Kayıt Ol

Diller , Tarihler ve Sırlar .

Çevrimdışı batuhan55kaz

  • *
  • 1
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Diller , Tarihler ve Sırlar .
« : 20 Şubat 2017, 17:10:37 »
Öncelikle herkeze merhaba arkadaşlar , kendimden bahsetmem gerekirse ismim Batuhan ve bu Mayıs 18 yaşıma basacağım . Küçüklükten beri , hayalim epik bir dünya yaratıp , onu karakterlerle doldurup , dopdolu ve güzel işlenmiş hikayeler yazmaktı . Şuan bu hayalimin temellerini atmak için , kısa öyküler ve fantastik roman benzeri hikayeler yazmaya başladım . Fakat gerçekten bu işte acemiyim ve dilimi geliştirmek için bu siteye üye oldum . Fakat merak ediyorum , dilimin ne kadar geliştiğini ve hikayedeki hisleri okuyucuya nasıl yansıttığımı . Bunun içinde en iyi fırsatın ikinci bir görüşün tavsiyesini almakta buldum . Şimdiyse sizlere , iki ay önce karaladığım ufak bir öyküden bir kesit paylaşacağım , çok uğraştığım ve düşünerek yazdığım bu alıntıyı lütfen sizde değerlendirin ve eksiklerimi acı ve sert bir dille eleştirin .
-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Bölüm 8 – Kitaplar , Diller , Tarihler ve Karanlık Sırlar
Linton’un buruk soğunu engelleyen kanalizasyon borularının en sessiz ve sakin olduğu zamandı , her iki ayda bir düzenlenen Kuru korku haftası . Ulu Oaenc’i anmak için bir ibadet türünden farksız olan Kuru korku haftasında , Linton’un dar sokakları süslenir , çöplerden ve kirli havadan arındırılır , ahşap binaların çatılarına ve sokakların başına çivilerle çakılmış meşaleler konurdu . Bu meşalelerse , gece ve gündüz durdurak bilmeksizin hafta boyunca harıl harıl yanardı . Belki de Linton’un en ama en temiz olduğu zamanlardı Kuru korku haftası . Ulu’ların en korkağı Oaenc’i anmak için şehir ahalisi meydanlarda , dar sokaklarda toplanır ve çöplerden arındırılan sokakların başına kurulan standlardaki mistik eşyaları , tozlu parşomenleri inceleyip , Ulu Oaenc’in en çekindiği vârlık olan Turebor’un yapay maskesiyle dolaşırlardı . Turebor , masallarda sözü edilmeyecek olan gizli ve mistik bir vârlıktı . Çoğu destanda saf karanlıktan meydana geldiğini , gücünün Ulu’ların en kutsal vârlığı olan Trima’yı bile alt edebildiğine inanılırdı . Şehir ahalisinin taktığı maskede , normal olarak iki çift renkli göz dışında simsiyah bir yuvarlaktan farksız değildi . Bu haftayı , diğer haftalardan ayıran nihai bir durum vardı . Şehire akın eden farklı diyarlardaki tüccarlar , sertifikaya gerek duymadan dar sokaklarda stand kurup büyülü taşları , mistik dilleri , tozlu parşomenleri , sihir haritaları ve Gotik sanatıyla yapılmış olan heykelleri şehir ahalisine satardı . Git gide haydut ağını genişleten Tirren’se şehire bir ölüm gibi çökmüştü âdeta , halk artık Linton’un Tirren idaresinde olmasını kabullenmişti . Hatta Tirren’e saygı bile gösterilmeye başlanmıştı ki , Tirren şehir ahalisine inanılmaz bir saygı gösterisinde bulunuyordu . Halkını düşünen , gizemli bir adamdı çoğu insanın gözünde . Kuru korku haftasında ise , sokaklar normalden 10 kat daha fazla kalabalık olur , gecenin karanlığını delen meşaleler şehri hiç olmadığı kadar aydınlatır , insanların havadan sudan sohbetleri atmosferde dört döner , ses ise hiç susmazdı .
 

Kanalizasyon borularının , en ama en sessiz ve boş olmasının sebebide , evsizler için kuru korku haftası bir gânimetten fazlasıydı . Standlarda sergilenen değerli taşlar bir servet niteliğini taşıdığı için onları koruyan Tirren’in adamlarıysa on kat daha fazlaydı . Çoğu çocuk eli boş dönerdi , hatta çoğundanda fazlası . Forcas’sa , yüzeydeki coşku ve heyecandan mahrum kalarak , en kuzeye uzanan boru hatlarının labirent gibi döndüğü yer altında ıslak betonu örten nemli bir paçavranın üzerinde oturmuş eski bir kitabın sayfalarını çevirmekle meşguldu . Mazgalın arasından vuran ay ışığı kitabın daha rahat okunmasını sağladığı için , oturduğu yer ıslak olmasının dışında muhteşemdi . Yüzey’deki mazgalları çiğneyip geçen ayak sesleri , boru hatlarınının içerisinde her seferinde yankılansada gümüşe çalan gözleri , kitabın ihtişamına kapılmış gibiydi . Kitap çok eski bir görünüme sahip olsada , o kadarda eski değildi yerel halkında kullandığı bir dille yazılmıştı . Kitabın içeriği ve anlattıkları bir insanı kolayca büyüleyebilirdi ki , Forcas’ta bu yüzdenin içinde olduğunu parıldayan gözleri ve muhteşem hevesiyle belli ediyordu . Kitabın tozlu ve desenli kapağı sâde ve düz bir yüzeyi andırıyordu , üstüne kazınan “Ruh” sözcüğü dışında . Meşe rengini andıran kitabın kapağını araladığınız anda , temiz sayfaların tüyleri diken diken eden kokusuda burnunuza sinerdi . Kelimelerin doğru ve düz bir şekilde yazılmasıda , bu kitap için inanılmaz özen gösterildiğini kanıtlar niteliğindeydi , üzerindeki Palmas mürekkebinin kokusuysa temiz sayfaların kokusuyla birleşince zengin bir soylunun parfümüne bile taş çıkarabilirdi .


Sadece bu olay bile , kitabın hevesle okunmasına yeterde artardı . Mazgalın aralarından sızan gecenin soğuğuysa , her geçen gün artıyordu . Sıcak boru hatlarından fırlayan dumanlar bile , gökyüzüne yükselmeden buz kesip atmosfere karışır , sürekli olarak bir yılanın tıslamasına eş değer ses sürekli boruların dört köşesinde yankılanırdı . Lun’un devasa kürklü pelerinini , küçük bir tabak turta karşılığında sattığından beri pişman olan Forcas’sa titreyen vücudu ve verdiği nefesin yarattığı dumanları izleyip, gözlerini gezdirdiği kitabın sayfalarını kısa bir süre bakınıp çeviriyordu . Kitabın içeriği , insanın ikinci benliği hakkında çeşitli bilgiler sunup onu nasıl daha etkin kullanabileceği tarzında öğütler ve uygulamalı teknikler içeriyordu . Kalın kitabı , Tirren’in haşmetli kütüphanesinden aldığından beri iki hafta geçmesine rağmen şimdiden kitabı yalayıp yutmuştu . Derin bir nefesin önemini anlatan bu kalın kitap , bir insanın istediği anda ruh halini değiştirebilmesini ve onu nasıl daha etkin kullanabileceğini anlatıyordu . İnsana âit damarların dış etken olmaksızın genişlemesini , kan akışını hızlandırıp , vücudu dinçleştirip geliştirebileceğini , en umutsuz anları bile fırsata çevirebileceğini , bir katliamın ortasında zihini nasıl durgunlaştıracağını ve yüksek voltajlı olaylarda nasıl sakin kalınacağı hakkında tüyolarda bunlardan birisiydi . Kitabın ana noktasıysa olayı can alıcı yapan etmendi . Sadece doğru ve derin bir nefesle bunların hepsi mümkündü . Bunların hepsi için tek şart , sakin ve sesten yoksun bir mekan , mutlak karanlığı yakalamak ve durgun bir zihindi . Düşünce yoluyla uygulanan bu teknik , çömelmiş bir vaziyette , ayaklar birbirine bağlanmış ve avuçlar birbirine kenetlenmiş halde yapılıyordu . Zamanlı , düzenli derin nefesler zihninizde canlandırdığınız siyah ve boş bir duvar eşliğinde şekil alıyor canlı renklere bürünüp , zihninizdeki mutsuzluğu , cansızlığı , kederi , acıyı ve kırgınlığı söküp atıyordu . Fakat bu olayın gerçekleşmesi , sabır , azim ve zaman istiyordu . Tirtir titreyen Forcas içinse bu imkansızdı . Kalın kitabı hızlı bir şekilde kapattıktan sonra , avuçlarıyla kollarını uzunca süre ısıtmaya çalıştı . Kitabını , samandan farksız olan küçük ve nemli çantaya koyup , akan burnunu kirli paçavraya sildi . Tahta sandaletlerini giyip , parmaklarıyla gümüşü andıran saçlarını uzunca bir süre kaşıdı ve ay ışığına doğru esnedikten sonra karanlık duvarı arkasına alarak labirent gibi dolamaçlı boru hatlarında yürümeye başladı . Yürüdüğü süre boyunca , tek gördüğüyse acı ve kederdi .


Samanlıklarla yapılmaya çalışan yataklar , çoktan tavandan akan sularla ıslanmıştı , bacaklarını göğsüne dayayıp köşelere çömelmiş çocuklar tirtir titrerken umutsuzluğun somut halini andırıyorlardı . Kimisiyse şanslıydı ya da akıllıydı , tatlı bir reçel veya bir çikolata almak yerine yünlü bir battaniyeyi tercih eden çocuklar yüzlerindeki tebessüm ve sıcaklığın getirdiği rahatlamayla öylece uzanmışlardı . Kafasını sürekli betona vurup , değişik iniltiler çıkaranlar . Kırmızı ve sulu bir elma için kavga eden çocuklar . Çıkan bir kavgayı fırsat bilip , sıcacık yorganı kaptığı gibi durmaksızın koşan çocuğun ayak sesleri . Çığlıkların yankılandığı boru hatları ayaz soğunun bastırıp , kışında yaklaşmasıyla beraber hayatta kalma mücadelesi veren ufak çocuklarla doluydu . Linton’un ikinci yüzünü gören Forcas’sa hayatın zorluğunu ve yokluğunu yaşadığı için kendisini şanslı hissedip , çığlıkların arasında gülümseyen tek çocuktu . “Ruh” adlı kitaptan okuduğuna göre , tarih boyunca yükselen kadim kişilerin ortak noktası geçmişte yaşadığı tarif edilemez acılar ve keder dolusu bir hayattı , işte bunları fırsata çevirip güçlenebilen insanlarsa demirden bir kalbe ve çelikten yüreklerle ödüllendirilirlerdi . Batıya doğru yürüdü , her zaman işaretlediği boru hattından sağ sapıp tekrardan boruların birleştiği ve merkezi bir hal olan kanala denk geldi . Linton’un yüzeyine uzanan siyah duvarların üzerindeki yuvarlaklar , sayılamayacak kadar fazlaydı ve bunların her biriside karmaşık bir şekilde uzanan boru hatlarının girişleriydi . Batı ve Kuzey tarafının girişlerini bağlayan ufak köprünün ortasından sağ saparak yüzeydeki mazgala kadar uzanan merdivenleri çıktıktan sonra , sağ avucuyla ittirdiği kanalizasyon kapağını açtı . Artık yolları ezbere biliyordu , bu kanalizasyon kapağıysa , Linton’un kalbi olan merkeze çıkıyordu . Cıvıl cıvıl parlayan meşaleler hala sönmemekte direnirken , şatafatlı kıyafetler giyen insanlar dört bir yanı kuşatmıştı . Turebor’un maskeside bunlara dahildi , ilk görüşünde şaşırmasına rağmen artık alışmıştı . Alf , Walter ve Solon’la en son kitabın kapağını aralamadan önce konuşmuştu . Üçüde , Kuru korku haftasında bir vurgun yapma umuduyla  yüzeydeki dar sokaklara gitmişlerdi , Forcas’sa bunun boşa bir zaman kaybı olacağını bilerek kitabı okumaya karar vermişti . Gerçektende zaman kaybıydı , Tirren’in adamları şehrin dört bir tarafını kuşatmıştı âdeta . Kalabalıktan sıyrılıp , yokuşun dikleştiği tarafa Likördibi’ne doğru adım atmaya başladı . Amacıysa belliydi , Tirren’in kütüphanesinden yeni ve farklı bir kitap almak . Yokuş bile insanların akınına uğramıştı , Likördibi’yse her zamanki ihtişamını koruyordu ki fazla kalabalıktı . Müziğin ve insanların kahkahaları gökyüzünde dört çalarken , demir parmaklıklarla örülü kapıyı geçip yeşil çimenler ve bir bina dolusu masa ve sandalyelerle süslenmiş olan bahçenin taş betonlu yolunu kat ederek geçti . Kalın ve koca ahşap kapıdan içeri girildiği anda ıslak biranın kokusu burnuna sinerken , kulaklarınaysa çokça bağırışma ve kahkahalar ilişmişti . Haydutlar , çapulcular , yankesiciler ve halktan insanlar uzun zamandır dostmuşçasına oyunlar oynuyorlar , ahşap bardakları yarın yokmuşçasına dikliyorlar , taze ve genç garsonları her fırsatta yoklayıp sinir edici kahkalar patlatıyorlardı . İleridiki sahnedeyse , milleti güldürmeye çalışan bir sirk ucubesi işinde oldukça başarılı bir performans sergiliyor olacakki kahkahalar Likördibi’nin geniş ve ferah duvarlarında yankılanıyordu . Masaların arasından süratle geçen çocuklar , sırt sırta verip yürüyen insanlar ve hep bir ağızdan yükselen şarkılarsa Forcas’ın vücuduna sinen soğuğu unutturup onu yeniden canlandırdı . Masaların ve sandalyelerin arasından hızlıca sıyrılıp , sahnenin sol tarafında kalan Macrica’nın yerine doğru yürüdü . Yoğunluktan dolayı Macrica , hiç olmadığı kadar hızlı ve etkindi . Bardakları bir sanatçı misali dolduruyor , siliyor ve istifliyordu . Gülümsemesi bayanlara karşı sıcak olsada , erkekler içinse hafif bir soğukluk taşıyordu . Forcas , Tirren’in özel odasına açılan kapıya doğru yöneldiği sırada , Macrica ile göz göze geldi . Aralarında beş adımlık mesafe olmasına rağmen Macrica’yı garip bir şekilde net duyuyordu . “Ödeme için mi geldin ?” diye çıkıştı Macrica . Konuşurken , bir yandanda tek tek doldurduğu bardakları müşterilere ikram ediyor , gülümsemesini sürekli korumaya çalışıyordu . Forcas , sağ elini sırtına iliştirdiği çantasına götürsede , sonradan bunun iyi bir fikir olmayacağını düşündü . Dirseğini , Macrica’nın önünde duran ahşap yüzeye , bardakların doldurulduğu ve ikram edildiği yere koyarak safça bir tebessüm takındı . “H-Hayır..aslında” diye mırıldandı , avuçları kafasını kaşıyordu . “Ben sadece Tirren’i görmek istiyordum .” Macrica , yüzeyin altındaki dolaptan iki bronz şilin çıkarıp , müşteriye para üstünü parmaklarıyla ahşap yüzeyde sürüklerken “Heh ! Velet , ne yaptın bilmiyorum ama..Tirren odasında değil .” diye söylendi . Para , müşteriyle buluşunca , sağ avucuyla barın sol duvarına çakılı ahşap raflardaki bardaklardan birisine uzandı , doldurdu ve servis etti . Daha sonra tekrardan hızlı bir şekilde sol avucunu ahşap yüzeyin altındaki dolaba attı , beyaz eldivenleri bira ve şarapla ıslanmıştı . Ayağa kalktığında ise , sol parmaklarında tuttuğu küçük bir anahtar vardı . Anahtarı , Forcas’ın durduğu tarafa doğru hızlı bir şekilde salladı , metalin ve ahşabın çarpışma sesi dindiği sırada . Göz ucuyla Forcas’ı , müşterilerle ilgilenirken süzdü “Tirren geleceğini söylemişti .” diye söylendi ve sinsi bir sırıtışla ekledi “Ne şanslısın , odasına bir göz atmana bile izin verdi . Arkadaşlarının borçlarıda silindi .” Bunu duyan Forcas’ın vücudundaki tüm soğuk , bir şok etkisiyle yerini buruk bir sıcaklığa bıraktı ve derin bir nefes alarak rahata kavuştu . “Teşşekür ederim efendim !” diye yüksek bir sesle mırıldandı , başını öne eğip saygı gösterisinde bulunuyordu . “Bana değil ! Tirren’e teşekkür etmelisin .”Diye çıkıştı Macrica , bardakları öyle hızlı servis etmesine rağmen , dökmüyor ve ziyan etmiyordu . Gülümsemesi devam ederken , Forcas’ın , Tirren’in özel odasına açılan kapıya kadar yürümesini izledi . Forcas , kapıdan içeri hızlı bir şekilde girdiği sıradada sinsi gülümsemesi dindi ve yerini tatlı bir gülümseme alarak hızlı bir şekilde müşterilerle ilgilenmeye koyuldu . Tirren’in özel süiti , arkasındaki ahşap kapıdan gelen sesleri saymadığı sürece huzurlu bir sessizliğe sahipti .


Duvarlara çakılan meşalelerin ucunda yanan alevlerin yarattığı gölgeyse , odaya çıkan merdivenlerin ucundan her zamanki gibi ahşap duvara yansıyordu . Spiral bir şekilde yükselen merdivenleri attığı on yirmi adımla kat ettikten sonra , koskocaman yemek masasının bulunduğu odaya geldi . Yünden yapılmış olan halı , geniş ve ferah odanın tümünü kaplarcasına yayılmıştı etrafa . Çekilen kızıl perdelere sinen alevlerin rengiyse , muhteşemdi . Şömine , odanın hemen sağında kalıyor dev duvarın sadeliğini süslüyordu . Şömine’nin yanındaysa , mutfağa açılan bir ahşap kapı daha vardı . Uzun ve geniş yemek masası çeşitli dantel ve kumaşlarla süslenmiş , silinmiş bir şekilde tertemiz duruyordu . Neredeyse sönecek olan şöminenin çıtırdayan odunları eşliğinde , ayağındaki kirli sandaletleri çıkararak pamuğu andıran yünlü halıda koşmaya başladı . Bu hisse fazla yabancıydı , kabuk bağlamış olan ayakları yumuşak bir zemine dokunuyor  , beyni durgun olan sessizliğin tadını çıkarıyor , bedeniyse kalbi ısıtan bir sıcaklıkla yıkanıyordu . Kısa bir süre sonra yorulup , hafif tebessümüyle yünlü halıya uzandı . Bakışlarıysa , mutfağa açılan ahşap kapıya yöneldi . Avuçlarından destek alarak , kırılgan vücudunu doğrulttu ve kısa bir yürüyüşten sonra mutfağa açılan ahşap kapıyı ittirdi . Ortalama büyüklükte , karanlık bir odaydı . Islak odunun kokusuysa inanılmaz baskındı . Kafasını sola doğru çevirdiğinde raflara dizilmiş bardaklar , karanlıkta bile belirgindi . Hızlı bir şekilde mutfağa çakılmış olan meşaleyi yaktıktan sonra aydınlanan odayla beraber açığa çıkan şeyler , duvarlara montalanmış ahşap dolaplar , mutfağın köşesindeki ufak bir yemek masası . Dolapların altında duran ıslak bir tezgah , tezgahın üstünde leğeni kaplayan ılık su , dünden kalma kirli bir paçavra , raflara dizilmiş bardaklar ve çuvallara doldurulmuş tahıllar , baharatlar . Sağ avucuyla , tezgahtan destek alarak mutfağın sol köşesindeki dolabı açıverdi . Kavanoza sıkıştırılmış , salatalık turşusu ve acı biberler muhteşem bir düzenle dizilmişti , ellemenin aptalca olduğuna karar verdikten sonra diğer dolapları karıştırmaya başladı . Taze sosisler , yumurtalar , domatesler , kısacası tüm et ürünleri ve süt ürünleri daha ilk günkü tazeliğini korumuş bir şekilde duruyordu . Macrica..inanılmaz titiz ve düzenliydi , elinin her değdiği yer kendini kırık bir diş gibi belli ediyordu . Soğuktan yavaş yavaş arınan elleri , leğendeki ılık suyla temas ettikten sonra pamuk gibi olmuştu . Ayaz soğuyla kaplanan vücuduysa yanaklarına vuran o tatlı sıcaklıkla yok oldu . Guruldayan karnı ile mutfağı hızlıca terk ettikten sonra hızlı bir şekilde şöminenin tuğlalarına iliştirilen minyatür boynuzu kavrayıp kendine çekti . Tekrardan , boğuk bir sesle hareket eden tuğlaların açtığı karanlık bölmeye ilerleyip , meşalelerle aydınlanmış olan dar ve uzun koridoru geçti . Avucuyla ahşap kapıyı boş yere zorladıktan sonra , Macrica’nın ona verdiği anahtar aklına geldi . Anahtar , garip bir muskanın ucuna demirle bağlanmıştı . Şekilli değildi , düz ve klasik paslanmış metaldi . Anahtarı , çevirdiği gibi ahşap kapı uzunca bir süre gıcırdayarak yavaşça açıldı . Tekrardan çokça meşe kokusu burnuna sinince , kütüphanenin meşaleleri tek tek yanmaya başladı . Aydınlanan oda , tam bir bilgi hazinesiydi . Uzun rafların dizilişi , sık ve içiçeydi işte bu yüzden rafların arasında yürümek bir hayli zordu . Odanın yapısı dairesel bir şekildeydi , tavana doğru bakınca binanın kendine has sembollerini , 2. Kata doğru uzanan el merdivenini , meşalelere aldanmaksızın sürekli parlayan avizeyi görürdünüz . Tabi bunların yanında çokça kitap ve ikinci kattan aşşağı düşmemek için yapılan ahşap korkuluklarda sayılırdı . Arkasındaki ahşap kapı kendi kendine yavaşça gıcırdayarak kapanırken , rafların arasında gezmeye başladı . Kapıdan girildiği gibi , soldan üçüncü raflığı hatırlıyordu “Ruh” adlı kitabı aldığı yer sanki tekrardan orda olmak istiyormuş gibi temiz ve boştu . Küçük ve narin çantasından çıkardığı kalın kitabı , boş olan rafa yerleştirince omzuna yüklenen ağırlıktan kurtulduğu için sevinsede , içerdiği bilginin muazzam ağırlığını kaybettiği için üzülmemeye çalıştı . Düşününce , bu kitap işi onu bir hayli heyecanlandırıyordu . Yaşadığı diyarın ne tür bir yer olduğu , hangi gizemlere ev sahipliği yaptığını merak ediyordu . Fakat hepsinde öteyse..geçmişte yaşadığı anıların üzerinden geçmek istedi . Öncelikle , tarih boyunca işlenen ve konuşulan dillerin toplandığı bir tarih kitabını inceledi . Bütün diller birbiriyle bağlantılı ve tektüktü . Aptal birisi iki gün göz gezdirse , kitabın içeriğindeki iki dilide söküp atabilirdi . Kuzey’in hırçın barbarlarının konuştuğu bir dil mevcuttu “Lâkhça” diye geçiyordu , şivesi baskındı..oldukça karışık ve uzun bir yapısı vardı . Üstelik kelimeler iç içe geçtikçe , yazılışlarıda değişiyordu derin bir nefes aldıktan sonra bu işin içine girişmekten vazgeçti . O gün köyde duyduğu karanlığın konuştuğu boğuk dili arasada , beyninde dört çalan kelimelerin hiç birisi bu dillere benzemiyordu . Kitabın sayfalarını her aralayışındada , burnuna çalan hoş kokuları koklamayı ihmal etmedi  . “Palmas mürekkebi ve akçaağaç odunu suyu” diye mırıldanıp durdu sayfalar parmaklarında gezerken . İkisinin birleştiği sayfalarsa , ekşi bir tarçının tatlı kokusunu andırıyordu . Zaman geçtikçe geçti , rafların arasında dolaşan vücudu ve arayış içinde olan gözleriyse , eski ve yeni türleri keşfetti . Güney’in ıssız ve kara ormanlarında yaşayan kötülükleri tecrübe edip , bulutlara inşa edilen sarayların resimlerini gördü .


Okyanusun ötesinde bulunan silik dünyaları , Linton’un tarihini , lehçesini , kültürünü okudu . Simyanın neler yapabileceğini sayfaları aralarken gördü . Botanist bilimini inceleyen kitaplarsa , eski çağda ve yeni çağda yetişen bitkileri inceliyordu . “Kırıkyonca papucu” tarifiyse oldukça dikkatini çekmişti . 2 Adet yumurta sarısı , beş üzüm kabuğu , inek sütü ve dışkının içinde bulunan garip bir vitamini karıştırıp derin kesiklerin kanamasını durduran bir bitkinin yapılabileceğini öğrendi . Simyaysa , henüz limitine ulaşmamıştı ve çürük kozmetik ürünler yapılmak için kullanılıyordu . Bunlar , dikkat çekici şeyler olsada aradığı şey başkaydı . Kırmızı halıları kat edip , ikinci kısma uzanan merdiveni çıktı . Alt kattan dokuz adım yukarıda kalan ikinci katsa ferahtı , sıkışık rafların yerine duvarların oyulmuş tarafına inşa edilmiş dolaplara dizilmiş kitaplar vardı . Bu kitaplarsa , alt kattakilerden tamamen farklıydı . Parlayan gözlerle , kısa bir yürüyüşün ve meraklı bakışların ardından elleriyle , köşede kalan bir dolaba uzandı . Baş parmağıyla , kızıl renkli kitabın toz dolu kapağını yavaşça silerken sönük gözleri parladı . “Ateş Bilimi” diye kazınmıştı , düz ve kırmızı renkli kitabın kapağına . Aradığını bulmuştu , ani bir hareketle sayfaları çevirdi .


İlk sayfada , kitabın içeriği hakkında bilgi veren alt başlıklar mevcuttu . Fakat işin garip yanıysa , alt başlıkların hepsi aynı dille yazılmamıştı , bildiği tek dilde Güney’in dili olan Othrundu , Othrun diliniyse bir bebek bile öğrenebilirdi . Kelimeler basitti , tek anlam içerir ve şiveside düzgündü . Gözleri , kitap hakkında bilgi veren alt başlıklara kaydı . Othrun diliyle yazılmış olan sadece iki bölüm vardı , geriye kalan on üç alt başlık ise tamamen farklı bir dilde yazılmıştı . “Ateşin tarihçesi” ve “Ateşin yapısı” palmas mürekkebiyle işlenmiş , düzgün bir el yazısıyla kazınmıştı sayfaya . Sayfaları çevirdi ve biraz göz gezdirdi . Uzunca bir süre incelesede , kafasını yormasına rağmen ateşin nasıl bulunduğu , nasıl yakılacığı hakkında saçmasapan bilgiler vardı . Fakat bu ateşin tarihçesi bölümündeydi , parmaklarıyla sayfaları hızlıca çevirirken ateşin yapısınıda inceledi . Ateşin tek başına ateşten oluşmadığına ve yavaşça evrelerden geçtiği hakkında söz ediliyordu . Kıvılcımla alevlenen bir ateşin şiddetiyle , çalıdan ve çırpıdan yükselen ateşin şiddeti farklıydı . Ateşin oluşma anını okuduğu vakit , vücudundaki heyecanın arttığını hissetti . Ateşin sadece bir ateş gibi görünmesinin yanı sıra , oluşma evresini inceleyen bir simyacının not defterine yazdığı bir notu okurken gözleri parlıyordu . “Mavimsi kıvılcım olan enerji , ateşin özüdür . Özün etrafı tutuşmaya başladığı anda sarı ışıklar patlak vererek kendi içlerinde tutuşmaya başlarlar . Bu sayedede alev oluşur . Özün etrafı ne kadar şiddetli yanarsa , hararetlenen alevde o kadar şiddetli olur . Çıplak gözle görüldüğü vakit , etrafa sıçrayan alevlerse sadece bir alev değildir . Alev canlıdır , oksijeni yutamayacağını anladığı anda sönmek yerine , merkezdeki mavi özünü kusar ve sıçrayan öz değdiği yerde hayat bularak yeniden orada tutuşur . Tutuşan öbür alevse öbür alevlerle birleşerek yangını oluşturur . Bu döngü dıştan gelen yabancı bir kuvvet olmadığı sürece sonsuza kadar böyle devam eder .” Bu notun dışında , ilgi çekici fazla bir şey yoktu . Fakat..hiç düşünmeden kitabı kavradığı gibi küçük çantasına iliştirdi . Anlamadığı dillerin arkasında yazan bilgileri hayal ettikçe heyecanlanmadan duramadı . Gözlerini kaldırıp etrafa baktığındaysa , Tirren’in burayı ne kadar sürede inşa ettiğini düşünmeye başladı . Böyle bir bilgi haznesini tek biryerde toplamak bir soylunun yıllarını alırdı , üstelik tüm kitaplar karışık değil bir düzen içerisindeydi . İşin tatlı tarafı burası inanılmaz sessizdi , sıcaktı ve huzurluydu . Burada sonsuza kadar yaşayabilirdi . Küçük çantası en fazla iki kitap alabilirdi , ikinci hakkınıysa hakkında çok bilmediği bir ilim tarafına kullandı “Simyanın Tarihçesi” diye geçiyordu . Mor ve mavi renkli kitabın kapağı boğucu gözüksede , vereceği bilgilerin doyurucu olacağını hissetmişti . Büyükbabasının hikayeleriyle büyüyen Forcas , yavaş yavaş herşeyi kendi gözleriyle tecrübe etmenin verdiği mutluluğu iliklerini kadar yaşadı .
------------------------------------------------------------*-------------------------------------------------------------
(1. Dilden)
Mutluydum…öyle sanıyordum . Tirren’in gerçek yüzünü görene kadar , herşey mükemmeldi . O gece kütüphanesinde geçirdiğim vakitte , Ulular bana gülümsedi ve tesadüf eseri kütüphanenin en dipte kalan köşesine inşa edilmiş gizli bir bölmeyi keşfettim . Bölme , Mor ve maviyle süslenmiş kitabı rafından kaldırdığım anda otomatik bir sistem..büyü veya numarayla açıldı . Bölme açıldığı gibi , odanın muhteşem sıcaklığınıysa burucu soğukluk ve burnu acıtan çürük kokular kaplamıştı . O anı hatırlamıyorum , fakat hatırladığım tek bir şey varsa . İliklerime kadar yaşadığım korku , acı ve öfkenin limitini aştığımdır . Gizli bölme…Tirren’in oyun alanıydı . Onun kan döktüğü , ikinci yüzüyle dolaştığı mekanıydı . Kara büyünün iniydi , leş kokan nefesin ana hattıydı . Minik bedenlerin parçalanarak kara büyüyle yıkandığı yerdi , Tirren’in nazik ve cüretkâr hareketleri tüm Linton tarafından sevilmeye azar azar başladığındaysa . Ben onun gerçek yüzüne tanık olmuştum . Karanlık kokan acı bir yüz , kan ağlayan gözler ve dinmeyen çığlıklar hala kulağımda çınlar..susmaz ve dinmez . Göğsümü yarıp delen bir baltanın titreyişi şiddetinde acıyan kalbim , saklanan duygularımın sulu gözler gibi aktığını hisseden bedenim , beynime vuran çığlıklar, kalbim ve duygularım o gün hiç olmadığı kadar coşkulu ve avazı çıktığı kadar bağıran öfkeli bir savaşçıyı andırıyordu . O gece sokakların ardında hiç olmadığım kadar hızlıydım , önüme gelenleri devirerek koşuyor hislerimden kaçıyordum . Kendimi tek güvende hissettiğim yer Linton’un boru hatlarına sığındım . Dostlarımı aradım , diğer çocuklara sarıldım , gecenin sonundaysa karanlığın köşesine çekilip , bunun bir kabus olduğunu kendime inandırarak soğuk bir uykuya daldım .
----------------------------------------------------------------*---------------------------------------------------------