Kayıt Ol

Bulunmamış

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Bulunmamış
« : 29 Ocak 2011, 20:54:04 »
Giriş


O an insan gibi görünen ama bütün hayatları boyunca asla insan olmamış varlık, Kadıköyde terk edilmiş bir binanın, karanlık bir sokağa bakan balkonlarından birini izliyor ve belki de tüm dünyaların sonunu getirecek üçlüyü arıyordu.

Pek çok hayat yaşamıştı az önce söylediğim gibi. Farklı adlar ve görünümler seçmişti kendine. Asırlar ve çağlar boyunca dünyada –dünyalarda- yürümüş ve işini yapmıştı. Ve işi kesinlikle masabaşı değildi. Gündelik dertlerin tamamından uzak kendince mükemmel bir iş yapıyordu. Ve işi gittikçe iyiye gidiyordu, en azından şimdilik.

Balkondan iyice aşağı sarktı çünkü aradığı kişilerden bir tanesi olabilecek birini görmüştü. Sadece görmek yetiyordu onun için. Dokunabiliyordu insanların –ve pek çok başka yaratığın- zihnine dokunabiliyordu. Bundan büyük bir zevk alıyordu aslında. Modern insanların gizli sandığı şeyleri öğreniyor ve kendi kendine dalga geçiyordu onların en büyük sırları ve utançlarıyla. Hatta bazen sadece eğlence olsun diye rastgele birini seçiyor ve o kişinin en büyük korkusu karşısına çıkarıyor yada hayatında ki en utanç verici anıyı rüyalarında tekrar tekrar yaşatıyordu onlara.

Ben başka pek çok hikayeci gibi konudan saptım ama asıl konuya dönecek olursak; yaratık balkondan beline kadar sarkmış yeni adayına bakıyordu. Aslında ellerini ona doğru uzatmak geliyordu içinden ama böyle insansı bir hareketi yakıştıramıyordu kendine. Yüzyıllar süren planın bitimine o kadar yakındı ki. Tek bir şey kalmıştı sadece. Son küçük bir bağ.


Spoiler: Göster




Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #1 : 29 Ocak 2011, 21:03:53 »
Güzel hikaye devamını merakla bekliyorum resimde çok güzel oturmuş nasıl böyle denk getirdin resimden mi ilham aldın Yoksa resmi sen mi çizdin
Not: İkiside değil denk geldi deme. :)

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #2 : 29 Ocak 2011, 21:05:20 »
Yazıyı yazdıktan sonra üç dakikalık bir araştırma sonucu buldum. Malesef resim çizmek gibi bir yeteneğe sahip değilim. Kelimelerle aram daha iyi ^^

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #3 : 30 Ocak 2011, 23:22:26 »
Hayatından bezmiş bir halde yürüyordu sokakta. Kulağında elmalı müzikçalarından gelen bir kulaklık ona dün gece indirdiği klasik müzik parçalarından birini iletiyordu. Bütün gün salak işinde çalışmıştı ve çok yorgundu. Tanrım hayattan yorulmuştu. Her gün aynı şeyleri yapıyordu. Sabah kalkıyor ve hiçbir zaman ona doyurucu gelmeyen kahvaltısını yapıyor (Tost ve kahve) daha sonra öğrencilik yıllarından beri kullandığı bir termosa kahve dolduruyor ve arabaya binip işe geliyordu.

Nişanlısı ona işe bırakıp kendine mükemmel işine doğru yol alırdı. Akşamları ise tek başına eve kadar yürürdü. Bazen caddenin seslerini dinleyerek modern şehrin pekte karanlık olmayan gecesinde elinde sigarasıyla yürürdü. İnsanları ve şehri dinlerdi. Kadıköy. Öğrenciliğinden beri sokaklarını arşınlıyordu. Bazen hala öğrenciymiş gibi geliyordu çünkü işi ona ev ödevi yapıyormuş hissini veriyordu. Şimdi olduğu gibi bazı geceler kulaklığını takıp kendini dış dünyadan ayırarak Bach veya Wagner ile yürürdü. Bazen ise Chopin dinlerdi. Son zamanlarda pek dinlemiyordu Chopin. Onun ruhunda hep garip bir değişiklik yaratırdı. Bir anarşist olma isteği belki. Öğrencilik yıllarından kalma bir heves. Ergenliğin getirdi isyankarlıkla var olan her şeye karşı olmak. Ne kadar saçma. Şimdi sadece gülüyordu bu düşüncelerine.

Pek bir şey istemiyordu. Tek hayali şimdi ki gibi günde 12 saat değil, insan gibi 8 saat çalışmaktı. Böylece eve daha erken gidebilir ve aslında pekte sevmediği nişanslıyla evcilik oyunu oynayabilirlerdi. Yapay bir ilişkiydi onların ki. Başından beri biliyordu. Sadece başkasını bulamayacağı düşüncesi onu hala nişanlısıyla birlikte tutuyordu. Evlenmeyi sürekli erteliyordu. Evlenme teklifini yapalı tam 3 sene geçmişti. Ve hala nişanlıydılar. Son aşamaya gelemiyorlardı bir türlü. Gelmekte istemiyordu aslında. İstediği kişinin o olmadığını biliyordu. Hissediyordu. Evet onu seviyordu. Ama aşk değildi ona duyduğu. Bir arkadaşa duyulan sevgi gibi. Tanrım bazen ona içinden küfür bile ediyordu. Hayır aşk değildi onun hissettiği. Kızın ki belki… Ama onun ki değil.

Ne kadar istemişti oysa bir aile babası olmayı. Hayallerinde ki işe girmeyi ve rahatlıkla yaşamayı. Öğrenciyken hayat ne kolay görünüyordu. Asıl zor kısmın öğrencilik olduğunu fark edememişti o zamanlar. Her türk gencinin girdiği lanet sınavı kazanmayı başarsaydı belki de hastane de çalışan şimdi nişanlısı değil o olacaktı. Siktir, o kız doktor olmayı hak etmiyor bile. Onun hayallerini yaşıyordu. Ve evet onu kıskanıyordu. Belki de bu yüzden ona fazla bir yakınlık duymuyordu.

Mutlu görünen bir çiftin yanından kaygısızca geçip gitti. Kız adamın koluna girmiş gülümsüyordu. Birlikte yürüyorlardı mutluca. Saf mutluluğu yaşıyormuş gibi görünüyorlardı. Neden o buna sahip olamıyordu?

Biraz daha tek başına yürüdükten sonra evine doğru giden yola saptı. Karanlık bir ara sokaktı burası. Sağlı sollu çöp kutuları, barların arka kapıları ve fare doluydu. Tek kelimeyle berbat bir yerdi. Ama burası ona hayatın gerçeklerini hatırlatıyordu. 12 yaşında bu ara sokakta bütün harçlığını çaldırmış, gene aynı sokakta 16 yaşında telefonunda ve sırtında ki deri ceketi kaptırmıştı. Babasının ceketiydi. Kalitesiyle övünürdü arkadaşlarına. Sadece dört gün giyebilmişti. Çalanında hep arkadaşlarından bir tanesi olduğunu düşünmüştü zaten.

O gece de her zaman ki gibi ara sokak bomboştu. Kulaklıklarını sol elinin parmak hareketleriyle çıkardı. Yakasından sarkmasına izin verdi ve elini montunun sağ cebine attı. Kırmızı Marlboro paketinin kapağını cebinin içindeyken açtı ve parmak uçlarıyla yarısı dolu paketten bir sigara çekti. Dudaklarının arasına koydu kibritiyle yaktı. Boğazını yakan dumanı dişlerinin arasından üflerken yürümeye başladı. Bu sokaktan ne zaman yürüse çaldırdıkları dahil olmak üzere hayatında yaşadığı bütün kötü anıları hatırlıyordu. Ve söylemeliyim ki pek çok kötü anısı vardı. Normal bir insandan çok daha fazla. Hayatını yönlendirmişti bu kötü anılar ama neyse bu şimdinin konusu değil.

Ara sokakta biraz ilerledikten sonra sokağın ortasında bir karaltının durduğunu fark etti. Ne olduğunu tam olarak seçemiyordu ama bir canlının silueti olduğunu seçebiliyordu. Sigarasından bir nefes daha aldı ve bozuntuya vermeden yürümeye devam etti. Karaltıya biraz yaklaşmışken arkasından gelen bir hışırtı dikkatini çekti. Anında arkasına döndüğünde bir kedinin çöp torbalarından birini karıştırdığını gördü. Tekrar önüne döndüğünde gördüğü karaltının artık orada olmadığını gördü.

Normal bir insan bundan bir rahatlama duyardı. Ara bir sokakta ona saldırabilecek kişinin gittiğini görmek pek çok kişiyi memnun ederdi. Ama onun gibi karanlık sokaklarda bol bol vakit geçirmiş biri bunun iyiye değil kötüye yorumlanması gerektiğinin farkındaydı. Çünkü bir kere gördüğünüz bir karaltı asla kaybolmazdı. Sadece saklanırdı. Ve saklanmasını bilen bir karaltı daima en tehlikelisidir.

Karaltının eskiden durduğu yere geldiğinde yerde bir su birikintisi olduğunu gördü. Şey evet, aslında bu tam anlamıyla su değildi ve bunu o da fark etmişti. Yerde ki sıvı siyah renkli ve neredeyse akışkan olmayan bir kıvamdaydı. Ve garip bir şekilde ortam zifiri karanlık olsaydı bile bu sıvıyı fark edeceğini hissetti. Sanki bu şey daha karanlıktı. Her şeyden daha karanlık. Yere eğildi ve büyük bir cesaret örneği olduğunu düşündüğü bir hareket ile sağ elinin işaret ve orta parmaklarını yerde ki sıvıya daldırdı.

Parmakları karanlık sıvıya değer değmez bütün vücudu buz kesmişe döndü. Sanki donmuş bir gölün yüzeyinde bir delik açıp buz tabaksının altında yüzmeye dalmış gibiydi. Ama bir yandan da içinde elini çekmek istememesine neden olan bir duygu oluşmuştu. Soğuk derinliklerine işlerken o burada kalma duygusunu tatmin ediyordu.

Bir dakika içerisinde yerdeki sıvının belki de sadece bir sıvı olmadığı düşüncesi zihnine yerleşti.


Spoiler: Göster



Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #4 : 18 Şubat 2011, 11:04:10 »
Tüm yazıyı tek bir kelime ile betimlemem gerekirse o da 'belirsizlik' olurdu. Bir yaratığın hikayesini dinliyoruz önce sonra da bir adamın ama ikisinin de bizim bilmediğimiz milyonlarca saklı özelliği varmış gibi. Sadece yazar biliyor bize iki üç kırıntı atıyor gibi ve bu durum ustalıkla yazıldığını gösteriyor. Umarım ilerleyen bölümlerde karakterleri daha iyi tanıyabilir ve şu lanet olasıca sıvının ne olduğunu da görürüz :) Heyecanın tavan yaptığı güzel bir yerinde noktalamışsın bölümü çok iyi olmuş. Eline sağlık.

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #5 : 18 Şubat 2011, 19:38:38 »
Teşekkür ederi Malkavian, bu yazıya ilk başladığımda uzun soluklu bir hikaye düşünüyordum ama bir kaç kişiye okutup olumsuz karşılık alınca başka bir şeye zaman harcamaya karar vermiştim. Belki de yeniden düşünmeliyim bunu ^^

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Bulunmamış - 2
« Yanıtla #6 : 12 Mart 2011, 20:33:02 »
2

Gözlerini açıp beyaz tavana baktı. Parlak ışıklar gözlerinin acımasına neden olmuştu. Hafifçe kısarak, gözlerinin ışığa alışmasını bekledi. Etrafından bir sürü ses geliyordu.Bir panik vardı etrafında. Herkesin koşuşturduğu hissediyordu. Kalabalık bir yerdeydi. Sağında bir yerlerde adamın biri kusuyor. Solunda ise bir bebek ağlıyordu. İkisinin arasında bir yerde ise tanıdık bir ses, yabancı bir ses ile yavaşça fısıldaşıyordu.

Boynunu hafifçe kaldırıp etrafına bakmaya çalıştı. Ama anında başı döndüğü için bunu başaramadı. Vücudunda ki her kas tutulmuş gibiydi. Hareket ettirmeye çalıştığında ise ya canı inanılmaz derecede acıyor yada başı dönüyordu. Kendine neler olduğunu merak ediyordu. Elleriyle bedenini ve başını yoklamıştı ama belirli bir yara bulamamıştı. Burnuna gelen antiseptik kokusu onun bir hastanede veya en azından bir klinikte olduğunu gösteriyordu. Acaba sigortası bunu karşılıyor muydu? Eğer özel bir hastane ise cep yakan bir fatura gelecektir. Belki de nişanlısının çalıştığı hastanedeydi. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu düşünürken bir perdenin açılma sesi geldi. Acil serviste olmalıydı.

Yatağı hafifçe yukarı kalktı ve iki kişi görüş hizasına geldi. Biri sarı saçlı nişanlısı diğeri ise doktoru olmalıydı. Doktor elinde ki dosyayı yatağın ayak ucuna bıraktı ve yukarı uzanarak perdeyi kapattı. Fazla uzanmıştı belki de. Eteğinin hafifçe yukarı kalkan kısmına takılmıştı gözleri. Bir anlık bir takılmaydı. Hemen sonra gözlerini nişanlısına çevirerek onun hayalkırıklığı ile dolu bakışlarını pişmanlıkla karşıladı. Acıyordu nişanlısı ona. Hayır hayır… Acıma değildi bu. Kesinlikle değildi. Daha çok küçümseme gibi. Kadının ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu. Gene o tartışmayı yapacaklardı. Bu sefer alttan alabileceğini sanmıyordu. Çünkü bu sefer ne yaptığını bile hatırlamıyordu.

Doktor, hasta dosyasını yatağın ayak ucundan alarak kağıtlara baktı. “Evet Berk bey, durumunuz daha iyiye gidiyor gibi. Son beş saattir bilinciniz kapalıydı. Şimdi ufak bir muayene yapalım. Sonra da geriye test sonuçlarını beklemek kalıyor.” Dedi ve önlüğünün cebinden ufak fenerini çıkardı ve Berk’in baş ucuna geldi. Feneri göz hizasına getirip boşta ki eliyle göz kapaklarını açtı. Küçük feneri önce sola sonra sağa götürdü.
Boğazını temizleyip küçük feneri göğüs cebine yerleştirdikten sonra, Berk’in nabzını gösteren cihazlara baktı. Her şey normal olacaktı ki başını sallayıp gülümsedi. “Şimdilik iyi görünüyorsunuz. Ama emin olmak için sizi bu gece misafir etmek istiyorum” dedi klasik doktor ikiyüzlülüğü ile. Ne saçmalık ama. Misafirmiş. Adam hasta be kadın!

Berk sakince balını salladı ve en son ne zaman bu durumda olduğunu düşündü ister istemez. Ne olduğunu bilmediği halde suçlu hissediyordu kendini. Bir kabahat işlemiş gibi. Bunda her ne kadar nişanlısının acıma ile dolu bakışlarının etkisi olsa da kötü bir histi.

On altı yaşındaydı sanırım. Ailesi ile Yalova’da ki yazlıklarında geçiriyorlardı yazı ve bir gece diğer yazlıkçılarla birlikte toplanıp kumsalda içki içmeye gitmişlerdi. Gençliğin verdiği heves ve kendini kanıtlama çabası ile bira ve votka şişelerini birer birer devirmişlerdi. Gerisini hala hatırlayamasa da uyandığında gene hastanede utanç verici bir durum ile karşı karşıya idi. Aynı şimdi ki gibiydi. Bir bok yemişti ama ne olduğunu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.

Doktor “İkinizi yalnız bırakayım öyleyse eminim konuşacak şeyleriniz vardır.” Dedi ve ikisini yalnız bıraktı. Konuşacak şeyleri var mıydı? Nişanlısının kesinlikle söyleyecek birkaç sözü vardı bundan emindi. Kızgın kadınların her zaman söyleyecek bir şeyleri vardır. Ne kadar saçma, salakça veya gereksiz olursa olsun daima karşılarında ki erkeğin onuru kıracak bir söz söylerler. Ve erkekte, ona söylenen sözler ne kadar saçma, salakça veya gereksiz olursa olsun bu sözlere alınırdı. Çünkü kadının onu incitmek istediğini hissederdi. Ve belki de bu saçma, salakça veya gereksiz sözler, aslında erkekleri en çok yıpratanlardı.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #7 : 14 Mart 2011, 18:10:41 »
Gözden kaçırmışım ben bunu. Şimdilik söylenebilecek yegâne şey hikayenin başlığına yakışır şekilde ilerlediği olabilir sanırım. Bakalım devamı neler getirecek, takipteyiz efenim.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Bulunmamış - 3
« Yanıtla #8 : 20 Mart 2011, 17:35:49 »
Kısa bir süre bakıştıktan sonra nişanlısı konuştu en sonunda;

“Tekrar kullanmaya mı başladın?” diye sordu Berk’e. Adam daha ağzını açmadan, sanki evet demişçesine konuşmaya devam etti kadın. Zaten hep böyle yapardı. Onu hiç dinlemezdi. Kendi kafasında canlandırdığı teoriler doğruydu bu kadın için. Tanrım faşistliğin tanımı tam olarak bu olmalı. Hatta tanımı kaldırıp direkt bu kadının resmini koymalılar.

“Bunu seninle kaç kere konuştuk Berk? O eski haline dönemezsin. Evet bir zamanlar kullanıyordun ama artık benimlesin. Eski günlerine geri dönmek mi istiyorsun? Bir deri bir kemik, beş parasız, işsiz, sersefil sokaklarda yaşayan adam mı olmak istiyorsun tekrar.” Dedi acıma dolu bir ses tonu ile. Bu olanlara inanamıyordu Berk. Ama nedense kadının haklı olduğunu hissediyordu. Zaten hep nişanlısının haklı olduğunu hissederdi. Hafifçe kızararak başını diğer tarafa çevirdi. “Ne yani bana cevap vermeyecek misin?” dedi nişanlısı ona. Kadın iki zarif adımla yanına yürüdü ve Berk’in elini tuttu. “Berk, ben seni seviyorum. Sadece senin iyiliği düşünüyorum. Son seferi hatırlamıyor musun? Sadece bir kere daha demiştin. Aylarca neler çektiğimizi hatırlamıyor musun? Hastanede bütün doktorlara rezil olmuştum. Üç ay boyunca kızarmadan başhekimin yüzüne bakamadım.” Dedi. Elini hala bırakmamıştı. Direkt gözlerinin içine bakıyordu.

Beyaz teni yuvarlak yanakları vardı. Sarışın, mavi gözlü. Güzel sayılabilecek bir kadındı belki. Ayten’di adı. Nerede tanıştıklarından pek emin değildi. Nasıl çıkmaya başladıklarında öyle. Nasıl unuttuğunu bilmiyordu. Eskiden böyle şeyleri çok takardı kafasına. Ama eskidendi. Artık Ayten’i güzel bile bulmuyordu. Ona baktığında bir zamanlar hissettiği şeyleri hissetmiyordu. Kadınında ona karşı bir şey hissettiğini düşünmüyordu. Beraberlikleri tamamen gereklilik üzerine kuruluydu. Berk hayallerine yakın olmak istiyordu. Ayten ise… Şey meşgul bir doktorun onu memnun edecek başka bir erkek bulması her zaman zordur. Ve Ayten öyle bir kadındı. Meşgul bir doktor. Her ne kadar Berk onun hastanenin bütün erkek doktorları ile en az bir kere yattığını biliyor olsa bile, bunu hiçbir zaman onun yüzüne karşı söylememişti. Nefret ettiği kişilerin bile duygularını incitmekten kaçınmak gibi kötü bir huyu vardı. İstemsizce yapıyordu bunu. İçten içe onları parçalamak, öldürmek, etrafa saçmak, kafalarını dağıtmak geliyordu ama iş olaya geldiğinde sadece susuyordu. Bakışlarını çevirip biraz kızarıyor ve tamam diyordu.

O anda da böyle olacağını düşünmüştü. Ama ilerleyen yıllarda sık sık keşke yapmasaydım dediği bir şey yaptı ve konuştu. “Hayır.” Dedi. Yutkundu. Elini kadının elinden kurtardı ve devam etti. “Tekrar kokaine başlamadım. “ dedi. Kadın gülümseyerek. “Yalan söylemek zorunda değilsin. Ben seni anlıyorum Berk. Nişanlınım ben senin. Söyle sadece. Bir daha yapmayacağına söz ver ve unutalım bunların hepsini.” Dedi.

Yumruklarını sıktı ve konuştu Berk “Uyuşturucu kullanmadım diyorum sana. Tam olarak ne olduğunu hatırlamıyorum ama tekrar uyuşturucu kullanmadığımdan eminim. Neredeyse…” Hiçbir zaman kendine güveni tam olmamıştı. Ayten gülümsüyordu. Başını iki yana salladı ve “Ahh Berk. Hiçbir zaman öğrenmeyeceksin değil mi?” dedi. Berk kadının gözlerinin içine baktı ve konuştu. “Eğer bana inanmıyorsan, belki de artık görüşmemeliyiz.” Dedi.

Ayten’i ilk defa o kadar şaşırmış görmüştü. Gözlerini ve ağzını kocaman açmıştı. Ağzını bir iki kere kapatıp tekrar açınca tam bir balık gibi göründü ama bu şaşkınlık hali kısa sürdü. Hemen toparlandı ve genç bir kız gibi kıkırdadı. Kaslı çocukların, zorbalık yaptığı gözlüklü oğlana, gülen ergen liseli kızlar gibi kıkırdadı. “Bensiz ne yapacaksın? Sokakta mı yatacaksın? Bunu gerçekten yapmak istiyor musun? Ben olmasam kıçına don bile alamazsın.” Dedi.

Berk elini kaldırdı ve işaret parmağı ile perdenin açık yerini gösterdi. “Seni bir daha görmek istemiyorum. Eşyalarım için yarın birini yollarım.” Dedi. Ayten ufak bir şaşkınlık krizi daha geçirdikten sonra kızardı. Sinirlendiği belli oluyordu. Büyük ihtimalle eşyalarını bir daha hiç göremeyecekti. “En azından dizüstü bilgisayarıma dokunmasa.” Diye mırıldandı kendi kendine.

 Elleri yardımı ile yatakta doğrulurken arkasından gelen ses az kalsın yataktan düşmesine neden olacaktı. Orta yaşlı bir adamın sesi idi ve şöyle diyordu. “Epey kötü bir kavgaydı ha. Ah senin yaşlarında iken benimde böyle bir kadınım vardı. En iyisini yaptın evlat. Adamın sağlığına zararlı böyle kadınlar.”

Berk hemen arkasına döndü ve perdenin bir kısmının açıldığını ve açık yerin önünde pardösülü orta yaşlı bir adamın elleri cebinde durduğunu gördü.

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Bulunmamış - 4
« Yanıtla #9 : 10 Haziran 2011, 20:30:42 »
Adamı gördükten sonra tek düşündüğü sigara olmuştu. Sigara. Adamdan buram buram kokusu geliyordu. Sanki küveti bir küllük olarak kullanmış sonrada içine girmiş gibiydi. O da sigara içerdi ama adamdan yayılan koku o kadar fazlaydı ki rahatsız ediyordu. Lanet koku ona kızgınlığını unutturmuştu. Ağzından nefes almaya başladı ve sordu adama.

"Siz kimsiniz?". Soruyu duyan adam yavaşça gülümsedi. Sanki eski bir anısını hatırlamış gibi gülümsedi. Sonra silindi yüzünden yavaşça. Yaprakların üzerinden ağır ağır düşen bir damla misali sadece anısı kaldı gülümsemenin. Adam elini şapkasına götürüp, şapkasını iki parmak havaya kaldırdı. "Ben Ahmet Oktay. Memnun oldum efendim. Yeğenimi hastaneye getirdim ki sizin tartışmanıza kulak misafiri oldum." Dedi. Tam devam etmek için ağzını açmıştı ki bir yerlerden bir çığlık sesi geldi. "Ah gitmem gerek kusura bakmayın." dedi ve hızla perdenin arkasında kayboldu.

Berk öylece yatıyordu yatağında. Beklemeye başladı. Neyi beklediğini bilmiyordu. Doktor onu bu gece burada "misafir" etmek istediğini söylemişti. Porno senaryosundan fırlamış bir klişeydi bu başlı başına. Gitmek istiyordu. Kendini artık iyi hissediyordu. Hatta eskisinden bile iyi. Belki de nişanlısından ayrılmak ona iyi gelmişti kim bilir. Giysileri hala üzerindeydi. Sadece biri ceketini serum direğine asmıştı. Koyu kahverengi ceketi alıp kollarını birer birer yerlerine sokup sırtına geçirdi. Astarı yırtılmıştı ceketin. Bu lisede olsaydı içine sigara saklardı. Ama artık gerek yoktu. Lise biteli yıllar olmuştu. Yada lise onu bitireli.

Ayağa kalkıp perdeyi biraz daha açtı. Açar açmaz onunla ilgilenen doktor ile karşılaştı. Yüzünde en ufak bir duygu kırıntısı yoktu kadının. Onu görünce birden yapmacık bir gülümseme yerleştirdi yüzüne ve Berk'in yanına gelip elini koluna koydu. "Nereye gidiyorsunuz bakalım? Bu gece burada kalmanız gerek." dedi.

Berk başını iki yana salladı ve "Hayır kendimi iyi hissediyorum. Açıkçası burada olmak beni daha kötü yapıyor. Eve gidip dinlensem daha iyi olacak." dedi. Kadın kaşlarını kaldırarak "Hangi eve?" dedi. Kadınlar… Birbirlerine anlatmadıkları tek bir şey bile yok. "Otele gideceğim." dedi sinirle ve kolunu hareket ettirerek kadının elinden kurtuldu. Kadının gözlerinin içine bakarak "İyi geceler." dedi ve kapıyı aramaya başladı. Lanet hastaneleri bir labirent gibi yapıyorlardı nedense. Belki de insanlar doktoru bulana kadar daha da kötüleşsin diyedir. Para insana her şeyi yaptırır neden olsa.

Sonunda kapıyı bulduğunda dışarı çıkıp kapının önünde bekledi biraz. Bir sigara yaktı ve düşünmeye başladı. Ne yapacağını bilmiyordu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Tek bildiği bir şeyler yapması gerektiği idi. Elini pantolonun arka cebine attı ve cüzdanını çıkardı. Tam yirmi lira vardı içinde. Sadece yirmi lira. Belki zorlarsa üç gün geçinebilirdi bu parayla. Kalacak bir yer bulması gerekiyordu. Arkadaşı kalmamıştı hiç. Nişanlısı yüzünden hepsiyle görüşmeyi kesmişti. Kadın düşük görüyordu hepsini. Ama aslında hepsi Berk gibiydi. Eh zaten onu da düşük görüyordu ya.

Telefonunu çıkardı ve isimlerini bulmaya çalıştı. İkisinin numarası hala duruyordu. Fatih ve Kenan. Fatih olmazdı. Dindardı. Hiçbir zaman iyi anlaşamamıştı onunla. Zaten evinde kalmasına da izin vermezdi. Kenan olabilirdi. Eskiden iyiydi araları. Hiç tartışmaları olmamıştı. Arkadaşlıkları eriyip gitmişti basitçe. Görüşmeyince böyle olur insan ilişkileri. Garip şeyler.

Yeşil tuşa basıp telefonu kulağına dayadı. Çalıyordu. Açmasını bekledi. Saat epey geç olmuştu 2'ye geliyordu. Uyumamış olmasını umuyordu. Ama telefon çalmaya devam ediyordu ve eski dostu açmıyordu bir türlü. En sonunda kendi kendine kapandı. Eli yanına düştü. Bir sigara daha yaktı. Duman boğazını yakarken yeşil tuşa bir daha bastı. Bir daha aramayacaktı. O kadar yüzsüz değildi. Açmazsa bir daha aramayacaktı.

Tam bu sözleri kendine verirken karşı taraftan boğuk bir "Efendim?" duyuldu. "Ee… Kenan?" dedi safça. "Benim. Sen kimsin?" diye gelen cevap biraz cesaretini kırmıştı. Kapatmak istedi telefonu bir an. Ama hayır sokakta kalamazdı. "Ben Berk hatırladın mı?" dedi. "Karşı taraftan hatur hutur yemek sesleri geliyordu. Çubuklu kraker belki. "Ha evet hatırladım. Ne oldu hayırdır?" dedi. Sesi biraz daha insancıldı şimdi. "Şey ben… Ben nişanlımdan ayrıldımda." dedi Berk. "Senin nişanlın mı vardı?" diye sordu. "Vardı evet. Ayrıldık ama şimdi. Evden ayrılmak zorunda kaldım biraz. Bunun için aramıştım aslında. Şey ben…"

Kenan boğazını temizleyerek Berk'in sözünü kesti. "Olur." dedi. "Adresim aynı burada kalabilirsin. Kapatmam gerek şimdi. Çişim geldi." Ve kapattı.

Bu kadardı. Hatırladığı gibiydi  herşey. Kenan. Önemsemeyen adam. Evet veya hayırların adamı. Arkadaşı.

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Bulunmamış - 5
« Yanıtla #10 : 10 Kasım 2011, 23:16:04 »
Kenan Bahariye’de ara sokaklardan birinde 5 katlı asansörsüz eski bir apartmanın en üst katında oturuyordu. Eskiden sürekli gidip geldiği bir yer olmasına rağmen bulması zamanını almıştı. Karamsarlığın evi olan kadıköy’ün sessiz ve karanlık sokakları, ruh haline iyi gelmemiş olsa da aradığı binayı bulunca hafifçe gülümsedi. “En azından bu gecelik başımı sokacak bir yerim var.” Diye kendi kendine mırıldanırken etrafına bakındı. Boş sokakta ki tek ışık apartmanın tam karşısında yedi gün yirmi dört saat açık olan tekel bayisiydi. Çoğu zaman Kenan’ın bu tekel bayisi yüzünden burada yaşadığını düşünmüştü. Yoksa beş kat merdiven çıkacak tipte bir insan değildi.

Yavaş adımlarla tekel bayisine girdi ve gelişigüzel bir “Selamünaleyküm” attı ortalığa. Küçükken babası tarafından ısrarla zihnine sokulmuştu bu söz. Bir işe yerine girerken merhaba değil selamünaleyküm deme gerekliliği her zaman saçma gelmişti ama bilinçaltına yerleşmişti artık bu söz. Türkiyede ki esnafın, müşteri seçiciliğini düşününce o kadar kötü bir şey değildi aslında. Cevap olarak gelen “Aleykümselam” lafını duyduğunda saatin gecenin üçü olduğunu düşünerek zararsız bir insan olduğunu belli etmek için insancıl bir ifade takındı.

Aradığı şey belliydi. Gecenin üçünde bir insan tekel bayiinden tek bir şey alırdı, rakı. Dolapta göremeyince tezgaha doğru yürüdü ve adama baktı. Adam elinde kumanda konsantre olmuş bir şekilde televizyon izliyordu. Bir an nefes alışını bile televizyona göre ayarlıyormuş gibi gelse de boğazını temizleyerek adamın dikkatini çekmeye çalıştı. Adam televizyondan gözünü ayırmadan Berk’e baktı. “Soğuk rakı yok mu abi dolapta? Büyük.” diye sordu. “Adam olmaz olur mu? Bu meretin sıcak içildiği nerede görülmüş?” diyerek çerezlerin ve mezelerin olduğu dolabın altında ki soğutucudan şişeyi çıkarıp tezgaha koydu. “Gazete kağıdına sarayım mı?” dedi elini yırtılmış gazete sayfaların olduğu desteye uzatarak. Berk başını hayır anlamında salladı, “Hayır karşı binaya gidiyorum zaten.” Dedi. Adam gülümseyerek “Kenan’ın ahbabı mısın?” diye sordu. Olumlu cevap alınca, “Söyle o haytaya borcu iyice birikti.” Diye ekledi ama nedense bunu pek önemsiyormuş gibi görünmüyordu adam.

Karşılıklı iyi akşamlar dileklerini birbirlerine ilettikten sonra Berk bayiden çıkıp, Kenan’ın oturduğu apartmana doğru yürüdü. Apartman kapısında ki zile basıp kapının açılmasını bekledi. Kapıyı açan yoktu. Zili bir kez daha uzun uzun çaldı. Uyumuş olabilir miydi? Geleceğini biliyordu oysa. Diyafondan gelen boğuk bir sesle ile bekleyişi sona erdi. “Kapı açılmadı mı?”. “Hayır” diye cevapladı. “Hay sikeyim” diye söylendi karşı taraf. “Pencerenin altına gelsene.” Dedi.

Kapıdan uzaklaşıp Kenan’ın salonun penceresinin altına geldi. İlk görünen perde hareketinden sonra pencere açıldı ve kıl yumağı gibi bir kafa çıktı dışarı. “Tut.” diye seslenip bir şey bıraktı aşağıya. Anahtar. Ve tabii ki beşinci kattan aşağı hızla düşen anahtarı tutamayan Berk eğilip yerden aldığı anahtara baktı. “Umarım dişleri kırılmamıştır.” Diye mırıldanarak apartman kapısına yöneldi ve endişesinin gereksiz olduğunu gördü. Ağır adımlarla çıkmasına rağmen nefes nefese kaldığı merdivenleri bitirdiğinde ardına kadar açık bir kapı gördü.Kapının kasasına yumruğuyla tıklayarak içeri girip “Kenan?” diye seslendi. “İçerideyim abi gel.” Diye cevap geldi karşılık olarak.
Ayakkabılarını çıkartıp içeri geçtiğinde etrafa kısaca bir göz attı. Mobilyalar ve evin badanası hala Kenan’ın ölen annesinin bıraktığı gibiydi. Tek bir koltuğun bile yeri değişmemişti. Evde ki tek fark her geçen gün artan elektronik alet sayısıydı. Evde ki bu “değişiksizliğin” nedeni, Kenan’ın annesine duyduğu saygı değil, tam aksine ondan kalan eve bile bakmayacak kadar önemsemeyişi. Ve tabi birde Kenan’ın günlük şeylere para harcamamayı sevmemesi de büyük bir önem taşıyor. Sürekli alacağı yeni bir şey için para biriktirir, giysi ve yemek gibi şeylere mümkün olduğu kadar az para harcardı.

Üç odalı geniş bir evdi Kenan’ın yaşadığı. Eskiden diğer arkadaşları ile birlikte sık sık burada toplanır sabaha kadar oturur o an akıllarına ne geliyorsa onu yaparlardı. Bu çoğunlukla oyun oynamak ile içki içip keder dökmek arasında gider dururdu. Derin bir nefes ile evin kokusunu içine çekti ve salona girdi. Kenan dudaklarının kenarına sıkıştırılmış bir sigara ile yere, sehpanın yanına oturmuş bir şeyler yazıyordu. Sehpaya koyduğu kağıdı sol eliyle tutuyor, sağ eliyle ise bazen bir şeyler yazıyor, bazen ise kağıdın üzerine çiziyordu. Salona şöyle bir göz gezdirdikten sonra yerlerde ve koltukların üstüne kimisi buruşturulmuş, kimisi ise özenle istiflenmiş yüzlerce kağıt olduğunu gördü. Kenan hiçbir zaman yazarlık konusunda iyi olmamıştı ama görünüşe göre bir şeyler yazmaya çalışıyordu ve istediği gibi beceremiyordu.

“Şiir falan mı yazmaya çalışıyorsun?” diye sordu kafasını kaşıyarak. Kenan kafasını iki yana sallayarak “Yo hayır bir şeyi hatırlamaya çalışıyorum sadece.” Diye cevap verdikten sonra elinde ki kalemi sehpada ki kağıtların üzerine yavaşça fırlatıverip, arkasında ki kanepeye oturdu. Gözleri Berk’in elinde ki poşete takılınca “Rakı mı aldın? Evde vardı niye aldın ki? Gel açılmış şişe var önce onu bitirelim. Sen rakıyı koy ben yiyecek bir şeyler çıkarayım, sofra kurulu dün akşamdan.” Diyerek mutfağa geçti.



Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #11 : 18 Kasım 2011, 15:39:16 »
her satırda daha beter meraklandıran bir kurgu. tebrik ederim çok başarılı. sabırsızlıkla bekliyorum devamını.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #12 : 26 Kasım 2011, 14:57:47 »
Bu hikayenin ilk bölümünü okuyuşum üzerinden yıllar geçmiş gibi hissettirse de ilk okumamla aynı hisse kapıldım. Yani başla son arasında zaman farkı olsa da anlatım farkı yok.

Okura hiçbir şey vermeden sürekliliği devam ettirebiliyorsun tebrik ederim. Ama karakterin iç sesinin doğallığı tam oturmamış gibi geldi bana. Sanki öyle bir karakter biraz daha bağlantılı düşünürdü, başka hatıralarıyla sürekli bağlantı kurar kendi içinden gülümserdi belki de. Yani en azından ben öyle hissettim(belki de saçmalıyorum) değerlendirmeme gelecek olursam güzel, meraklandırıcı ve sürükleyici bir öykü. Devamını bekliyorum. :)

Çevrimdışı Son

  • *
  • 35
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #13 : 26 Kasım 2011, 18:56:01 »
 Tek nefeste okudum, devamını günlerdir bekliyorum :)

Çevrimdışı Canina

  • ****
  • 1460
  • Rom: 39
  • There ought to be a law against you
    • Profili Görüntüle
    • Canina's
Ynt: Bulunmamış
« Yanıtla #14 : 27 Kasım 2011, 00:05:46 »
Valla yazılar arası geçen zaman konusunda ne deseniz haklısınız, ama aklına yazmak geldiğinde yazan tembel bir insan olduğumdan dolayı buna bir çare bulunmayacak gibi. Lakin bir sonra ki bölüm pek yakında gelecek. Yorumlarınız için de ayrıca teşekkür ederim.

Ve karakterin iç sesi konusunda haklısın grikunduz. Ne kadar detaylandırmaya çalışsam da an öykülerinden öteye gitmiyor yazdıklarım.