Kayıt Ol

Chevalier

Çevrimdışı bingbung

  • *
  • 11
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Chevalier
« : 01 Nisan 2011, 14:41:08 »
Chevalier

Yazan : Buğra Batuhan Berah

 Karanlığı sevmiş gibiydi lacivert, özenle betimlemiş tanrı siyahı tualinde o gece...
Yatağının başına tırnaklarını geçirmiş bir kadın, sanki içindeki nefesi unutmuş gibi, ihanet etmemeye çalışıyor dişiliğine.Ve her gök gürültüsünde biraz daha yükseltiyor sesini. Odanın ahşabı emerken kaçan beyazı gökten, boynundan ve duaklarından süzülen bir kaç ter damlası veriyor ibadetin tuzunu denize. Kızmış olsalar gerek, kadının şevhet süzülecekse saçlarından, bu cennetten kovulmaya sebep tanrının tahtına ses olanların enterdi hükümlerinde. Rüzgar durdu, dışardan eve süzülerken bir göz, fazla yüksekten binmiş olsa gerek medcezirin üzerine Hermes. Çok fazla olsa gerek ki Halikarnas'a kadar dayanmıştı. Zefiriyum'da nasıl karşılanırdı Hermes ve Heksapolis nasıl ağzına adını alırdı bilir. Kahinlerin bacaklarından bileklerine kadar süzülen melodinin ıslak ve doğurgan havası, önceden seslendirmişti parlak metali üzerinde taşıyan ırkın gelecekteki adaşlığını...

 Gece hala güneşe izin vermiyordu, kasıklarında kadına ateşi yaşatan ruh, bedenini kendi elleriyle yaratır gibiydi acıyı bilmeden. Son bir nefesmiş, derinliğe sonkez ineceği halde, merhametini saklamadan ciğerlerine, gök yüzü sesini kesti. O kadar sessizdi ki, ahşabın emdiği beyaz fazlası ile göze batıyordu. O kadar boşalan tere ve yağmura rağmen çatlamış ve kurumuş dudakların altında ufak bir huzur belirdi. Hermes kıyıya vurmuş, ruh bedenini dikmeyi bitirerek sırtına geçirmiş, ve kahinlerin iştahı kapanmıştı. Hem parmaklarından süzülen kan kurumasada, orta parmağın üzerinde dolaşacak kadar kadife bir zevk ile kamaşıyordu avuçlarında, neye ev sahipliği ettiğini bilmeden. Boreas çok mu küstah ve Oinone hiç toprağı sevmez mi? Ki hükümleri ne yazık ki hatıra alınmayacak...
Bastırmak için çığlık ve hıçkırıkları, salarlar üzerine yaşlarını. Oinone Salmakis içinde dokunurken kendi tenine, baştan çıkarır gözü duruluğuna takılanı ve sanma bu toprakların halkı kıyıdan alsada kendi aşlarını, deryada atamazlar hiç ıslanmadan adım. Oinone çok nefesi çaldı Salmakis dibine. Öyle ki Hermafrodit'i yarattılar tanrılar. Salmakis yalvarmıştı tek vücut olabilmek adına onlara. Sessizdi hala, ince ve istikrarlı bir bebek sesinin bozabileceği kadar. Bozdu, yalnız değildi, farkedilemeyecek kadar odanın köşesine saklanmıştı kocası, herşey durulduktan sonra kendini toplayabilmiş ve bebeğin hıçkırıkları ile ayağa kalkabilmişti. Kucağına aldı, sanki bütün gece dışarda kalmış gibiydi, kendi elleriyle diktiği bedeni, babasının üzerine bırakmıştı sanki Boreas'ın evinden çaldıklarını. Uzaktı bu topraklara fakat bir okadarda yakın. O yüzden bilirlerdi rüzgarı soğutanın varlığını. Ürkmüştü, işin en başından bir şeyler ters gidiyordu. Tanrılar kızmış, engel olmak istemişti oğlunun doğumuna, saatlerce yalvartmışlardı onu saklandığı köşenin ucundan. Ve şimdi kucağında o fıtınanın yol vermeyen sularının sesine rağmen, sanki üzerine çektiği bedeni Temmuz'dan bir lokma sıyrık ile yamalamış oğlu, annesinin sıcaklığı ile geldiği yoldan yorgun düşmüş ki, derin ve emin soluklarla istirahate çekildi. Niomos öyle kendi başına bir adam olmasının yanı sıra, çokta bir başınaydı aslında. O kadar ki, dağları vardır ve tepeleri yaşam sürdüğü topraklarda, onların üzerinde bitmiş olan zeytin ağaçları bile daha soyludur kalabalık olduklarından. Niomos' un işide işte o kalabalıklığın arasından geçerek faydalanmak Ceres' in bıraktığı kırıntılarla. Bilir Ceres toprağın vereceği niğmetleri ve ona göre dilediklerine yol gösterir, sanki bir kıyıda oturmuşta, ufak buğday sertlikleri atar gökte kanatları olanlara. Ticareti sayılıları yapar, öyleki birazda severler malı mülkü. Hani sahip olduklarını ellerinden zor alırsın, hakkın bile olsa. Ve kolay değildir bir şehiri kurmak, sonradan gelenler ile o şehri paylaşmak. Şansları vardı ki, baskısız bir yönetim anlayışına sahip halk, ticaretin yanı sıra bilime yönlenebildi. Fakat hepsi değildi bu İyon anlayışına sahip. Unutmamak lazım ki, memnun etmez şehri paylaşmak isteyen başka biri. Varki söylenir halk arasında, tanrılar iz çekermiş diledikleri farklılıklara. Bu farkları yaratanlar ne kadar erdem ve baskısız olsada, çeşitlerine sahip oldukları endişe ve kaygıları ile yaratmıştır, sahte tanrı kurallarını. Nasıl titremedi dizleri, o adaklarını geciktirmedikleri sunakları mahrum bırakmazken kırmızıdan. Ne cürret ettilerde bazıları hem sunaklara yatırdılar, hemde metalin ardından yalan fısıldadılar. Bir vakit gelecek isimleri sınanack, Halikarnas' a sorulacak Panionion' da. Bahsedilecek Niomos' un tohumundan. Ve ne kadar çoktur basit bir adam için bu bahis, sorumluluğu toprağa bağlı olana. En büyük derdi boğazından geçecek olan bir kaç lokmanın, ateş üzerinde duracak nitelikte olmasıydı oysa.

 Helios'a tapar Niomos, denizi sever. Atalarından gelir bu tarafı, Helios şevkatli elleri ile verirken ışığı biraz daha minnet eder, nede olsa Karya pek tutar güneşi üzerinde. Bir Dor olarak sorar kendini Karyalılardan korurken. Zordu Niomos ve kanı için o dönem, Karyalılar arada bir paylaşımsız olduklarını sergilerdi. Ve ne zaman sergileyecekleride tutarsız bir haldeydi. Bazen pazar yerinde, bazende evlerinin dibinde. Aslında küçük bir kayalık üzerine kurdukları bir kale vardı bu ırkın. Kimi zaman içerisinde inançlarını bıraktıkları, kimi zamanda kendilerini savundukları. Fakat bu kalenin altında farklı bir taraf vardı. Kimsi bu tarafın muhafızlarının gözlerinin gece gibi olduğunu söylerdi, ürkütücü seslere alışabilmek için kulaklarının kapatıldığından. Tüm meziyeti gözlerine adadıklarından, zifirde bile en ufak bir çıtı gözleri ile duyarmış bu muhafızlar. Güneşin arkasını döndüğü günlerde, kalenin altında ki taraftan kızıllar akar, ve bu kızıllar o kadar boyar ki denizin saçlarını, Helios rengini bulur ve seyreder uçsuz bucaksız aynasında. Yüzünü döner ve birkez daha gösterir  Apollon’a benzerliğini. Niomos ara ara uğrar bu Dor kalesinin kapısına, en tepede olduğu vakitlerde Helios, görmek ister ona kulluk edenleri ve duyurur tüm bu halk ona gösteriş için ince tenlerini. Kavura bildiği kadar kavurur ve ortada belirlenen Dor kahinlerinin, kehanet yeteneğine ulaşabilmeleri için sergiledikleri Nemus etkinliği tüm tutkusu ile büyüler izleyenleri. Dor kahinleri, halkın arasından çok ufak yaşlarda seçilen güzel anatomi ölçülerine sahip kızlardan oluşurdu. Ve bu oluşum sonrasında, kızların erginliğe erişmeleri ile Helios'a sunulurdu. Helios vereceği cevabın süresini fazla uzatmadan, kalenin altından çıkan kızılda o muhteşem görüntüsüne ulaşır ve kahinlerin sözlerine değer verilmesi gerektiğini fısıldardır. Kahinler o fısıldamanın ardından, Helios onlarının teninin bayatlığına karar verip gözler önüne sürene kadar, sözleri doğrultusunda her karar verilir ve uygulanırdı.
Bir savaş, sebebi ve sonucu ne olacaksa olsun o güzler kızların ve kadınların ağzına bakardı. Nemus, kahinlerin sadece kendi bedenlerine sürdükleri nefesleri ve sonrasında ki fısıldamaları çizerdi Dor halkının seyirini.
 Ve birgün Nemus kulağa yine gitti. Niomos'un her zamankinden daha çok ihtiyacı vardı, Helios'a. Yaşadıklarını kimse bilmiyordu karısından ve kendinden başka. O gece oğlu doğuduğunda, tanrılar bir farklı davranmıştı onlara. Bir haber geliyordu sanki, okadar yürek aydınlatıcı bir haberde değildi hani. Fakat gök ve yer, deniz çokta sakin değildi. Gece bile laciverte sırtını dönmüş, zerinde ki yıldızlar zor tutunuyordu dalgalarında. Bir batıp bir çıkıyordu ay, rahatsız ve öfkelenmiş olmalılardı gökte evi olanlar.
 Hazırlandı Niomos, doğruca evinin tepesinden sahile indi. Bir ada vardı yakınında. Bu ada öle çok uzakta değildi. Fakat sıradan bir adada değildi, vakti varmıydı daha bilinmez ama, bir anda suya bıraktı kendini. Sert ve meraklı kulaçları ile Dor kalesini üzerinde bulunduran adaya ulaştı. Yavaş yavaş tüm çevrede bulunan Dorlar geliyordu gerekeni yapmak için. Üstleri başları sırılsıklamdı fakat Helios onları bağrına basacaktı. Ve bir kaç dakika içinde ıslaklıkları havaya karışacaktı. Tepeye kaldırdı kafasını hafif bir duruş değildi. Tepesindeki güneşi gördü, sanki bu sefer çokta umursamaz gibiydi. Yakınmadı ilk defa Helios adına. Göğüsü dikti, Başı sunağa konsada, boynunu saklamayacak kadar dik. İlk defa kanını yadırgamamıştı. Yaşamıştı çünkü onun kanından gelen oğlu tanrılara rağmen üzerine bedenini ve nefesini almıştı. Başarmıştı, çok işitmişti oysa nicelerinin çocukları dünyaya bir iblis gibi gelmiş ve niceleri erkek bir evlada sahip olmak için tüm varlığını adaklara adamıştı. Ama o ufacık bir cana engel olunmasına bir anlam bağlayamamıştı. Onlar nasıl isterse öyle olmazmıydı. Ne olmuştuda istekleri yarım kalmıştı.
 Niomos gözlerini kıstığı yerden bir ses ile başını indirdi önüne. Kapı açılmıştı, içeri giriyordu Dorlar. Herşey hazırlanmıştı. Sunaklar olması gereken sırasında, ve akacak kızılın kahinlere dokunması için mimarisinde belirtilmiş kan yolları, ilk göze çarpan hazırlıktı. Eşkenar bir üçgen yapısında, sanki bir gönye ve pergeli andırıyordu. Niomos herkes gibi bir kanıksanmış refleksin hareketinde, hizasını aldı Nemus seyiri için kalenin içinde. Kardeşlerden bazıları üst tarafta bulunarak, Helios'u çağırmak için kullanılan aynaların ardında hazır bekliyordu. Yapılanı onun gözlerine batırmak için. Her ibadet duyulsun ister...
 
- Söyle şimdi hangi kan değersizdir kaderimizin üzerine soluk kesecek kadar! Bu kader bakir değilse bedeninin içinde bizim yolumuza...

 Bir ses, hesap sorar sanki... Nemus oysa hep böyle başlar bir Dor üstadı tarafından. Ve suratlarda kimi zaman içe kaçan bir ifade, kimi zamanda öfke. Öyle bir kanı taşıyan varsa arada, yatırmaya hevesli sunağa. Nemus'u bozacak olan olursa kahinlerin ayaklarına sadece kanları dokunacak. Dökülmek bile bir ödül tutku ile şevhet sahibi güzel kahinlerin ayaklarına. Dor üstadından çıkan bir cümle, geçip giden diğer Nemus vaktinde... Niomos ifade sahibi değildi, daha çok içinde yer alan endişe, birazdan kahinlerin açıklayacağı görülerden ötürü merak ve çaresiz haldeydi. Aklı tamamen karısında ve dünyaya yeni gelen oğlundaydı. O kadar meşgul kalmıştı ki aklı, sanki hiç çocukları dünyaya gelmemiş gibi davrandı. Ve bugün buraya geldi. Kaçsaydı ve uzak kalsaydı daha iyi olmazmıydı. Aramazdı gözler, o kadar değerli bir birey değildi. Hatta söylemese kendi, Karyalı mı veya Dor mu bilinmezdi. Fazla gecikmedi Nemus, Dorlaın seyir için durduğu taafın karşısında bulunan ağır kapı açıldı, boynunu kolları arasına almış kahinler belidi gölge ardında. Gölgenin kaldığı tek yerdi günün o vaktinde, Helios'un varlığı için şarttı o kadar ışık. Sessizlik o aydınlıktan yaşanmaktaydı o anlık. Üstad olması gereken yere doğru başı önde emin ve hızlı adımlar ile ilerledi. Yüzünün dönük olduğu taraf gönyenin ucu, sırtıda pergelin ucuna karşı koymuştu. Her bir kahinin gözlerinin etrafı ayrı renkte boyalıydı. Ağır ağır üstadın etrafında dolanmaya başladılar. Yukarıda yer alan aynaların hepsi birden onlara ve üstada çevrildi. Sıcak tek nokta halinde bedenlerine dokundu, üzerlerinde tenlerini savunacak bellerinde aşağı süzülen bir tül parçası vardı. Niomos' un arada bir aklına gelen düşünce yeniden tekrarlamıştı. Şöyle ki ; '' Dorlar, Helios' tan çok, kahinlerin bedenine ibadet için gelirler bu kaleye aslında. '' derdi, konuştuğu bir kaç arkadaşına.
Dor üstadı başını hiç kaldırmıyordu gönyenin hizasından. Kahinler Helios' un etkisi altına çoktan girmiş olsalar gerek ki, nefeslerini çok yaklaştırdılar birbirlerinin tenine. Tamamen, kirletilmemeye yönelik bir güzelliğin muhafazasıydı, yalnızca kendilerine dokunmaları. Belkide Helios' un keyfi kim bilebilirdi ki...

Devam Edecek