Kayıt Ol

Bir Asır Kaç Dakika

Çevrimdışı Togrul

  • *
  • 2
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Bir Asır Kaç Dakika
« : 26 Mart 2015, 03:26:41 »
Spoiler: Göster
Vizelerden önce birazda hoşuma giden bir şey yapayım dedim. Her türlü eleştiriye açığım  :D


Bir Asır Kaç Dakika

Bu korkunç sessizlikten sıkıldım. O kadar sessiz ki, kullağımın dibinde gittikçe büyüyen tiz bir çığlık gibi ruhumu parçalıyor. Rüzgarın sesi ve kuşların cıvıltısından bahsetmiyorum, onlar hiç susmadı. Benim sözünü ettiğim şey, yalnızlık. Sahi kaç yıl oldu elli mi? altmış? Belki de bir asır olmuştur, tanrı bilir.

Burada geçirdiğim sayısız günlerden sadece birkaçını iyi bir şekilde hatırlayabiliyorum. Günlerin hepsi birbirine benzediği için hatırlamak pek kolay olmuyor doğrusu. Size biraz burada geçirdiğim o ilk günlerden bahsedeyim.

Gözümü açtığımda küçük bir gölün kenarında, kocaman bir meşe ağacının altında uzanmaktaydım. Dirseklerimin üzerinde doğrulduğumda bir tuhaflık olduğunu anladım. Dokunduğum hiçbir şeyi hissetmiyordum. Yürüyordum, ayaklarım hareket ediyordu fakat ben yürüdüğümü bir türlü idrak edemiyordum. Sanki bütün motorsal fonksiyonlarımı yitirmiş, zeminle doksan derece açılı bir yatakta uzanarak ilerliyordum.

Burası meyve ağaçları ile doluydu, dalından birkaç elma koparıp iri ısırıklar aldım fakat tadını bir türlü hissedemedim. Açıkcası yediklerimin mideme gittiğinden bile emin değilim. "Belki de geçici bir sorundur." diyordum. Ağaçlardan meyve toplamaya başladım. Bir sonraki denememde farklı bir sonuç alacakmışcasına yemeye başladım.

Bazen bir kayısı, bazen bir şeftali. Ama yediğim şeylerin kayısı veya şeftali olduğundan asla emin olamadım. Uzun denemelerden sonra ümidimi yitirdim. Zamanla alışabileceğimi düşündüm ve bu 'küçük' problemi dert etmeyi bıraktım. Göle geri dönüp o muhteşem manzaranın keyfini sürmeye karar verdim. Kelebekleri, kuşları, sincapları, tavşanları ve çevrede oradan oraya koşuşturan türlü türlü hayvanları seyre daldım. Alabildiğim kadar keyif almaya çalışıyordum çünkü her an deney sona erebilirdi ve benden önce kimse bunu deneyimleyememişti.

Gölün elli metre kadar yukarısında bir fundalık gözüme ilişti. Neşeli ve yavaş adımlarla fundalığa doğru yürüdüm. Birkaç çiçek kopardım ve çiçekleri burnuma götürüp kokularını ciğerlerime doldurdum ama sonuç yine hüsran oldu çiçeklerin de kokusu yoktu tıpkı diğer her şey gibi.

Bundan sonraki birkaç gün boyunca çevreyi keşfetmeye başladım. Bu ilk günler gerçekten güzeldi. Hiç bir ihtiyacım yoktu. Ne uykum geliyordu ne de acıkıyordum, hatta yorulmuyordum bile. Nerden bilebilirdim bütün bunların birgün kabusum olacağını. Zaman geçtikçe buradan sıkılmaya başladım. Bu şahane gölün artık hiçbir albenisi kalmamıştı.

Başka bir yere gitmek üzere nereye gittiğimi bilmeden koşmaya başladım. Neredeyse on dakikadır koşuyordum. Gölü, ormanı, fundalığı ve daha nicesini geride bırakmıştım ve aniden bir şeye çarpıp yere serildim. Her ne kadar acı hissetmesem de bunun biraz acıttığını söyleyebilirim.

Neye çarptığıma bakmak için ayağa kalktım. Ama etrafta hiçbir şey, hiçbir hareket belirtisi yoktu. Tekrar yoluma devam etmek için ileri atıldığımda daha fazla ileri gidemediğimi anladım. Önümde sanki görünmez bir set inşa edilmişti. Yaşama sevincimin yok oluşunun temelleri işte burada atıldı.

Her ne kadar bir çıkış yolu aradıysam sonuç hep hüsran oldu. Buradan çıkış yolu yoktu. Bütün dünya bu birkaç kilometre karelik alandan ibaretti.

Yaklaşık bir ay geçmiş olmalıydı. Artık neredeyse hiçbir şeyden zevk alamaz olmuştum. Yalnızca gökyüzünü izlemek beni mutlu ediyordu. Çünkü buradaki gökyüzü hatırladığım gökyüzüne gerçekten benziyordu. Gökyüzünü izledikçe anılarım gözümde canlanıyor sılamın acısını dindirmemde bana biraz da olsa yardımcı oluyordu. Artık bir an önce deneyin sona ermesini istiyordum. Burada geçirdiğim her dakika artık bana yalnızca acı veriyordu. Fakat bir türlü sona ermedi. Yıllar geçiyordu. Yaşlanmıyordum ama sanki yaşlanmayan yalnızca bedenimdi. Zihnimin bunadığına adım kadar emindim.

Artık zihnimdeki bütün yüzleri unuttum. Gözlerimi kapadığımda çocuklarımı, karımı ve dostlarımı göremez oldum. Bana tanıdık gelen tek yüz göldeki yansımamdı. Artık gökyüzünü seyretmekten de keyif alamaz oldum çünkü gökyüzünü seyrettiğimde zihnimde canlanan bütün o güzel anıları unutmuştum.

Yıllar geçmeye devam etti ve ben belki de bir asırdır buradayım. Artık yalnızca ölmeyi bekliyorum fakat bunun olacağını da pek sanmıyorum. Burası neresi? Bir deneyin parçası olduğuma eminim ama ne deneyi olduğunu hatırlayamıyorum. Neden burada olduğumu bile bilmiyorum artık. Sahi ben kimim?

Bir şeyler oluyor! Yanımda ki ağaç titrek bir şekilde sallanıyor ve onunla beraber etraftaki her şey aynı şekilde titriyor. İşte! Ağaçlar, taşlar, gökyüzü... Herşey. Herşey artık yok oldu. Her taraf alabildiğince siyah şimdi.
 "Galiba sonunda ölüyorum."

Karanlıkta yalnız başıma hareketsiz bir şekilde bekliyorum.  Boşlukta gibiyim ve istesem bile hareket edemiyorum.
 
Gözlerimi açtığımda bir çeşit laboratuvardaydım. Başımda birkaç beyaz önlüklü adam dikiliyordu. Ben ise kafamda kablolarla dolu bir başlık ile yatakta uzanıyordum. Yataktan eğri bir pozisyonda doğrularak onlara bakmaya başladım. Bilincimin yerine geldiğini gören zayıf, uzun boylu, beyaz önlüklü bir adam üzerime doğru eğildi ve kafamdaki kaskı çıkardı. Yaşlıca bir adamdı yüzünde kocaman bir tebessüm vardı.

"Ne oldu?" diye sordu.

"Sen kimsin?" dedim. Şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. "Burada ne işim var? Bana ne yaptınız?" diye sordum.

Az evvel yüzünde kocaman bir gülümseme olan o adam şimdi somurtuyordu.
"Gerçekten hatırlamıyor musun?"
"Hayır." dedim.

Gözlüğünü çıkartıp önlüğünün cebine koydu.
"Bir deneydeydin. Bunu hatırlamıyor musun?"

Hayır anlamında başımı salladım.
"Ne çeşit bir deney?"

Etrafındaki diğer insanlara baktı. Hepsinin yüzünde umutsuzluk maskesi takılıydı.

"Bilincini geçici olarak bilgisayar ortamında yaratılan bir simülasyonuna aktardık. Şey, teorik olarak bilgisayar ortamında yeniden doğdun."

Dediklerinden pek bir şey anlayamasam da, başıma gelenlerden sorumlu olduğunu anladım. O kadar sinirlenmiştimki, halim olsaydı o adamın yüzünün ortasına sert bir yumruk indirirdim.
"Amacınız neydi peki sorabilir miyim! ?"

Elleriyle sakin olmamı işaret ederek cevap verdi.
"Sakin ol. Denek olmayı sen istedin. Seni zorla alıkoymadık."

Yanındaki masanın üzerinde duran bir dosyayı aldı ve bana uzattı.
"İşte, bak."
Okuyamıyordum, ama anladığım kadarıyla bir şart karşılığında gönüllü olmuştum. "Ailenin koloniye alınması karşılığında gönüllü oldun." dedi başka bir adam.
Neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Yaşlı sıska adam kağıtları yanındaki masanın üzerine bıraktı ve yeniden bana döndü.

"Amacımız mı? Dünyadaki yaşam yaklaşık elli yıl sonra sona erecek. Sıcaklık giderek artıyor ve on yıl içinde yaşayan canlıların %75 inin öleceğini öngörüyoruz. Atmosfer her geçen gün daha bir solunmaz hale geliyor. Ölen her ağaç ile sonumuza bir adım daha yaklaşıyoruz. Bunun suçluları bizleriz, bütün insanlar. Bir gezegeni yok ettik, kendi gezegenimizi."

Önündeki ekrana dokundu ve odanın ortasında bir simülasyon belirdi.

"İşte, bu gördüğün şey yapımına başlanan 12 koloniden yalnızca birisi. İnsanlığın devamı için yapılıyorlar. Bu koloniler 50 yıl sonra bile yaşama elverişli olacak ve içerisindeki döngü sayesinde dışarıya bağımlı olmayacak. Ama büyük bir sorun var. Dünyada yaklaşık 25 milyar insan yaşıyor. Kolonilerin kapasitesi ise yalnızca 24 milyon. Geriye kalan bütün insanlar yok olmaya mahkum."

Muhtemelen bunların tamamından haberim vardı, fakat şimdi hiçbir şey hatırlamıyordum.
Yaşlı sıska adam eliyle saçlarını geriye attı ve parmağını şıklattarak odanın ortasında dönüp duran simülasyonu kapattı.

"Bizim projemiz geri kalan insanlar için umut olacaktı. Bu cihaz, insanın algıladığı zamanı uyku halinde iken bükebiliyor. Daha basit bir tabir ile bu cihaz seni kandırıyor, sen uyurken zamanı yavaşlatabiliyor.""

Küçük bir tebessüm yaşlı adamın yüzünde yer etti. Sanırım bunları bana bir kaç saat önce anlatmış olmalı. Gerçekten trajikomik bir durum. Derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.

 "İnsan bilinci bilgisayar ortamına aktarıldıktan sonra, burada geçen bir dakika orada bir hafta sürüyor. Ya da şöyle söyleyeyim; burada bir yıl geçerken orada bir milyar yıl geçiyor. Bu cihaz ile neredeyse ölümsüz oluyorsun."

Bir an duraksadı ve,
"Yani, öyle umuyoruz." dedi.

Bağırmak istiyordum ama sesim pek güçlü çıkmıyordu.

"Ummak mı? O makineye ne zamandır bağlıyım! ?"

Mahcup bir ses tonuyla,

" Bir dakikadır."  dedi.

Bir dakika mı? Ruhum orada günden güne yok olurken burada yalnızca bir dakika geçmişti. Oysaki ben orada yüz yıllık bir mahkumdum, burada ise bir dakika.

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Asır Kaç Dakikadır
« Yanıtla #1 : 26 Mart 2015, 21:57:40 »
       Bu kadar şey anlattıktan sonra insanı merakta bırakacak son vurucu bir cümle bekledim ama maalesef yoktu. Son cümlede size göre bir etkililik olabilir ama yukarıda anlatılanlarda bir asırlık süreyle ilgili hiçbir ipucu yok. Hakikaten dakikalar içinde yaşanacak şeyleri anlatmışsınız. Yani son cümlenizin inandırıcılığı oldukça zayıf.

      Yalnız anlatımınız gayet iyi ve özenli. Hiçbir sorun yok. Belli ki farklı bir şey düşünüyorsunuz ama bunu okuyucuya da yansıtmalısınız.

Elinize sağlık.
Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı Togrul

  • *
  • 2
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bir Asır Kaç Dakikadır
« Yanıtla #2 : 27 Mart 2015, 00:30:08 »
      Bu kadar şey anlattıktan sonra insanı merakta bırakacak son vurucu bir cümle bekledim ama maalesef yoktu. Son cümlede size göre bir etkililik olabilir ama yukarıda anlatılanlarda bir asırlık süreyle ilgili hiçbir ipucu yok. Hakikaten dakikalar içinde yaşanacak şeyleri anlatmışsınız. Yani son cümlenizin inandırıcılığı oldukça zayıf.

      Yalnız anlatımınız gayet iyi ve özenli. Hiçbir sorun yok. Belli ki farklı bir şey düşünüyorsunuz ama bunu okuyucuya da yansıtmalısınız.

Elinize sağlık.


Öncelikle bu yapıcı yorumunuz için ne kadar teşekkür etsem azdır :)

Aslında can sıkıntısından elime kalemi alıp yaklaşık 45 dakikada, kafamda hiçbir taslak olmadan yazıverdim.

Bahsettiğiniz şeyleri yazarken farkındaydım aslında. Hikaye fazlasıyla aceleye geldi  :)

Eğer gerçekten kendimi karakter ile bütünleştirip "Acaba ben böyle bir durumda olsaydım nasıl davranırdım?" diye sorsaydım kendime, çok güzel bir hikaye çıkabilirdi ortaya.

Hikayenin içeriği hakkında da birkaç cümle söyleyeyim;
Hikayeyi yazarken, acaba böyle bir şey gerçekten olabilseydi. İnsan beyni bir dakikalık sürede bir asırlık bilgi birikimine maruz kalsaydı o insana ne olurdu diye düşündüm.

Ve hiçbir dayanağı olmayan iki teori geliştirdim.

Birincisi, ya hafızasını kaybederdi veya felç geçirirdi belki de ölürdü. İkincisi ise 100 yıllık süre zaafında sanal dünyada zaman geçtikçe eski anılarının yerini yenileri alırdı. Bir yerden sonra geçmişini neredeyse tamamıyla unuturdu.

Ben ikinci şıkkı seçtim ve hikayeyi bu temeller üzerine inşa ettim. Hikayede bir asırlık olay olmamasının sebebi bu.

Bir diğer sebebi ise; bahsettiğim sanal dünyanın fazlasıyla sınırlı olması ve bir  zaman sonra artık günlük rutinin tamamiyle monotonlaşması, bütün günlerin birbirine benzemesi. Yani anlayacağınız kahramanımız orada 100 yıl geçirmiş olabilir ama bir kaç yıl bile yaşayamamış.

Ama bu saydığım sebeplere rağmen bu hikayeye çok fazla olay ve detay sığdırılabilirdi. Kısıtlı zamanımın kurbanı oldum diyebilirim.

 Ayrıca bu benim yazdığım ikinci, tamamladığım ilk hikaye. İlk hikayemi yazmaya "iki sayfa yazarım biter." diye başlamıştım ama nerden baksanız 20 sayfayı geçti ve ben de o hikayeye ara verip kısa hikaye yazmaya karar verdim.
Malum acemice hikaye yazıyorsanız, uzun soluklu hikaye yazmak fazlasıyla riskli. Eminim kendimi sınırlamasaydım bu hikaye de 30-40 sayfalık bir hikaye olurdu ve bambaşka bir sona sahip olabilirdi.

Tekrardan güzel yorumunuz için teşekkür ederim, tavsiyelerinizi dikkate almaya çalışırım. Başka hikayeleri kurban etmemek dileğiyle.  :)


Not: Hikayenin tutarlılığını arttırmak için bazı eklemeler yaptım.