Betül, kısmen çiğ kızarmış yumurtasını ağzında sağdan sola çeviriyor ve pişmemiş, vıcık vıcık şeffaf kısımları kan, irin, canlı bir şey, veya –tanrı korusun- başka bir şey olarak hayal etmemeye çalışıyor. Ilık, klor kokulu çayını yudumlayarak uzun, sümüksü yumurta beyazını boğazından aşağıya itiyor ve gülümsüyor. “Şahane olmuş baba,” diye yalan söylüyor.
Betül’ün yaşı on altı, ama her yerde göreceğiniz o Justin-Bieber-aşığı, büyüyünce-doktor-olmak-istiyorum, ailemden-nefret-ediyorum-ve-bu-yüzden-bekâretimi-kırk-beş-yaşındaki-bir-kamyoncuyla-birlikte-olarak-kaybettim on altısı değil. Çatalını, ketçapla mayonez karıştırıldığında elde edilen o pembe sosa batırırken, ki bu babasının berbat yemeklerini nispeten katlanılabilir kılan tek şeydir, yumurta akının çatalına yapışıp incelerek uzayışını izliyor ve bir gecede on yıl nasıl yaşlandığını hatırlıyor. Belki de kaşık kullanması daha iyi olacaktı. Yemeğini çiğniyor ve babasının hazırladığı tatsız, boktan kahvaltısını çiğnerken, annesinin öldüğü geceyi hatırlıyor.
Gözlerine yeterince uzun bir süre bakacak olursanız, hala annesinin kaldırımda yatan, boynu ölümün mor olduğu gibi mor, kalem eteği kalçalarının tam yukarısına kadar, yarısı yenmiş bir çikolatanın sıyrıldığı gibi sıyrılmış halini hatırladığını görürsünüz. O zaman, Betül’ün tesadüfen on altı yaşında görünen otuzlarında bir kadın olduğunu düşünebilirsiniz. O, annesinin bulunduğundaki yüz ifadesini, ne kadar çabalasa da ne tam hatırlayabilen, ne de tamamen unutabilen genç bir kadından başka bir şey değil. İdeal bir dünyada basit bir kızarmış yumurta olması gereken vıcık vıcık protein yığınını yutuyor ve diyor ki, “Teşekkür ederim babacığım.”
Şimdi, kayıtlara geçmesi adına, babasından nefret ettiğini düşünmemek gerekir Betül’ün. Adamın yeterince çabalamadığını, kimse söyleyemez. Sonuçta Betül’ün karnını doyurmuyor, ona kıyafet almıyor değil. Bulaşıkları da yıkıyor, sifon bozulunca tuvaleti de tamir ediyor. Her gün, Betül okuldan döndüğünde, babası oraya buraya fırlattığı ayakkabılarını toplayıp kapının hemen dibine koyuyor ve elektriği ve doğalgazı ve kirayı ve suyu da ödüyor. Kötü bir ebeveyn değil, sadece bir anne değil.
Ve nankörlük gibi de olmasın ama, ergenliğinde olan genç bir kıza babalık yapabilmenin, tek başına ev geçindirmenin yükünden de olsa, babasının Betül’e ayırabileceği neredeyse hiç vakti kalmıyor. Ama Betül bunu anlayabiliyor. Babası gerçekten çok çabalıyor. Sadece, çok yoğun, anlatabiliyor muyum? Yaptığı isle birlikte geliyor, yapacak bir şey yok, ne zaman ona ihtiyaç duyulacağını asla bilemiyorsun. Neredeyse her gün, babası Betül’ü salondaki üç kişilik aile koltuğuna, annesinin ölümüyle ikisinin de çok kolay sığabildikleri o koltuğa oturtur, ve birkaç dakika geçmeyiversin, telefonu o eski şarkıyı, Barış Manço’nun Dönence şarkısını bas bas bağırmaya başlar ve babası özür cümlesini bile bitiremeden evden çıkmış olur.
Betül, Barış Manço’nun onu uzun ve rahatsız edici konuşmalardan kurtardığı günlerde bilgisayarının karşısında oturur, internet sitelerinde gezinirdi. Ama şu Miley-Cyrus’un-kukusu-göründü, kimse-beni-anlamıyor sitelerinde değil de, biraz daha karanlık olanlarda. Hani tesadüfen denk gelinenlerden değil, ulaşmak için özellikle araman gereken, sohbet odalı, kimsenin kimsenin gerçek ismini bilmediği siteler. Girebilmek için ’18 yaşının üstündeyim’ tuşuna basman gereken sitelerden bahsediyorum. Buralar, bir şeylerin asla girmemesi gereken yerlere bir şeylerin girmesinden, asla yenmemesi gereken şeyler yemekten, asla yapılmayacak şeylerin yapılmasından bahseden insanlarla doludur. Tabii ki, Betül’ün öyle şeylerle işi yok. Onun ilgilendiği tek bir oda var.
Bu odada, insanlar buluşma noktalarından bahsederler. Otel odalarından. Tatile giden eşlerden, kar maskelerinden, iplerden, evlere giriş noktalarından ve gizlenmiş anahtarlardan bahsederler. Bir de güvenlik sözcüklerinden bahsederler.
Sarı, yavaşla ve başka bir şeye geç demektir.
Kırmızı, hemen her şeyi durdur.
Yeşil ise, keyif alıyorum ve yaptığın şeye devam et demek.
Bu insanlar, küçük buluşmalarını nihayet ayarladıklarında ve kar maskeli adam belirlenen yerden eve paldır küldür girdiğinde, kadın imdat diye bağırabilir. Adam, onu yatağa bağlarken, durması için ona yalvarabilir. Para vermeyi önerebilir. Karşı koyabilir, ağlayabilir ve polisi arayacağını söyleyebilir ve adamın umurunda bile olmayacaktır. Ama ‘Kırmızı’ dendiği saniye, elektrik çarpmışçasına tüm temas kesilir.
Bu, öyle Pazar akşamı babanla haberlerde izleyeceğin türde bir şey değil.
Betül ise, giriş yapıyor ve bir konuşma penceresi açıyor. Her zaman konuştuğu kullanıcı ismini buluyor ve parmakları, “Hazırım,” yazıyor.
Tecavüz fantezisi ile ilgilenen herhangi bir kişi, bunun tarafsız bir alan olduğunu size açıklayacaktır. Sizin isteğiniz dışında gerçekleşmesi gereken bir şeyin gerçekleşmesini isterseniz, istediğiniz şeyi elde eder misiniz, etmez misiniz? Size soracaklardır ki, işkence görmek isteyen birine işkence ederseniz suç olur mu? Ve bu konuyla ilgili birazcık araştırma yapmış olan herhangi biri, size bu durumun üstünlükle, hâkimiyet kurmakla hiçbir alakası olmadığını söyleyecektir. Bu bir şiddet eylemi değil, aksine, kendini tamamen serbest bırakabilme özgürlüğüne sahip olabilmektir. Bu, saçından tutulup mağaralara götürülmenin, duvarlara yaslanıp zorla öpülmenin ve hoşlanılan kişinin yanında sızmış gibi yapmanın günümüze evrimsel tekabülüdür.
Bu bizim yarattığımız dünya. Bu dünya, bir kadına kapıyı açık tuttuğunuzda kendisinin kendisine yetebilen güçlü bir birey olduğunu söyleyip size dava açacağı, sonra da eve gidip Grinin Elli Tonu’nu okuyup kendini okşayacağı dünyadır.
Huzursuzca kıpırdanırken, çarşaflardan çıtır çıtır sesler yükseliyor. Ucuz otel odasında yatarken, Betül, nevresimlerde kuruyan milyarlarca doğmamış bebeğin havaya saçtığı beyaz tozları içine çekiyor. Seks ve paranın tuzlu bozuk para kokusuyla giderek kafası güzel olurken, annesini bulduğunda kadının yüzündeki ifadeyi hatırlamaya çalışıyor.
Şu anda bile, kapıyı yavaşça aralayıp içeriye sızan maskeli adam odaya girip onu tam çenesinden tokatlarken, ellerini yatağın başındaki direklere bağlarken, düşünebildiği tek şey kaldırımda yatan annesinin, Betül’ü bu noktaya getiren, bir türlü emin olamadığı yüz ifadesi.
Adam, Betül’ün kıyafetlerini yırtarak, parçalayarak çıkarıyor ve onu yüzüstü yatırıyor. Çaprazlama üst üste duran kolları sızlasa da, dirsekleri bileklerine batsa da gıkı çıkmıyor. Maskeli herif, tek eliyle kafasını yastığın iyice derinlerine bastırıyor, ve kumaşın minik deliklerinin arasından nefes almaya çalışırken, kurumuş sperm tozu ve ter ve kayganlaştırıcı ve tükürük genzinin arkasına yapışırken, Betül sonunda hatırlıyor.
Sıyrılmış eteğinin altında bir yerlerden sızan, kızılı korkunç bir şeyle karışmış, kahvaltıdaki ketçapla mayonez karışımının pembe olduğu gibi pembe olan kanı hatırlıyor. Annesinin vücudundaki her kesiği, her yumruk izini görebiliyor.
Oksijensiz kalmış beyni görüş alanında şimşekler çakarken, Betül; dövülmüş, istismar edilmiş, tecavüze uğramış, katledilmiş kadının, kaldırımda öylece, aroması tükenmiş, çiğnenmiş bir sakız gibi yatan annesinin yüzünde kocaman bir gülümseme görüyor.
Yastığa gömülmüş bir halde giderek bilincini yitirirken, Betül adamın çalan telefonunu duyuyor. Adam, devasa ağırlığını çalan şarkıyla aynı hızda üzerine tekrar tekrar bastırırken, Barış Manço’nun Dönence şarkısı odayı dolduruyor.
Simsiyah gecenin koynundayım, yapayalnız…Yüzünde bir gülümseme açıyor ve yorgun düşmüş ciğerlerinde kalan son nefesiyle, yastığa gömülmüş kızın tek bir kelimeye gücü yetiyor;
“Yeşil.”
Yeni bir üslup denedim. Rica edersem parça pinçik edip, eleştirel olarak tabiri caizse içinden geçebilir misiniz? Çok teşekkür ederim şimdiden.