Kayıt Ol

Ruhların Heykeli

PomeGranate

Ruhların Heykeli
« : 08 Eylül 2009, 20:33:26 »
Umarım beğenirsiniz, çünkü çok emek harcayarak yazdım. :P





Önsöz


 Aradığım yalnızca huzurdu.
Hayatımda bir kere olsun, şöyle felekten bir gece çaldığım, sabaha kadar güldüğüm, eğlendiğim, arkadaşlarla barda sabahladığım, en küçük bir zaman dilimi bile olmamıştı. Neden mi? Çünkü ben bir hayalet avcısıyım.
 Evet, doğru duydunuz. Hayalet avcısıyım. Bu yeteneğimin elime geçmesini daha dün gibi anımsıyorum. Hayaletlerle konuşabiliyor, onları görüyor ve dillerinden anlayabiliyorum. (Melinda Gordon(*) kadar olmasam da…)
 Çocukluğumdan beri tek hayalim büyüyünce küçük bir eve yerleşmek, Pazar sabahları yağmurlu günlerde elimde bir Jane Austen ve bir kahveyle sıcak kanepemde oturmaktı, ama olmadı… Hayalet avcısı olmak gerçekten çok stresli bir işti.
 Tabii yalnız çalışmıyorum. Bir patronum ve bir iş arkadaşım var. Ha ha, şaşırdınız değil mi? Ben sizin bildiğiniz hayalet avcılarından değilim, hani şu Ghost Buster çizgi filmindekilerden…
 Hayaletleri, o elektrik süpürgesi gibi makinelere değil, istersem beynime, istersem büyük bir kutuya, istersem de bir pet şişeye alabiliyordum. Ama beynime almayı pek tercih etmiyorum çünkü baş ağrısı yapabiliyorlar.
 Eh, hal böyle olunca da ister istemez huzur arıyor insan…

(*): Ghost Whisperer dizisinin hayaletlerle konuşabilen karakteri.


Lydia Clearface


*

 Birinci Bölüm

   
22 Eylül 2008


  Lydia, eylül ayının serinletici, ve aynı zamanda terletici havasında aniden uyanmıştı. Yatak odası küçük ve kasvetliydi. Duvar rengi sarıydı fakat o kadar çok poster ve çerçeve asılmıştı ki, artık neredeyse sarı boyalar görünmüyordu.
 Lanet olası kuşlar, diye düşündü Lydia. Onu uyandıran onlardı. Gene pencerenin dışarıya bakan mermerine tünemişler, susmaksızın ötüyorlardı. Kargaydılar, hem de beş tane. Lydia üzerindeki ince, asit yeşili yorganı savurdu ve perdeleri açtı. Açar açmaz kargalar ardında birkaç tüy bırakarak yok oldular.
 Saate baktı. 7:59
Patron birazdan arardı.
 Jeremy’i sevmezdi pek Lydia. Zaten bir patronu kim severdi ki? Ona durmadan emirler verir, hiç rahat bırakmazdı.
 Düşündüğü gibi, anında telefon çaldı. Lydia pencerenin başından çekilip komodinin üzerinde duran cep telefonuna koştu.
Ah, Jeremy… neden?
“Günaydın tatlım,” dedi Jeremy. 24 yaşındaki bekâr bir kıza bu kadar laubali olmamalıydı.
“Günaydın Jerry, nasılsın?”
“Gayet iyi,” dedi Jeremy, sesinde biraz kinaye sezmişti Lydia. “Geliyor musun, yoksa Emilie’yi göndereyim mi?”
 Emilie, Lydia’nın tam anlamıyla “dost” diyebileceği biriydi. Ama son zamanlarda Jeremy’le flört etmeye başlamıştı.
“Buna gerek yok, hemen geliyorum,” diye yanıtladı ve telefonu kapattı.
 İlginçti. İlginç biriydi Lydia. İlginçlik ve ucubelik kavramlarını ondan başka iyi bilen de yoktu. Bir hayalet avcısıydı ve bu yüzden de oturduğu şehirde “bir deli o!” olarak tanınıyordu. Bundan rahatsızdı, ama o rahatsız edici yeteneği onun suçu değildi… sadece normal bir insan gibi olmak istiyordu, ama galiba olması imkânsız gibi bir şeydi.

*


14 Haziran 1991


“Gamzelim” derdi babam. Çok büyük bir şekilde gülümsediğim zaman çıkardı, iki yanağımda da. Küçüktüler, ve sığ çukurlardı.
 O gün altı yaşındaydım ve babam öldü. Neden öldüğünü, öldükten sonra neden kimsenin bana bir şey söylemediğini hiçbir zaman öğrenemedim. Babamın sağ kolu sayılacak biri vardı: Zola
 Zola, banliyömüzün kahyasıydı. Babamla çok iyi anlaşır, her gün birlikte bahçede oturup bira içerlerdi. Onu unutamıyorum…
 Babam öldükten ertesi gün Zola beni yanına çağırttı.
“Söyle bana Zola,” demiştim, “babam dönecek mi?”
“Ah, Lydia. Babanı bir daha göremeyeceksin yavrum.”
 Zola bunu öyle acıklı söylemiş olmalı ki, hıçkıra hıçkıra en az bir saat ağladığımı hatırlıyorum. Ama hiç yanımdan ayrılmamıştı.
 Bir gün Zola, “Hayaletleri biliyor musun Lydia?” demişti.
“Hani şu korkunç olanlar mı?”
“Evet.”
“Biliyorum, Zola.”
“Sen onları görebiliyorsun.”
 Apışıp kalmıştım. Nasıl? Nasıl görebiliyordum? Babam ölür ölmez nereden çıkmıştı şimdi bu?
“Nasıl yani?” dedim, şaşkınlıkla.
 Zola bana baktı, kahverengi, çökmüş gözleri “daha fazla soru sorma, ben de bilmiyorum” der gibiydi. Sonra omuzlarını silkip arkasına bakmadan gitti…

*





 
22 Eylül 2008


 Çabucak giyinen ve ayakkabılarını bağlayan Lydia koşarak merdivenlerden birinci kata indi ve arabasına koştu. Siyah bir spor arabaydı, arabasını seviyordu.
 On beş dakika sonra Ghost Hunters’daydı Lydia. Büyük bir apartmanın en altındaydı dükkanları. Sadece tek bir penceresi ve demirden bir kapısı bulunuyordu. Kapının hemen kenarına da küçücük, uzaktan zar zor okunan neon bir tabela yerleştirilmişti.
Ghost Hunters – hayalet avcıları
 hayaletler çekilir, lanetler bozulur, muskalar imha edilir.
Jeremy Dawson – Lydia Clearface – Emilie Strange – Jason Tumanov

 Jason, İskoçya’ya büyük bir hayalet avı için gitmişti ve gideli bir ay olmuştu fakat hiçbir haber yoktu. Jeremy ve Emilie onun hakkında endişeleniyordu.
 Lydia içeri girdi ve giydiği siyah etek birden savruldu.
“Hoş geldin, telepatik dostum,” dedi Emilie. Ona doğru yaklaştı ve sarıldı. “Nasılsın?”
“İyi gibiyim.” Lydia birkaç gün önce, perili ev olduğu iddia edilen, harabe türü bir yere gitmiş ve orada zihnine anlamsızca anılar, görüntüler dolmuştu. Hayaleti bulamayıp geri dönmüştü ve birkaç gün evde yatmıştı.
 Emilie kumraldı. Güzeldi, Lydia onu kendinden daha güzel buluyordu. Bugün bej rengi dar bir pantolon, ve üzerine de mavi bir bluz giymişti. Saçlarını atkuyruğu yapmıştı.
 Ghost Hunters küçük ve kasvetliydi, tıpkı Lydia’nın odası gibiydi. Duvarlar bu sefer koyu kahverengiydi ve On üç Hayalet, Şeytan, Blair Cadısı, Rose Red Konağı gibi çeşitli filmlerin posterleri asılmıştı. Yer döşemeleri de çok ilginç bir biçimde beyazdı.
 Aslında Ghost Hunters kare gibi görünse de, bir koridoru vardı ve koridorda bir tuvalet ve ayrıca bir oda vardı.
 Emilie, Lydia’yı üzerinde kağıtlar, çeşitli renkli kalemler ve bir notebook’un bulunduğu eski, üzerinde büyük bir cam olan masaya oturttu. “Solgun gibisin.”
“İyileşiyorum, yavaş yavaş,” dedi Lydia.
“Zihnini bu kadar yormamalıydın.”
 Lydia dudaklarını büzdü. “Jeremy nerede?”
“Bilirsin işte, bir bara çağırıldı.” dedi Emilie.
“Neden?”
“Dün gece biri öldürülmüş, kumar yüzünden…” Emilie’nin gözleri garip bir şekilde seğirdi. “Ve bar sahibi öldürülen kişinin orada olduğunu düşünüyormuş, bardaklar devriliyor, bilardo topları yere düşüyor ve tekrar havaya kalkıyormuş.”
“Artık bunlara şaşırmıyorum,” dedi Lydia ve gülümsedi.
 O sırada telefon çaldı ve Emilie, duvarda asılı telefona koştu.
“Alo? Ghost Hunters buyurun?”
“…”
“Anlıyorum, sakin olmaya çalışın, arkadaşımı hemen gönderiyorum. Adres neresi?”
“…”
“Tamam efendim, hemen geliyor.” Emilie telefonu kapattı ve Lydia’ya döndü.
“Koş, Marlin Caddesi. Buraya çok yakın.”
“Ne oluyor?” dedi Lydia.
“Bir adam evinde tam üç tane hayalet olduğunu söylüyor. Ben giderdim ama makine Jeremy’de, iyi ki buradasın Lydia, ve iyi ki aklınla onları yok edebiliyorsun.”
“Offf, tamam,” dedi Lydia ve kalktı. “Marlin Caddesi mi demiştin?”
“Evet.”
“Tamam, onları nereye hapsedeyim?”
 Emilie birazcık düşündükten sonra ağzı kulaklarında gülümsedi. “Pandora’nın kutusuna ne dersin?”

*

1 Eylül 1992


 Biraz olsun büyümeyi ve gerçekleri kabullenmeyi başarmıştım. Artık bir ailem yoktu. Ne annem, ne babam…
 Annem, beni doğururken ölmüş, o yüzden onu hiç tanımadım. Gene evimizde yaşıyordum ama yanımda kalan insanlar sürekli değişiyordu. Bazen Zola geliyordu, bana yiyecek ve oyuncak getiriyordu. Bazen karısı Dept Teyze geliyor, bana yemek pişiriyor ve tekrar evine gidiyordu. Çoğu zaman yalnız vakit geçiriyordum.

 Bir sabah erkenden Zola ve Dept Teyze ellerinde bir çanta ve okul üniformasıyla gelmişlerdi.
“Günaydın!” dedi Zola ve bana sarıldı. “Bugün nasılsın Lydia? Okula başlıyorsun.”
Şaşırmıştım. “Okula mı? Ne zaman, bugün mü?”
“Evet tatlım.” Dept Teyze saçlarımı okşadı ve beni kanepeye oturttu. “Saçlarını örelim mi?”

 Okuldaki ilk günüm berbattı. Ama okulun kapısına girer girmez anlamıştım, okuma öğretecekler… sonra alfabe, sonra matematik, toplama çıkarma, çarpma, bölme… hepsini öğreteceklerdi.

 Eve geldiğimde Dept Teyze ve Zola evdeydi, ellerinde birer armağan vardı. Dept Teyze bana Mickey Mouse’lu bir kalemlik, Zola da çeşitli renklerde bir sürü boya kalemi almıştı. Onlara sımsıcak gülümsedim ve sarıldım. Bir ailem yoktu evet, ama onlar artık benim yeni ailemdi. Tıpkı annem ve babam gibi onları sevecektim…

*

22 Eylül 2008


 Emilie’nin dediği gibi, Marlin Caddesi oldukça yakındı ve Lydia oraya beş dakikada vardı. Fakat hangi ev olduğunu bir türlü…
Gel… buraya gel…
Fısıltılar? Aman Tanrım!
 Lydia’nın beyninde sadece tek bir görüntü vardı: beyaz, duvarları kırmızı çiçeklerle süslenmiş beş katlı bir apartman.
İçeri gel Lydia, 3.kata çık. Oradayız, oğlumla seni bekliyoruz.

 Lydia, zihninde gördüğü apartmanı hemen gördü, tam karşısındaydı. Koştu ve 3.katın ziline bastı.
 Otomatik anında basıldı ve Lydia asansörle 3.kata çıktı. Karşısında bir adam duruyordu.
“Lydia Clearface?” dedi adam. Saçları kahverengiydi, mavi gözleri de Lydia’yı tepeden tırnağa süzmüştü. Lydia bundan çok rahatsız olmuştu ve… adını nereden biliyordu?


Çevrimdışı BerkeB

  • ***
  • 494
  • Rom: 7
  • Onu bulan herşey'i bulur
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhların Heykeli
« Yanıtla #1 : 05 Ekim 2009, 12:03:09 »
Klavyene sağlık güzel olmuş
Bakmayın şiir yazdığıma romantik değilim :).

Çevrimdışı diana

  • ***
  • 513
  • Rom: 16
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhların Heykeli
« Yanıtla #2 : 13 Ekim 2009, 14:53:19 »
Çok güzel olmuş.Tebrikler

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhların Heykeli
« Yanıtla #3 : 14 Ekim 2009, 12:11:57 »
Zamandan zaman atlama olayları oldukça güzel olmuş. Günlük sayfalarının birleşmesi de güzel bir tarz yaratmış. Okuduğum kadarıyla devam edecek gibi duruyor yanılmıyorsam... Eline sağlık.

Çevrimdışı hanne

  • **
  • 326
  • Rom: 4
  • maybe one day...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhların Heykeli
« Yanıtla #4 : 15 Ekim 2009, 18:52:33 »
Güzel olmuş ..Paylaşımın için teşekürler..
....Sanki bir erik ağacına çıkmıştım da orada üzüm yiyordum  ama bahçe sahibi gelince cevizleri neden yediğimi sormuştu....

Çevrimdışı mrbe__123

  • *
  • 29
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhların Heykeli
« Yanıtla #5 : 27 Nisan 2010, 15:31:40 »
evet güzel yazmışsın tebrik ederim
Eger "dokuz" CanLı oLsaydın biLe En fazLa "sekiz" kez kaçabiLirdin öLümden
BiLki "yedi" düveLe suLtan oLsan dahi Yerin "aLtı" mekan oLacak sana En fazLa "beş" metre kumaş götürebiLeceksin
Kapatacaksın "dört" açsanda gözünü
Bu dünya "üç" günLük dünya AzraiLin yanında "iki" kat oLup yaLvarsanda nafiLe
ELbet "bir" gün öLeceksin
İşte o gün herşey "sıfır"dan başLayacak..!

Çevrimdışı PeriPeLLa

  • *
  • 13
  • Rom: 0
  • Erva ~~
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhların Heykeli
« Yanıtla #6 : 08 Haziran 2010, 15:46:55 »
emeğine sağlık çok hoş olmuş(:
Yaralara bak , bu Birinin Değil birilerinin ..!
İzi Kalır birinin , O Geçmeden İzi Kalır Ötekinin ..!
Hepimizin İzi , bir Dizi...

[saqoLera]



TrißünLerDe hep diLLerde,ßu seVDa biTmeZ qöNüLLerdE..
FenerBahçe'm...

Çevrimdışı edi

  • **
  • 51
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhların Heykeli
« Yanıtla #7 : 10 Temmuz 2010, 17:01:30 »
çok güzel olmuş.devamı ne zaman geliyor?
Sadece susmak ıstıyorum;
Yalan ınsanları kaale almadan..
Haklıyken haksız gözuksem bıle kendımı savunmadan..
HUZUR bulmak ıstıyorum,gözlerımı kapayıp,kımseyı anmadan...
Sessızlığı dınlemek ıstıyorum,herseyı yasamıs gıbı yaparak...
[/size][/i]