Kayıt Ol

Bitmeyen Öykü

Çevrimdışı

  • **
  • 114
  • Rom: 0
  • Gölgede yürümeyi sevenler için...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bitmeyen Öykü
« Yanıtla #30 : 10 Mart 2010, 10:36:04 »




Dehşet miydi hissettiği? Yavaş adımlarla koridorda yürürken aniden durdu. “Lanet olasıca kadın, sensin değil mi? Bunu biliyordum…” Kahkahası öyle şiddetliydi ki duvarlar titremeye başladı.  Neler oluyordu?  "Beni buldun değil mi? Ya da bulduğunu düşündün, ama yanıldın dostum beni burada hapsedemeyeceksin, çünki sen ilk yaratılana karşı acizsin ve bu kabuğumdan kurtulduğumda…” sözlerine devam etmedi, bakışları kısılmış gözleri korkunun ve vahşetin çağrısı olduğunun resmiydi. Gözleri yerinden oynarcasına kaydı, beyaz fer kararmış insan olan yaratık kabuğunu terk etmeye karar vermişti.  Yaratık kabuğu terk ededurdun arkalarda, aciz bedenin akıl denen dokunulmaz benliğinde bir savaş yaşanıyordu.

“Ben insanım,  ben değilim” köşeye sinmiş benlik ağlıyordu. Görünmez gözyaşları vicdanını asit misali eritirken sarf ettiği her sözcük ona katlanılmaz anılar olarak geri dönüyordu.

“Kabullen ve itaat et. Sen sadece yaratılmış küçük bir varlıksın.” Aklın derinlikteki sözcükler nasıl bu kadar acı verebilirdi? Sözcüklerin arkasından anılar zinciri birer birer yaratılmış küçük varlığın bilincine saldırdı.

“Yapma Jhon. Lütfen…” sessizlik.
Jhon kısılmış gözlerle kızın yüzündeki kara saçları yana çekti. “Şiştt…”   Tırnaklarına şöyle bir bakarak serçe parmağını kalem misali uzaktan süzdü ve başladı. “Hayırrrrr!!!”  Zavallı kızın çığlıkları Jhon’un kulaklarına ulaşmıyor, bir sanatçı edası ile canlı heykeline mührünü işliyordu. Kanlar tırnakları arasından süzülürken o pür dikkat yaptığı işi gözden geçiriyordu. Kız acıdan ve kendinden geçtiğinde görünmez bir güç dalgası ile yeniden …görüntü silikleşti. Aklın köşesinde sinmiş küçük yaratık kız arkadaşına yaptıklarını izlerken devamını gelmemesi için feryat ediyordu.

“Ben değildim ben değildim…” Güçlü olan sığındığı kabuktan kopmaya çalışıyor ama bir türlü başarılı olamıyordu. Yaptığı ayinde hatalı olan bir şey vardı, ama ne?

“Kes zırlamayı, bunu kız arkadaşına sen yaptın, şimdi direnme ve itaat et” Endişe. Hissedilebilen ama tanımlanamayan korku. Kabuktan kopamıyordu… Yoksa bu kabukta kısılı mı kalmıştı?

Kabuğun içinde iki varlık, biri efendi diğeri ise köle.  Ve onları hapsetmiş farklı bir yaratık. Kadın mı? Ses erkek ama bu gerçek mi? Peki ya gerçek denen şey ne?
 


Her yeni kopuş düşüş gibi gözükse de, toprağa düşen yeni bir umuttur aslında . Yeter ki siz, onu sulayıp filizlenmesine izin verin...

Çevrimdışı zenix

  • *
  • 18
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bitmeyen Öykü
« Yanıtla #31 : 29 Ocak 2012, 06:16:32 »
Başlangıç.
06:11 AM

Sabah ayazında her zamanki gibi annemin nefis poğaçasının kokusuyla uyandım. Saat henüz 06:12 AM ama annem bizi sofraya gür bir sesle hastalığına meydan okurcasına dinç karşılıyordu. Kız kardeşim Judy uyanmamak için dirensede bugün bizim için çok özel birgündü.

Yataktan kalkıp kahvaltımı yapıp evden çıkmam 20 dakika'yı buldu. Bugün yapacak çok şey olduğunu bildiğim halde biraz daha uyumak için can atıyordum. Ama annem herşeyden önemliydi. Doktorların biçtiği ömür 1 aydı fakat hiç bizi bırakacak gibi durmuyordu, ya da ben buna inanmak istemiyordum. Kafamı kurcalayan düşüncelerle birlikte soğuk bir okadarda sakin olan sokakta tek başıma yürüyordum..

İş yerine adımımı atar atmaz Charlie söylenmeye başlamıştı bile, yüksek ses tonuyla " Dün çıkarken masaları sil demedim mi sana ?" dediğini duyar gibi oldum ama ne bu b*ktan işi nede Charlie'yi düşünecek durumda değildim. Artık birşeyler yapmam gerektiği hissi günler geçtikçe içimi kemirmeye başlamıştı.  O'nu böyle kaybedemem, bunu istemiyorum diye kendi kendime konuşmaya başladığımı farkettiğim anda Charliyle göz göze geldik durumu mu anlamış olacak ki ses dahi çıkarmadan tuvalete doğru ilerledi. Sabah yediğim poğaçayı annemin kokusunu düşünürken aklıma gelenlere kahkaha atmaya başladım, iki gece önce can dostum zane ile çalıştığım yere 50 m mesafede ki bardan zil zurna sarhoş vaziyette çıkmıştık. Zane orta boylu, siyah saçlı, esmer ve oldukça çirkin bir surat yapısına sahipti. Gecenin karanlığında sarhoşluğunda etkisiyle olsa gerek zane'in dişlerinin beyazlığını düşünüyordum. Nasıl bu kadar beyazlardı? Bu düşünceleri aklımdan uzaklaştırmaya çalışırken zane bunu o dakikada başarmıştı.

(Gülerek) -John bunu görmelisin.
Yanına yaklaştığımda gördüklerim karşısında gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Kel 70 yaşlarında, hindistanlı olduğunu düşündüğüm yaşlı bir adamın sokağın ortasında kendince figürler sergileyerek anlamlandıramadığım ama çok güldüğüm dansıyla herkesi etrafına toplamıştı. Daha yakından görmek için yanına iliştiğimiz anda annemi hatırladım onun hastalığı bizi terkedecek olması hiç mi umurumda değildi? Şimdi içmenin eğlenmenin yaşlı bir amcaya gülmenin sırasımıydı. Onunla daha çok vakit geçirmek varken neden buradaydım? Kızgınlıktan dişlerimi sıkarak tam evin yolunu tutacakken yaşlı amcanın beni izlediğini farkettim.

- "Adalet barışı sağlar." Dedi gözlerime bakarak.
- "Barışı düşünen kim" diye tersledim ihtiyarı.
- "Barış korkuların anahtarıdır." Diye tekrar etti adeta bu sözleri defalarca, yankılanır oldu kulaklarımda.. Arkamı dönüp eve gittim zane'in seslendiğini duysamda durmak, oraya dönmek istemedim.

Sabahın erken saatinde aklıma gelip tekrar güldüğüm için bu ihtiyara teşekkür etmem gerekiyordur belki, nede olsa bunu bu zamanlarda kimse başaramıyor.. Charlie'nin tuvaletten döndüğünü gördüm eli başının üstünde sarı saçlarını kavramış düzeltmeye çalışmasını izlerken, ihtiyarın sözleri aklıma takıldı. Acaba neden bahsediyordu? Böyle sorular akşama kadar devam etti iş çıkışında önce eve gitmek yerine ihtiyarın yanına gitmeye karar verdim. Oraya gittiğimde onu orada bulmayı umuyordum yoksa ne evini nede adını biliyordum. Kafamı kemiren bu sorulardan uzaklaşmamın tek sebebi onunla konuşmamdı.

Mahalleye adım attığım anda içimde bir ürperti hissettim. Ellerim birden üşümeye başlamıştı, havanın tahminen 12 derece olduğunu düşündüm, neden bu kadar üşümüştüm ? Bunu düşünürken kafamı sağa doğru çevirdiğimde karşımda ihtiyarın oturduğunu farkettim. Elinde sarı gitarla daha önce duymadığım melodiler çalıyordu. Yanına yaklaştım ve " Geçen gün kabalık ettim üzgünüm" dedim, kısık ve utangaç bir ses tonuyla. Gitar çalmaya devam eden ihtiyarın bana kırıldığını, benimle konuşmak istemediğini düşündüm ve alkollu olduğumu açıklamayı planlarken " Biliyorum John" dedi. Bir kaç saniye içinde ismimi nerden biliyor diye düşündüm, ben söylememiştim? Hemen ardından benim konuşmama zaman tanımadan " Söylediklerimi anladın mı?" diyerek konuşmasını sürdürdü. İrkilmiş bir halde " Hayır" dedim. İlk duyduğumda bende anlamamıştım merak etme bu konuda yalnız değilsin deyip sararmış dişlerini göstererek gülmeye başladı. O an orayı terketmek istedim bunak bir ihtiyarın eğlencesi olmuş gibiydim. Sonrasında anlattıklarını duyunca şok olmuş gibiydim korktuğumu ellerimin titremesinden anlamış olsa gerek ki " Korkma john, bu tüm güzelliklerin baslangıcı" dedi. Bu son cümlesiyle sakinleşmem mi gerekiyordu bilmiyorum fakat arkama bile bakmadan gecenin karanlığında eve doğru yürümeye başladım.

Sonra sakin bir sokakta yürürken arkamdan yaklaşan ayak sesleriyle ensemde sıcacık bir nefes hissettim. Aldığım darbeyle bayılıp olduğum yere yığıldım, uyandığımda çoğu şeyi hatırlamıyordum. Tüm bunları anlamam zaman alacak olsada ben kabuğun içinde iki varlık, biri efendi diğeri ise köle.  Ve onları hapsetmiş farklı bir yaratığım. Peki gerçek denen şey ne? Ona nasıl ulaşırım ? Bunları anlamamın tek yolu tam olarak hatırlayamadığım geçmişi mi keşfetmemde..
Sevgili dost, merhameti gördün mü ?
Tamam, söyleme biliyorsan yerini.
Bari hayatta olduğunu haber ver.
 " Merhamet ölmedi değil mi? "

"Freedom Forever"

Çevrimdışı

  • *
  • 37
  • Rom: 0
  • Charna'nın yüreği adına!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bitmeyen Öykü
« Yanıtla #32 : 27 Mayıs 2012, 12:43:35 »
Bütün bunları kafamdan attım.Şuanda zaten yeterince korkuyordum.Ama..ama olmuyordu.Bu soruların cevaplarını bulmadan rahat yüzü görmeyeceğim kesindi.Ne yapmalıydım?Tamam.Kararımı vermiştim.Bunları sonra düşünürdüm.Ama şu anda kafamı kurcalayan sorular başkaydı.Neredeydim?Bana vuran şey neydi?Neden buradayım?Boşuna, düşünmek beni yeterince yoruyordu ve hiçbir şey elde edememiştim.Şu anda sadece üstüme gelen karanlığı bekliyordum.
aynaya baktığınızda suçluluk duygusu hissediyorsanız
gerçekleri öğrenmişsinizdir

Çevrimdışı BsBROWN

  • *
  • 21
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bitmeyen Öykü
« Yanıtla #33 : 06 Şubat 2013, 20:25:54 »
Etrafım karanlık gri duvarlarla çevriliydi. Hemen arkamda koyu mavi parmaklıklı bir pencere vardı. Koyu mavi parmaklıkların üzerinde garip bir şekilde "ölümsüz" yazısı okunuyordu. Bu da ne demekti, ölümsüz diye bir parmaklık markası olamazdı. Bu konu üzerimde en saçma olanları da dahil olmak üzere onlarca fikir içinde kaldım. Bu fikirlerin arasından bir tanesi bile mantıklı değildi. Öyle olacak ki, boynuma vurup beni bayıltan alçaklar beni buraya hapsederek psikolojik bir travma geçirmemi istiyorlardı. Ama onların istedikleri olmayacaktı. Çünkü ben çok güçlü bir kişiliğe sahiptim ve bunu ömrümün her anında kanıtlamıştım.

Bir kapı sesi duymamla, kapıdan eli silahlı, koyu kahverengi şapkalı bir adamın içeriye girmesi bir oldu. Oldukça şaşırmış ve bir o kadarda muzip duruyordum. Eli silahlı adam gülerek hangi dilde olduğunu bilmediğim birkaç kelime fısıldadı. Bu çok sinirimi bozmuştu. İnsanların benim yanımdayken, benim hakkımda olduğunu bildiğim şeyler söylemesi ve benim ne söylediğini bilememem !

Eli silahlı adam tam bir şeyler diyecekti ki, telefonu çaldı. O sırada bende dikkat kesilmiştim. Acaba bu tanımadığım eli silahlı adamı, kim, ne sebeple arıyordu ? Telefondan tok bir erkek sesi işitiyordum.
"Adamı getirdiniz mi ?"
"Getirdik efendim, ölümsüz hücresinde tutuyoruz. Ne yapmamızı istersiniz ?"
"Ben gelene kadar bekletin. Hafiften okşayın da aklı biraz başına gelsin."
"Peki efendim. Adamlara söyleyeyim mi sizi karşılasınlar ?"
"Gerek yok ben kendim gelirim."
Bu konuşmalar üzerine önce sıkı bir dayak yiyeceğimi, sonrada beni buraya hapseden alçakla karşılaşacağımı anlamıştım. Gıkımı bile çıkarmadan öylece sustum. Birkaç dakika sonra bu durumdan sinirlenen eli silahlı adam bana ters ters bakmaya başladı. Bu gerçekten çok sinirimi bozuyordu ama elimden bir şey gelmezdi. O sırada odanın dışından birkaç ses duydum.
"Hoş geldiniz efendim. Buyurun ölümsüz hücresi bu tarafta."
"Hoş geldiniz efendim, bir emriniz var mıydı ?"
"Buyurunuz efendim, adamı ölümsüz hücresinde tutuyoruz.
Duyduğum üç farklı ses o alçağın yanında üç farklı yalaka olduğunu anlamama yetmişti. O sırada kapı sesi duyuldu. İçeri önce o üç yalaka girdi ve tam o alçak girecekti ki eli silahlı adam o alçağı toplantı odasına çağırdı. Eli silahlı adam ve o alçak toplantı odası olarak kullandıkları yere giderken diğer üç yalaka benimle birlikte başımda dikiliyorlardı.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bitmeyen Öykü
« Yanıtla #34 : 15 Ağustos 2014, 00:27:34 »
İçinde bulunduğum hücreye şöyle bir göz gezdirdim. Sağ tarafımdaki taş duvarda bazı yazılar vardı. Pek okunmuyorlardı fakat daha dikkatli incelemeye başlayınca bazıları anlam kazandı. Birileri uzun süre önce bu yazıları duvara tırnaklarıyla kazımış olmalıydı. Duvara yaklaşık on beş dakika boyunca göz gezdirdim, tüm duvara onlarca kez ölümsüz yazılmıştı.

Birisi benimle dalga geçiyor olmalıydı. Zaten benim burada ne işim vardı ki benim hasta annemin yanında olmam gerekirdi. Sonra gözüme duvardaki başka bir yazı takıldı. Onlarca ölümsüz yazısının arasına sıkıştırılmış bir yazı. "Tam karşında" yazıyordu. Ben bunu bir fısıltı halinde okumuştum. Sonra yazı değişti. Sanırım kafama aldığım darbeden dolayı hayal görüyordum. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım, biraz rahatladığımı hissedince de yazıyı tekrar okudum.

Gözlerime inanamıyordum yazı gerçekten de değişmişti. Bu hiç mantıklı değildi sanırım başka bir yazıyı okuyorum öncekinin yerini karıştırdım diye düşündüm. Duvarı didik didik aradım fakat önceki yazı yoktu kaybolmuştu. Artık onun önceden olduğu yerde "yazsana" yazıyordu. Yine sessiz bir fısıltıyla dile getirmiştim. Yazının tekrar değişmesini izledim. Yazı "neyi bekliyorsun" şeklinde değişince de elimde olmadan sinirlenip duvara bir yumruk attım. Bunu dışarıda ki yalakalar da duymuştu ve gözlerini üzerime dikmişlerdi.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.