına kadar açtı. Daha iyi görmeyi umarcasına kıstığı gözlerini odada gezdirdi. Korkuyordu. Kafası zar zor yetiştiği kapıya uzanan koluna dayanmıştı. Elini siper olarak düşünüyordu. Şu pislik odanın ne zaman önünden geçse bakmamaya çalışırdı. Arada annesi vitrinden bardak istediğinde hızla girip çıkar, çoğu zaman korkudan açık unuturdu. Odanın garip bir havası vardı, içinizi ürperten, bu zamana ait değilmiş gibi duran eskimiş bir hava. Evin parçası yerine, başlı başına bir ev gibi. Ne de olsa açık unuttuğu vitrin kapağını her döndüğünde kapalı buluyordu. Bir nedeni olmalıydı ve kendi ürettiği nedenler gayet korkunçtu. İlk birkaç seferde sorun olmamıştı, unuttuğuna kendini inandırmıştı. Ama son günlerde bu aklını kurcalıyordu. Annesi veya babası söylediklerini kaçamak cevaplarla geçiştirmiş, dikkate almamıştı. O’da toplayabildiği tüm cesaret kırıntılarını toplayıp buraya korkusuyla yüzleşmeye gelmişti. Göz atmayı bitirdiğinde kırıntılar dağılıyor gibiydi. Dağılmadan içeri girmeliydi, bir adım, midesinde bir ağrı hissetmeye başladı, giderek vücuduna yayılıyordu. ‘’Korku kalpte olmaz mıydı?.’’ İkinci adım; aldığı nefesle duyduğu koku boğazına yapıştı. ‘’Elma’’ Üçüncü adım; yemek masasının ilerisinde durmuş etrafına bakıyordu. Bir gariplik vardı. Dikkatini toplayıp etrafı gözledi. Ne masa, ne sehpa ne de diğer eşyaların yeri değişikti. Ama gariplik hala aklının ve odanın bir köşesinde duruyordu. Gözlerini kısılı vaziyette farkı bulmaya çalıştı. Odanın köşesine sokak lambasının eskiden süzüldüğü yere baktı. Balkonda ışığı engelleyen bir şey, kapıdan rahatça girmekte olan bir siluet vardı. Kapı diye düşündü çocuk, her zaman kilitlidir. Ne yapacağını bilemiyordu, babası ve annesi salonda birbirlerine bağırmakla meşguldü. ‘’Bu kim?’’ Midesinde ağrı şiddetleniyor, hissettiği korkuyla hareket edemiyordu. Bu her kimse saklanmalıydı. Zaten küçük olan ayakları korkudan ağırlaşan vücudunu taşıyamıyordu, kalbi fırlayacak gibi atmaya başlamıştı. Hareket edemiyordu.
Siluet balkondan içeri girdi, çocuğun önünden yavaşça geçip tekli koltuğa oturdu. Ellerini koltuğun kollarına dayadı. Balkondan gelen ışıkla aydınlanması gereken elleri hala kapkaran ve duman yayıyordu. Derinden, belli belirsiz bir sesle, hiç görmediği birine sesleniyordu; ‘’Misafirimiz var...’’