Kayıt Ol

Bilinen'in Şafağı (Giriş, I. Bölüm - I. Kısım)

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Bilinen'in Şafağı (Giriş, I. Bölüm - I. Kısım)
« : 15 Aralık 2009, 22:24:43 »
BİLİNEN'İN ŞAFAĞI


GİRİŞ

Asir’in rayene binmeden önce Stanche İskelesi’nde afiyetle yediği soslu kalamarın görüntüsü, şimdi ağzına gelmek için can atan midesini hissettikçe, hiç de hoş bir imge oluşturmuyordu aklında. Yılankavi makine daha Pelakh İstasyonu’nda duramadan atlamasıyla midesini boşaltması bir oldu istasyonun taş zeminine. Boğazındaki yanmayla ayağa kalktı ve etrafında utanmasını gerektirecek kimsenin olmadığını görünce rahatladı. Büyük Monath bereket versin ki rayenlere –bir çeşit, hiç anlamadığı ve merak da etmediği büyülü-mekanik bir aksamla çalışan bu araca, raylarından çıkıp Kelkh Çukuru’na düştüğü son kazadan sonra güvenen çok kişi kalmamıştı ve bu da boş makineler ile boş istasyonlar demekti. Sadece, Bölge Loncası’ndakilerin giydiği açık gri ve koyu mavi ağırlıklı, asla alımlı görünmeyen kıyafetiyle etrafı temizlemekle meşgul yaşlıca bir adam ona ters ters bakıyordu. Duruma lanet eden birkaç kelime mırıldanarak istasyonun yakınındaki, Aekt Meydanı’na giden dar sokaklara açılan daha da dar bir sokağa daldı.

Harelk Moirtir denen, şehrin bu bölgesinde, eskiden içlerinde onlarca insanın yaşadığı, tıpkı Kelkh’teki yüksek binalara benzer binalar kimilerine göre dev bir sarsıntıda, kimilerine göreyse Edvar Monath’ın Hükmü sırasında birer toplu mezara dönüşmüş ve zamanla da bu dar sokakları oluşturan gri renkli, tozlu tepecikler halini almıştı. Tabi, bunlar birer efsaneden ibaretti sadece -o günlerden arta kalan, ‘harf’ denen bir çeşit rün düzeniyle yazılmış birkaç kağıtta rastlanılan bazı hikayelerdi bunları anlatan.

Asir, yirmi beş senelik kısa hayatının yarısından fazlasını işte bu yazıları, kağıtları incelemekle geçirmişti. Monath Loncası’nda bulunduğu ve yarısını da çırak olarak geçirdiği yıllar da bu zaman zarfına eş değerdi. Monath Loncası, Bilinen’de küçük yaşta ebeveynlerini kaybeden çocukları toplayıp onları Başlangıç’ı araştırmak için eğitmekteydi ve bu hep bu şekilde süregelmişti. Asir de, Bilinen’in Kuzeybatısında bir kent olan Traken’de, bir Sınır Görevlisi’nin çocuğu olarak doğmuştu. Henüz üç yaşındayken bir depremde yıkılan, yine Kelkh’teki ayakta kalmayı başarmış çok eski ve yüksek binalar gibi bir binanın altında kalıp ölen anne-babasının aksine kurtarılabilmişti. Çocukların yeterli olduğuna kanaat getirilene kadar loncanın Çocuk Evi olarak da bilinen Velad Arthir’e alınmıştı. On iki yaşına geldiğinde loncaya terfi ettirilen Asir zamanla çıraklıktan asıl öğrencilik mertebesine, yani monath’ir’liğe terfi etmişti.

Monath Loncası’nın araştırma binası Aekt Meydanı’na bağlanan Aekt’ir Caddesi’nin üzerinde peş peşe gelen dükkanlardan biriydi. Harelk Moirtir’den hızla bu caddeye doğru yolunu bulan Asir, önünde bulut dalgalarını yaran bir şimşeği betimleyen dev bir küre heykeli bulunan binaya –Pelakh’ın Monath Lonca Evi’ne- gelene kadar durmadı. Kapıyı açıp içeri girdiğinde ahşap masasında uyuklamakta olan V. Raa’Monath ‘Usta Denitz’i gördü… Uyuklamakta mı! Her ne kadar yetmiş yaşını geçmiş birisiyse de Usta Denitz’i, -Monath Lonca’sı Usta’sını!- uyurken görmek pek mümkün gelmiyordu. Eh, pek tabi eğer o uyurken yatak odasına girmeye cüret eden biri varsa neden olmasındı ama şurası kesindi ki çalışma masasında uyurken yakalanması bir ilkti. Ustasını uyandırmadan terden kokmaya başlayan ince yünden gömleğini çıkarıp yenisini giymek için arka taraftaki monath’ir odalarına doğru ilerledi koridorda. İki diğer monath’irle paylaştığı odasının kapısını açtığında Ehran’ı da uyurken buldu.

“Ehran! Bu saatte nasıl uyursun! Hiç de bir monath’ire uygun değil! Ya Denetçi Svobod görse! Hele çarşafı yere attığını…” Paylayan bir fısıltıyla çıkan sözleri arkadaşını dürtmek için yaklaşmasıyla gördüğü, ilk bakışta çarşafta kırmızı desenler gibi görünen kan lekelerini fark ettiğinde boğazında bir yumruyla son buldu. Tam da daha önce hiç yaralanmamış birinin paniğiyle bayılmadığına şaşarak içeriye, Usta Denitz’e koştu.

Raa’Monath, daha o koridoru aşmadan diğer uçta kendisini gösterdi. Yanında Denetçi Svobod da vardı. “Monath’ir. Giriş Odası’na git ve iki temsilciye Raa’Monath ve ben size katılana kadar eşlik et.” Binaya hızla geldiğini belli eden hızlı soluklara rağmen Svobod’un çelik çınlamasını andıran sesi ve buz mavisi gözlerindeki soğuk dinginlik biraz olsun Asir’i yatıştırdı. Biraz. Asir’in sersemlemiş vücudu dengesini bulmuş gibiydi fakat az önce gördüğü manzara midesini buruyordu. Zaten boşalan midesi neyse ki dışarı yollayacak pek bir şey bulamıyordu. Ona ne dendiği o an için fark etmezdi, konuşacaktı. “Usta Denitz! İçerde…”

“İçerde neyle karşılaşacağımızı biliyoruz, Asir. Bir ‘monath’ir’ gibi davran ve Oda'ya git.” Usta’nın sesi de Svobod’dan daha farklı çıkmamıştı. Çıraklık ünvanının üstüne basarak söylemesi ise gerçek bir etki etmişti. Hemen sakinliğini takınmayı başaramasa da deneyecekti. Bir monath’ir ise başarırdı.

Giriş Odası’ndaki iki kişi, otuz yaşlarında, Sad’Monath armalı, kısa kollu beyaz ceketleri olan Çıraküstleri’ydiler. Yaşlarına rağmen kırlaşmaya başlamış saçları ve taştan yapılmış yüzlerinde birer kaş çatış ile daha da sert görünüyorlardı. Soldakinin sert ifadeli bir maskeyle, çok büyük bir üzüntüyü gizlediği barizdi –tek eli pantolonunun sol cebinin olduğu noktadaki kumaşı sıkıp bırakmaktaydı, gözleri ise sanki balık tutan birini izleyen, ama olayla ilgisi olmayan birinin gözleri gibi bakmaktaydı. Öteki Çıraküstü’nün yüzü ise hiçbir şeyi saklamıyordu, nefretle çarpılıp sonradan sertleşmiş bir yüz ve kızarmış gözler… Baktıkları yön, odaya girer girmez görünmeyen köşedeki koltuğu işaret ediyordu –odaya girdiğinde ona dikkat etmemişlerdi- sağa baktığında koltukta yatmakta olan, yüzünün yarısı –yanmaktan olsa gerek-  mum gibi eriyip biçimsizleşmiş, kendi yaşlarında bir adamdı. Midesi bir kez daha ağzına gelmek istedi fakat önceden kusmanın getirdiği boşluk sağ olsundu… Onun da bir monath’ir olduğunu tahmin etti. Hayır, öyleydi. Kendisinin yanlış yaptığı bir şey olduğunda takındığı tavrı sezebiliyordu onda. Aynı zamanda o işi yaparken hiçbir hatası olmadığı bir durumdu galiba. Yüzündeki ekşi ifadenin sadece acıdan kaynaklanmadığı, içinde bunların da olduğu kesindi. Ayrıca sol bacağını da çok belli olmadan oynatmaktaydı. Koltuğa yatması Asir’i rahatsız etmişti. Durumu ne olursa olsun -eğer bir monath’irse- üstlerinin bulunduğu bir odada en fazla oturmasına tahammül edilirdi. Eh, yine de şu anki durum bir fark yaratıyordu herhalde…

“Üstlerimin yüksek kabulüyle,” dedi resmi izni isteyerek –‘yüksek’ kelimesini kendisi eklemişti, öteki türlü çok yalın geliyordu kulağa- ve iki sallanan baş oturmasını onayladı. Üstü dosyalarla dolu, az önce Usta’sının uyumakta olduğunu düşündüğü ahşap masayı sağ tarafında bırakan, yanık yüzlü adamın yatmakta olduğu koltuğun simetriğindeki sandalyeye oturdu. Hemen sonra Denetçi ile Raa’Monath odanın kapısında belirdi. İki Sad’Monath ve kendisi hemen ayağa kalktı ve Usta’nın hafif bir baş sallamasıyla yeniden oturdu. Svobod kısık bir sesle izin isteyip dışarı çıktı. Telaşlı değil, planlıydı.

Kapının kapanmasından hemen sonra V. Raa’Monath Denitz kamburluğuna karşın sandalyesinde dik duruyormuş gibi görünmeyi başarıyordu. Usta ayaktayken ne kadar yaşlı ve kırılgan görünüyorsa, oturduğunda, kelleşmiş kafasına ve ceviz kabuğunu anımsatan buruşuk esmer yüzüne rağmen, en fazla seksen yaşında göstermekteydi.* Çok ufak da olsa anlaşılabilen bir üzüntü ile konuştu. Doğrusu, odasındaki durum gözlerinin önüne gelince Usta’dan daha fazlasını beklerdi Asir. Yüzüne bir daha baktığında dışa vurulmaması gereken korkunç bir acıyla karşılaştı. Bu kadar saklayabildiğine gerçekten şaşırmıştı Asir. “Olan oldu. Ehran’ın ruhunu alan Sis dağıldığında, Gün geldiğinde aydınlıkta tekrar buluşacağız. Büyük Monath bize yolu gösterecektir.” Elbette iki Sad’Monath’a hitaben konuşmaktaydı. Parmaklarıyla masasını takırdatması başka zaman olsa Usta’nın sinirli olduğunu, rahatsız edilmemesi gerektiğini anlatırdı. Şimdi ise buna hüzün ve endişe de eklenmiş gibiydi, yüzünden neredeyse hiçbir şey anlaşılmasa da.


                                           !!!!!!
*Bilinen’in öncesiyle ilgili elde edilen bazı kesin olmayan bilgiler insan ömrünün ortalama yetmiş beş yıl olduğunu göstermektedir. Bazı Monath’ir’ler** Büyük Monath’ın, kısa ömürlerinin insanları fazla hızlı ve çoğu zamansa plansız yaşamaya, geleceği düşünmemeye ittiğine kanaat getirmesiyle ortalama insan ömrünü uzattığı –mevcut araştırmalar şimdiki ortalama insan ömrünün yüz otuz beş yıl olduğunu göstermektedir- görüşünü savunmaktadır.
**Monath’ir kelimesi her ne kadar Monath Loncası’nda öğrenci/çırak mertebesine erişenlere verilen bir unvan olsa da, lonca bünyesindeki her birey için de kullanılmaktadır.
                                            !!!!!!


“Svobod beni ayılttıktan bir süre geçene kadar her şeyi hatırlayamadım ama şimdi bir şey çok net.” Usta’nın sesinde bir titreme mi vardı? Öyleyse bile suratındaki ifadesizlik durumu toparlamakta diye düşündü Asir. “Ekşibiber ile bayıltıldım sanırım ama hemen öncesinde duymamı istedikleri bir şeyi söylediler.” Lanet olası midesi tekrar bulanmaktaydı! Ehran’ı öldürenlere içinden lanet okumaya başlayan Asir’in gözlerinden yaşlar boşaldı, hıçkırıklarını tutmaya çalıştı. “Dedikleri şey, sözde kâfirce araştırmalarımıza daha fazla göz yummayacaklarıydı.” Usta yüzünü buruşturdu ve önce Asir’e, sonra yatmakta olan adama baktı. Adam geldiğinde acıyla gözlerini sımsıkı yummuştuysa da şimdi rahatça uyumaktaydı. Adamın yanmış yüzü Asir’in tüylerini diken diken etti. Kendini sıkmaktaydı ve suratının hıçkırıklarını tutmaktan kıpkırmızı olduğundan emindi. “Tüm monath’irleri ve belki de Velad Arthir’dekileri bir süreliğine yollamamız gerekecek. Olağanüstü oturum için Mec’Edvar’da toplanmalıyız en kısa zamanda.” Yollamak? Her şey yavaşladı, sesler azaldı. Ta ki Asir’in gözleri kararana ve o bilincini kaybedene kadar. 

 
                  *******

“Nuen’den beri bu kadar ilginç bir çırak ile karşılaşmamıştım,” dedi Sad’Monath Hadas Gunas. “Çocuğun gözlemcilik için çok büyük bir yeteneği var.”

Bir başka Sad’Monath olan Valin Xedasz düşünceliydi. Nuen, Sad’Monath’lığa terfi etmiş en sıra dışı kişiydi kuşkusuz. Alnındakiler… Rayene getirdikleri battaniyelerin üzerine yatırdıkları bu oğlanın o tür şeyleri yoktu. Aslında fiziksel hiçbir garipliği yoktu. Yalnızca, neredeyse kimsenin göremeyeceği çok ufak farklılıkları sezebilme özelliği vardı. Bir kişi, suratının kendini ele vermediğini düşünüyorsa; sesi en ufak endişeyi dışa vurmak yerine o endişeyi kamufle ediyor sanıyorsa Asir’in yanında tekrar düşünmeliydi. Bu düşünce bile çocuk tarafından anlaşılabilirdi.

“Çocuğun ölmemiş olması bir şans. Lonca evlerinin neredeyse tüm çıraklarının –şans eseri evlerde bulunmayanları saymazsak- öldürülmesi…” Valin çok üzgündü. Onca genç araştırmacı… “Bunu ödetmenin tek yolu Başlangıç’ı çözmek olacaktır.”

“Ben bu konuda hemfikir değilim,” dedi Hadas kaşlarını çatarak. “Artık daha uygun, daha sert bir tepki vermeliyiz. Uydurma bir dünyanın uydurma düzeni yüzünden fazlasıyla bu küçücük Bilinen’e hapsolduk!”

Sakinliği her zaman bir pamuk ipliğine bağlı olan Valin’in karşı çıkmaması Hadas’ı şaşırttı ve -saçma gibi de gelse- hayal kırıklığına uğrattı. Bu, lanet rayen yolculuğunu biraz olsun renklendirebilirdi.

“Sence takip edildik mi?” Sesinde cevabını bildiği bir soruyu sormanın verdiği meraksızlık vardı Hadas’ın. Valin cevap vermekte gecikince devam etti. “Edildiğimizden eminim, ama tüm loncalar –özellikle Gölge Lonca- olaylardan haberdarken ve gözleri üzerimizdeyken harekete geçmeleri onlar adına intihar olur.

“Takip edilmemiz oldukça doğal. Her zaman için doğal. Bizi takip etmedikleri günü hatırlamıyorum, bu tür korkunç bir olay olmasa da ederler. Yeşiller bu konuda çok başarılı. Sinsi hareket etmek, genel davranışlarla şüphe uyandırmak ve daha sonra, olası şüphenin doğruluğunun kanıtlanmasını sağlayacak somut hiçbir şey yapmamak. Gözler üzerlerindeyken asla değil,” diye hem fikir oldu Valin.

“Mec’Edvar’da alınacak kararlardan çok geç haberdar olmak –seni bilmem ama- beni pek memnun etmiyor. Monath’irlerin zorunlu sürgünü ne kadar sürecek dersin? Tek bir monath’ir’e iki Sad’Monath… Pek de akıllıca değil gibi.” derken Valin’in sözünü kesti Hadas.

“Sakin olmalısın. Raa’Monath, tedbir kararına saygılı olunmasını ve uyulmasını ister. Usta Denitz’in en iyisini yapmaya uğraş verdiğini düşünmeliyiz. Güven, Çıraküstü Valin Xedasz, güven.”

Rayen, eskiden bir tepe olduğu belli olan, rayların önünü kesen kaya yığınına yaklaşırken yavaşladı. Yığının diğer yanında yeniden başlayan rayların üzerinde bir başka rayen onları beklemekteydi. Harelkir Midt’en İstasyonu’na varmışlardı.     


            ******

Rüzgar omuzlarına gelen uzun saçlarını oldukça havalı bir şekilde dalgalandırmaktaydı. Harika… Sokaklarından geçtiği her sabah birçok penceredeki hemcinsinin yaptığı gibi bu yakışıklı genci izler buluyordu kendini. Yeşil gözleri ve kuzgun karası saçları olan Daemir Doanesthi henüz yirmi dört yaşında olmasına karşın bir ‘sthosen’ olmayı başarmıştı. Hatta bir simgesi bile vardı! Kızıl Meşe Yaprağı. Meanet şefkatle okşadı kendi yakasına taktığı, yakuttan yapılmış, aynı simgeyi taşıyan broşu. Oğlan kendinden on sekiz yaş küçük olabilirdi ama bu ona hayran olmasına bir engel değildi.

Denas’ta son birkaç senedir sthosenler modaydı. İcraatlarında başarılı ve güzel terziler, karizmatik ve becerikli – kimi zaman becerikli olmaları gerekmiyordu- berberler, yakışıklı ve zengin – ikinci sıfat mevcutsa ilki olmasa da olabiliyordu- tüccarlar, sevimli genç kızlar ya da hiçbir işi gücü olmayan ama bir kitleyi bir şekilde kendilerine ‘hayran’ bırakanlar… Bu kişiler sırf insanları çeken auraları sayesinde ceplerini fazlasıyla doldurmaktaydılar. Bir terzi yakasında kendi simgesi olan bir broşu varsa, normalde alacağı ücreti beşe katlayabiliyordu ve onun takipçileri asla ondan başkasına iş götürmüyordu. Bunu başaran kişiler –erkeklerse- genellikle otuz yaş ve üzerindeki kişilerdi fakat Daemir bambaşkaydı… Okl D’tales’te Element Büyüleri öğrencisi olan bu gence birçok genç kızın yanı sıra annesi yaşındaki kadınlar dahi takipçi olmuştu! Peh! Meanet onun annesi yaşında değildi, o kadar! Lanet çocuk Bilinen’in en çekici yaratımı olmalıydı!
Tek başına, Denas sokaklarının küçük evlerinden birinde yaşamakta olan Meanet’in düzgün hatlı yüzüne parıltı katan bal rengi gözleri, hayranlık uyandıran sıcak gülümsemesini tamamlar, her insanda hoş bir hatıra bırakırdı. Neredeyse hepsinde. Gülümsemesine, dudağını yana bükerek alaycı bir çarpık gülüşle –Meanet öyle düşünüyordu- karşılık veren Daemir belki de sırf bu tavırlarıyla birçok takipçi edinmişti. Etrafta tanıdığı hiçbir kız, hiçbir kadın onu dilinden düşürmüyor, iç geçirmeden edemiyordu. Bundan ne kadar hoşnutlardı! Meanet de onlardan biri olmasına rağmen bir gün bunun aksini yaptırmayı, Daemir’in ilk adımı atmasını sağlayacak bir fırsat bulmayı diliyordu. İstediğinde hep öyle olmuştu.

Çocuk sokağın sonundan sağa dönüp görüş alanından çıktığında pencere kenarında oturduğu yerden kalktı ve boy aynasının karşısında kendini süzmeye başladı. Aynanın hemen yanındaki kil sehpanın üzerindeki tabloya baktı. Resimdeki kadın –annesi- kadar güzel değildi. Yaklaşık altı sene öncesinden beri annesinden haber alamamıştı -tıpkı ondan yaklaşık iki yıl öncesinden beri babasından da alamadığı gibi. O sene Denas Bölge Loncası’nın beşinci kişisi* durumundaki babası bir sabah lonca binasına gitmek için çıkmış ve bir daha kimse tarafından görülmemişti.


                               !!!!!!
*Bilinen’de bulunan tüm loncalardan farklı olarak bölge loncaları, yönetimde en üstteki kişiden en alttakine kadar söz hakkı sahibi üyelerden oluşur. Bölge loncalarındaki her üyenin bir numarası vardır ve o numara üyenin kıdemini, söz sırasını belirtir. Ortalama yüz elli kişinin üyeliğinin kabul gördüğü bu loncalarda Meanet’in babasının aldığı beşincilik, fazlasıyla takdir gören bir kıdemi belirtmektedir.
                               !!!!!!


Babasının kaybından sonra annesi, kaybolduğu geceye kadarki altı senesini –büyük büyük annesinden beri lanet bir gelenek olan terziliği bırakarak- Gölge Loncası’nda harcamıştı. Bir bayanın Gölge Loncası’na girmek istemesi çok nadir karşılaşılan bir durumdu, zira bayanların elinde herhangi bir silah görüldüğünde çok yadırganır ve Edvar Monath’ın öğretilerine göre kötü şans getirdiği söylenirdi –hiçbir zaman o öğretilerle işi olmamıştı ve doğruluğunu bilmiyordu. Annesinin onlarla nasıl bağlantıya geçtiği sorusunun cevabı ise asla tahmin edemediği bir şeydi!

 Gölge Loncası, Bilinen’de düzeni sağlamak amacıyla kurulmuştuysa da Meanet henüz onların bizzat işlediğini hiç görmemişti fakat genel olarak korkulan, saygı duyulan ve çok nadiren küçümsendiğine rastladığı bir loncaydı.

Altı sene… Babasının onunla çok ilgilenmiş olduğunu söylemesi çok güçtü ve onunla birlikte geçirdiği zamanlara eşdeğer anıların da hafızasında çok az yer tutması, baba özlemiyle gözlerinin dolmasına engel olabilirdi, ama ya annesinin kaybolması? Gölge Loncası ile bağlantıya geçememek ve annesiyle ilgili hiçbir soru soramamak bu altı sene boyunca yavaş yavaş yalnız kaldığına ve bu durumla yaşaması gerektiğine işaret eden, onu buna iten bir alışma süreci olmuştu. Yine de… Gözleri yaşlarla dolmuştu işte. Bu güne kadar neden bir şey denememişti? Neden sadece Bölge Loncası’nın onunla ilgilenmesi, onun geçimini karşılaması yeterli olmuştu? Artık uyanmalıydı. Korkacak neyi vardı ki!

Kapının tıklatıldığını duydu. Muhtemelen Bölge Loncası’ndan düşük kıdemli biri Meanet’in haftalığını vermeye gelmişti. Kapıyı açtı ve evinin sokağında daima esen rüzgarın kaldırdığı tozun oluşturduğu ufak çaptaki sis dışında hiçbir şey göremedi. Kapıyı kapayıp aynanın başına, oturduğu yere geri döndü.

“Öhhö öhhö! Öhhhhhhhhöö! Hiç nazik değilsin, sayın hanımefendi! Boğazım kurudu tozdan… öhhöö! Bir bardak su verir misin, sayın hanımefendi?”

Meanet şaşkındı ve korkmuştu. Aynadan baktığında, hemen arkasında çok şişman –fazlaca şişman- bir adam beliriverdi. Yoktan var olmuştu! Yaşadığı şokla bir çığlık attı ve hemen ardından bayıldı. Yere düşmesini engelleyen şey ise şişman –çok şişman- adamın onun kollarından yakalayan kalın parmaklı, küçük elleriydi. “Herkesin bayılması moda oldu he! Zaten her şeyi moda yapıyorsunuz siz, sayın hanımefendi ve saygıdeğer Bilinen ahalisi!”


 
I.BÖLÜM

Kelkh’in ve Bilinen’in en yüksek ve her an yıkılabilecekmiş hissi veren görüntüsüyle de pek yanına yaklaşılmayan kadim binası olan Binar’kdelen bile Bulut Kubbe’ye değemeyecek kadar alçak kalıyordu. Binanın tepesine çıkmaya cesaret eden kişiler, oradan rahatlıkla tüm Bilinen’i görebildiklerini iddia ederler. Gerçek ise onların abarttıkları kadar olmasa da –en azından- buna yakındır. Kelkh’in tümünün ve Denas’ın meşhur Stanche İskelesi’nin görülebildiği Binar’kdelen’den görülemeyecek kadar uzakta olan yerler de vardı Bilinen üzerinde. Bunlardan biri de Bilinen’in güneydoğu sınırının dibinde kurulmuş olan Nimeda idi. Diyardaki diğer şehirlerin Bölge Loncası yönetimlerinin aksine burası tek bir kişinin iradesi –Padiza- ile yönetilmekte ve diğer şehirlerden izole bir yaşam vaat etmekteydi. Tam da kaçak bir lonca üyesine göre.

Eski bir Sad’Monath olan –monath’irlikten terfisinin daha ikinci haftasında ortadan kaybolması onun bu unvanını elinden almıyordu- Nûen, hem fiziksel farklılıkları hem de ‘garip’ davranışlarının kendisine çok sorun çıkaracağını hissetmişti. Burada, herkesten uzak, bakışlarıyla, karşı tavırlarıyla kendisini rahatsız edeceğini düşünmediği canlılarla, hayvanlarla, yaşayabileceğini düşünmüş ve Nimed’Midt –Nimeda Tepesi- Ormanı’nda münzevi bir hayata başlamıştı.

Nimed’Midt Ormanı’nın bir başka özelliği ise sınır görevlilerine gerek duyulmayan Kubbe sınırının güneydoğu şeridini oluşturmakta olmasıydı. Nûen’e göre orada, o yoğun sisin içerisinde onu çağıran bir şey vardı.

İşte bu çağrıyı artık reddedemeyen Nûen, ormanın derinliklerinde, ağaçların giderek seyreldiği Kubbe sınırında buldu kendini. Ağaçlar bile sisten kaçarken neden o sisin içine girmek istiyordu ki? Nimeda’ya gelip ormanda yaşamaya başlayalı yalnızca iki sene olmuştu ama –yapacak başka bir şeyi de olmadığından- her yerini devamlı gezme ve burada yaşamayı öğrenme fırsatından bolca bulmuştu. Ormanın neredeyse her yerini biliyordu artık. Buna rağmen bu, sınıra üçüncü gelişiydi ve önceki iki ziyaretinde de aynı çekimi hissetmişti. Hayır. Bu sefer farklıydı. Oraya –her nereyeyse- gidecek ve neyi bulması gerekiyorsa bulacaktı.       

İlk adımını attı. Sis görünmez ellerle onu kavramaya başlamıştı bile. İki ve üç… Vücudunu ter basmıştı. Artık sisin içindeydi ve şimdiden geldiği yerin hangi yön olduğunu unutmuştu. Ilık ve yapışkan sis tüm vücudunu yutuyor; aldığı her nefes balıkların suda nasıl yaşadıklarını bir şekilde açıklıyordu sanki ona. Hava, Bilinen’in sınırlarını geçince iyice ağırlaşmıştı. Diyarı saran Bulut Kubbe’nin en sakıncalı yanlarından biri de bu olsa gerekti. Nefes almak zorlaşıyor, gözleri açık gri bir pus kaplıyor ve bunların eşliğinde tüm yön duygusu yitiriliyordu. ‘Bir şeyler bulabilmeliyim... Bir şeyler olmalı!’

O güne kadar sınırı aşıp, Kubbe’nin yeryüzü ile birleştiği kısmı araştırmaya çıkan hiç kimse geri dönememişti. Bu da elbet çeşitli efsanelere, sis hakkında, geceleri çocukları korkutmak için anlatılan birçok hikayenin oluşumuna yol açmıştı. Bunlara -sınır görevlilerinin de eklediği detaylar sağ olsun- ‘belli aralıklarla duyulabilen garip uğultular’ söylentileri de eklenince ‘sisteki hayaletler’ hikayeleri çok popüler olmuştu. İşte tam şu an duymakta olduğu şey de bu olsa gerekti Nûen’in. “Ah, seni unutmuşum, Szika,” dedi nemden sırılsıklam olmuş gömleğinin bol cebinden, nefes alabilmek için kafasını çıkarmış olan uçan sincaba hitaben.

Szika yavaşça omzuna tırmandı ve tıkırtıya benzer mırıltılarıyla Nûen’e yalnız olmadığını hatırlattı. Birkaç adım sonra dengesini kaybeden Nûen, çamur olduğunu tahmin ettiği vıcık vıcık bir şeyle kaplı olan yere kapaklandı. Tam o sırada, sisteki uğultuların kesildiğini fark etti. Tüyleri diken diken olmaya başladı ve onu bir iblismiş gibi gösteren, alnındaki iki ufak boynuzu –doğuştan gelen, Monath Loncası’nın Velad Arthir kısmına alındığında ailesinin bilinmemesinden ve kendisinin de bunu anlayamayacak, hatırlayamayacak yaşta olmasından dolayı kimsenin nedenini bilmediği bir fiziksel özellik- sızlamaya başladı.  Omzuna pençeleriyle sıkı sıkı tutunmuş Szika’nın mırıltıları tehditkar bir hal almıştı.

Nûen’in iki adım daha atmasıyla uğultu geri geldi. Bu seferki kulağının içine işliyor, beynini uyuşturarak onu büyülemeye çalışıyordu sanki. Yürümeye devam ettikçe uğultu çoğaldı ve koyu gri sisin içinde ışık saçan bir siluet belirmeye başladı. Çok zarif, narin çizgilere sahip, hayran kalınacak cinsten bir yaratıktı bu. Sisin içinde görebildiği tek şey oydu. Engin bir nem denizi içinde küçük bir ışıltı… Nûen’i kendine çekiyor, onu çağırıyor, onu istiyordu. Uğultu bir çeşit müziğe dönüşmüştü. O kadar harikaydı ki…

Bir anda uğultu kesildi ve o yaratık –her ne idiyse- yok oldu. Nûen, acıyan kulak memesini tuttu ve akan sıcak sıvıyı hissetti. Szika’nın ısırığı bir şekilde onun bilincini yerine getirmişti. Geride kalmıştı o hipnoz anı. Kendini hiç bu kadar…’uyuşuk’ hissetmemişti. Hayatında belki de ilk kez bu kadar heyecanlanmıştı, gözlerinin seğirmeye başlaması da bunun kanıtıydı –bu derecede fiziksel bir zayıflığı göstermezdi. ‘Eh, vücut direncime olan güvenim de burada azalmaya başlamalı. Dikkatli olup ne bulmam gerekiyorsa bulacağım.’

Yürümeye devam etti. Bir adım daha atmaya hali kalmayana kadar… Bir adım, bir adım daha… Artık attığı her adım onun iradesi dışındaydı. Son bir adım ve sonra…

Hafifçe esen rüzgarlara alışıktı. Özellikle eski görev yeri olan Denas’ta, neredeyse devamlı esen rüzgar belki de Bilinen’deki en hoş hissi uyandırıyordu. Ama burada korkunç bir şey vardı! Bu çok…’güçlü’ bir rüzgardı. Öyle ki eğer yere sağlam basmasa onu uçuracak cinsten! Şoku atlattıktan sonra ancak farkına vardığı şey aşağı bakmakta olan gözlerinin açık gri yerine açık kahverengi toprağı görüyor olmasıydı. Geri mi dönmüştü? Kıkırdayan bir ‘uğultu’ duyup sesin geldiği tarafa baktığında, bir an için sisin içindeki o zarif siluetin sahibini görebildi ve etrafına bir daha baktığında hemen birkaç yüz metre ilerde yeni bir sisin başladığını fark etti. Ürperdi ve boynuzları sızladı. Szika bile pençelerini tüm gücüyle gömleğine geçirmiş, omzunda sinmişti. Çaresiz, uzun süredir ağzından çıkmayan sözleri söyledi ve çıkan güçsüz, titrek sesi, içinde bulunduğu durumu kendisi için daha da güçleştirdi. “Büyük Monath’ın adıyla… Büyük Monath’ın adıyla…” 


            ******
DEVAM EDECEK…
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Bilinen'in Şafağı
« Yanıtla #1 : 16 Aralık 2009, 12:28:44 »
Oldukça keyifli ve ilginç bir hikayeydi bu. Mekan ve lonca isimlerinin sana ait olduğunu sanıyorum (yanılıyorsam düzelt lütfen). Bu da hikayeyi daha da ilginç ve orjinal kılıyor. Öyle olmasa bile üzerinde emek sarf edildiği belli. Bu bile hikayeyi değerli kılmaya yetiyor.

Yazım stilin ve üslubun da oldukça iyi. Bazı ufak tefek şeyler var elbette. Bazen bir cümleyi anlamak için birkaç kez okumam gerekti. Bu kısmen cümlelerinin uzunluğundan kaynaklanıyor. Oraya buraya bir-iki virgül, bazı uzun cümleleri ikiye bölmek gibi şeyler daha anlaşılır kılacaktır kanaatimce.

"Giriş Odası’nda bekleyen iki kişi, otuz yaşlarında, Sad’Monath armalı, kısa kollu beyaz ceketleri olan Çıraküstleri’ydiler. Yaşlarına rağmen kırlaşmaya başlamış saçları ve taştan yapılmış yüzlerinde birer kaş çatış ile daha da sert görünüyorlardı." gibi....

İsimlerde de başta biraz karmaşa yaşadım. Ama bu tamamen benden kaynaklı bir sorun :) Her şeye rağmen okurken keyif aldım.  Ve önemli olan da bu. Devamı da olacak gibi... Emeğine ve kalemine sağlık.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bilinen'in Şafağı
« Yanıtla #2 : 16 Aralık 2009, 12:45:26 »
mit,

Her şeyden önce, zaman ayırıp okuduğunuz için çok teşekkür ederim.

Çok uzun cümleler yazmakta olduğum konusunda çok uyarı geliyor ama bunları çoğu zaman fark etmeden es geçiveriyorum. Hatta birkaç kez okumama rağmen fark edemeyebiliyorum bunu. Gerekli düzeltmeleri yapacağım. :)

Lonca isimleri, isimler ve buna benzer her şey bana ait. Hatta --belki de haddim olmayarak- çok uzun soluklu bir şey düşünmekteyim. İki ya da üç ayrı harita bile tasarladım açıkçası bunun için, birbiriyle alakalı. :D

Tekrar ve tekrar teşekkür ederim. Yorum almak inanın çok güzel. :)
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bilinen'in Şafağı (Giriş, I. Bölüm - I. Kısım)
« Yanıtla #3 : 17 Aralık 2009, 01:43:09 »
-Bilinen'in Şafağı-

I. Bölüm - I. Kısım eklenmiştir. :)
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Bilinen'in Şafağı (Giriş, I. Bölüm - I. Kısım)
« Yanıtla #4 : 17 Aralık 2009, 13:24:11 »
Hikaye ne kadar merak uyandırıcı olsa da çok fazla bilgi yüklemesi insanın kafasını karıştırıyor ve konsantrasyonunu bozuyor. Bu sorun nasıl aşılabilir bilmiyorum. Belki de bilgilendirmeleri satır aralarında, hikayenin aksiyon kısmında değil de ayrı bir paragrafta yapılarak olabilir.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bilinen'in Şafağı (Giriş, I. Bölüm - I. Kısım)
« Yanıtla #5 : 17 Aralık 2009, 19:22:15 »
mit,

İşte burada kararsız kalıyorum. Bilgileri çok geniş olmayacak -istesem de şu an için olamayacak- bir kurguda vermekte zorlanıyorum açıkçası. Katılıyorum. Çok fazla şeyi bir an önce vermeye çalışmaktayım ama o kadar çok şey daha var ki... :/ Elimden geldiğince gerekli düzeltmeleri yapmaya çalışacağım ilerledikçe.Özellikle daha uzun bir metin oluştuğunda içerisine harmanlamam daha kolay olacak sanırım. :)
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Bilinen'in Şafağı (Giriş, I. Bölüm - I. Kısım)
« Yanıtla #6 : 27 Aralık 2009, 12:22:26 »
mit'e katılıyorum... Bazen cümlelerini anlamak karmaşık hale geliyor ama tekrar okuyup da anlayınca bunda anlamayacak ne var ki diyor insan... Olayı gerçekten gözlerimin önünde canlandırabiliyorsun... Çok güzel yazmışsın :)
May the force, be with you.

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bilinen'in Şafağı (Giriş, I. Bölüm - I. Kısım)
« Yanıtla #7 : 28 Aralık 2009, 20:32:02 »
aNTiSePTiK,

Zaman ayırıp okuduunuz için çok teşekkür ederim. :) Elimden geldiğince, dönüp dönüp düzeltmeler yapmaktayım. Hatta bu kurguyu istediğim derecede ilerletmeyi başarırsam şu an okuduğunuz metin muhtemelen çok daha sadeleşmiş olacaktır. Daha güzel paylaştırabileceğimi umuyorum bilgileri. Aksiyonları da artırrmak gerek tabi... :)
Let the Dragon ride again on the winds of time.