Kayıt Ol

Ejder Kanı - Ruhların Yolculuğu Yayında!

Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ejder Kanı - Ruhların Yolculuğu Yayında!
« : 18 Ağustos 2014, 19:46:58 »

Çok uzun zaman önce sona eren yaz, yapılacak düğünün arifesinde tekrar canlanmıştı. Dağların eteklerindeki karlar eriyor, yaz çiçekleri kocaman açıp insanın tekrar tekrar içine çekerek huzur bulduğu kokularıyla şölen ortamı yaratıyordu. Kışın ağaç kavuklarında uyuklayan kuşlarda cıvıl cıvıldı şimdi. Hele kelebekler! Kışın bir tane dahi göremeyeceğiniz altın rengi kelebekler bir anda üremiş, tüm ormanı kaplamıştı.

Genç elf Folwin, bu yaz için özellikle heyecanlıydı. Çocukluğundan beri sevdalısı olduğu Prenses Eloren ile, biricik aşkı ile düğünü vardı bu yaz. Binlerce şarkı, şiir yazmıştı sevgilisine. Her akşam gizli saklı derenin kenarında buluşurlar, hasret giderirlerdi. Artık gizlisi saklısı yoktu. Elf kral Gethmert uzun uğraşlar sonucu da olsa, aşklarını özgürce yaşayabilmeleri için izni vermiş, düğün hazırlıklarını başlatmıştı.

Bugün Folwin'in yapması gereken çok işi vardı. Bir aksilik olmaması gerekiyordu. Bu düğün öyle büyük ve görkemli olmalıydı ki, komşu elfler düğünün zarafeti altında ezilmeliydi. İlk önce dostu Carnarel'e uğradı. Carnarel genç, kaslı ve epeyce de yakışıklı bir gençti. Maalesef ki bir bacağı topaldı. Folwin dostuna sabah selamını verdi ve sarmaşıkların birbirine geçirilmesiyle yapılan koltuğa oturdu.

"Ne hoş bir sabah, öyle değil mi? " dedi Folwin.

Carnarel yazı masasından kaldırdı başını. Pek keyfi yok gibiydi.

"Öyle, öyle ama, bu hoş sabahta yalnız bıraktı beni ilham perilerim," dedi Carnarel, sıkıntılı bir geçirerek.

"Üzülme dostum," dedi Folwin, "ilham perileri geri geldiğinde çok daha iyilerini yazacağına eminim."

"Beni de korkutan bu, "diye cevap verdi Carnarel." Ya ilham perilerim geri gelmezse, o zaman ne olacak?"

Folwin cevap veremedi. Dostunu, can yoldaşını hiç bu kadar çaresiz ve karamsar görmemişti. Oysa Carnarel, çok neşeli ve şiir yazma konusunda çok yetenekli bir elfti. Folwin'in ricası üzerine onlarca şiir yazmıştı. Hepsi de mükemmeldi. Ancak Carnarel şiirlerini tekrar tekrar okuyor, sonra onların değersiz ve basit olduklarını düşünüp bir kenara atıyordu. Folwin ne kadar uğraşırsa uğraşsın, şiirlerin harika yazıldığını kanıtlayamamıştı.

"Hiç böyle olmazdım, Folwin," dedi sonunda Carnarel." Hiç. Aklıma fena şeyler geliyor hep, kafamı karıştırıp kayboluyorlar. Geceleri rüyalarıma giriyor kan revan içinde kalmış cesetlerin görüntüsü. Bilirsin takmam kafama böyle şeyleri, ama olmuyor işte. Yazmak istemiyorum, çünkü her kalemi oynattığımda mürekkepten siyah değil, kızıl akıyor."

Folwin oturduğu yerden ağaya kalktı ve arkadaşının sırtını sıvazladı.

"Beni korkutuyorsun dostum, gel biraz seninle dolaşalım. İyi gelir."

"Bana hiç bir şey iyi gelmez bundan sonra," dedi Carnarel. "Ama seni kırmayacağım, gezelim öyleyse."

Böylece beyaz çiçeklerin pırıltılar saçtığı yolu takip ederek derenin kenarına indiler. Kayalıkların üstüne oturdular. Algorther derlerdi bu dereye. Doğunun soğuk dağlarından, ısınarak gelir. Yavaş akar ama güçlü ve berraktır, gürdür. Önüne çıkanı sürükler durur. Elfler kayalıkların üstünde oturup muhabbet etmeyi, şarkılar söylemeyi pek severler. Hele ki derenin hararetlendiği günlerde kayalıkları döve döve, sıcacık suyunu sıçrata sıçrata akıp gittiği anı daha da severler.

"Ne zamandır yazamıyorsun?" diye sordu Folwin.

Carnarel başını kaldırdı, alev alev tutuşan yeşil gözleriyle Folwin' e döndü.

"Babam kaybolduğundan beri."

"Rüyalarına giriyor mu?"

"Hayır," diye cevapladı Carnarel." Hayır, çehresini bile unuttum babamın. Ne rüyalarıma, ne hayallerime ne de hatıralarıma uğrar oldu." Sesi belli belirsiz bir hüznün, öfkenin kıvılcımı gibiydi." Saçını, bakışını unuttum. O muhteşem sesini unuttum ya, kendimi daha da rezil hissediyorum, Folwin!"

Folwin bir kez daha arkadaşının sırtını sıvazladı, onun yanında olduğunu, her zaman da yanında olacağını söyledi. Onların bağları daha çocukluktan geliyordu. Carnarel'in babası gür ve kahverengi saçlarını tarardı hep. Folwin bunu hatırlıyordu. Dostuna anlattı. Zihninde babasını kaybeden dostuna tekrar hatırlatmaya çalıştı babasını. Ama Carnerel, öfkeyle elini salladı ve daha fazla dinlemek istemediğini söyledi Folwin' e.

"Sus dostum, sus. Babamı hatırlayıp kahrolmak istemiyorum."

"Babanı unutursan daha da kahrolacaksın!" diye bağırdı Folwin. "Babanın hayatta olduğunu ve elbet bir gün geri döneceğini söylemedi mi sana Yeşil Büyücü?"

Carnarel hışımla ayağa kalktı. "Yeşil Büyücü? O sadece Yeşil Büyücü. Ağaçlarla konuşur, onların nefesini dinler, gerekirse duygularına hükmeder. Ama babam hakkında hiç bir şeyi bilemez!"

"Büyücüler irfan sahibidir," diye hatırlattı Folwin. "Yeşil, Beyaz veya Gri, farketmez. O büyücü. Yapraklar, ağaçlar, ormanlar ona söyleyebilir babanın dönüp dönmeyeceğini."

Carnarel susup kaldı. Ama içinde kimbilir ne fırtınalar kopuyordu. Daha fazla arkadaşını üzmeden arkasını döndü ve gitti. Folwin'in  başından aşağıya doğru buz gibi sular boşalmıştı sanki. Hem suçlu hem de haklı olduğunu düşünüyordu. O da daha fazla kalmadı derenin kıyısında. Rüzgarın uğultusuyla sallanan soluk fenerlerin ışığı altında, çimenlerin üstüne uzandı ve derin bir uykuya daldı.

Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı- Amatör Öykü
« Yanıtla #1 : 18 Ağustos 2014, 19:47:19 »
Sabah erkenden uyandı Folwin. Dün halletmesi gereken işleri ertelediği için kendisine kızgındı. Üstelik tek dostu diyebileceği Carnarel'i de üzmüştü. Belki bugün işlerini hallettikten sonra onunla konuşabilir, tekrar barışabilirlerdi. Carnarel biraz inatçı biriydi aslında. Öyle kolay kolay yüz vermezdi. Ama Folwin, dostunu çok iyi tanıyordu. Onun asla hayır diyemeyeceği şey aklına geldiğinde, kendini gülmekten alamadı.

Önce çeşmenin yanına indi, elini yüzünü yıkadı. Sonra düğün davetiyelerinin dağıtımıyla ilgilenen Thelren'in yanına uğramaya karar verdi. Thelren'in çiçeklere karşı özel bir ilgisi vardı ve dükkanı da çiçeklerden yapılan süslemelerle ilgiliydi. O marifetli parmaklarıyla yaptığı muazzam çiçek süsleri, bu düğünün vazgeçilmez bir parçası olacaktı. Aynı şekilde davetiyelerde onun işiydi. Yonca yapraklarından yapılmış, güzel kokulu davetiyeler.

Folwin ağaç kavuğunun içine yapılmış, dört bir tarafı çeşitli sarmaşıklarla süslü dükkana girdiğinde Thelren, başka bir köşede yonca yapraklarını süslemekle uğraşıyordu. 

"Günaydınlar sana, Uzunparmak," dedi Folwin.

Onun geldiğini fark edemeyen Thelren, önce irkildi, sonra ona dönerek aynı şekilde selam verdi.

"Davetiyelerle ilgili bir sorun olup olmadığını kontrol etmeye geldim," diye geliş sebebini açıkladı, Folwin.

Thelren uzun parmaklarıyla davetiyeleri gösterdi. Gerçekten uzun ve pürüzsüz parmaklara sahipti ve bu parmaklar ona "Uzunparmak" adının verilmesinin tek sebebiydi.

"Gördüğün gibi dostum, hiç bir sorun yok. Sana daha önce de dediğim gibi, benim yaptığım işte sorun olması imkansızdır."

"Bunu düğünde göreceğiz," dedi Folwin. "Kesinlikle göreceğiz. Ama sana başka bir şey sormak istiyorum, eğer zamanın varsa."

Thelren başıyla onayladı. "Tabii ki var."

"Dün biraz Carnarel ile tartıştık. Babasını tamamen unutmuş gibiydi. Onun asla geri dönmeyeceği söyledi, ben de 'Yeşil Büyücü onun geri döneceğini söylemişti, ona güvenmelisin', dedim. Yardımcı olmak istemiştim. Ama o, dostunun, ona değer veren bir arkadaşının sözlerini önemsemedi ve çekip gitti."

"Evet," diye homurdandı Thelren. "Hali benim de hoşuma gitmiyor. Ne yazık ki yapılabilecek bir şey kalmadı. Babası geri dönebilse bile eskisi gibi olamaz. Hayır. Oğlunu bile hatırlayamayacaktır."

Folwin, Uzunparmağın yanına diz çöktü.

"Bir yolu olmalı, öyle değil mi?"

Thelren, Carnarel'in babasını en yakından tanıyanlardan biriydi. Gençliğinde onunla birlikte insanların yaşadığı toprakları ziyaret etmiş, nice zorlukları aşmış, önlerine çıkan düşmanları bertaraf etmişlerdi. Ama şimdilerde, Thelren bile, o adamın ne ismini, ne yüzünü ne de delici bakışlarını hatırlayabiliyordu.

"Maalesef," dedi Thelren, üzgün bir biçimde." Geri dönmesi çok zor. Onun ejderhalar tarafından, demir bir kafesin içinde kuş hayatı yaşadığını duymuştum. Belki gerçek, belki de değil. Ama geri dönse bile hatıraları bir kuşun yaşamı gibi olacak. Ne acı!"

Folwin başka bir şey söylemedi ve dükkandan ayrıldı. Düğün arifesinde, böyle acı verici bir şeyin kafasını kurcalaması onu rahatsız ediyordu. Yeşil büyücüyle tekrar konuşmalıydı. Tam yeşil büyücünün mağarasına doğru yönelmişti ki, melodik ve huzur verici bir ses duydu. "Sevgilim!"

Arkasını döndü. Güzeller güzeli Eloren, sevgilisi, karısı Eloren tam karşısında dikiliyordu. Uzun ve taranmış altın sarışı saçları irice göğüslerini örtüyor, yeşil gözleri pırıltılar saçıyordu. Düzgün ve oturaklı fiziği ise dudak ısırtan cinstendi.

"Sevgilim," dedi Eloren, yaramaz çocukların edasıyla." Benimle hiç ilgilenmiyorsun, kaç gecedir seni bekliyorum, ay ışığının altında."

Folwin gülümseyerek sevgilisine sarıldı. Sonra onu dudağından öptü.

"Düğünümüzün bütün Elf ahalisine yakışır şekilde olması için çabalıyordum, Eloren'im. Kusuruma bakma, yanında olamıyorum. Ancak aklım ve yüreğim senin kölen olmuş, sensiz edemiyor." Folwin delici bir bakışla, Prensesi kavradı ve onu bir kez daha dudağından öptü.

Büyülenmiş bir şekilde sersemleyen Prenses, Folwin'in elini sıkıca tuttu ve şunları söyledi;

"Kendine dikkat et, Folwin. Lütfen, bizim için."

O zaman Folwin, şöyle cevap verdi;

"Siz de dikkat edin, ay parçam."

Bu romantik anlardan sonra ikisi de farklı yönlere saptı. Folwin'in aklı başından gitmişti. Yeşil Büyücünün mağarasını geçmiş, nereye gittiğini bilmeden, dalgın dalgın yürüyordu. O sırada ayağı bir taşa takıldı ve düşmekten kıl payı kurtuldu. Tekrar orman yoluna saptığında Carnarel' i  tek başına, düşünceli bir şekilde otururken buldu. Onun yanına gidip gitmemekte kararsız kaldı. Ama sonra dostunun yanına gitmekten vazgeçti ve onu yalnız başına, meşenin serin gölgesinde bıraktı. Kendi işlerini halletmeliydi.

Oradan terziye uğradı. Gelinliği ve damatlığını kontrol etti. Damatlık neredeyse hazırdı, ama gelinliğin üzerinde yapılan ufak bir dikiş hatası pahalıya mal olmuştu. Düğüne bir gece kalmıştı, ama gelinliğin hazır olması için iki gece gerekiyordu. Folwin burada uzun bir süre terziyle tartıştı. Sonunda daha fazla altın karşılığında, sihir kullanmaları konusunda onları ikna etti. Elflerin sihir bilgisi yüksekti. Ama onlar emek gerektiren işlerde sihir kullanılmasının uğursuzluk getireceğine inanıyordu. Ne yazık ki gelinliğin hazır olması için sihir şarttı.

Folwin'in sonraki durağı aşhane oldu. Düğün için hazırlanan pastayı tattı. Pastanın tadı mükemmeldi. Sonra şarapların- çilek, erik gibi meyvelerden yapılan şarap- tadına baktı. Gelinin çok sevdiği çilek şarabı dışındaki şaraplar muazzamdı. Ama çilek şarabı acıydi ve su tadı veriyordu. Folwin burada da biraz aşçıyla tartıştı. Sorunu bu sefer altınla değil, zekasıyla çözdü.

En son durağı düğünde şarkı söylecek elflerdi. Burada bir sorun yoktu. Zira Folwin şarkı söylemek konusunda, diğer elflere nazaran zayıf biriydi. Bilgisizdi. Bu yüzden şarkılarda bir kusur bulamadı. Gerçi bulsa, şaşılırdı doğrusu.

Koşuşturmanın verdiği yorgunlukla büyükçe bir ağaca sırtını dayadı ve ayaklarını uzatıp gözlerini yumdu. Tam uykuya dalacakken, bir adamın korku dolu çığlıklarını işitti. Öyle bir çığlıktı ki bu, yer gök inlemişti.

Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı- Amatör Öykü
« Yanıtla #2 : 18 Ağustos 2014, 19:47:38 »
Çığlık derenin diğer tarafından, elflerin gitmekten kaçındığı ağaçlık alandan geliyordu. Folwin, her zaman yanında taşıdığı, ama kullanmak konusunda tereddüt ettiği kılıcını, yavaşça çekti kınından. Dizleri ve elleri titriyordu. İstem dışı yutkundu. Bu çığlık bir haylı ürkütmüştü onu.

Şimdi ne yapması gerektiğini tarttı zihninde. Etrafına bakındı, ama hareket eden bir gölge, bir yaprak dahi yoktu. Zaman durmuş gibiydi. Folwin, hiç olmadığı kadar yalnızdı şimdi. Ama her ne olursa olsun, yalnız veya değil; o çığlığın geldiği yere gitmeliydi. Bir kaç adım atmıştı ki, bir bağırış daha duyuldu: "Uzak dur benden!"

Folwin delirme noktasına gelmişti. Korkusu ve cesareti, büyük bir savaş veriyordu. Ne yapacaktı? Gitmeli miydi gerçekten? Cesaretine ne olmuştu öyle, niye susuyordu şimdi? O tereddüt yaşarken, bacakları da geri geri yürüyordu. Geriye dön, geriye... Aslında sadece bacakları değil, tüm vücudu ve uzuvları geriye yürüyordu. Saçları geriye savruluyor, elleri geriye düşüyordu. İmkan olsa o çığlığı duyan kulakları dahi geriye dönecekti.

Ama Folwin, kılıcının kabzasını sıkıca kavradı ve derenin öte tarafına doğru ilerledi. Akşamüzeri hafif ve durgun akan derenin üzerindeki kayaları, dans etmeye benzeyen hareketlerle geçti. Artık toprağın bile rengi değişmişti. Derenin öbür tarafı, insanların yaşadığı yerdi; orası elflerin çok uzak olduğu hırsın ve öfkenin toprağıydı aynı zamanda.

İnsanı ürperten bir rüzgar uğulduyordu, bu gece. İlk kez girdiği topraklarda yönünü bulmakta zorlanıyordu, Folwin. Çünkü bağırışlar ve çığlık kesilmiş, yerini tehditkar bir sükunete bırakmıştı. Geç mi kalmıştı yoksa? Belki de hiç kimse çığlık falan atmamıştı.

Ağaçların devasa boyutlarına ulaşan kökleri vardı. Yaprakları parlak, küçük ve yıldız şeklindeydi. Folwin insanların yaşadığı yeri hiç böyle hayal etmemişti. Onun hayal ettiği yer kanlı, çamurlu ve bakımsızdı. Ağaç denen bir şey yoktu, meyvesi olan ağaçlar da yoktu. Ama burası farklıydı. İnsanların en güzel yönlerini yansıtan bir yerdi. Belki de tek yerdi. Burayı gündüz gözüyle görmeyi tasarladı. Ertesi sabah veya bir sonraki sabah. Mutlaka gelecekti buraya.

Folwin yürürken dikkat ediyordu. Ama devasa boyutlara ulaşan ağaç köklerine takılıp düşmemek elde değildi. Sürekli kıvrımlı köklerden birine takılıp düşüyordu. Karanlığa doğru bir adım daha atmıştı ki, ayağının uğursuz bir şey tarafından sarıldığını hissetti. Ayakta duramadı ve yüksekçe bir yerden aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. İrili ufaklı taşlar, çok sert bir biçimde çarpıyordu yüzüne. Sonunda bir ağaca tutunarak durabildi, Folwin. Ağzı yüzü kan içinde kalmıştı. Dirsekleri ve dizleri de yara bere içindeydi. Üstünü başını temizledi, yuvarlandığı sırada elinden kayıp giden kılıcına bakınmaya başladı. Ama bir ses, isteğini böldü ve ona durduğu yerde kalmasını emretti.

"Seninle iş birliği yapmak istemiyorum," dedi birinci ses.

"Bu karşılıklı bir iş birliği, hoşuna gidecek," dedi ikinci ve hırıltılı bir ses.

Birinci ses birkaç şey daha söyledi, ama bunları kısık bir tonla söylemişti.

"Yo, buna sadece iş birliği gibi bakmamalısın. Ayrıca bu, bir yardımlaşma. Birbiriyle dost olan iki kişinin yardımlaşması normal bir şeydir."

"Ben senin dostun değilim," diye çıkıştı, birinci ses.

Folwin neler olup bittiğini anlamıyordu. Ama bir şeyi iyi biliyordu. Birinci ses, Carnarel' e aitti. Onun gür ve hüzünlü sesine.

İkinci ses alaycı bir tonla;

"Öyleyse, sen babanı sevmiyorsun."

Folwin ikinci sesin kime ait olabileceğini tahmin etmeye çalıştı. Ama tanıdık değildi. Daha kötüsü karanlık bir varlığa aitmiş gibiydi.
Zeka ve hile dökülüyordu ağzından. O her konuştuğunda tuhaf bir his doluyordu yüreğine, Folwin'in.

"Senin oyunlarına gelmeyeceğim, pis solucan!" diye bağırdı Carnarel." O karanlık gözlerin gibi, sözlerin de karanlık."

İkinci sesten kısa ve alaycı bir kahkaha duyuldu.

"Vah zavallıcık, vah! Babanın nerede olduğunu biliyorum ben. İster inan, ister inanma. Şimdiki halini görsen, acırsın. Kafeste bir kuş gibi yem yiyor. Sürekli "gak, gak" diye ötüp duruyor." Tekrar güldü. "İnsanların maskarası oldu. Onu bu halinden kurtarmak istemiyorsun galiba."

"İstiyorum, hayır, çok istiyorum hem de," dedi bir anda Carnarel. Karanlık varlık yavaş yavaş etkisi altına alıyordu onu. Folwin bir anlığına yerinden çıkmak istedi. Ama kılıcı yoktu ve neyle karşı karşıya olduğunu kestiremiyordu.

"Öyleyse, bana yardım et. Ben de sana edeyim."

"Ama nasıl?" diye sordu Carnarel. "Ne yapabilirim senin için?"

Folwin iyice kulak kabarttığı sırada, keskin bir ağrı girdi kulaklarına. Büyülü bir şey kulaklarını tıkamıştı. Artık kendi nefesini bile duyamıyordu. Kulakları tekrar açıldığında, konuşmaları duymak için bir kaç adım daha yaklaştı. Ama şimdi kesilmişti sesler. Kılıcını umursamayıp saklandığı yerden çıktı. Ama şimdi ne Carnarel, ne de o konuştuğu uğursuz yoktu ortalıklarda.


Folwin tekrar ormana döndüğünde, Carnarel'i tek başına toprağı eşelerken gördü. Ona bilerek sessiz yaklaştı ve sırtına dokundu. Carnarel bir anda irkildi ve şaşırdı. Aynı zamanda öfkelenmişti.

"Kasıtlı mı korkutmak istedin beni? Eğer öyleyse, ben seni korkutmasını bilirim!

Folwin, ses tonunu hiç beğenmedi. Hele bakışları! İçine şeytan kaçmıştı sanki, Carnarel'in.

"Hayır, yanlış anladın dostum," dedi Folwin. Aslında kasıtlıydı. Ama bunu dile getirmek istemedi." Sadece senden özür dilemek istiyorum."

"Ha, öyle mi? Affettim gitti o zaman."

Folwin şaştı kaldı. Bu kadar çabuk mu?

"Yani bana hiç kızmadın? Sorun yok aramızda değil mi?"

"Tabii ki yok, biz dostuz. Hadi gidelim."

Folwin, Carnarel'in açtığı küçük çukura baktı.

"Sen ne yapıyordun burada?"

Carnarel kem küm etti, eli ayağı birbirine dolaştı.

"Sürpriz, düğün sürprizi," diyerek geçiştirdi. "Gel, biraz gezelim."

Carnarel, bir kolunu Folwin'in boynuna attı. Aslında bunu hiç yapmazdı. İkisi birlikte derenin yanına indiler ve o geceyi sadece muhabbet ederek geçirdiler. Carnarel o gece hiç yapmadığı bir şeyi daha yaptı; Folwin'e fıkra anlattı.

Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı- Amatör Öykü
« Yanıtla #3 : 18 Ağustos 2014, 19:48:57 »
Arkadaşlar amatör bir yazarım ve öykümde tıpkı benim gibi amatör. Yazdığım 3 bölümü birden attım. Tamamını veya sadece birinci bölümünü okuyanlar yorum yaparsa, kendimi geliştireceğime inanıyorum.

Tamamen kendimi geliştirmeye yönelik yazdığım bir öykü. İyi forumlar.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı- Amatör Öykü
« Yanıtla #4 : 18 Ağustos 2014, 21:56:09 »
Merhabalar,

Hikayenizin üç bölümünü de okudum ve birkaç kelam etmek istiyorum. Öncelikle birinci bölümde Folwen'in düğünün mükemmel olmasının istemesindeki sebebin diğer elfleri ezmek olması bana çok garip geldi yani demek istediğim elfler arif varlıklardır böyle bir düşünceye kapılmamaları gerekir.

Bunun dışında bazı noktalama hataları gözüme çarptı bende bu konuda çok amatörüm ama dikkat etmekte de fayda var. Son paragrafta Folwen ağacın arkasından çıkıp arkadaşını yeri eşelerken yakaladığında arkadaşı düğün sürprizi diyerek durumu geçiştirdi fakat Folwen'in duyduklarından sonra buna inanması bence tutarsız olmuş. Buna inanmamalıydı kanımca. Son olarak Folwen sevgilisiyle karşılaştığında onların aralarındaki aşkı daha iyi yansıtabilirdin. Tebrik ederim kurgunu beğendim devamını da yazman dileğiyle. :)

Bu yorumları yaparken ki amacım sana yardımcı olmaktı bunu da belirteyim . :)
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı- Amatör Öykü
« Yanıtla #5 : 19 Ağustos 2014, 08:34:35 »
Okuyup yorum yaptığınız için size teşekkür ediyorum. Üç bölümü birden kimse okumaz diyordum. Aslında benim yaratmak istediğim elfler, biraz insana benzemiş durumda. Zaten hemen karşı topraklarda insanlar yaşıyor. Ama yaratmak istediğim "insan gibi hırslı, çıkarcı ve hileci" efler daha tam olarak oturmadı.

Diğer kısımda haklısınız. Aslında inanmıyor. Ama ben onu orada tam olarak anlatamamış, hemen geçmişim. Birkaç kelime ve diyalog daha lazım gibi.

Yine diğer kısımda da haklısınız. Aralarındaki aşkın ne kadar güçlü olduğunu düğün bölümünde anlatmayı amaçlıyorum. Yorumunuz için teşekkürler.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı (Amatör Öykü)
« Yanıtla #6 : 19 Ağustos 2014, 09:54:19 »
Rica ederim efendim. İnsana benzer elf modeliyle ilk defa karşılaşıyorum umarım istediğiniz gibi aktarırsınız. Ya da kendi ırkınızı yaratmanızı tavsiye ederim, uğraşmak isterseniz sonucunda ortaya güzel bir şey çıkarsa lakin o zaman rahatça yazabilirsiniz.

Çünkü o sizin ırkınızdır kültürlerinden giyimlerine, karakter yapılarından yaşadıkları yere kadar her şeye siz karar verirsiniz. Bu size özgürlük sağlar. Tabi bu sadece tavsiye. Devam bölümlerini bekliyorum. :)
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı Qian Xing

  • *
  • 12
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı (Amatör Öykü)
« Yanıtla #7 : 19 Ağustos 2014, 16:22:45 »
İlk bölümü okudum sadece.

Aslında güzel bir kurgu var gibi. Ama ilk bölümde Folwin ve Carnarel de elf olmalarına rağmen farklı konuşuyor. Mesela Carnarel`ın tarzı çok daha yakın elf diline. Bunun dışında çok daha ayrıntılı yazmanızı isterdim. Şimdi diğer bölümleri okuyacağım, ona göre değerlendirme yaparım. Elinize sağlık.


Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı - Kayıp Ruhlar Sandığı
« Yanıtla #8 : 24 Ağustos 2014, 14:51:43 »
Sabah güneşi parlak ve keskin ışınlarını ormanın üstüne doğrultmuştu. Yatağında adeta kavrulan Folwin'in her yeri ter içindeydi. Özellikle gölgelik ağaçların arasına yapılmıştı evi. Ama buna rağmen güneş ışınları büyük bir kurnazlıkla, ağaç dallarının arasından bir yılan gibi kıvrılarak sıyrılmayı başarıyordu. Bu sıcakta ne yatılır, ne bir iş yapılırdı doğrusu. Ama Folwin, dün yorucu bir gün geçirmişti ve uyumaya çok ihtiyacı vardı. Gözlerini kapadı ve güzel şeyler hayal etti. Bugün düğün provaları yapılacaktı ya! Eloren'i hayal etti önce. Güzel, mavi bir elbisenin içinde, bir ay gibi parıldıyordu. Burgu modeli örülmüş uzun sarı saçları, yeni doğmuş bir bebeğin masumiyetini yansıtan mavi gözleri. Elini uzatıyordu Folwin'e; "Benimle dans eder misin, bulutların arasında?" diye soruyordu, melodik sesiyle. O sırada Carnarel giriyor araya; "Babamı bulmama yardım eder misin, karanlığın arasında?" diye soruyordu, hüzünlü sesiyle. Folwin arada kalmıştı. İkisi de sevdiği ve değer verdiği kişilerdi. Carnarel ve Eloren üstüne üstüne gelmeye başladı. Aynı şeyi tekrarlıyorlardı, bağırarak; "Bana gel Folwin, bana...

Sonra Carnarel yere eğiliyordu. Toprağı eşeliyor ve bir sandık çıkarıyordu. "İşte," diyordu, "sana düğün sürprizim." Üzerinde etrafa parlak ışık hüzmeleri saçan bir bir yazı yazıyordu. Yazıyı okumak için iyice yaklaştığı sırada, Eloren onu kolundan tutup kendine çekiyordu. İyice yaklaşıyor, dudaklarını onunkiyle buluşturuyordu. "Senin için çok daha büyük sürprizlerim var," diyordu sonra, sırıtarak.


Kan ter içinde yatağından fırladı Folwin. Bir hayli ilginç bir rüya görmüştü. Kalbi kuşun kanatlarını çırpışı gibi atıyordu. Göğsüne feci bir ağrı girmişti. Çizmelerini ayağına geçirdi ve biraz hava almak için dere kenarına indi. Elleri hala titriyordu. Bugüne kadar gördüğü en ilginç rüyalardan biriydi bu. Nasıl bir anlam çıkarmalıydı bundan? Ellerini saçlarının arasına götürüp öfkeyle bağırmaya başladı. "Yeter artık, yeter! Düğünümü hiçbir şey mahvedemez, hiçbir şey! Buna izin vermeyeceğim, hayır asla. Ne kötü rüyalar, ne şüpheci dostlar. Hiçbiri bozamaz moralimi."

Folwin'e bu denli öfke kusturan şeylerden biri Carnarel'di. O ve onun bir anda gerçekleşen ani değişimi. İnsanların topraklarında duyduğu konuşmalar, o karanlık varlığın kurnazlık dökülen sesi. Hepsi onu delirtiyordu. Konuşmalar, bu rüya, düğün. Her şey. Ne yapması gerektiğini kafasında tasarladı Folwin. Bugün düğün provası vardı, yarın da düğünü. Moralsiz ve düşünceli görünmek istemiyordu. Özellikle gördüğü son rüya kafasını allak bullak etmişti. İlk kez kendini sorguladı bu yüzden. "Acaba onlara yeterli değeri veremiyor muyum?"
 
Cevabı dün başından geçenler arasında buldu. Carnarel ondan gizli bir şeyler çeviriyordu ve bu Eloren ile alakalıydı. Emin olamıyordu. Sadece tahmindi sonuçta. Bir anda aklına gelivermişti bu düşünce. Yanılmayı payı yüksekti. Ama onu korkutuyordu. Dostuna, sevdiği insana bir günde ne olmuştu? İnsan çok değer verdiği birindeki ufak bir değişimi bile fark edemiyorsa, nasıl dostu olabilirdi o insanın?

Zehirli mantarların bittiği bir tepeyi çıktıktan sonra, Carnarel'in sırrını gömdüğü yaprakları dikenli ağacın dibindeydi. Toprakta herhangi bir değişiklik yok gibiydi. Yani en azından öyle görünüyordu, normal biri gelse buraya bir şey gömüldüğünü anlamazdı. Folwin uzun parmaklarını bir kedi patisi gibi kullanarak toprağı eşelemeye başladı. O eşeledikçe büyük bir çukur açılıyordu ve toprağın altındaki gizli yaşamları ifşa olan kara böcekler etrafa kaçışıyordu. Sonunda parmakları sert bir şeye rastladı. Bir kaya kadar sert bir şeye.
Eşelemeye devam etti. Sonunda tıpkı rüyasında gördüğü gibi bir sandıkla karşılaştı. Ama üstünde bir yazı yoktu. Folwin sandığı eline alıp tarttı. İçi boş gibiydi. Sandığı açmak için kilit aradı. Ama sandıkta bir kilit yoktu. Çok garip bir sandıktı doğrusu.

Sandığın üstündeki tozları silerken, bir ışık patlaması oldu ve Folwin'in gözleri bundan rahatsız olarak karıncalandı. Gözlerini açabildiğinde bir kelebek sandığın üzerinde duruyordu. Kara kanatları ve kırmızı benekleri vardı. Bir kelebekti ama, serçe kadar da büyüktü aynı zamanda. "Sholer'in Gizli Ruhlar Sandığı hizmetinizde efendim," dedi bir ses. Folwin korkuyla etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu oysa. Peki bu ses nereden geliyordu?

Aynı ses, "Sandığın üstündeyim, büyük şey. Bak sandığın üstünde, seni korkuttum galiba?" Folwin büyük bir panikle ayağa fırladı. Bir kelebek onunla konuşuyordu. Yutkundu.

"Se...sen, ama nasıl?"

"Söylesem bile, senin beynin anlamaz bunu büyük şey. Neyse, Sholer'in Gizli Ruhlar Sandığını hizmetinizde. Sanırım bunu söylemiştim, öyle değil mi? Evet, söylemiştim. Aaa, acaba teslim etmek istediğiniz bir ruh mu var? Yoksa ruh mu yakaladınız? Olabilir tabi, bazı ruhlar bedenden kaçabiliyor. Olmayacak şey değil. Evet?"

Folwin bir şeyler söyleme çalıştıysa da pek başarılı olamadı.

"Ben, şey... Aslında bu sandığın ne işe yaradığını merak ediyordum."

Kelebek kaşlarını çattı. "Bu sizin sandığı nereden bulduğunuza bağlı."

Folwin hemen bir şeyler uyduruverdi. "Toprağın altında yaşayan böcekleri avlıyordum."

Bu kelebeği tatmin etmedi. "Böceği ne yapacaksın büyük şey?"

Folwin ellerinin terlediğini hissetti. Bir kelebek onu sorguluyordu. Buna inanmalı mıydı gerçekten?

"Böcekleri severim," diyerek cevap verdi, "böcek yemeyi daha doğrusu."

Kelebekte bir böcekti. Şimdi paniğe kapılma ve terleme sırası kelebekteydi. Sesi titrek çıkıyordu.

"Şey kelebek yemiyorsunuz değil mi?"

Bu mükemmel bir kozdu. Birden yüz ifadesi değişti. Karnı çok açıkmış bir insan gibi kelebeği koklamaya başladı."

"Hımm, kekikle çok güzel bir böcek yemeği olabilir. Aslında kanatlardan da çok güzel kızartma olur."

"Hayır olmaz,"diye çığlık attı, korkan kelebek. "Olmaz, benden daha lezzetli kelebekler var. Yemin ederim, istersen senin için sipariş verebilirim."

"Benim için başka bir şey yap," diyen Folwin, asıl merak ettiği şeye yaklaştığını hissediyordu şimdi. "Bu sandık ne işe yarar, çabuk söyle yoksa kanatlarını kızartır bir güzel ham yaparım."

Gözü korkan kelebek, gayet açık bir dille anlatmaya başladı.

"Bu sandıkta ruhlar gizlenir, büyük şey. İnsan ruhu. Birileri gelir ruhunu bize teslim eder veya yakaladığı herhangi bir ruhu bize satar. Bizde onları odalarına yerleştiririz. Sandığın boyutlarına bakma. Göründüğünden daha büyüktür ve hayaldünyası denilen şey bunun içindedir. Sandığın sahibi kim bilmiyorum, ama gördüğün gibi bekçisi benim."

"Peki ruh nasıl yakalanır?" diye sordu Folwin.

"Ejderhalar yapar bunu, sana öyle diyeyim. En büyük avcılardır onlar. Kurnazdırlar. İnsanı kandırır, ruhunu ister. Karşılık olarak bir şey vermez. Doğrusu çok iyi avcılar, bize baya para kazandırıyorlar, büyük şey."

"Para mı?" Folwin irkilmişti.

"Ruhları satıyoruz. Her çeşit ruh var, ister misin sende?"

Folwin dehşete kapılmıştı. Carnarel ve o karanlık varlık? Yoksa...?

"Ejderha ruhunu avladığı insanın bedenine girebilir mi?"

Kelebek bir an tereddüt etti. Folwin kaşlarını çatınca;

"Girebilir, yani...sanırım. Tamam, tamam, girebilir elbette. Kimi ejderhalar insan olmak için can atar."

Folwin bir şey daha söylemek üzere ağzını açmıştı ki, bir yaprak hışırtısı duydu. Sonra bir küfür... Biri yaklaşıyordu. Kelebeğe hemen sandığa dönmesini söyledi. Ama kelebek dönmüyordu. "Sandığı okşa!"

Folwin sandığı okşamaya başladı ve kelebek ufak bir toz bulutu halini aldı. Sandığı tekrar çukura yerleştirdi ama geç kalmıştı. Çok gecikmişti. Carnarel kılıcını çekmiş, saldırı pozisyonu almıştı bile.


Çevrimdışı Qian Xing

  • *
  • 12
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı - Kayıp Ruhlar Sandığı
« Yanıtla #9 : 24 Ağustos 2014, 18:34:28 »
Ben yeni bölümde neler olacağını düşündükçe heyecanlanıyorum. Acaba Carnarel ne yapacak? Folwin köşeye sıkıştı gibi. Bakalım neler olacak :) Çok iyi bir kurgun var bence. Yeni başlamışsın bu işlerde, iyi gidiyorsun. Tebrik ederim seni.

Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı - Kayıp Ruhlar Sandığı
« Yanıtla #10 : 25 Ağustos 2014, 08:30:32 »
Yorumunuz için teşekkür ederim, mutlu ettiniz beni.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı - Kayıp Ruhlar Sandığı
« Yanıtla #11 : 27 Ağustos 2014, 14:56:32 »
Bu yeni bölüm aceleyle yazılmış gibi. Diğer bölümlere geçebilmek, olay örgüsünü ilerletip aklınızdakileri bir an önce okuyucuya gösterebilmek için acele etmişsiniz galiba.

Kelebekle kahramanın arasındaki diyaloglar güzeldi. Kelebeğin korkup da konuşması vesaire masalımsı bir tadı vardı. Birde sandığı okşamak yerine ne bileyim sallasa falan daha iyi olur. :)

Şimdi kahramanımız arkadaşının bedenine zarar vermeden onun içindeki ejderhayı nasıl yenecek merak içindeyim. Hikayeyi biraz daha ayrıntılarla zenginleştirebilirsiniz; mesela bu bölümde kahramanın sevgilisinden veya düğünden bahsedilmemiş. Başka yan olaycıklar da üretebilirsiniz tabi. Devamı gelirse çok iyi olur böyle bir yerde bırakılmaz yani. :)
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı - Kayıp Ruhlar Sandığı
« Yanıtla #12 : 29 Ağustos 2014, 15:08:08 »
Yorumunuz için teşekkür ederim :) Aslında hızlı yazmamıştım ama, kendimi kaptırınca hızlanmış olabilirim. Artık daha uzun ve ayrıntılı bölümler yazmaya çalışıyorum. Tabii ne kadar başarılı olabilirim orası siz okurların görüşleri neticesinde belli olur.

Çevrimdışı Cobain

  • *
  • 24
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı - Ruhların Yolculuğu
« Yanıtla #13 : 30 Ağustos 2014, 12:09:24 »

"Demek düğün sürprizini görmeden rahat edemedin."

"Aynen öyle," diye cevap verdi Folwin. "Senin kim olduğunu biliyorum solucan, biliyorum!"

Folwin hışımla kemerindeki kılıcı çekti ve saldırı pozisyonu aldı. Kılıcını sımsıkı kavramıştı, gözlerini düşmanından ayırmıyordu. Her adımını, her bakışını vakur dolu gözleriyle takip etti. Karşısında çok sevdiği dostunun bedenine hükmeden zeki bir yaratık vardı. Bu yüzden çok daha temkinli davranıyordu. Arkadaşının bedenine zarar vermek isteyeceği son şeydi zira.

"İnsan olma hayaliyle yaşadım yıllar boyu," dedi solucan. "Şimdi bu fırsatı elime geçirmişken,asla kaybetmem sana." Tehditkar bir bakış attı, yaratık. Birbirlerinin etrafında döndüler. Onların az sonra başlayacak savaşı kimseyi ilgilendirmiyor olacaktı ki, orman hiç olmadığı kadar sessiz, rüzgar hiç olmadığı kadar isteksizdi.Sadece ayak bastıkları yaprakların hışırtısı, arada sırada kaçışan böceklerin tuhaf kıkırdamaları ve Folwin'in bu heyecan karşısında kayıtsız kalamayan kalbinin kanat çırpınışları işitiliyordu.

Solucan ani bir hareketle Folwin'in üzerine hücum etti. Folwin kılıcı rakibinin bacağına doğru savurdu, solucan büyük bir ustalıkla yana kaydı ve Folwin'in bacağında ufak kesikler belirdi. Sonra da kesikten akan oluk oluk kan. Bacağına çok keskin bir darbe alan Folwin, kayalıklara doğru sendelediyse de çabuk toparlandı. Üzerine doğru köpürükler saçarak saldıran rakibini tekmeyle uzaklaştırdı. Sonra bir tekme daha indirdi ve bir tekme daha...

Solucan, Folwin'in ayağını yakaladı ve onu yere serdi. Kılıcını havaya kaldırdı ve büyük bir hızla kelleye doğru indirdi. Folwin kellesini son anda korumayı başardı. Yaratığın hamlesine, keskin bir blokla karşı koydu.  Fazlasıyla terliyor ve yoruluyordu. Üstelik hala solucanı o bedenden nasıl çıkaracağını bilmiyordu. Artık ufacık bir kırıntısını hissettiği gücüyle bir tekme daha attı. Bir daha, ve sonra çok sert bir darbe daha. Solucan art arda aldığı darbeler karşısında serseme döndü. Ayağı bir taşa takıldı ve tepeden aşağıya yuvarlanmaya başladı. Hemen peşinden Folwin indi. Solucan sarmaşıklara tutunmuştu, eli kayar da düşerse, derenin kaynar sularında haşlanacaktı.

"Beni kurtar, yalvarırım sana." dedi Solucan. Sonra o öfkeli ve saldırgan haline döndü." Kurtar ahmak, yoksa arkadaşının ruhuna, bir sıçan bedeni bulursun!"

Solucan'ın düşünceleri, tavırları ve sesi sürekli değişiyordu. Bu hala Carnarel'den ufak bir parçanın bedende kalmış olduğuna işaretti. "Lütfen, yardım et. Ne duruyorsun, düşeceğim!"

Folwin kolundan tuttu ve kaldırdı. Hiç beklemeden bir dirsek darbesiyle solucanı yere serdi. Yaratığın ağzından kan boşaldı. Alnı da açılmıştı. "Seni timsahlara yem edeceğim, duydun mu beni, timsahlara!"

Solucan inanılması güç bir çeviklikle, Folwin'in bacaklarının arasından kaydı. Hemen arkasından kılıcını Folwin'in sırtına sapladı. Folwin önce donup kaldı, ağzından bir avuç kan boşaldı. Diz çöktü. Zaman durmuştu; ve doğanın canlı rengi solmuş, neşeli sesi kesilmişti Folwin için. Son nefesini vermeden önce, Eloren belirdi gözlerinin önünde. Siyahlara bürünmüştü ve gözyaşı döküyordu onun için. Yas tutuyordu belli ki. Folwin elini uzatmaya çalıştığında bir kelebeğe dönüştü ve uçtu gitti.

Sonra bir anda yer gök sarsılmaya başladı ve büyük bir çukur açıldı. Folwin çukurun içine doğru çekiliyordu. Direndi, ama sonunda gücü tükenmişti. İçi boş çukur bir anda yılanların yuvasına dönüştü. Tıslıyor, dillerini çıkarıyorlardı. Folwin'i istiyorlardı. Onun saf ve berrak bedenini. Kendini tam çukura bırakmıştı ki, bir kelebek tuttu onu ve havaya kaldırdı. Kara kanatlı, kırmızı benekli bir kelebek. "Ufak bir değiş tokuş olacak, buna hazır mısın?"

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ejder Kanı - Ruhların Yolculuğu Yayında!
« Yanıtla #14 : 28 Aralık 2014, 17:46:47 »
Bu bölümü yeni fark ettim hemen okudum lakin, öyle bir şekilde bitirmişsin ki öyküyü ne diyeceğimi bilemedim. Şimdi Folwin başka bir bedenle geri mi dönecek yoksa bu son muydu yazmayı düşünmüyor musun?
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.